24 Ocak 2021 Pazar

FAŞİZM, NEO-FAŞİZM, ABD, TRUMP, SEÇİMLER -VI

 

FAŞİZM, NEO-FAŞİZM, ABD, TRUMP, SEÇİMLER -VI

Trump döneminde;

''ABD, 1987’de Sovyetler Birliği’yle imzaladığı ve bu ülkenin dağılması sonrası Rusya’nın taraf olduğu Orta Menzilli Nükleer Kuvvetler Anlaşması’ndan (INF) da Ağustos 2019’da resmen çekil''di.

''ABD, iklim değişikliğiyle mücadele etmeyi amaçlayan küresel Paris İklim Anlaşması’ndan'' Kasım 2020 itibari ile resmen çekildi.

Trump, 2015 yılında, Obama döneminde İran'la imzalanan nükleer anlaşmadan 2018 baharında çekildi.

Venezüella'da, Bolivya'da faşist darbeler örgütlendi.

Obama döneminde Hitlerci/nazist güçlerin ABD-AB eliyle örgütlenip seferber edilmesiyle gerçekleştirilen nazisit darbeyle işbaşı yapan Ukrayna'daki nazisist darbeci rejim Trump-ABD öncülüğünde Batılı emperyalist devletler tarafından her bakımdan aktifçe desteklenmeye devam edildi.

Suriye, Libya, Yemen'de görüldüğü gibi doğrudan ve yarı-dolaylı müdahale pratikleri de aynı emperyalist saldırganlığın diğer göstergeleriydi.

Trump, C-19 Pandemisi'ni kullanarak Çin karşıtı açıklamalar yapmaya zorladığı Dünya Sağlık Örgütü'nden, istediğini alamayınca çekildi.

Bu gerçekler, lümpen faşist Trump dönemindeki Amerikan emperyalizminin saldırgan politikasının bazı çıplak ifadeleriydi.

Irkçı faşist Trump, 2017'de çıkardığı bir kararnameyle, 7 Ortadoğu ülkesinden gelecek göçmenleri yasakladı. ''Yasadışı göç''ü önleme bahanesiyle Meksika ve ABD sınırına duvar ördü. Trump, SSCB dağılıncaya kadar, Batı ve ABD emperyalizmi tarafından, onlarca yıl ''Berlin Duvarı''nın sembolleştirilmesi üzerinden kendilerinin ''özgürlük''çülüğü, SSCB'nin ise totaliter diktatörlüğü temsil ettiği propagandasını merkeze alarak yürütülen anti-komünist kampanyaya nazire yaparcasına ördüğü duvara övgüler dizerken, ''Dünyanın en güçlü duvarı, inanılmaz bir teknolojiden yararlanıyor. Covid-19'u durdurdu, her şeyi durdurdu. Örneğin, Kaliforniya'da Meksika tarafında çok virüslü bölgeler var. Duvara sahip olmasaydık, durum bizim için de felaket olurdu' dedi.'' (Euronew.) Lümpen megaloman Trump bu sözleri söylerken C-19 Pandemisi ABD yoksullarını kırıp geçiyordu. Nüfusuna oranla pandemiden en fazla etkilenen ülke ABD'deydi. Meksika'daki pandemi etkisi ABD'den gerideydi.

Trump, seçim vaatlerinde 11 milyon göçmenin hepsini sınır dışı edeceği vaadinde bulundu. Milyonları bulmasa da yüzbinlerce göçmeni ABD'den attı.

Trump, İsrail Siyonizm'iyle Amerikan emperyalizmi arasındaki bağlaşmayı, Kudüs'ü İsrail'in başkenti ilan ederek pekiştirmeye devam etti.

Trump döneminde işçi, emekçi, siyahi, kadın direnişleri sürdü. Siyahi hareket, kadınların, LGBT+ hareketinin kitlesel karşı koyuşu, öne çıkan kitlesel hareketler olarak önemliydi. Bu hareketler kitlesel olarak patlak verdiği her kesitte uluslararası alanda halkların desteğini kazandı. Bu kitlesel hareketler, ABD'de keskinleşen sınıf çelişkisi ekseninde keskinleşen ve ortaya çıkan hareketlerdi.

Trump rejimi, gelişen bu hareketleri faşist terörle yanıtladı. Polis, ordu, istihbarat örgütleri içerisinde de önemli mevziler kazandı. Yüksek mahkemeye Trumpçu olarak bilinen önemli isimleri de atadı. ABD'nin burjuva demokrasisine dayanan uzun tarihsel geleneği ve bu geleneğin ya da biçimlenmenin yarattığı kurumsallaşmalar, kitlelerin demokratik kültür, bilinç ve tepkisi ve karşı-devrim içindeki iç çelişkiler olmasa, Trumpçu klik ve bağlaşıkları, ''milli şef''lik rejimi kurmada, yasama ve yargıyı yürütme erkinin uzantısı haline getirmede, devletten bağımsız her girişimi ezmede daha saldırganca davranacak ve bu bağlamda daha güçlü mevziler kazanabilecekti. Bu kliklerin iç mücadelesinde, demokratik toplumsal duyarlılığının yanı sıra, işçi sınıfının, kent yoksullarının, yerli topluluklarının, kadınların, siyahların yürüttüğü mücadelenin yanı sıra, daha güçlü patlak vermesi kaçınılmaz olan yeni mücadele dalgalarının baskısının rolü olmadığını düşünmek cehalet olur. Kapitalist dünya sisteminde, sınıflararası uçurumun en keskin, en derin ve kapsamlı nesnel temele oturduğu ülke ABD'dir. ABD burjuvazisi, tarihsel ve güncel olarak bu olgunun keskin sınıf bilincine sahiptir. 2000'lerden bu yana yeniden canlanan proletarya ve halkların mücadele dalgası, gerek dünya burjuvazisi gerekse ABD sermayesi bakımından özel önem taşımaktadır. Onlar, gelişmenin yönünü iyi okumakta ve tüm hazırlıklarını buna göre de yapmaktadır.

Pandemi öncesi 46 ülkede kitlesel işçi ve halk hareketleri gelişiyordu. Pandemi şimdilik bu gelişmenin önünü kesmiş olsa da, bu durum geçicidir ve Pandemi sürecinin öz deneyimleriyle şekillenmiş halkların, daha güçlü mücadelelere girişeceğini görmek gerekiyor. Pandemi, kapitalizmin ve burjuva devletlerin çürümüşlüğünü, çaresizliğini, zavallığını sergiledi; sermaye trilyonlarca dolarla, euro ile fonlanırken, zengin sınıfların dışında kalan kesimlerin nasıl pandemiye kurban edildiğini dolaysız yaşadılar. Yani, bilakis pandemi koşulları, yeni ve daha sert mücadelelerin koşullarını ve yeni dinamiklerini hazırlamıştır. Pandemiyi sermayeyi semirtmenin, siyasal ve toplumsal denetimi yoğunlaştırmanın aracı olarak kullanan ABD ve dünya sermaye devletleri, pandemi sonrası enternasyonal proletarya ve halkların daha sert yükselecek mücadeleleri ile karşı karşıya kalacaktır.

    21. yüzyıl, dünya devriminin daha güçlü patlak vereceği, faşizm ve savaş tehlikesinin yükseleceği bir asır olacağı bellidir*. Ana sorun, dünya devriminin olgunlaşmış nesnel koşulları ile öznel koşulları arasındaki uçurumun çözülmesidir. Sorunun çözümünün kaçınılmaz olduğu, ancak bu çözümün kendiliğinden gelmeyeceği, oldukça karmaşık süreçlerden geçileceği de açıkça bilince çıkarılmalıdır.

    Kuşkusuz ki, Amerikan proletaryası kendi sorunlarını kendi çözecektir. ABD proletaryasının en temel sorunu komünist/Marksist-Leninist bir partinin henüz ortada olmamasıdır.

    ABD'de emperyalist sistemin sınıfsal nitelikte olan, son tahlilde gelip sınıf sorununa dayanan toplumsal sorunlarının çözümünün temel yolu dünya devriminin bir parçası olarak proleter devrimin zaferinden, proletarya diktatörlüğü aracılığıyla komünizme doğru kesintisiz bir devrimin geliştirilmesinden geçmektedir. Ve kuşkusuz ki, bu devrim eşitsiz ve kesintisiz bir devrim süreci olan dünya proleter devriminin devasa bir bileşeni, tarihin gidişi üzerinde derin etkiler yaratacak bir devrim olacaktır. ABD proletaryası ve halklarının sömürüden, toplumsal adaletsizlik ve siyasal baskıdan kaynaklanan sorunlarını ABD sermayesinin iki ana partisi olan Demokrat ve Cumhuriyetçi partilerden beklenemez. Bu iki parti, emperyalist ABD'nin gelişkin emperyalist sınıf bilincine sahip, iç ve dış politikada Amerikan sermayesinin sözcülüğünü yapan partilerdir. İki parti de son tahlilde tekelci sermayenin stratejik çıkarları üzerinde birleşmekte ve ABD sermayesi adına politika yapmaktadır. Trump'un kurabileceği söylenen partinin de faşist karakterde olacağı açıktır.

    ABD'de gelişen faşist akım, örneğin, 1930'ların yükselen ve dünyanın yeniden paylaşımını talep eden Almanya, İtalya, Japonya gibi emperyalist devletlerden farklı olarak, hegemonyası gerileyen ve gerilemesi kaçınılmaz olan bir emperyalist ülkede gelişen bir akım karakteri taşımaktadır. Bu durumun ABD'de faşist hareketin gelişmesi, devletin faşistleşme eğilimi üzerinde bir dizi farklı özgünlüklerin ortaya çıkmasına yol açmış ve açacaktır. Bu yeni bir olgu da değildir; faşizm, her bir ülkenin somut tarihsel koşullarında özgül biçimler alarak ortaya çıkar ve gelişir. Ancak, herbir ülkede, ister gerileyen isterse yükselen emperyalist ülkeler olsun, faşizm, uluslararası tekellerin burjuva sınıf egemenliğinin en son ve en saldırgan biçimidir. Sınıfsal temelini tekelci burjuvazi oluşturmaya ve her bir uluslararası tekelin arkasında da kendi ulus devleti durmaya devam edeceği kesindir. II. Emperyalist Dünya Savaşı deneyiminden görüldüğü gibi, faşizm, emperyalist dünya sisteminin iç çelişki ve çatışmalarını, emperyalist devletler arası rekabet ve hegemonya mücadelesini de alabildiğine keskinleştirerek geliştirir...

    Politik kimliğini ''demokratik sosyalist'' olarak tanımlayan Senatör Bernie Sanders gibi politikacıların sahneye çıkışı da tesadüfi değildir. Sanders, 2016 ve 2020 yıllarında yapılacak başkanlık seçimlerinde DP'nin başkan aday adaylarındandı. ''Sosyalizm'' iddiası, ABD'de bir hayli dikkat çekmiş ve CP vb. çevreler tarafından sert saldırılara maruz kalmıştı; rakipleri DP'yi de komünistlik iddiası ile yıpratmaya çalışmışlardı. Sanders, başkan adayı olarak girdiği yarışta iki dönemde de oldukça yüksek oy ve mali destek kazanabilmişti, ancak DP'nin başkan adaylığı seçimlerini kazanamamıştı.

Sanders'in ''Sosyalizm'' iddiası ile politik arenaya sosyalist bir aday olarak çıkması ve geniş bir sempati ve destek bulması, tesadüfi değildi; aksine bu olgu, son tahlilde ABD proletaryası, kent yoksulları, göçmenler, kadınlar, gençler, diğer emekçi kesimler içerisinde büyüyen öfke ve yeni arayış gereksiniminin dolaylı bir ifadesiydi. Yoksa, anti-komünizmiyle, sol düşmanlığı ile ünlü ABD'de, üstelik ABD başkanlığı gibi bir kurumun başına aday olma hedefiyle, Sanders'in ortaya çıkması ve destek alması olanaklı olmayacaktı. Sanders, gerçekte, bir sosyalist değildir. O, en fazlasından bir sosyal demokrat olarak nitelenebilir. Kaldı ki, sosyal demokrasi adına hareket eden en gelişkin partiler Avrupa'da şekillenmişti. Bu partiler, uluslararası tekellerin hegemonyasıyla belirlenen ''neo-liberal'' politikalara bağlı olarak yeniden yapılanarak, bu politikaların savunucuları haline geldiler. Yani o, 50-60-70'ler sosyal demokrasisinin yerinde yeller esiyor. ABD gibi bir ülkede Sanders'in örnek aldığını savunduğu ''İsveç modeli''ni yaşama geçirebilmesi de olanaklı değildir. Sanders'in kendisi de buna inanmamıştır. O, sınıflararası uçurumun aşırı büyümüş olduğu ABD'de sınıflararası barış ütopyasını diri tutmak, ''toplumsal uzlaşı'' yoluyla kitlelerin dipten gelen dalgasını, öfkesini yatıştırmak peşindedir sadece. Böyle olmakla birlikte, Sanders'in, dünya anti-komünizminin tapınağında sosyalizm adına geniş kitleler içerisinde ciddi bir karşılık bulması, hem dipten mayalanan ve gelen ''sosyal hareket''liliğin ifadesi olduğu gibi, daha da önemlisi, sınıf mücadelesinin gereksinmelerine yanıt verebilecek bir komünist parti olmamasına karşın, gelecekte proletarya sosyalizminin önderliğinde ABD proletaryasının harikalar yaratabileceğininin de güçlü sinyalidir. ''ABD solu''nun en ileri düzeyde sunduğu seçenek, ''Franklin Roosevelt’in 1930’lardaki Yeni Anlaşması'' benzeri bir anlaşmadır, eğer buna ''sol'' denebilirse. 1930'ların sosyal demokrasisisinin sırtına basarak iktidara oturan Alman sosyal-demokrasisinin deneyimini ise burada hatırlatmaya bile gerek yok.

ABD'nin Minneapolis kentinde 2020 mayıs ayı sonlarında George Floyd'un vahşice katledilmesine karşı ayaklanan ve ABD geneline yayılan ve Black Lives Matter (Siyahların Yaşamları Değerlidir) eylemlerine yalnızca siyahiler değil, çok geniş bir beyaz genç kitlenin de katıldığını biliyoruz; Trump'un, devletin, ırkçı faşist para-militer güçlerin bu ve diğer büyük kitle eylemlerine nasıl gaddarca saldırdığını biliyoruz. Trump, bu süreçte yaptığı açıklamayla, ''Anti-Fa''ları terör örgütü ilan ederek kapatacağını açıklamıştı; ancak siyasal, toplumsal mücadelenin baskısı karşısında yasaklayamamıştı. Faşizme karşı demokrasi için mücadele söyleminin ardına gizlenerek, Bidenlere, DP ve CP gibi sermaye temsilcilerine yedeklenmek ''sol politika'' olarak sunulamaz. Faşizm ve ''küreselleşmeye karşı mücadele'' adına ''yeni bir New-Dal'' peşinde koşulamaz. Emperyalizmi kapitalizmle, faşizmi, ABD demokrasisi ile bağdaşmayan bir politika olarak görmek, eğer, cehaletten, politik saflıktan kaynaklanmıyorsa, bilinçli bir oportünizmdir. Liberal ve sosyal liberallerin bu vb. propagandası, sadece sermayeye yaramakta ve geniş kitlelerin mücadelesini yolundan saptırma misyonu oynamaktadır. Biden'in seçilmesini ayakta alkışlayan liberal ve sosyal liberallerin, AB'de dahil, Bidengiller familyesine övgüler dizmesi, sahte beklentiler yayması, bir kez daha proletaryayı, halkları aldatmayı hedeflemektedir. Bu hayalleri yayanların, ''Keynesyen kapitalizm'' propagandasını da yaptıklarını, ''neo-liberalizm''e karşı, sosyal liberal, küçük burjuva reformist propaganda ve ajitasyon yaptıkları da gözden kaçırılmamalıdır.

''ABD Başkanı Donald Trump’ın Twitter hesabı bloke edildikten sonra seçim kampanyasını yürüten ekibi, Twitter’da, sosyal ağın logosu olan kuşu kırmızıya boyanmış ve üzerinde orak ve çekiç çizilmiş olarak yayınladı.'' haberi, faşist kliğin dizginsiz anti-komünist niteliğini yansıtan verilerden birisidir. Trump kliğinin Twitter gibi kapitalizmin, tekellerin parlayan yıldızını orak-çekiçli logo çizdirerek teşhir etmesi, ABD sermayesinin kalbinde sönmemiş komünizm korkusunu yansıtmaktadır. Trumpa karşı sergilenen her davranışın, Trump tarafından ''komünist, terörist, vatan haini'' olarak sunulması (dinci-faşist Erdoğangiller familyasını de hatırlayalım) faşist demagojinin karakterini yansıtmaktadır. Ancak bu demagojik propaganda, anti-komünizmin kalesinde hala komünizm/terörizm korkusuna oynanabildiğine, toplumun geniş kesimleri üzerinde bu propagandanın etkili olabildiğini göstermesi açısından da çarpıcıdır.

Kongre binasının basılması eyleminin boşa çıkması, Bidengiller familyası da içerisinde olmak üzere, liberaller tarafından ''yüce Amerikan demokrasisi''ni yüceltmenin manipülatif aracı olarak kullanılmakta ve kullanılacaktır. Vurgulamak gerekir ki, yeni yönetim, bu girişimi, proletarya ve halklar üzerindeki baskıları yoğunlaştırmanın, yeni saldırı tedbirleri geliştirmenin, ''terörizme karşı mücadele'' adına iç ve dış politikada burjuva saldırganlığın silahı olarak değerlendirecektir. Monthly Reiwev dergisi tarafından kendisiyle röportaj yapılan gazeteci Max Blumenthal'in şu sözleri de bu gerçeği yansıtması bakından önemlidir; ''Ve Joe Biden'ın Vatanseverlik Yasası'nı güçlendirmeyi önerdiği bu yerel anti-terör yasası gibi yeni yasaların yürürlüğe girdiğini göreceğiz.'' (''Capitol güvenliğinin ihlali askeri bir operasyon gibiydi'', gazeteci Max Blumenthal ile yapılan röportajdan)

Egemen sınıflar kendi aralarındaki iç mücadele ve çatışmaları da daima proletarya ve halklara karşı mücadelenin aracı olarak kullanmışlardır. Bidengiller familyasının baskını yapanları terörist olarak nitelerken, bileceğiz ki, söz, yayın, örgütlenme, eylem özgürlüklerine karşı yeni kısıtlamalar getirilecek, siyasal ve toplumsal kontrol güçlendirilecek, bireysel özgürlükler kısıtlanacak, polis-asker-istihbarat aygıtı yetkinleştirilecek, asıl olarak ezilenlerin ve proletaryanın mücadelesine daha etkin saldırılacaktır. Askeri-sınai-istihbarat komplexiyle birlikte çalışan ve en ileri teknoloji şirketleri de olarak dikkat çeken ''bilgi teknolojileri'' sektörü, ''sosyal medya'' tekelleri, ABD devletinin ve kendi özgün çıkarları doğrultusunda herhangi bir yargı kararı olmadan Trump'un sosyal medya hesaplarına yasak getirmesi dikkat çekicidir. Bu önlem, sistem bakımından ana tehlikenin Trump değil, ilerici, devrimci toplumsal hareket olduğu ve yasak ve sansür saldırısının ana hedefinin mücadele ve mücadele dinamikleri olduğu gerçeğini gizlememelidir. İt dalaşının dönüp vuracağı asıl yer, proletarya ve halklardır, ezilen toplumsal kesimlerdir, göçmenlerdir, kadınlardır, siyahi harekettir. Sermayenin ve devletin faşizmle hesaplaşma çizgisi falan yoktur. Bazı tutuklamalar, yapılacak mahkemeler, bir kısım piyonun alabileceği cezalar, Bidengiller familyasının faşizmle hesaplaşma eylemi olarak da görülemez. Faşizmin kaynağı bizzatihi tekelci sermayedir, Amerikan emperyalizmidir. Faşizm tehlikesine nihai olarak son verebilmenin tek yolu Amerika'da proleter devrimin zaferidir.

Dünyamız küreselleşerek küçülmüş modern bir kente dönüşmüştür. Bu kentte iki temel sınıf vardır; proletarya ve burjuvazi. Dünyamızın geleceğini de kent merkezli savaşlar belirleyecektir ve bu savaşımda belirleyici olan temel devrimci sınıf enternasyonal proletaryadır. Bütün diğer ezilen sınıf ve tabakaların, toplumsal kesimlerin demokratik mücadeleleri, proletaryanın sınıf mücadelesine bağlanarak gelişecek ve sorunlarını bu temele dayanarak çözecektir. Çağımızın temel gerçeği budur.

ABD ve NATO'nun ''önleyici saldırı konsepti'', ''kaos stratejisi'', ''terörizmle küresel savaş stratejisi'', ''kontrollü kaos'', ''önleyici savaş doktrini'', ''hibrit savaşları'', ''asimetrik savaş'', ''siber savaş'', ''dördüncü nesil savaş'' vs. her ne deniyorsa, bu gerici, karşı-devrimci savaşın asıl olarak proletarya ve ezilen halkları vuracağı açıktır.

    Günümüz dünyasında faşizm olgusunu bilimsel devrimci bir faşizm teorisiyle çözümleyebiliriz. Bu teori, Stalin, Dimitrov, III. Enternasyonal'in ortaya koyduğu faşizm teorisidir. Teorinin zenginleştirilerek güncelleştirilmesi bir şeydir, ''yenileme'', ''zenginleştirme'' adına Marksist-Leninist faşizm teorisinin içeriğini tasfiye etmek farklı bir şeydir. İkincisi revizyonizm ve tasfiyeciliktir. ''Neo-faşizm'', faşizmdir.

    Kuşkusuz ki, tıpkı Marksizm-Leninizm gibi, komünist faşizm teorisi de donmuş, mekanik, dogmatik bir öğreti değildir. Onun çağımızın dinamik gerçekleri ile bağlı geliştirilmesi, zenginleştirilmesi gerekir. Bu bağlamda, demokratik ve sosyalist mücadelenin diyalektiği; emperyalizm ve faşizme, savaşa karşı mücadele strateji ve taktikleri; propaganda, ajitasyon, örgütlenme ve eylem biçimleri de ''küreselleşmiş'' dünyamızın gerçekleriyle birlikte ele alınarak geliştirilmesi gerekir. Bu konu. Ileride yazmayı düşündüğümüz makalelerimizde ayrıca ele alınacaktır.

    SON

    Hasan OZAN İLTEMUR

*''Bkz, '''NATO 2030: Yeni Bir Çağ İçin Birliktelik raporu.''











Hiç yorum yok:

Yorum Gönder