EMPERYALİZMİN NESNEL GELİŞME YASALARI YOK MU? VII. BÖLÜM
VII. BÖLÜM
Yazarın ''emperyalist küreselleşme aşaması''nda nesnel gelişme yasaları olmayan kapitalizm ''teori''si, Marks'ın ve Lenin'in, (III. Enternasyonal ve Stalin'in ısrarla savunmaya devam ettikleri) değer, artı-değer, artı-değer oranı, kar, kar oranı, kapitalizmde eğilimli düşen kar oranı yasası gibi nesnel yasaları yadsımakta ya da geçersizleştiğini savunmaktadır. Yazarın savunduğu düşüncelerin temsilcileri, fikirlerin/aklın gücü ile nesnel hareket yasalarını reddetmekte ya da yok etmektedirler. Nesnel gerçeğin yerine, subjektivizmi, iradeciliği geçirmektedirler. Bu, kaskatı bir idealizmdir. Oysa nesnel gerçek, ne iradeyle yaratılabilir ne de yok edilebilir. Fikirler, teoriler, tezler, kavramlar eğer nesnel gerçeği aslına en yakın, yaklaşık olarak ifade etme gücüne sahipse bilimseldir. Kavramlar ve düşünceler dünyası, nesnel gerçeğin yansımasıdır. Doğanın, toplumsal maddi gerçeğin dinamik nesnel karakterini kavrayamayan düşünceler, kavramlar nesnel gerçeği yansıtmaz, aksine onlar nesnel gerçeğin çarpıtılmasından ibarettirler. Artı-değer, kar, eğilimli düşen kar oranları kapitalist üretim tarzının nesnel karaktere sahip yasalarıdır. Bu kategoriler hangi kılık altında revize edilirse edilsin bu tahrifat burjuvazinin Marksizm-Leninizm'e, proletarya sosyalizmine karşı gerici ideolojik saldırısını ifade etmektedir.
Kapitalizmdeki emek üretkenliğinin gelişmesinin sınırları, kapitalist üretimin amacıyla, “sermayenin kendisini genişletmesi, yani artı-emeğin ele geçirilmesi”yle, “artı değer ve kar”la sınırlıdır. Dolayısıyla onun üretimi sınırsız geliştirme eğilimiyle sınırlı amacı arasındaki çelişki ve çatışma, emek üretkenliğinin gelişmesinin sınırlarını da çizer. Kapitalist üretim ilişkilerinin toplumsal üretici güçlerin gelişmesi önündeki başlıca engele dönüştüğü çağımızda, zaten o, söz konusu “tarihsel görevine” sürekli bir şekilde “ihanet” etmektedir ve o, artık yaşlanmıştır, miadını çoktan doldurmuştur. Yani bu ''ihanet'' yazarımızın ifade ettiği ''emperyalist kapitalizm de olmayan emperyalist küreselleşme'' aşamasında değil, emperyalizm olgusunun 20. yy'lın başında ortaya çıkmasıyla temel ve belirleyici bir olguya dönüşmüştür. Bu gerçeği redden yazar, bu olguyu ''emperyalist kapitalizm de olmayan emperyalist küreselleşme'' aşamasında başlatıyor. Böylece yazarımızın Leninizm karşıtlığı bir kez daha berrak bir tarzda somutlaşıyor.
Genişletilmiş kapitalist yeniden üretim ve artı-değer üretiminin geride kaldığı, emperyalist kapitalizmin nesnel gelişme yasalarının sonlandığı iddiası, Marksizm'in, çağımızın Marksizmi olan Leninizm'in artı-değer oranı, kar oranı, eğilimli düşen kar oranı gibi yasalarının da sonlandığı mesajını iletmektedir. Savunun nesnel içeriği bu. Bu bağlamda, kısaca da olsa, artı-değer oranı, kar oranı üzerinde de durmak gerekmektedir. Ki yazarın benimsediği teori ve tezlere göre bu yasalar zaten yok ya da işlemiyor; bu durumda sözkonusu yasa ve kategoriler anlamsız, hayali, somut gerçekliğin çözümlemesinde iş görmeyen yasalar ve kategorilerdir. Aşağıda hatırlatacağımız nesnellik ve kavramlar olmadan günümüzün kapitalizmini de anlamak olanaklı değildir.
Artı-değer oranı, değişen sermaye ile ölçülen artı-değerdir; artı-değerin değişen sermayeye (işgücüne yatırılan sermaye, iş gücünün değeri) oranıdır. “Artı-değer kitlesi artı-değer oranı ile işçi sayısının çarpımına eşittir.” (Marx. Kapital, C. III, s.209) Artıdeğer oranı, kapitalistin el koyduğu bedava emeği (artı-emek zamanı), sömürü derecesini gösterir. Kar oranı ise, artı-değerin toplam sermayeye (değişen ve değişmeyen sermayeye) oranıdır. Dolayısıyla artı-değer oranı kural olarak kar oranından yüksek olur. Bunlar iki farklı büyüklüktür. Kapitalisti daha da fazla ilgilendiren kar oranıdır. Artıdeğer oranının yüksek olması, artı-değeri büyüten bütün imkan ve yöntemlerin azami limitine kadar zorlanması ve kullanılması, artı-değer oranını yükselttiği gibi, kar oranlarını da yükseltir. Ve kar, artı-değerin başkalaşmış biçimidir. Kar oranı kuşkusuz ki öncelikle artı-değer oranına bağlıdır ama ikisi aynı şey değildir. Karın kaynağı artı-değerdir.
Kapitalist üretim tarzı geliştiği oranda sermayenin organik bileşimi yükselir. Sermayenin organik bileşiminin yükselmesi, eğilimli bir şekilde kar oranlarını düşürür. Kar oranının eğilimli düşmesi yasası, sermayenin organik bileşiminin yükselmesinin kaçınılmaz bir sonucudur. “Kar oranı, işçi daha az sömürüldüğü için değil, genellikle, yatırılan sermayeye oranla daha az emek kullanıldığı için düşmektedir.” (Marx, Kapital, C. III, s. 218) Kapitalizmin gelişmesi ölçüsünde değişmeyen sermayenin değişen sermaye aleyhine büyümesi; değişen sermayenin “toplam harekete geçirilen sermayeye oranla nispi azalma”sı, “kapitalist üretimin bir yasasıdır.” (Marx) Bu yasa, kar oranlarının düşmesi yasasının da temelini oluşturur ve düşme Marx’ın vurguladığı gibi, “mutlak bir biçimde değil de, artan bir düşme eğilimi” biçiminde gerçekleşir. Ve “kar oranındaki düşme … artı-değerin yatırılmış toplam sermayeye oranında bir düşmeyi ifade etmektedir.” (C. III, s. 190) “Üretkenlikteki gelişme nedeniyle kar oranında bir düşüşün, kar kitlesinde bir artışla birlikte olacağı”, kapitalizmin bir “yasa”sıdır. (age., s. 200)
Kapitalist üretim tarzının sırrı artı-değer sömürüsünde yatar. Bu olguyu sistematik bir şekilde çözümleyerek bilimsel bakımdan soyutlayıp teorileştiren de Marx olmuştur. Marx’ın, Marksizm-Leninizm’in kapitalizm tahlilinin kilit taşı artı-değer teorisidir. Marx’ın artı-değer teorisiyle oynamak, revize etmek insanı bataklığa götürür. Sermayenin ideologları kadar postmarksist ideologlar da bunun bilincindedir. Bundan dolayıdır ki kapitalizmin açık ve gizli temsilcileri ve savunucuları ideolojik saldırılarını artı-değer teorisinin “çürütülmesi” üzerinde yoğunlaştırmaya devam etmektedir. Postmodernistlerin, postMarksistlerin, Negriciliğin modernizmin, endüstrinin*, proletaryanın bittiği, emek değer teorisinin geçersizleştiği, artı-değer sömürüsünden bahsedilemeyeceği, emeğin kendi değerini kendi belirlediği, postmodern bir çağda yaşadığımız teori ve tezleri de, gerçekte kapitalizm cephesinden gelen burjuva revizyonist saldırının bir diğer ifadesidir. Bu teori ve tezlerin tümü de burjuvazinin cephaneliğinden alınmıştır.
Hangi biçimde teorileştirirse teorileştirilsin bugün kapitalist emperyalizmin ''varoluşsal krizi çağında'' artı-değer üretemediği için çökeceği teorileri de aynı cehenneme açılır ve gider. Zaten nesnel yasaları olmayan kapitalizm teorileri bunu ifade eder. Dün “20. yüzyılın teknolojisi” ile “19. yüzyılın çalışma koşullarına” geri dönüş; bugün ise “21. yüzyılın teknolojisi” ile “19. yüzyılın çalışma koşullarına” geri dönüş ÇUŞ'ların neoliberal saldırganlığının sistematik dayattığı bir olgudur. Bu özellikle emperyalizme bağımlı çevrede daha keskin bir olgudur. Böyle olmakla birlikte, emperyalist kapitalizm ve çok uluslu uluslararası tekeller, istese de 19. yüzyıla, 19. yy. öncesi yüzyıllara, manifaktür ve ilkel birikim dönemine dönemez. Küresel/dünyasal ölçekte sermayenin organik bileşimi yükselmeye, büyümeye devam etmektedir. Bu da göreli artı-değer üretiminin sürdüğü anlamına gelir. Kapitalist emperyalizmin nesnel yasalarının, kronikleşmiş sorunlarının, keskinleşen genel krizinin, bu gelişme eğrisinin de eşitsiz gelişimini koşulladığı unutulmamalı. Tek yanlı soyutlamalarla gerçekler kavranamaz. Emperyalizmin bazı özelliklerini tek yanlı öne çıkararak, abartılı tablolar çizerek ise enternasyonal proletarya ve öncüleri devrimci ve sosyalist görevlerini yerine getiremez.
Aslında kapitalist genişletilmiş yeniden üretim sürecinin 73'lerden itibaren sona erdiği, üretici güçlerin gelişmediği, aşırı birikim nedeniyle kapitalizmin artı-değer üretemediği, mutlak artı-değer üretiminin damgasını bastığı ''küreselleşme aşaması'' teorisi Harveyci ''ilkel birikim'', kendi tercih ettiği kavramla ''el koyarak birikim'' teorisinin savunusundan ibarettir. Günümüz emperyalizminin ''ilkel birikim''le, ''el koyarak birikim''le, ''mülksüzleştirme yoluyla birikim''le kavrayamayız ve saçmalıklıklar yığınına saplanmaktan kaçınamayız. Farklı analizler ve iddiaların eşliğinde görünüşte farklı kutuplarda duran anti-Marksist teorilerin son tahlilde kapitalist emperyalizmin aşıldığı, artı-değer üretemediği noktasında birleşmesi dikkat çekicidir. Gerçekte bu tablo, sözkonusu teorilerin ortak burjuva köklerine, burjuva ve küçük burjuva sınıfsal karakterine, Marksizm-Leninizm karşıtlığına işaret eder. Yazarımızda ''kendi''ne özgü savunuyla aynı cephede mevzilenmiştir.
Bir kez daha hatırlatmak gerekir ki, emperyalizm, tekelci kapitalizmdir. Çürüyen, asalak, ölüm döşeğinde can çekişmekte olan bir kapitalizmdir. Emperyalizm, kapitalizmin en yüksek ve son aşamasıdır. Emperyalizmle birlikte proletarya devrimleri çağına da girilmiştir. Proleter devrimin nesnel koşulları emperyalist dünya sisteminin bağrında eksiksiz bir tarzda olgunlaşmıştır. Bundan dolayıdır ki Lenin, emperyalizmin kapitalizmin son aşaması ve sosyalist devrimin öngünü olduğunu vurgulamıştır. Nitekim Marksist-Leninist teori, 1917 Ekim Sosyalist Devrimi ile, SSCB’de sosyalizmin kuruluşuyla, II. Dünya Savaşı’nın ardından güçlü bir sosyalist kampın doğuşuyla da kanıtlanmıştır. Kapitalizmin emperyalizmden öte gidebileceği yeni bir aşama yoktur. Kapitalist emperyalizm zorunlu olarak yerini proleter devrim aracılığıyla sosyalizme bırakacaktır.
Tarihsel tecrübe de Leninist teoriyi kanıtlamıştır. Sosyalist sistemin ve kampın geçici yenilgisi ve tasfiyesi bu temel teorik ve tarihsel gerçeği değiştirmiyor. Sosyalizmin geçici yenilgisi de, çağımızın olgularından birisidir. Bu geçici yenilgiyi, ''emperyalist küreselleşme'' öncesi dönemde dünya proleter devriminin nesnel koşullarının olgunlaşmamasına bağlamak, tarihsel deneyimin de fütursuzca inkarıdır. Bu koşulların ortaya çıkışını, ''emperyalist kapitalizm de olmayan emperyalist küreselleşme'' aşamasına bağlamak Leninizm'in uluslararası proleter devrim teorisinin açık bir reddidir. Leninist emperyalizm teorisinden kopuştur. Troçkizm'in ''sol'' çığırtkanlıktan ibaret dünya devrimi teorisine kapağın atılmasıdır. Ki yazarın, ''Sosyalizm Yenilmedi mi?''** başlıklı yazısında duruma göre kaba materyalizme, duruma göre sübjektif idealizme sığınarak yaptığı sözde eleştiriler berbat bir Troçkist demagojiden ibarettir ve işaret ettiğimiz kopuşun da açık ifadesidir. Yazarın, SSCB'de ve sosyalist kampta kurulan sosyalizmi, ''tek ülke'lerde sosyalist inşalar da sosyalizme ilerlemeyi zayıflatan bir rol oynuyordu.'', bu ülkeler ''zaten sosyalist değildi'' saptamalarından da bu gerçekleri görmekteyiz.
Sadece kısa bir vurgu; ÇUŞ'ların hegemonyasıyla belirlenen günümüzün emperyalizmi de ancak Leninizm ile kavranabilir. Ve P-M-P' hareketinin dünyayı temel alarak gerçekleşmesi, bugün, emperyalizmi daha keskin bir tarzda sosyalist devrimin öngünü yapmıştır. Bu nesnel koşullar ÇUŞ'ların hegemonyası ile belirlenen emperyalist kesitte daha keskin olgunlaşarak enternasyonal proletaryayı proleter devrimi gerçekleştirmeye çağırıyor...
DEVAM EDECEK
Hasan OZAN İLTEMUR
*Dünya sanayi üretimi
Kaynak: https://data.worldbank.org/indicator/NV.IND.TOTL.ZS
Yıllar |
İnşaat dahil sanayi üretiminşin dünya gayri safi yurtiçi üretimindeki payı, % |
2010 |
27,19 |
2011 |
27,4 |
2012 |
27,9 |
2013 |
26,6 |
2014 |
26,4 |
2015 |
25,5 |
2016 |
25,0 |
2017 |
25,4 |
2018 |
27,8 |
**Yazarın ''Sosyalizm Yenilmedi mi?'' ve ''Geri çekilişin olanaksızlığı – I'' başlıklı ATILIM gazetesinde yayınlanmış yazıları ve röportaj.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder