Translate

29 Kasım 2012 Perşembe

“EZİLENLERİN MARKSİZMİ”, “MEZHEPÇİ MARKSİZM” ÜZERİNE



 “EZİLENLERİN MARKSİZMİ”, “MEZHEPÇİ MARKSİZM” ÜZERİNE
“Neo-liberalizm”, emperyalist kapitalizmin yeni tip “paradigma”sıdır. “Neo-liberalizm”, yeni tip emperyalist tekeller olan uluslararası tekellerin hegemonyasını ve saldırı harekatını dile getiren “paradigma”nın adıdır. Post-modernizm ise, “neo-liberalizm”in ideolojik görünümlerinden birisidir. “Neo-liberalizm”den bağımsız, onunla içsel bir bağı olmayan bir “post-modernizm”den bahsedilemez. “Neo-liberalizm”in “sol”, “solcu” görünüm içerisinde ortaya çıkan türevlerinden birisidir. “Sol”dan neo-liberalizmin bir yeniden üretimidir. Maddi temeli, emperyalist dünya sistemidir. Sınıfsal temeli, burjuvazi ve küçük burjuvazidir. İdeolojik temeli, burjuva ideolojidir. Felsefi temeli, idealizmdir. Post-modernizm, kaskatı teorik-ideolojik gericiliktir. Tarihsel arka planı ya da kökleri geçmişe uzansa da “Küreselleşme” ve “sosyalizmin yenilgisi” koşullarında uluslararası sermayenin gereksinmelerine yanıt veren bir tarihsel, sosyolojik olgu ve akımdır. Post-modernizm için önemli olan dünya burjuvazisinin ideolojik ve siyasi hegemonyasının dünya proletaryası ve ezilen halklar nezdinde daha etkin meşrulaşması ve bu meşruiyetin daha işlevsel bir yeniden üretimidir. Onun tarihsel ve güncel misyonu burada somutlaşmaktadır.
 “Post-Marksizm” ise, post-modernizmin, iğreti de olsa, kendisini “sosyalist”, “Marksist” olarak lanse etmesinin öteki adıdır. Post-modernizmden bağımsız, ona aykırı, onunla çelişkili bir post-Marksizmden bahsedilemez. Yani, al birini vur ötekine… İnanacak olursak, post-modern zamanlarda yaşıyoruz, eh, bu durumda da post-modern zamanlara/çağa uygun bir de post-Marksizm gerekli ve kaçınılmazdır. Kuşkusuz ki bu “Marksizm” dinazorlar (!) çağının, yani Marks-Engels’in Marksizm’i, Marks-Engels-Lenin’in Marksizm-Leninizm’i olmayacaktır, olmamalıdır. Olması gereken bu sözde yeni Marksizm, onların, Uluslararası Komünist Hareket’in tarihinin, proletarya devrimlerinin, sosyalizmin inşasının ve kazanımlarının reddiyesi temelinde yükselen bir “Marksizm”, yani bir “post-Marksizm”, yani “Ezilenlerin Marksizmi” olmalıdır.
İşte,“Ezilenlerin Marksizmi” (ve “Mezhepçi Marksizm”) olarak ifade edilen ya da edilmeye çalışılan “şey”in kendisi, post-modernizme dayanan post-modernizmin ve post-Marksizmin ideolojik formlarından birisidir. Dahası, “Ezilenlerin Marksizmi”, “mezhepçi Marksizm” teorileri ve propagandası post-Marksizmin kendisidir. Bu akıntının şu ya da bu bölüğünün kendisini sözde post-modernizmden, post-Marksizmden ayırma iddiası demagojiktir, manipülatiftir, oportünizm ve tasfiyeciliğe has bir manevradan ibarettir sadece. “Ezilenlerin Marksizmi”, “Mezhepçi Marksizm” teorisi ya da teorileştirmeleri, post-modernizmin, post-Marksizmin diğer renkleri ya da türevleridir. Bu ilkesiz, belkemiksiz, her duruma uygun şekil alma yeteneği taşıyan akıntı, tüm renkliliğine, görüntüde birbirine aykırı söylemine karşın, son tahlilde, aynı felsefi, teorik, ideolojik içerikte birleşmektedir. Başlıca işlevi, Marksizm-Leninizm’i tasfiye etmek, devrimci proletaryanın tarihsel ve güncel devrimci rolünü yadsımaktır. Söz konusu tasfiyeci akımın temel karakteristiği, uluslararası sermayenin devrime, sosyalizme, Marksizm-Leninizm’e karşı yönelttiği sistematik ideolojik saldırının dolaylı ama açık mızrağı olmaktır. Unutmamak gerekir ki, papaz ve cellat sermayenin iki temel etkin silahıdır. Post’lu akım ve akıntı, emperyalist dünyanın papazıdır. Ve papaz, bin bir biçim ve kimlik içerisinde ortaya çıkan ve işlevini oynayan papazcılıktır. Tıpkı, Negricilik gibi… Bugün en kaba biçimleriyle post-modernizm, dönemin moda akımı olmaktan çıkarak inişe geçmiştir. Ama bu, yanıltıcı olmamalıdır. Çünkü post’lu akımın zayıflamaya başlaması, onun daha inceltilmiş, giderek daha kızıl biçimler alarak ortaya çıkmasına, etki gücünü değişik biçimlerde üreterek uluslararası proleter devrime karşı mücadele etmesine yol açmaktadır…
Aşağıda, yayınlanmış olan iki kitabımda yer alan “post-Marksizm”, “Ezilenlerin Marksizmi”, “mezhepçi Marksizm” üzerine yapılmış olan eleştiri ve değerlendirmelerden yararlanarak hazırlamış olduğum yazıyı yayınlıyorum.
                                    
                                        I. BÖLÜM
Marksizm-Leninizm’in yerine ikame edilmeye çalışılan “Ezilenlerin Marksizmi”, proletaryanın yerine ikame edilen “ezilenler” post-Marksizmin tipik bir ideolojik saldırısıdır. Gerçekte bu, aynı tasfiyeci revizyonist teorinin ve ideolojik saldırının birbirini tamamlayan iki yönüdür ya da iki görünümüdür. Konu bağlamında bu olgu, diğer şeylerle birlikte kitapta şöyle vurgulanmıştır:
“Teslimiyet, döneklik, tükenmişlik ‘elveda devrim, sosyalizm, proletarya ve Marksizm-Leninizm’ sloganlarının eşliğinde, ‘yenilgiden ders çıkarma’ bayrağı altında da bukalemun gibi gizlenmeye çalışıldı. Sözde Marksizm, Marksizm-Leninizm, sözde sosyalizm ve devrim adına ortaya çıkmaya devam eden postmodern ve postMarksist yeni tip tasfiyeciler ve onların ideolojik yörüngesine kapılmış güçler, proletaryanın yerine ‘ezilenler’i ve Marksizm-Leninizm’in yerine ‘ezilenlerin Marksizmi’ni geçirmeye; sosyalist/komünist/devrimci birlik adına ‘Marksizm’ ve ‘sosyalizm’ tabanı üzerinde üzerinde duran sosyal reformist kuvvetlerin birliğini çıkarmaya, devrimci ve komünist hareketi asimile edebilmek için bu bataklığa çekmeye ve bayraklaştırmaya başladı. Artık eski ideolojik ayrılıkların önemsizleştiği veya aşıldığı gerici propagandası fütursuzca yapıldı. Devrime ve sosyalizme bağlı kalmaya devam edenler ise ‘dogmatik’, ‘muhafazakar’, ‘dinazor’, ‘anakronik’ ilan edildi.” (Hasan Ozan, Emperyalist Küreselleşme ve Dünya Devrimi- Değişen Ne?, s. 17, Akademi Yayın)
Kendilerini “Marksist”, “Marksist-Leninist” olarak tanımlayan çevre, grup ve partileri “Marksist”, “Marksist-Leninist” olarak kabul etmek; değişik renkleriyle bu tabloyu  “Marksizmin”, “Marksizm-Leninizmin” bir “çeşitlilik” olmasına bağlamak; bu akım, grup, parti ve çevrelerin her birini “Marksizmin” birer mezhebi ilan etmek, yeni bir durum değildir ya da 1980’ler sonrası ortaya çıkan yeni bir olgu değildir. Söz konusu durumu yeni bir durum olarak lanse etmek tarihsel gerçeğe aykırıdır. Öncelikle kendisine “Marksist” diyenleri “Marksist” kabul etmek ve bunları “Marksist” görmemenin Marksizm’e aykırı (!) olduğunu ilk ileri süren Bernstein’dir. Bilinir, Bernstein revizyonizmin babasıdır. Ki, tarihsel deneyimin çok çarpıcı bir şekilde kanıtladığı gibi, rehberi “reelpolitiker” Bernstein olanların burnu ise bataklıktan hiçbir zaman çıkmamıştır… Aşağıda aktardığımız eleştirilerden de görüleceği gibi, Kruşçev-Brejnev modern revizyonizmini vb. akımları “Marksizmin”, “Marksizm-Leninizmin”, “sosyalizmin” bir biçimi ilan etmek post-Marksizmin de Bernstein’ın yolundan ilerlediğini göstermektedir:
“Bir dizi tasfiyeci revizyonist, orta yolcu oportünist, postmarksist tarafından ‘sosyalizmin bir eğilimi’. ‘sosyalizmin bir çeşidi’, ‘Marksizm-Leninizm’in bir eğilimi’, ‘Marksizm-Leninizm’in bir çeşidi’,’Marksizm-Leninizm’in tabanında duran sosyalist bir eğilim’ olarak tanımlanan, kavranan gerici modern revizyonist ihanet akımının ve bileşenlerinin sınıf hareketi içerisinde oynadığı gerici rolün de işçi sınıfı hareketinin devrimcileşerek proleter devrimci bir eksende gelişmesini önlediğini veya bu temelde hareketin önünü kesen temel etkenlerden birisini oluşturduğunu, burada, ayrıca hatırlatmak ve vurgulamak isteriz.” (age., s. 298)
“Ezilenlerin Marksizmi” de içinde olmak üzere Post’lu akımlar Marksizm-Leninizm’i ve proletaryanın varlığını yadsıyarak komünist harekete karşı mücadele etmiştir ve etmektedir.  Proletaryanın yerine geçirilen “ezilenler” teorisi ve pratiği de bunu kanıtlamaktadır. Alıntıda vurgulandığı gibi asli görevimiz şudur:
“İçerisinde geçtiğimiz tarih kesitinde, devrim ve sosyalizmin nesnel ekonomik ve toplumsal koşulları çok keskin bir biçimde olgunlaşmış bulunuyor. Tarihin bu kesitinde, devrimci komünist önderliğin önemi daha fazla artmış ve çözümünü de keskin bir biçimde dayatmıştır. Her adımımıza, gerek ulusal, gerek bölgesel ve gerekse de uluslararası alandaki her adımımıza bu temel stratejik ve taktik sorun damgasını vurmalıdır... Ezilenlere değil ama kesin olarak İşçi sınıfı hareketine dayanan ve öteki emekçi sınıf ve tabakaların ve ezilenlerin mücadele dalgasını kucaklayan bir önderleşme hattında derinleşmeye ve yetkinleşmeye gereksinim duyulmaktadır. Sınıflar mücadelesinde çekim merkezi olan; milyonları, on milyonları kucaklayıp mevzilendiren ve seferber eden bir parti inşa edilmelidir. Uluslararası alanda da, aynı hatta, yeni tipten bir komünist enternasyonal kurup geliştirmeye de gereksinim vardır. Ha demekle bunun mümkün olmadığını hepimiz bilmekteyiz. Ama açık ki, bu görevler, yalnızca ilkesel, stratejik ve programatik açıdan değil, pratik-siyasal öneminden dolayı da çözülmesi ve başarılması gereken yaşamsal görevlerdir. Niteliği, aklı, deneyi, yeteneği, cesareti, yaratıcılığı tek bir önderlik ve savaş çizgisinde daha fazla sentezleyerek tarihin ve çağımızın çağrısına yanıt vermemiz gerekiyor.” (age., s. 334-335)
Marksizm’in ortaya çıkmasından bu yana geçen tarihsel kesitte proletaryanın tarihsel devrimci komünist rolünü yadsıyan değişik renk ve tonlarıyla bir akım daima var olagelmiştir. Diyelim ki bugün proletaryanın yerine geçirilmeye çalışılan “ezilenler”, “çokluk” teorileri, daha önce de farklı tezlerle, farklı formülasyonlarla farklı biçimlerde savunulmuştur. Aşağıdaki eleştiri de bunu dillendirmektedir.
“Proletaryanın ve onun tarihsel devrimci rolünün açık ya da gizli red ve inkarı, öteden beri Marksizm-Leninizm’le her türden anti-proleter, anti- Marksist-Leninist akım arasındaki ilkesel ayrılığın ana ayıracı olagelmiştir. Devrimci proletaryanın yerine ‘yoksullar’ın, devrimci proletaryanın yerine aydınların, devrimci proletaryanın yerine ‘ezilenler’in, devrimci proletaryanın yerine ‘çalışanlar’ın geçirilmesi; duruma göre birinin ya da ötekinin geçirilmesi, geçmişten beri süregelen bir olgudur. Proletaryanın burjuvalaştığı, proletaryanın orta sınıfa dönüştüğü, proletaryanın yeni teknolojilerle gereksizleştiği vb. gibi ideolojik saldırılar, burjuvazinin ve küçük burjuvazinin işçi sınıfına ve Marksizm-Leninizm’e karşı ideolojik ve siyasi saldırılarından başka bir anlamı bulunmamaktadır.
“Emperyalist küreselleşmenin son birkaç on yılda doludizgin gelişimi, başını SB’nin çektiği kapitalist/revizyonist sistem ve kampın çöküşü, dünya devriminin dibe vurması, elektronik teknolojisindeki sıçrama, hizmet sektörünün kapitalist maddi üretim sektöründen daha hızlı büyümesi, ‘ekonomilerin malileşmesi’ vbg. olgular, proletaryanın ve onun devrimci tarihsel rolünün yadsınmasına yol açan, özü bir olmakla birlikte, sayısız teori ve tezin ortalığı kaplamasına yol açtı. ‘Neoliberal’ emperyalist dünya sermayesinin ‘tarihin sonu’nu ilan etmesine paralel ‘postmodernizm’ ve ‘postMarksizm’ olarak tanımlanan akımlar da, değişik türevleriyle birlikte, “özne’nin sonu”, “kurtuluşçu ütopyaların sonu”, ‘evrensel doğruların sonu’, ‘elveda proletarya’ vb. vb. diye haykırmaya ya da bu eski çığlığı yeni dönem koşulları içerisinde yeni biçimlerde formüle ederek gürültülü bir şekilde propaganda etmeye başladılar. Boşuna dememişler “sığ sular gürültülü akar”…
“Yeni bir çağa girdiğimiz, bu yeniçağın ‘enformatik’ bir çağ, yeniçağa tekabül eden toplum biçiminin ‘enformatik toplum’ olduğu; kapitalizmin, emek ve sermayenin, artı-değer sömürüsünün aşıldığı; yeni bir üretim tarzına geçildiği ya da kendiliğinden komünist bir dünyada yaşadığımız ileri sürüldü. Bu çağın, görülemez, dokunulamaz, tanımlanamaz, hiç yerde, hiç yerötesi bir yerde, bir yerötesi hiç yerde olduğu vs. ilan edildi.” (age., s .412-413)
“Küreselleşmeci” akım, “küreselleşmeci” akımın değişik formları olan post’lu akıntı, o ara, onun bir türevi olan “Ezilenlerin Marksizmi”nin “Elveda proletarya!” iğreti tasfiyeci saldırısına karşın bilimsel devrimci gerçekler kitapta şöyle vurgulanmaktadır:
“Küresel çapta, (emeğin sermayeye) biçimsel bağımlılığın yerini gerçek bağımlılığa bırakmış olması, kapitalizmin ve proletaryanın sonunu değil, aksine, dünyamızın çok daha kapitalist, çok daha proleter haline geldiğini; yerküremizin ‘küçülmüş’ kapitalist bir kente dönüştüğünü; üretimin toplumsal niteliği ile mülkiyetin özel kapitalist biçimi arasındaki uzlaşmaz karşıtlığın tarihte görülmemiş ölçekte keskinleştiğini, proleter devrim yoluyla bu çelişkinin çözümünün çok daha şiddetli bir tarihsel görev haline geldiğini göstermektedir. Ki, söz konusu tarihsel devrimci görevi çözecek ne ‘halk’tır, ne ‘yoksullar’dır, ne ‘çokluk’tur, ne ‘ezilenler’dir ne de aydınlardır. Çelişkinin çözümü yalnızca enternasyonal proletaryaya ait bir tarihsel görevdir. Dünya proletaryası, dünya proleter sosyalist devrimin biricik önderidir. Dünya devrimi, enternasyonal proletaryanın önderliğinde er geç zafere erişecektir. Uluslararası sermayeyi, ‘küreselleşme’ci tasfiyecileri, postMarksistleri vb rahatsız eden, korkutan temel gerçek de budur. Söz konusu teorilerin üretilip piyasaya sürülmesinin de ana nedeni budur. ‘Elveda proletarya’ haykırışlarının nedeni budur. (age., s .441)
Sınırsız demagoji ve manipülasyon burjuvazinin, küçük burjuvazinin Marksizm-Leninizm’e karşı mücadelesinde öteden beri kullana geldiği bir mücadele tarzıdır. Yani bu yöntemi ve ilkesizliği ilk kullanan post’lu akımlar, o arada “Ezilenlerin Marksizmi” değildir. Örneğin, alıntıdan da görülebileceği;
“Marksizm-Leninizm’in içeriğini boşaltarak ya da ‘Marksçılık’ vb iddiasıyla ortaya çıkarak, Marks ve Lenin’in kimi tezlerine karşı tavır almış komünist tarihsel kişiliklerin ardına sığınarak Marks ve Lenin’i mahkûm ettirme operasyonu yürütenlerin ‘iyi niyetli’ olmadığına, ‘kötü niyetler’le davrandıklarına kuşku yok. Örneğin, ‘Genç Marks’ı, ‘Olgun Marks’ın karşısına, Engels’i Marks’ın karşısına, Lenin’i Marks-Engels’in karşısına, Stalin’i Lenin karşısına koyarak; keza, Bernstein’e, Kautsky’e, Buharin’e ve Troçki’ye dayanarak Marks-Engels-Lenin-Stalin’e saldırmak, manipülasyon yapmak da, oportünizmin, revizyonizmin, reformizmin kullandığı bir taktiktir. Son çeyrek asırda bu, vbg. yöntemler, sosyalizmin düşen prestijinin ardından çok da revaçta olan saldırı biçimleri olmuştur. Kuşkusuz ki, kapitalist emperyalizm bu saldırıyı çok bilinçli bir tarzda yönlendirmektedir. Bir de bu saldırıya, yenik solcunun, yenik ilerici aydının, yenilgi ve gericiliğin dizginsiz ideolojik, politik ve fiziki saldırısının ürünü olan tasfiyeciliğin, burjuva karşı-devrimin saflarına geçerek nemalanan Negri türü sayısız aydının gerçeklerini de eklemek gerekir.” (s. 441-442)
Söz konusu demagoji ve manipülasyon yeni değildir ama her bir tarihsel konjonktürde yeni biçimlerde üretilmektedir ve üretilmeye de devam edecektir. Aşağıda vurgulandığı gibi:
“Uluslararası tartışmalarda ‘Hilferding gibi’, Kautsky ya da Rosa ‘gibi’ emperyalizm teorisi üzerine çalışmak ve üretmek gerektiği vurguları da dikkat çekiyor. 1990’larda, 70’ler sonrası ortaya çıkan değişiklikleri anlayabilmek için böyle bir çalışmaya gerek olduğu söyleniyor…
“Pek güzel de, neden bu çalışma ‘Lenin gibi’ değil de, Hilferding, Kautsky, Rosa ‘gibi’ vb. ‘gibi’ olmalı.!? Aslında bu saptama, söylem ve propaganda faaliyeti tasfiyeci revizyonist sol liberal küçük burjuva aydınların ve akımların Marksizm-Leninizm’e, Leninist emperyalizm teorisine ve politik mücadele stratejisine karşı geliştirdikleri ideolojik saldırının bir biçimini oluşturmaktadır.
“Yapılacak şey, Hilferding’e, Kautsky’e, Rosa’ya, Buharin’e vb. geri dönmek değil, diyalektik materyalist yönteme, Marksizm-Leninizm’e bağlı olarak emperyalizm teorisini de zenginleştirmek, geliştirmektir.
“Açıkça görmekteyiz ki, 80’lerin ikinci yarısından başlayarak gelen süreçte Bernstein’ın, Hobson’un, Hilferding’in, Kautsky’in, Buharin’in, Rosa’nın, Troçki’nin vb. kapitalizm ve emperyalizm düşüncelerinin popüler hale getirilmesi rastlantısal değildir…
“Bu bağlamda ‘Doğu Marksizmi’, ‘Batı Marksizmi’ revizyonist tahrifatı üzerinde de durmak gerekmektedir. Emperyalizm (ve devrim) olgusunu ne ‘Batı Marksizmi’ ne de ‘Doğu Marksizmi’ anlayamamıştır. ‘Batı Marksizmi’, ‘Doğu Marksizmi’ biçimindeki kavramlaştırmalar ve tanımlamalar da oportünist karakterdedir. Revizyonizmin ve sol liberal aydın ve çevrelerin Marksizm-Leninizm’e karşı geliştirdikleri ideolojik saldırıların bir benzeridir. İki, üç, dört vs. türden bir Marksizm yoktur. Bu tanımlamalar, Marksizm adına Marksizm’i ve Marksizm adına Leninizm’i mahkum etme eyleminin ifadesidir. Leninizm’in çağımızın Marksizm’i; Marksizm’in emperyalizm ve proleter devrimler çağında geliştirilmiş, zenginleştirilmiş devamı olduğu bilimsel devrimci gerçeğini yadsımak için yapılmaktadır. Çağımızda bir Marksizm ve bir de ondan ayrı Leninizm yoktur. Çağımızın Marksizm’i, Marksizm-Leninizm’dir. Bu birinci noktadır.
“İkincisi, ‘Doğu’ ve ‘Batı’ ‘Marksizm’leri teorizasyonu, Marks-Engels’in Marksizm’ini, Lenin döneminin Marksizm-Leninizm’ini kendi içinde bölüp parçalama, karşı karşıya getirme, farklı Marksizmlerin, Marksizm-Leninizmlerin olabileceği gibi son derece ilkesiz bir manipülasyondan ibarettir. Marksizm’in, Marksizm-Leninizm’in farklı eğilimleri olduğu ve olabileceği; Marksizm’in ‘bir çeşitlilik olduğu’, ‘Marksizm’den ziyade ‘Marksizmler’den söz etmek’ gerektiği, zaten ‘Bu heterojen’liğin ‘Marks’ın kendi yapıtlarına kadar’ gittiği ama her halükarda hepsinin de Marksizm, Marksizm-Leninizm olduğu revizyonist propagandasına meşruiyet kazandırma sistematik çabasının yansımasıdır. ‘Marksizm iddialı’, ‘sosyalizm iddialı’ her renkten akımı, ‘Marksizm tabanı üzerinde duran’ her akımı tıpkı Bernstein gibi ‘Marksist’ olarak pazarlama, onların antiMarksist, antiMarksist-Leninist olarak mahkum edilmesini önleme politikasıdır. Ki bu çaba yeni olmamakla birlikte ‘postmodern zamanlarla’ ya da ‘çağla’ birlikte moda teorilerden biri haline geldi, getirildi. Ayrıca, Marksizm’i Batı’ya, Avrupa’ya, Leninizm’i geri köylü ülkelere özgü ideolojik formasyonlar olarak lanse etmek, daha 1910’larda, 1920’lerde ortaya çıkmış bir propagandadır. Oysa bilinir ki, gerek Marks-Engels döneminin Marksizm’i gerekse de çağımızın Marksizm-Leninizm’i proletaryanın biricik bilimsel dünya görüşüdür; proletaryanın biricik bilimsel kurtuluş hareketinin öğretisidir. Bir bilim olarak evrenseldir, enternasyonal proletaryanın enternasyonal öğretisidir. Ulusal, bölgesel, kıtasal, uluslararası ölçekte proletaryanın ve öncülerinin görevi, Marksist-Leninist öğretinin ışığında, somut şartların somut tahlili temelinde programlarını, stratejilerini, taktiklerini inşa edip geliştirmektir. İki, üç, dört vb. Marksizm-Leninizm yoktur. Marksizm- Leninizm kendi içerisinde çelişkili, sürtüşmeli, eklektik vb. bir öğreti değildir. Marksizm-Leninizm, üç bileşeniyle bütünlüklü tek bir bilimsel öğretidir.
“Bu tip kategorileştirilmiş farklı ‘Marksizmler’ propagandası, özelikle de Kruşçev modern revizyonizminin tarih sahnesine çıkıp gelişmesiyle gündemleşti. Batı’da ve Doğu’da yer alan revizyonist, reformist, oportünist akımlar tarafından da propaganda edildi. ‘III. Bunalım dönemi’ ile birlikte tarihsel koşullarda ortaya çıkan ‘köklü değişiklikler’ adı altında modern revizyonizmin ideolojik saldırısı ile ‘Sovyet Marksizmi’, ‘Avrupa Marksizmi’, ‘üçüncü dünya Marksizmi’, ‘klasik Marksizm’, ‘Yugoslav Marksizmi’, ‘Çin Marksizmi’, ‘milli Marksizm’ türü propagandalar atağa kalktı. Bu tasfiyeci-revizyonist propagandanın kökleri revizyonizmin babası Bernstein’e, II. Enternasyonal oportünizmine uzanır/dayanır. Ekim Devrimi’nin zaferiyle bir üst aşamaya yükselir. Troçkist ihanetle ve ‘4. Enternasyonel’ le derinleştirilir. Modern revizyonizmle iyice atağa geçer. Aslında bu propaganda öncelikle burjuvazi (ve küçük burjuva milliyetçiliği) tarafından ortaya sürüldü. Anti-Marksist-Leninist akımlar, aydınlar tarafından ateşlice geliştirildi.
“Emperyalizm teorisi ve tahlili söz konusu olunca da, yol gösterici tek bilimsel öğreti, Marksizm Leninizm’dir. Emperyalizm olgusu, ne ‘Batı Marksizmi’ ne de ‘Doğu Marksizmi’nin gözünden kavranamaz. Gerek ‘Batı Marksizmi’, gerekse de ‘Doğu Marksizmi’ revizyonizmin iki değişik türevidir… Hangi tarihsel kesitte, hangi biçimlerde ortaya çıkarsa çıksın revizyonizmin ideolojik ve maddi kökleri kapitalist emperyalizmde yatar. Revizyonizm, Marks’ın kapitalizm, Lenin’in emperyalizm öğretisini de ret ve tasfiye hareketi olarak ortaya çıkar ve hala da çıkmaktadır.”
 (Yeniden vurgulamayı hak ediyor:) Kendisine ‘Marksist’ diyenleri ‘Marksist’ kabul eden ve Marksizm adına ortaya çıkanları ‘antiMarksist’ olarak tanımlamaya karşı çıkan revizyonizmin babası Bernstein’dir. O, açıkça, ‘anti-marksist olan bir revizyonist tanımadığını’, kendisinin de bir ‘Marksist’ olduğunu vurgular. (Bkz. “Sosyal Demokraside Revizyonizm” makalesi.) Eh bu durumda da farklı ‘Marksizmler’in olması doğal sayılıyor. ‘Marksizm’, ‘Marksizm- Leninizm tabanı’ üzerinde olan ve duran her türlü akımı ‘Marksist’/ ‘Marksizm’ olarak kabul etmek özellikle de son çeyrek yüzyılın modasıdır ve tasfiyeci bir teori ve modadır.
“Yeni tip sol liberal akım ve fırtınanın bir taktiği de, Marksizm-Leninizm kavramını unutturmak, kullanma gereksinimi duyduklarında ise, yerine Marksizm, Marksist, Marks kavramını geçirme hilesidir. Bu, sermayenin ve sözde Marksist, sosyalist, komünist iddiasıyla ortaya çıkma gereksinimi hisseden tasfiyeciliğin, post’lu tasfiyeci revizyonistlerin Marksizm-Leninizm’e karşı ideolojik saldırısının bir biçimidir. Marksist- Leninistlerin bu bakımdan da tasfiyeci etkilere karşı uyanık ve donanımlı olması gerektiği ise açıktır. ‘Sol’ liberal esintilere ve literatüre karşı bağışıklık sisteminin geliştirilmesi gereksinimi daima hissedilmelidir.
“Emperyalizm tartışmalarında ortaya çıkan ‘klasik emperyalizm’ ve ‘yeni emperyalizm’ kavramlaştırma ve teorileştirmeleri de Marksizm- Leninizm’e, onun emperyalizm teorisine revizyonist ve tasfiyeci ideolojik saldırının bir diğer biçimidir.
“Bu ayrımla, Lenin’in emperyalizm öğretisi geçersiz sayılıyor. Buna göre, Lenin’in tahlili, 50’ler öncesi geçerliydi ama artık 50’ler sonrası, daha sonra da 1970-80’ler sonrasının gerçeklerine yanıt vermediği için eskimiştir; dolayısıyla aşılmalıdır (!) . Keza, emperyalizmi salt yayılmacı politikayla sınırlayıp tanımlayan, emperyalizm tahlillerini bu anlamda 20. yy. öncesi yayılmacılıkla 20. yy. sonrasının yayılmacılığı arasındaki farklılıkların incelenmesine endeksleyerek ‘eski emperyalizm’ ve ‘yeni emperyalizm’ ayrımı yapan teori ve analizler de hiçbir bilimsel devrimci karakter taşımamaktadır. Bu tartışmaların ve kavramlaştırmaların savunucularının bir bölümü ise daha açık sözlü davranarak, 1910’lu, 20’li yıllardaki emperyalizm tartışmalarında Lenin’e, Stalin’e, III. Enternasyonal’e değil, Hilferding’e, Buharin’e, Rosa’ya, Kautsky’e vb. hak vermektedirler… İlk kategoride yer alanlarla ikinci kategoride yer alanlar arasında ideolojik-sınıfsal- özsel bir ayrım bulunmamaktadır. Ayrılıklar biçimdedir, ayrıntılardadır, daha açık sözlü olmayla kapalı davranmadadır. Ama her halükarda Lenin’in emperyalizm öğretisini revize ederek tasfiyeci duruşta birleşmektedirler. (Fakat yine de politik tutumlarında önemli farklılıklar bulunmaktadır.)
“Emperyalizmin, yüzyılın başlarında ve 50’ler öncesi süreçte ortaya çıkmış ama olgunlaşmamış bazı olgu ve eğilimleri yüzyılın ikinci yarısında hızla gelişip özellikle de son çeyrek yüzyılda keskin bir biçimde ortaya çıktı. Bu durum 89-91 dönemeciyle tarihsel konjonktürde ortaya çıkan köklü değişikliklerle birleşerek pek çok ilerici, devrimci, komünist çevrenin, grubun, partinin, aydının yönünü iyice şaşırmasına, yoldan çıkmasına yol açmıştır. Marksizm-Leninizm ile değişik nedenlerle ilişkilenmiş ama onu bir bilim olarak kavrayamamış olanlar, yenilgi ve gericiliğin anaforunda umut ve iradesi kırılanlar, bu yeni süreçte, bu kez, burjuvazinin cephesinden, burjuvazinin cephaneliğini kullanarak proletaryaya ve Marksizm-Leninizm’e karşı ateş yağdırmaya başladılar.
“’Emperyalizm’ ve ‘yeni emperyalizm’ tezi ve tartışmalarının içerisinden geçtiğimiz tarihsel konjonktürle sıkı sıkıya bir bağı olduğu açıktır. Burada da, emperyalizmde ve emperyalist dünya sisteminde ortaya çıkan önemli ve yapısal değişmelerin zamanında bilimsel olarak tahlil edilmemesinin rolünü görmezden gelmek olanaklı değil. Komünist hareketin ve proletaryanın etrafından kurulmuş ateş çemberi, sosyalizmin ağır kan kaybı, devrim dalgasının geçici de olsa dibe vurması, uluslararası komünist hareketin derin bir tasfiye sürecine girmesi de bu sorunda negatif yönde göz çıkaran ama sol liberal ideolojik rüzgar lehine pozitif etki yaratan olgulardır…
“Bu olgular bütünü içinde, zaten 80’ler, 90’lar öncesinde güçlü bir çekim merkezi olamamış Marksist-Leninist hareket, yeni tarihsel konjonktürü de esaslı bir tarzda, hem teorik hem de pratik olarak göğüsleyemedi. Fırtına onu da ciddi bir şekilde savurdu... ‘Neoliberal’ emperyalist ideolojik saldırı dalgası ‘post-modernizm’ ve ‘post-Marksizm’le, sol liberalizmle birleşik bir dalga halinde gelişti. Teorinin geliştirilmemesi, zamanında enerjik ve saldırı üstünlüğünü elde tutan karşı bir ideolojik mücadelenin de yükseltilmesini önledi. Olduğu kadarıyla da komünist hareketin içine yuvarlandığı tecrit ortamında ciddi bir etki de yaratmadı. Bu tablo içinde, Marksizm-Leninizm’in, proletaryanın, devrimin, sosyalizmin “sonu” ilan edildi. Daha önce Stalin’den yola çıkılarak Marksizm- Leninizm’e saldıranlar, bu kez işe Lenin’le, giderek Marks’la başladılar. İşi, Marksizm’i, ‘modernizm’in bir ekolü’, ‘modernizm’den kopuşmamış (!) bir öğreti olduğuna kadar vardırdılar. Dahası, ‘modernizme karşı mücadele’ adı altında insanlığın tarihsel gelişme sürecinde birikmiş ve tarihe mal olmuş kolektif ilerici birikimine ve kazanımlarına reddiye yazdılar. Tarihin sonu, sınıfların, ideolojilerin, bilimin, bütünlüklü evrensel kurtuluşçu ütopyaların, devrimci öznenin, hatta ‘öznenin ölümü’ nesnel gerçeğin sonuyla birlikte ilan edildi. Yani, bu ideolojik saldırı, sadece bilimsel ve devrimci emperyalizm teorisinin reddiyle ve tartışılmasıyla sınırlı bir saldırı değildi…
“İşte Negricilik de, Marksizm-Leninizm’e, proletarya sosyalizminin tarihine, teori ve pratiğine, tarihte devrimci ve ilerici olan ne varsa ona karşı, tarihin tanık olduğu en kapsamlı, en derin, en yıkıcı burjuva gerici saldırı dalgasının ürünü ve bir bileşeni olarak doğdu ve doğan akımlardan biri olarak küresel sermayenin kirli mi kirli anlı-şanlı sofrasında yer aldı. Negricilik, “İmparatorluk” teorisiyle (!) uluslararası tekellerin ve emperyalist hiyerarşinin tepesinde bağdaş kurmuş Amerikan celladının ‘sol’ kılıklı ‘Truva Atı’dır… Negriye, Negriciliğe, safça ‘değerli aydın’ muamelesi yapanlar da aslında aptalca bir tutumla bu ‘Truva Atı’nın gerçek yüzünün ortaya çıkarılmamasına katkı yapmaktadırlar. Ki hatırlatmak gereksiz olmasa gerek: ‘Cehenneme giden yol iyi niyet taşlarıyla örülüdür.’ (age., s.533-536)
II. BÖLÜM
Sözde “dogmatizme karşı mücadele”, “mezhepçi Marksizme karşı mücadele”, “teorik-ideolojik tutuculuğa karşı mücadele”, “20. asrın sosyalizmini aşma”, “21. yüzyılın sosyalizmini hazırlama” vb. gibi argümanlar yeni tip sol liberalizm olan Post-Marksizmin, “Ezilenlerin Marksizmi”nin, “ezilenler” teorisinin ideolojik saldırısının, revizyonizm ve tasfiyeciliğin değişik formülleridir. Aşağıdaki değerlendirme bu gerçeği sergilemektedir.
“Marksizm–Leninizm bir bilimdir, bir bilim olarak ele alınmak zorundadır. Marksizm–Leninizm’e tamamlanmış bir teori, bilim, ideoloji muamelesi yapılamaz. Yapılamayacağını da sınıflar mücadelesinin tarihsel pratiği kanıtlamıştır. Sosyalizmin geçici yenilgisinin derin tarihi dersleri de bunu göstermektedir. Bu bağıntıda şunların da altını çiziyoruz: Marksizm–Leninizm’in gerek liberal gerekse de dogmatik yorumları, onun bilimsel yöntemine ve karakterine saldırının, onu bozup gözden düşürmenin iki değişik formudur. İkisi de bizler için kabul edilemezdir. Sosyalizmin tarihsel deneyimlerinin eleştirel incelenmesinde dogmatizm, yenilenmeyi, zenginleşmeyi, kendini aşmayı önlerken, liberalizm de onun içeriğinin bozulmasını, içinin boşaltılmasını, burjuvazinin, küçük burjuvazinin saflarına geçişi ifade etmektedir ya da edecektir. Her iki sapma da tehlikelidir, ama en önemli tehlike ve tehdit, teorik çalışma ve ideolojik mücadelenin hedefi olması gereken sapma, yeni tip tasfiyeci oportünizmdir. Teorik ve pratik gelişmemizi önleyen en önemli tehdit ideolojik liberalizmden gelmektedir. Dogmatizme karşı mücadele ise, ideolojik liberalleşmeye karşı mücadeleye bağlı olarak ele alınmalıdır ve bu mücadele de ihmal edilmemelidir.
“Yeni tip revizyonizmin, post–Marksizm’in etki gücünü ifade eden ve tarihsel revizyonizmden beslenen ideolojik, teorik, politik, örgütsel–pratik tasfiyeciliğin, Marksizm–Leninizm’e ve devrimci değerlere karşı mücadelesini ‘dogmatizme’, ‘teorik–ideolojik tutuculuğa’, ‘muhafazakarlığa’, ‘mezhepçi Marksizme’ karşı mücadele, ‘yaratıcı Marksizm’ sloganlarının ve propaganda– ajitasyonunun ardına gizlenerek sürdürdüğü koşullarda, ideolojik liberalleşmeye karşı mücadelenin önde olması, açık ve anlaşılır bir durumdur. Bunu reddetmek, revizyonizme, küçük burjuva bürokratik iktidar zihniyetine ve tasfiyeci oportünizme daha baştan teslim olmak demektir; sonucu ise yeni tip liberalleşmede konaklamak olacaktır. Revizyonizm ve tasfiyecilik yerel değil, genel bir olgudur. Özellikle de 50’lerden bu yana süre gelen tarihsel kesitte kapsamlı yıkımlar yaratmayı başarmış; ‘Küreselleşme’yle ve ‘Doğu Bloku’nun yıkılışıyla atağa geçmiş bir akımdır. Söz konusu ideolojik liberalizmin devrimci ve komünist saflardaki güncel türevi ise ‘post–Marksizm’dir. İç ve uluslar arası alanda komünist ve devrimci hareketi ideolojik olarak silahsızlandıran yeni tip ideolojik liberalleşme ‘muhafazakarlığa karşı mücadele’ ve ‘yaratıcı Marksizm’ sloganlarını oportünizm ve tasfiyeciliğini örtülemenin sis bombaları haline getirmiştir. Bu olgu bir kez daha gösteriyor ki oportünizm ve tasfiyecilik, nerde ve hangi koşullarda ortaya çıkarsa çıksın, tarihsel sürekliliğe ve uluslararası karaktere sahiptir. En nihayetinde, hangi biçime bürünürse bürünsün, hangi koşullarda ortaya çıkarsa çıksın, oportünizm ve tasfiyecilik, kaçınılmaz olarak doğduğu koşulların ve ortamın özgün karakteristiklerini taşısa da, gerçekte, söz konusu özgünlükler, onun küresel nitelikleri temelinde birleşerek biçimlenir. Lenin’in vurguladığı gibi, “Herkes oportünizmin tesadüfi bir şey olmadığını, tek tek insanların günahı, ihmalkarlığı, ihaneti değil, tüm bir tarihsel dönemin sosyal ürünü olduğunu biliyor” ya da bilmelidir. Hatırlatmak bile gereksiz: Eleştiri ve değerlendirmelerimiz niyetlere göre değil şeylerin, savunulan zihniyetlerin, duruşların nesnel bilimsel anlamları üzerinde yükselerek biçimlenmelidir. Ayrıca vurgulanmalıdır ki, cehenneme giden yol iyi niyet taşlarıyla döşenmiştir; ki hangi biçimde ortaya çıkarsa çıksın, oportünist iyi niyet cehenneme götürür. Ve yine Lenin’in vurguladığı gibi, ‘dürüst’ oportünistler, kötü oportünistlerden daha tehlikelidir. Bu, tarihin de kanıtlamış olduğu bir gerçektir.” (Hasan Ozan, SSCB’de Kapitalizmin Restorasyonu, Sosyalizmin Sorunları TARİHİ DERSLER, s.15-16, Akademi yayın)
“Biz bu kitabımızda, bir bütünlük içerisinde sosyalizmin tarihsel deneyimini incelemeye, dersler çıkarmaya, tasfiyeci revizyonist akımların ana tezlerini eleştirmeye çalıştık. Bir dizi revizyonist tasfiyeci teori, analiz ve tezin Marksist–Leninist hareket üzerindeki etkisi de sır değildir. Ancak vurgulamak gerekir ki, Marksizm–Leninizm’den sapmayla belirlenen söz konusu etkiler, ne yenidir ne de herhangi bir yenilik gücüne sahiptir. Aksine, daha öncesi bir yana, özellikle de son 60–70 yıldan bu yana süregelen tasfiyeci revizyonizmin teori ve tezlerinin, ‘dogmatizme’, ‘muhafazakarlığa’, ‘teorik–ideolojik tutuculuğa karşı mücadele’, ‘yaratıcı Marksizm’ vs. adına, herhangi bilimsel devrimci karaktere sahip olmaksızın propaganda ve ajitasyonundan ibaret görüşlerdir. Dolayısıyla kitabımızda, başlıca eleştiri ve değerlendirmelerimizi, söz konusu tasfiyeci revizyonist, sosyal liberal, sosyal reformcu düşüncelerin öteden beri sözcülüğünü yapagelen ya da söz konusu akımların düşüncelerini temsil eden ya da bir biçimde yansıtan isimler üzerinden yaptık. Taklitçileri yerine, aslını incelemek, eleştirmek daha sağlıklı bir yöntem olsa gerek.
“Tarihten ders çıkarma ve teoriyi yenileme adına Bernsteın’e, Kautsky’e, II. Enternasyonal oportünizmi’ne, Troçkizm’e, Buharinciliğe, Titoculuğa, Kruşçevciliğe, Brejnevciliğe, Avrupa Komünizmine, orta yolcu oportünizme, Maocu revizyonizme geri dönmek gerekmiyor.
“Tarihten ders çıkarmak, teori ve pratiği zenginleştirmek adına neo–liberal, post–modern, post–Marksist burjuva, küçük burjuva tasfiyeci akıntıya boyun eğmek de gerekmiyor. Tarihin cangılında yolunu kaybetmiş ve denek taşında yenik düşmüş, bilimsel ve devrimci karaktere sahip olmadığı açığa çıkmış ya da düpedüz gerici karaktere sahip olduğu ayan–beyan ortada olan teorilere, ideolojilere, pratiklere tutunarak tarihten ders çıkarılamaz.
“Uluslararası Komünist Hareket’in teorik çalışmanın, ideolojik mücadele ve donanımın hakkını vermeyen tarihi zaaflarını, keza bu zafiyetin bir yansıması olan dogmatik zaafları da sömüren, böylece ‘tarihten ders çıkarma’ adına, ‘ideolojik–teorik yenilenme’ adına, yukarıda andığımız akımlar ve teoriler çerçevesinde şekillenen açılımlar, eleştiriler, değerlendirmeler vs. ortaya çıktığı her yerde tasfiyeci bir sapma var demektir. Parlak lafların arkasına, keskin komünist söylemin bayrağı altına, çok yenilikçi görünen değerlendirmelerin ardına gizlenen ve özellikle de tarihi yeterince bilmeyen ve donanımı yetersiz kesimler ve devrimciler üzerinde etki yaratabilecek tasfiyeci söylemlere ve içeriğine karşı etkin bir mücadele geliştirmek ihmal edilemez, yaşamsal, tarihsel bir yükümlülüktür. Fakat bilinmelidir ki bu durum, iç ve uluslararası komünist hareketin günahlarının kefaretidir… Doğa boşluk tanımaz. Teori, teorik çalışma, ideolojik donanım ve ideolojik mücadele alanları da öyle! Tıpkı politik mücadelede olduğu gibi…
“Oportünizm ve tasfiyecilik hangi kılığa bürünürse bürünsün oportünizm ve tasfiyeciliktir ve ortaya çıktığı her yerde komünist militanı ve devrimciyi ideolojik olarak silahsızlandırma işlevini oynamıştır ve oynamaktadır. “Pirincin içindeki siyah taşlardan korkma beyaz olanlardan kork!” (Japon atasözü) Komünist ve devrimci militanın bu gerçeği, asla unutmaması gerekir.” (age., “Önsöz”den)
“Tasfiyeci oportünizm, yenilgi ve gericilik döneminin tipik hastalığıdır. Marksizm– Leninizm’den, devrim ve sosyalizmden, devrimci program, strateji ve taktikten vazgeçişle, döneklik ve ihanetle belirlenen; dizginsiz bir çözülüş, bir kaçış; burjuvazi ve kapitalizm önünde utanç verici bir diz çöküştür. 12 Eylül askeri faşist darbesiyle açılan yenilgi ve gericilik yılları ile 1980’ler sonrası, özellikle de 1985–89–91 yıllarında yaşanan gelişmeler (Gorbaçovculuk ve revizyonist–kapitalist kampın dağılışı) sürecinde dünya devrim dalgasının ağır bir biçimde dibe vurması ve tarihte görülmemiş derinlik ve yaygınlıkta, odağında burjuvazinin durduğu gericilik ve karşıdevrim dalgasının Türkiye’deki yenilgi ve gericilik dalgasıyla birleşmiş olması, böylece tasfiyeci oportünizmin dizginlerinden kurtularak şaha kalkması, tüm bunlar, bizleri, bugün üzerine tartıştığımız sorunlarda geriye çeken, tutuk bırakan bir baskılanmaya itti.
“Bu dönem, zaten ağır tasfiyeci, pragmatik ve sekter zaaflarla malul UKH dağıldı. AEP ve ASCH kapitalizme yenik düşerek tasfiye oldu; böylece sosyalizmin son kalesi de yıkıldı. Sosyal demokrasi, açık burjuva kimliğiyle emperyalist kapitalizmle daha derinden bütünleşti. Modern revizyonizm, açık burjuva ve sosyal demokrat kimliğiyle, burjuva liberalizmine de dönüşerek ortaya çıktı. ‘Neo–liberalizm’ ve ‘post–modernizm’, tasfiyeci ihanet döneminin yükselen değerleri olarak yerkürenin üstüne aşağılık bir şekilde doludizgin boşandı. Tarihte insanlık, ezilenler, proletarya ve bilim adına ilerici olan ne varsa karşı–devrim dalgasının ve emperyalist kapitalizmin neo–liberal ve post–modernist dalgasının barbarca saldırısına uğradı. SSCB ve sosyalist ülkeler, sosyalizm ve önderi Stalin’in tarihsel gerçekliği unutturulmak istendi. Gericilik dalgasının alçakça saldırısından, çarpıtma ve kara çalmasından, demagoji ve manipülasyonundan dizginsiz sevinç duyan, ilham alan sözde ‘sol’ akımlar da aynı gerici saldırı dalgasının militanları olarak davrandılar.
“Yenilgi ve gericilik yılları, devrimci hareketi de pençesine aldı. ‘Yenilgiden öğrenmek’, ‘sosyalizm deneylerinden ders çıkarmak’, ‘yenilenmek’, ‘dogmatizme karşı mücadele’, ‘yeni tarihi koşulları bilince çıkarmak’, ‘Marksizm tabanında bulunan akım ve bireyleri birleştirmek’, ‘uluslararası ideolojik merkezler son bulduğu için bağımsız düşünmeyi öğrenmek’, ‘Stalinci dogmatizmden arınmak’, ‘dogmatik Marksizmi reddetmek, yaratıcı Marksizmi savunmak’, ‘aşılmış olan 20. asırın teorik–ideolojik–programatik çerçevesini cesurca aşmak’, ‘sosyalizmin yeni döneminin sorunlarını çözmek’, ‘Marksizm’in’, ‘Marksizm–Leninizm’in bunalımını aşmak’ vb. sloganlarla devrimci hareketin büyük bir bölüğü ( Dev–Yol, Kurtuluş, TDKP vb.) liberalleşti; teoride revizyonizme, politikada reformizme, örgütlenmede legalizme kapaklandı.
“Yine özellikle de bu dönem modern revizyonizm, Gorbaçovculuk, revizyonist/ kapitalist ülkelerde karşıdevrim içinde karşıdevrimi temsil eden burjuvazi ile Troçkizm ve liberal, neo–liberal burjuva akımlar tam bir elbirliğiyle emperyalizmin aktif desteğinde Stalin’e, Stalin şahsında Marksizm Leninizm’e, sosyalist inşa pratiğine azgınca saldırıya geçtiler.
“Yenilgiden öğrenme şiarı ile tasfiyeci oportünizm, ‘sosyalist demokrasi’, ‘özgürlükçü sosyalizm’, ‘sosyalist pazar ekonomisi’, ‘dogmatizme’, ‘teorik tutuculuğa’, ‘muhafazakarlığa’, ‘mezhepçi Marksizme’ karşı mücadele vb. argümanlarını yeniden ve yeniden üretti. Tasfiyecilik, yönelişini, argümanlarını, çizgisini, pratiğini Marksizm Leninizm’in, sosyalizmin ve Stalin’in red ve mahkumiyeti ekseninde teorileştirdi ve dizginsiz bir demagoji ve manipülasyona girişti.” (age., s.171-172)
Marksizm’i, Marksizm-Leninizm’i bir çeşitlilik olarak gören, birden fazla Marksizm-Leninizm olduğu ve olabileceği, Marksizmden değil Marksizmlerden bahsetmek gerektiği, Marksizmin değişik okul ve eğilimlerinin olduğu, Leninizm’in de bu okullardan/mezheplerden/eğilimlerden birisini oluşturduğu sözde teorisi salt post’lu akımlara özgü değildir. Örneğin, bu perspektif, tıpkı Yalçın Küçük gibi “post-modernizme” karşı tavır aldığını iddia eden Doğu Perinçek tarafından da kendi oportünist adabına uygun olarak savunulmaktadır:
“Perinçek’in Stalin savunuculuğu, gerçekte, anti–Stalinist tasfiyeciliğinin, Marksizm–Leninizm’i ret ve mahkum etmenin iğrenç bir kamuflajı ve aracıdır. O sözde Stalin’i savunurken, bir yandan Buharinciliği yüceltiyor, öte yandan da Troçki önünde diz çöküyor: ‘Troçki’nin esasta yanlışı temsil etmesine rağmen, işçi sınıfı içinde sayılması gereken bir sosyalist düşünce’de (age. s. 231, iPa.) olduğunu ilan ediyor. ‘Türkiye’de hem teoride hem pratikte Stalin’in esaslı ve tutarlı bir eleştirisinin daha 1980 öncesinde Aydınlıkçılar yaptılar. Aydınlıkçılık ideolojik planda Stalin’in aşılmasıdır.’ (age., s. 232) böbürlenmesiyle kendinden geçerken kendini de ele vermiş oluyor.
“Bu konuda verilebilecek ikinci örnek, “Stalin’i Anlamak” isimli kitabında yaptığı değerlendirmelerle Cemil Hekimoğlu’dur. Kitabının ‘Önsöz’ünde şunları yazıyor Hekimoğlu:
“Peşinen söylemek istiyorum: Sosyalist mücadelenin bugünkü sorunlarının çözümünde Stalin’in çok önemli bir yerinin olduğunu düşünmüyorum.”
Kruşçevleri, Brejnevleri vb. kötü komünistler olarak gören, SSCB’deki karşı devrimi Gorbaçov ve sonrasıyla sınırlı gören Hekimoğlu’nun sözde Stalin’in hakkını Stalin’e teslim etmek için yazdığı kitabında, gerçekte Stalin’i SSCB’nin bir dönemine hapsediyor, hapsettiği yerde de etrafına bir de Hekimoğluvari oportünist duvarlar örüyor.” (age., s.176)
Aslında “ezilenlerin Marksist partisi” teorisi de yeni değildir. Bu küçük burjuva halkçı oportünist teori ve pratik öteden beri Marksizm-Leninizm’e karşı savunula gelmiştir. Ama bu savunuyu aynı zamanda modern revizyonizm olgusunda da görmekteyiz. Ki, post’lu akımla modern revizyonizm arasında zaten ideolojik bir akrabalık bulunmaktadır. Post’lu akımlara tarihsel olarak alan açan, onu hazırlayan en temel akımlardan biri de, özellikle 1940’lar sonundan sonra uluslararası modern revizyonist akım olmuştur. Kitapta bu olgu şöyle dile getirilmiştir:
              “KP önderliğini reddetmek, sosyalizmi reddetmektir. Proletaryanın önderliğini red ve mahkum etmek, yeni burjuvazinin program ve taktiğinin ana taşıdır. Yeni burjuvazi kendi önderliğini ‘tüm halkın partisi’ formülasyonu ile açıkça ilan etmiştir. Mesele bundan ibarettir. Geçmeden eklemeliyiz: Komünist partisinin işçi sınıfının değil de ‘ezilenlerin partisi’ ilan etmek, Kruşçevci modern revizyonizmin ideolojik etkisini yansıtır; ‘tüm halkın partisi’ teorisinin başka bir versiyonunu ifade eder. Komünist partileri yalnızca ve yalnızca işçi sınıfının politik temsilcisidirler; işçi sınıfının partileri olan komünist partileri, halkın ve ezilenlerin de mücadelesine önderlik eder. Bu iki şey iki farklı olgudur. Biri diğerinin yerine ikame edilemez. Tıpkı ‘ezilenlerin Marksizmi’ ile ‘ezilenlerin Marksizm–Leninizmi’yle Marksizm–Leninizm’in bir ilişkisinin olmaması gibi. Tıpkı ezilenlerin ya da halkın proletaryanın yerine ikame edilmeyeceği gibi.” (age., s.178)
             “Demek ki, SSCB ve Sosyalist Kamp’ta yeni bir yoldan gerçekleşen kapitalizmin restorasyonu sorununu incelerken, işe, öncelikle iktidar sorununu inceleyerek ve çözümleyerek başlamamız gerekmektedir. Bu sorundan kaçınmak, gerçekte asıl sorundan kaçınmak ve revizyonizme boylu boyunca saplanmak demektir. 1956 sonrası, uluslararası bir akım olarak ortaya çıkan, modern revizyonizme, kapitalist restorasyona ve sosyal emperyalizme, kapitalist/ revizyonist sisteme karşı orta yolcu bir konumda mevzilenen oportünist akımın çarpıttığı ve kavramaktan uzak olduğu sorunların başında, iktidar sorunu
gelmektedir. Bu bayatlamış ve üstelik tarihsel pratik tarafından ıskartaya çıkarılmış revizyonist yaklaşım ve duruşun tüm bunlardan sonra komünist hareket saflarında ortaya çıkması ve savunulması son derece üzücü ve mutlaka mahkum edilmesi gereken antiMarksist–Leninist bir eğilimdir. Üstelik bu tasfiyeci, inkarcı oportünist eğilimin, iç ve uluslararası orta yolcu akım tarafından 1950’lerden bu yana savunulagelen revizyonist teori ve tezlerini dogmatizme’, ‘teori–ideolojik tutuculuğa’ karşı mücadele ve ‘teorik–ideolojik
yenilenme’, ‘yaratıcı Marksizm’, ‘mezhepçi Marksizme karşı mücadele’ kamuflajına bürünerek ileri sürmesi, tabloyu daha trajik, daha trajikomik bir hale getirmektedir. Komünist hareketin programının 20. Asır’a ait olduğu, ideolojik– teorik çerçevesinin aşıldığı formülasyonu ile de tasfiyeci revizyonizmin yeni bir teorik–ideolojik temel yaratmaya yönelmesi de dikkat çekiyor.
             “80’lerden, özellikle de 90’lardan sonra 100–150 yıllık revizyonist, oportünist, reformist teori ve tezlerin ‘dogmatizme, teorik–ideolojik tutuculuğa’ karşı mücadele, ‘yenilenme’, ‘21. asrın sosyalist aydınlanması’, ‘yaratıcı Marksizm’ vs. adına modaya dönüştürülerek piyasaya sürülmüş olduğu bilinen bir gerçektir. ‘Doğu Bloku’nun dağılışıyla birlikte, Titoculuk ve Kruşçev revizyonizminden sonra ortaya çıkarak uluslararası bir akıma dönüşen, bir elini revizyonizme bir elini Marksizm–Leninizm’e uzatan, proletarya ile yeni tip burjuvazi, kapitalizmle sosyalizm arasında sürekli yalpalayan orta yolcu akımın teori ve tezlerinin ‘yaratıcı Marksizm’, ‘dogmatizme, teorik–ideolojik tutuculuğa karşı mücadele’, ‘muhafazakarlığa karşı mücadele’ vs. adına yeniden gündemleştirilerek Marksizm–Leninizm’e karşı mücadele edilmesi, komünist hareketin teorik ve ideolojik olarak silahsızlandırılması, kuşkusuz ki mücadele edilmesi gereken komünist hareketteki tasfiyeci oportünist sapmanın tipik karakteristiklerinden birisidir. Ama bu, aynı zamanda komünist hareketin kendi günahlarının kefaretidir.” (age., s. 211-212)
Bir elini yeni tip revizyonizm ve tasfiyeciliğe uzatarak ya da Marksizm-Leninizm’e karşı burjuvazinin sınıf saldırısının ürünü olan post’lu akıma tutunarak ya da tarihsel orta yolcu oportünizme ve post-Marksizme, post-Marksizmin bir diğer adı olan “Ezilenlerin Marksizmi”ne tutunarak, savunarak Marksizm-Leninizm ve proleter komünist hareket asla savunulamaz. Eskinin yeni olarak pazarlanmasına göz yumulamaz. Kitapta da vurgulandığı gibi:
“Modern revizyonizmi, Marksizm–Leninizm’in bir mezhebi (‘Mezhepçi Sosyalizm’, ‘Mezhepçi Marksizm’), ‘Marksizm–Leninizm tabanı üzerinde’ duran bir akım olarak gören revizyonist akımlar, doğal olarak, 56’yı bir dönemeç, Marksizm–Leninizm tarafından ortaya konulamamış bir yoldan yeni tip burjuva diktatörlüğünün kurulduğu bir tarihsel dönüm olarak görmemekte ve modern revizyonist iktidarı, sosyalist olarak görmeye devam etmekte(y)di(r)ler. Bazı revizyonist akımlar ise, modern revizyonizmi bir sapma olarak görmelerine rağmen yine de bu iktidarı sosyalist olarak tanımlamaktan da geri durmamakta(y)dı(la)r. Keza, bir diğer kısım revizyonist akım ise, ‘üstyapı revizyonist ama altyapısı sosyalist’ olduğunu düşündükleri için SSCB’yi ve diğer eski sosyalist ülkeleri dağılıncaya dek, sosyalist olarak tanımlamaktaydılar ve tanımlamaya devam ettiler.” (age., s.212-213)
“Daima, bir eliyle modern revizyonizmi tutmuş olan bu akım, sözde sosyalist kampın dağılışıyla, tam bir şok geçirdi. Kendisini kaybetti. Teoride revizyonizme, politikada reformizme, örgütlenmede legalizme tekabül eden tasfiyeci bir bataklığa yuvarlandı. ‘Yenilgiden öğrenme’, ‘dogmatizme karşı mücadele’, ‘yeni teorik açılımlar yapma’, ‘yenilenme’, ‘ideolojik–teorik tutuculukla hesaplaşma’, ‘yeni tarihi koşulları bilince çıkarma’, ‘sosyalizmin yeni döneminin sorunlarına yanıt verme’, ‘21. yy. sosyalizmini’ geliştirme, ‘ideolojik olarak aşılmış eski tarihi çerçeveyi aşma’, ‘Ekim Devrimi ile açılmış ve 89/91 olayları ile kapanmış sosyalizm dönemini’ geride bırakma, ‘muhafazakarlığa karşı mücadele’, ‘mezhepçi sosyalizme karşı mücadele’, ‘eski ideolojik merkezler ortadan kalktığı için, Marksizm–Leninizm tabanı üzerinde duran akımları birleştirme’, ‘sosyalist demokrasiyi geliştirme’, ‘sosyalist piyasa ekonomisini benimseme’, ‘bireyi önemseme’, ‘eski kavramsal çerçeve açıklayıcılık gücünü’ yitirdiği için ‘yeni kavramların üretilmesi’ gerektiği, ‘bugünkü kapitalist–emperyalist sistem’in ‘bir asırdan fazla bir zaman önce Marx’ın işleyiş yasalarını inceleyerek eleştirdiği ekonomik–toplumsal sistemden olduğu kadar Lenin’in tanımladığından da oldukça büyük farklılıklar’ taşıdığı, ‘bu bakımdan bugün, kapitalist–emperyalist sistemin eleştirisinin ve sosyalizmin ortaya konuluşunun yüzyıl önceki koşulların ürünü olan kavram ve düşünce kalıpları içinde kalınarak başarılamayacağı’, ‘insanlık tarihinde yeni bir dönemin başladığı’, ‘Genellikle Marx’ın ve Lenin’in düşüncelerini olduğu gibi tekrar eden sığ bir dogmatizmin soldaki en yaygın hastalık’ olduğu, ‘Marx’ın bir eğilim olarak ortaya koyduğu birçok şey’in ‘artık geride kalmış’ sayılması gerektiği, ‘Benzer bir durumun Lenin’in tezleri için de geçerli’ olduğu, ‘Eski kavramsal çerçevenin açıklayıcılık gücünü yitir’diği ve ‘yeni bir kavramsal çerçevenin gerekliliği’ ve yeniden üretilebilmesi için, ‘Böyle bir görevin başarılması her şeyden önce tutucu ve dogmatik bir rol oynayan eski kavramsal çerçeveyle hesaplaşmaya bağlı’ olduğu, ‘SSCB’nin çöküşüyle’ ‘sosyalizmin bir tarihsel dönemi sona er’diği için, bugünkü tarihi yeni evrede ‘SSCB’nin çöküşüyle’ ‘sosyalizmin bir tarihsel dönemi sona er’diği için, bugünkü tarihi yeni evrede ‘ideolojik sorun siyasi iktidar mücadelesinin strateji ve taktik sorunlarına dair kavram ve tartışmaları da yeniden anlamlandırabilecek bir derinlik ve muhteva içinde kavramak zorunda’ bulunduğumuzu, yeni görevin ‘Sosyalizmin biten bir döneminin argümanlarıyla yetindiği sürece…önemli olan(ın) muhafazakar solculuk tarzından kopuşu başarabilmek’ olduğu, ‘Geçmişin düşünce kalıpları ve kavramlarının bugünün dünyasını açıklamaya yetmediğini kavramak, insanları sosyalizm kavgasına davet edebilmek için sosyalist ideolojinin yeniden üretilmesine olan ihtiyacı görebilmek’ olduğu, vb slogan ve açıklamalarla tasfiyeci dalganın bir eklentisi haline geldi. Orta yolcu akımın devrimci versiyonu yerini büyük bir oranda tasfiyeci versiyonuna bıraktı. Devrimci–demokratik döneminde de Marksizm–Leninizm’i, sosyalizmi, devrimci proletaryayı gözden düşürmede oldukça fazla iş yapmış, Sovyet modern revizyonizmi, kapitalist/revizyonist sistem ve kamp hakkında hayaller yaymış, devrimci proletaryayı gözden düşürerek derin tahribatlar yaratmış olan bu akım, bir de tasfiyeci bir akım düzeyine sıçrayarak benzer ağır tahribatlarına devam etti.
“Tarihin bu akım hakkındaki hükmü, orta yolculukla fazla gidilemeyeceği, kritik tarihsel dönemeçlerde bu akımın hızlı çözülerek dağılacağı ve tasfiyeci oportünist bataklığa saplanmasının kaçılmaz olduğudur.
“Lenin, ya burjuva ideolojisi ya da sosyalist ideoloji, ikisinin ortası yoktur, der; orta yolculuğun gerçekte sosyalist ideoloji karşısında burjuva ideolojisi olduğunu, burjuva ideolojisine kan taşıdığını ve orta yolculuğun küçük burjuva sınıf tavrı olduğunu, işçi sınıfı üzerinde burjuva etkiyi geliştirip güçlendirdiğini, insanlığın henüz üçüncü bir ideoloji de yaratmadığını vurgular. (age., s. 313)
“Orta yolculukla ilgili AEP 5. Kongresi’nin şu eleştirel ve yol gösterici değerlendirmesini aktarmanın da tam zamanıdır:
“Kongre, revizyonizmin kendisine karşı değil, gölgesine karşı mücadele edenleri, revizyonist yönetimin ihanetini görmek istemiyormuşçasına gözlerini gerçeklere kapayanları, revizyonistlerle uzlaşmaya ve birleşmeye çalışanları ve orta yolcu bir tutum takınanları ilkeli bir temel üzerinde ve şiddetle eleştirdi.
“AEP şuna işaret etti: Revizyonizme karşı mücadelede, ‘Orta yol’ olmaz. ‘Ilımlılık’, asla uzlaşmaz olan zıtların uzlaştırılması çizgisidir.
“Orta yol, Marksist–Leninist ilkelerden sapmaları da gizleyemez; çünkü revizyonizme karşı mücadele ideolojik nedenlerden değil de, sadece milli şoven bir temel üzerinde belli bir takım iktisadi ve siyasi nedenlerden yola çıkıyorsa, kısa ömürlü bir blöften ibarettir. Marksizm–Leninizmden dönenlere karşı tutumlarında bu çizgiyi sürdürenlerin kendileri de ergeç bu döneklerin durumuna düşme tehlikesiyle karşı karşıyadırlar…” ( AEP Tarihi C. III, s. 125–126, Bora Yay.)
“Tıpkı modern revizyonizm gibi ‘dogmatizme karşı mücadele’ paslı silahına sarılan orta yolculuk ve tasfiyecilik bu demagojinin ardına saklanmaya çalışmıştı. AEP Tarihi’nde belirtildiği gibi, ‘Dogmatizme karşı mücadele’ her dönemdeki revizyonistlerin Marksizm–Leninizme karşı kullanmış oldukları eski ve iyi bilinen bir taktikti”r. (s. 65) Burjuvazi ve yeni burjuvazi, yeni burjuvazi ve modern revizyonizmin oportünist orta yolcu izleyicileri ‘Marksizm– Leninizmin güya zaman aşımına uğradığı, çağın gerisinde kaldığı ve XX. Yüzyılın yeni şartlarında onun temel tez ve ilkelerinin ‘yeniden yorumlanması’ gerektiği fikrini her tarafa yayarak gerçekte Marksizme saldırmaya ve onun temel ilkeleri üzerinde kafa karışıklığı yaratmaya’ (AEP VII. Kongre Raporu, s. 196) çalışmışlardır ve özellikle sosyal emperyalist kampın dağılmasıyla birlikte, içeriksel olarak aynı saldırı, yeniden ve daha güçlü gündemleşmiş bulunuyor. ‘XX. Yüzyılın yeni şartları’ yerini ‘XXI. Yüzyılın şartları’ ya da ‘ideolojik çerçevesi aşılmış, XX. yy’da kalmış, XXI. yy. yeni koşullarına ya da XXI. yy’da sosyalizmin yeni döneminin sorunlarına vb. yanıt vermeyen eskiye ait ideolojik–programatik çerçeveyi aşma’ demagojisi ardına gizlenmeye çalışarak Marksizm–Leninizm’e saldırmaya devam etmektedir. Saflarımızda da bunun ideolojik iz düşümlerine 90’lı yılların sonlarından başlayarak tanık olduk. Yapılacak tek şey, özeleştirel olarak söz konusu tasfiyeci revizyonist orta yolcu sapmayı düzeltmek olmalıdır. Tarihin dersleri bu bakımdan da biz komünistleri sarsması ve kendine getirmesi gerektiğine inanıyoruz.” (age., s. 314)
Marksizm’i, Marksizm-Leninizm’i bir çeşitlilik, kendisine “Marksist”, “Marksist-Leninist”, “sosyalist” diyen akımları da öyle kabul edip, bu akımları Marksist, Marksist-Leninist birer “mezhep” kabul edince saçmalamanın sonu gelmiyor. Hep birlikte okuyalım:
 “Kapitalist restorasyonu örgütleyen yeni tip burjuvazi, iyi niyetle girdiği arayışlarının kurbanı olmamıştır. (Yalçın) Küçük ise tersini düşünüyor. Bunu ayrıca, Kruşçev’in “Stalinist olmayan bir marksist–leninist arayış” olduğu tezinden de görebiliriz. “Stalinci” olmayan bu sözde Marksist–Leninist arayış tezi, çıplak bir biçimde, sosyalizmin hainlerini ve kapitalist restorasyonun ele başılarını ve revizyonist burjuvaziyi masum, dahası, Stalinci olmayan Marksist–Leninist arayışın temsilcisi olarak sunarak, Küçük, teoriye, tarihsel deneyime ve Marksizm–Leninizm’e karşı bağışlanamaz bir suç işliyor. Ama O, bundan hiç de rahatsız görünmüyor. Dahası O, bu saptama ve açılımlarıyla yaman bir derinlik sergilediğine inanıyor.
“Kuşçevlerin ve ardıllarının arayışları, Marksist–Leninist arayışlar, Marksist–Leninist olduğu düşünülen arayışlar falan değildi. Düpedüz, sosyalizmi tasfiye etme, kapitalizmi yeniden kurma ‘arayışları’ydı. Bu tanımlama ve çözümleme, modern revizyonizmi, Marksizm–Leninizm’in eğilimlerinden biri, Marksizm–Leninizm’in tabanı üzerinde bulunan bir çeşit Marksizm–Leninizm olarak gören tezin de bir yansıması ve somutlaşma biçimlerinden birisidir. Marksizm–Leninizm örtüsüyle ortaya çıkan bir dizi izm’ler (modern revizyonizm, Troçkizm, Maoizm vb.) Marksizm–Leninizm’in ret ve mahkum edilmesinin izm’leridir. Teorimizin yukarıdaki Marksist–Leninist saptamaları, tarihsel deneyim tarafından da kanıtlanmıştır. Küçük, bir zamanlar Gorbaçov’un ateşli destekçilerinden birisiydi. Ama sonra uyandı, desteğini kesti ve karşı saldırıya geçti. Küçük’ün bu ağır yalpalamasının temelinde yatan şey, O’nun revizyonist küçük burjuva sosyalizm anlayışıydı; O’nun öteden beri içerisinde yer aldığı TİP geleneğinin sosyalizm anlayışıydı. TİP hiçbir zaman modern revizyonizme karşı ilkeli bir tavır alamamıştı. Dahası, giderek Sovyet modern revizyonizminin uzantısı haline gelmişti.” (age., s. 405-406)
           “Kruşçevleri, Brejnevleri Marksist–Leninist, modern revizyonizmi Marksizm– Leninizm’in bir biçimi gören, Marksizm–Leninizm’in tabanı üzerinde duran bir akım olarak gören bir kafanın ve vb. kafaların bu devrimci olmayan, tarihsel ve sosyolojik olgularla ilişkisiz ve son derece çarpık saptamaları yapması anlaşılırdır ve elbette ki, bu kafa, olsa olsa, yalnızca mahkum edilir. Kitabımızın “II. Bölüm”ünde ortaya koyduğumuz ve kanıtladığımız gibi, yeni burjuvazinin kapitalist restorasyon programının daha etkin ve derinlemesine yürürlüğe girdiği dönem de Küçük’ün “son Bolşevik pratisyen” ilan ettiği Brejnev liderliği dönemidir üstelik. Fazla söze gerek var mı!..” (age., s. 409-410)
İnanacak olursak, artık eski “ideolojik merkezler” kalmamıştır. Böylece “eski fikir ayrılıkları” da önemsizleşerek aşılmıştır. Dolayısıyla görev, kendisini “Marksist” olarak gören, “Marksizmin ve sosyalizmin tabanı üzerinde duran” akımları (Marksizm’in değişik mezheplerini oluşturan akımları-“Mezhepçi Marksizm”) tek çatı altında toplamaktır. Buna karşı çıkmak “dogmatizm”dir, eskiyerek aşılmış “20. asrın” sosyalizmine saplanıp kalmaktır. O halde bu durum,  “21. asrın sosyalizmi”yle bağdaşmamaktadır vs. vb. Bu sözde değerlendirmeler, eleştiriler tasfiyeci revizyonizmin son birkaç on yılının başat iddiaları oldu. Marksizm-Leninizm’e, enternasyonal proletaryaya, uluslararası proleter devrime teorik-ideolojik düşmanlıkla belirlenen bu saçma sapan iddialar ne yazık ki, sanıldığından ve görünenden daha derin ve kapsamlı bir etki gücüne sahiptir.
Küçük burjuva sosyalizmini sosyalizm olarak lanse etmek, “sosyalizm” maskesine bürünmüş küçük burjuvazinin önderliğinde gerçekleşen ve demokratik kapitalist bir ekonomik toplumsal sistem kurmakla sonuçlanan anti-emperyalist demokratik devrimleri sosyalizm olarak propaganda etmek uzak geçmişten beri savunularak gelen bir oportünizmdir. Proletarya sosyalizmiyle küçük burjuva sosyalizmi arasındaki sınır çizgilerini ortadan kaldırmak şu ünlü değişik Marksizm’ler, Marksizm-Leninizm’ler olduğu, Marksizm’in bir çeşitlilik olduğu teorisiyle, “Ezilenlerin Marksizmi”yle, “ezilenlerin sosyalizmi”yle, “Mezhepçi Marksizm”le bağlı bakış açısıdır. Buna göre, Lenin-Stalin’in SSCB’si dışında Çin, Küba, Vietnam, Kuzey Kore, Nikaragua vb. gibi ülkeler de “sosyalist” ülkelerdi(r). Bu ülkelerde de sosyalizm kuruculuğu yaşanmıştır. Bu ülkelerde girişilen sosyalizm kuruculuğu, izlenen sosyalist modeller, işçi sınıfının, Marksizm’in, Marksizm-Leninizm’in, sosyalizmin değişik denemeleridir. Değişik “devrimci Marksist eğilimler” olması, bunun iç ve uluslararası komünist hareketin tarihinin evriminin değişik aşamalarında ortaya çıkması doğal ve kaçınılmazdır vb. Aşağıda, bu oportünist tasfiyeci bakış açısı ve yönelim, kitapta, şöyle eleştirilmektedir:
“Ayrıca, SBKP’de ve SSCB’de yeni tipten modern revizyonist karşı–devrimin 1956’da politik iktidarı gasp etmesinden sonra, ÇKP’nin Uluslararası Komünist Hareket’teki rolü konusundaki tasfiyeci revizyonist görüşler de eleştirilmelidir. Eleştirilmesi gereken tasfiyeci revizyonist analizler hem iç, hem de küresel alanda devrimci ve komünist hareketi ciddi bir şekilde etkilemektedir.
“İnanacak olursak, 20. Kongreyi onaylamış olmasına karşın, Çin ile SSCB arasında siyasal ittifaka dayanan Deklarasyon’a “Marksist devrimci eğilim”in mücadelesi damgasını vurmuştur. ÇKP’nin de Uluslararası Komünist Hareket’in yaşadığı kriz ve iç mücadeledeki duruşu, iç mücadeleye konu olan sorunlardaki teorik ve politik tavrı “Marksist devrimci eğilime” denk düşer*. (*Neden örneğin ‘Marksist–Leninist devrimci eğilim’ değil de sadece ‘Marksist devrimci eğilim’?!!! Post–modernizm ve post–Marksizmin, Leninizm’i, Leninist kavramını unutturmak için özel bir baskı örgütlediği son çeyrek yüzyılda, kendi öz literatürümüze sıkı sıkıya bağlı kalmamak, ‘Marksizm’, ‘Marksist eğilim’, bilmem ne Marksist kurumu, Marksist teori vbg. kavramlarla yetinmek, açık ki küreselleşmeci ideolojik liberalleşmeden, tasfiyeci oportünizmden çok ciddi bir etkilenmeyi, ideolojik yıpranmayı ve gerilemeyi ifade etmektedir. Yani bu, rastlantıyla ortaya çıkan bir tavır değildir! Özelde buna dikkat çekmek gerekmektedir.) Modern revizyonizmle ÇKP arasındaki mücadele, iki çizgi, burjuva revizyonist çizgiyle Marksist–Leninist çizgi arasındaki mücadeledir.1950’lerin ikinci yarısında başlayan ayrışma ve parçalanmanın temelinde iki çizgi mücadelesi durmaktadır. ÇKP ve AEP’in temsil ettikleri devrimci çizgi karşısında SBKP/ Kruşçev’in gerici modern revizyonist çizgisi durmaktadır. ‘Halkın partisi’, ‘halkın devleti’, vb. revizyonist teorilerine karşı mücadele eden ÇKP ve AEP’in tavrı teorik bakımdan Marksist, ideolojik ve politik bakımdan ise devrimcidir. ÇKP ve AEP’in bu revizyonist teorilere karşı mücadeledeki tavrı, egemen revizyonist kliğin SBKP’yi işçi sınıfının çıkarlarından koparma gerici yönelim ve programını, emperyalizmle uzlaşma çizgisini reddeder vb.
“Peki, gerçek durum nedir?” (s. 530)
 “ÇKP’nin niteliği hakkında söylenenler net değildir. Kimi yerde ‘Oysa 20. Kongreyi onaylamamasına karşın, Çin ile SSCB arasında siyasal ittifaka dayanan Deklarasyona Marksist devrimci eğilimin mücadelesi damgasını vurmuştur.’ deniliyor. Kimi yerde ‘Diğer yandan daha sonraki gelişimi ne olursa olsun ÇKP’nin de uluslararası komünist hareketin yaşadığı kriz ve iç mücadeledeki duruşu, iç mücadeleye konu olan sorunlardaki teorik ve politik tavrı Marksist devrimci eğilime denk düşer. ÇKP’nin devrimci eğilim içerisinde yer alması tesadüfi bir durum olarak kabul edilemez.’ deniyor. Kimi yerde ‘Kuşkusuz 1950’lerin ikinci yarısında başlayan ayrışma ve parçalanmanın temelinde iki çizgi mücadelesi durmaktadır. ÇKP ve AEP’in temsil ettikleri devrimci çizgi karşısında SBKP/ Kruşçev’in gerici modern revizyonist çizgisi durmaktadır. ‘Halkın partisi’, ‘halkın devleti’ revizyonist teorilerine karşı mücadele eden ÇKP ve AEP’in tavrı teorik bakımdan marksist, ideolojik ve politik bakımdan ise devrimcidir.’ deniliyor. Kimi yerde, ilerlemeye devam eden Çin devrimi ‘büyük ileri atılım’ın motivasyonuyla sosyalizmi kurma denemesi yaşamaktadır.’ deniyor.
“Belli bir sorunu tartışırken bu değerlendirmeler yapılmasına karşın, saptamalar genel ifadeler biçiminde de geçebiliyor. Bu saptamalardan ÇKP’nin komünist bir parti, Çin Devrimi’nin anti–emperyalist demokratik devrimden sosyalist devrime geçerek, ‘sosyalizmi kurma denemesi’ni yaşadığı sonucu çıkıyor. ‘UKH’nın yaşadığı kriz ve iç mücadeledeki duruşu, iç mücadeleye konu olan teorik ve politik Marksist devrimci eğilime denk’ düştüğü vs. değerlendirmeleri kendi içinde bir iç tutarlılık ama oportünist bir tutarlılık taşıyor ve yukarıdaki eleştirel değerlendirmemizi doğruluyor. Kanımızca bu duruş ve değerlendirmeler, ilkesizdir ve ideolojik uzlaşıcılığa, tasfiyeciliğe denk düşüyor. Oportünizm burada orta yolculuk biçiminde ortaya çıkıyor ve oportünizm zehirini komünist harekete yayıyor. Bunun da rastlantı eseri olarak ortaya çıkmadığını, aksine, sosyalizm sorunlarında komünist hareket içerisinde çoktan beridir ortaya çıkarak komünist hareketi silahsızlandıran, ‘dogmatizme’, ‘teorik tutuculuğa’, ‘muhafazakarlığa’ karşı 21. asrın sosyalizmini vs. üretme, teoriyi yenileme, deneylerden öğrenme sloganlarının ardına gizlenmiş olan ve komünist hareketin programının 20. asra ait olduğu, ‘ideolojik çerçevesinin’ aşıldığı türünden açık oportünist saptama ve eleştirilerle süregelen tasfiyeci oportünist sapmanın bir tezahürüdür. Bu sapmanın belgeli ortaya çıkmış olması sanırız yeni bir durumdur ve söz konusu sapmanın harekette yarattığı tahribatın çapının değişik biçimlerde etkili olduğunu gösteren bir örnektir.
“60 Deklarasyonu, Marksist–Leninist bir belge değildir. İşin bu yanını ayrıca ele alacağımızdan şimdilik geçiyoruz. 20 Kongre ve Kruşçev modern revizyonizmi karşısında AEP ve ÇKP’nin duruşu da aynı değildir. Tasfiyeci revizyonist zihniyet bunu da kavrayamıyor ve uzlaşıcı oportünist bir değerlendirme yapıyor. Bu gerçekleri de kavramıyor ve orta yolculuk olarak yansıyan oportünist bakış ve duruş burada da göz çıkarıyor.
“ÇKP ve AEP’i asgari müştereklerde birleştiren temel olgu, devrimciliktir. Ama bu devrimcilik tek tip bir devrimcilik değildir. Çünkü AEP Marksist–Leninist devrimciliği, proletarya sosyalizmini temsil ederken, ÇKP ve Maoizm’in devrimciliği küçük burjuva devrimci–demokrasisini temsil etmekteydi. ÇKP, Marksizm–Leninizm’den güçlü bir şekilde etkilenmiş olmakla birlikte Marksist– Leninist bir parti değildi. Sovyet modern revizyonizmiyle AEP arasındaki çizgi farklılığı, yeni burjuvaziyle proletarya, kapitalizm ile komünizm arasındaki çizgi farklılığına tekabül etmekteydi. Sovyet modern revizyonizmiyle ÇKP ve Çin Devrimi arasındaki çizgi farklılığı ise devrime ihanet, devrimleri tasfiye etme çizgisiyle devrimcilikte ısrar, devrimden, devrimlerden yana tavır takınma, Çin somutunda devrimci–demokratik diktatörlükte ve anti–emperyalist demokratik halkçı devrimin kazanımlarını koruma ve devrimi derinleştirmede ısrar çizgileri arasındaki farka tekabül etmekteydi. Oysa tasfiyecilik, bu temel gerçeği yok saymakta, üstelik ‘devrimcilik’ ve ‘Marksist devrimci eğilim’, ‘ÇKP’nin devrimci eğilim içinde yer alması’, ‘ÇKP ve AEP’in temsil ettikleri devrimci çizgi’ gibi nitelemelerle iki partiyi aynı kefeye koyduğu gibi, aynı zamanda bu kavramlarla oynayarak sorunu belirsizleştirmeye de hizmet eden bir tavır içerisine de kaymaktadır. Ama bu yöntem tehlikeli ve hiçde ilkeli arı–duruluğa hizmet etmeyen bir yöntemdir de. Belirsizlik, çok uçlu anlatım, ilkesel ayrılıklar arasındaki temel farklılığı örtüleme girişimi, ne zaman ve nerden gelirse gelsin oportünizmdir.” (age., s. 533-534-535)
Evet, bir bilim, bir ideoloji, proletaryanın kurtuluş harekatının teorisi olarak Marksizm-Leninizm üç bileşeni alanında da geliştirilmeli, zenginleştirilmelidir. Fakat bu çalışmayı Marksizm öncesi sosyalizm teorilerine dönerek başaramayız. Bunu, emperyalizm ve proletarya devrimler çağındaki oportünist, revizyonist, reformist akımlara dümen kırarak yapamayız. Bu büyük devrimci görevi post’lu akımlara, onun bir biçimi olan “Ezilenlerin Marksizmi”ne dayanarak da gerçekleştiremeyiz. Bu akımların ıskartaya çıkmış teori ve tezlerini, eleştirilerini, pratiklerini rehber alarak bu, başarılamaz. Bu akımların teorik ve pratik duruşlarının sunduğu ve sunabileceği hiçbir komünist şey yoktur. Hiçbir zaman unutmamalıyız ki, “Eğri cetvelden doğru çizgi çıkmaz!” Marksizm-Leninizm’in ve Uluslararası Komünist Hareket’in tarihi bu bakımdan zengin ve derin derslerle doludur.



27 Kasım 2012 Salı

SSCB’de Kapitalizmin Restorasyonunun İktisadi Temelleri ve Evrimi; İki Dönem, İki Tablo



        SSCB’de Kapitalizmin Restorasyonunun İktisadi Temelleri ve Evrimi; İki Dönem, İki Tablo
56 dönemeci ile birlikte politik iktidarı ele geçiren yeni burjuvazi, iktisadi programını da yürürlüğe koydu. Sosyalist ekonomiyi tasfiye ederek yerine yeni tip bir kapitalist ekonomi kurma amacı yeni burjuvazinin ekonomik programının özü ve hedefiydi. 70’li yıllara gelindiğinde revizyonist burjuvazi bu amacına ulaşmış bulunuyordu. Yeni burjuvazi, kapitalist restorasyon programını “komünizme geçiş” demagojisiyle örterek yürürlüğe koydu. Bu programını adım adım geliştirerek ve Stalin döneminin Marksist-Leninist çizgisini mahkum ederek ve bütünlüklü bir kopuşla gerçekleştirdi. Stalin yoldaşın, “Sosyalizmin Ekonomik Sorunları” eserinde mahkum ettiği her şey, yeni dönemin yükselen değerlerini ve pratiğini oluşturdu. “Lenin’e dönüş”, “putlaştırma dönemine”, “dogmatizme” karşı mücadele kamuflajı altında, tekelci devlet kapitalizmi ve sosyal emperyalizm inşa edildi. Sosyalizm maskesi giydirilmiş kapitalist emperyalizmin inşası ile birlikte, kapitalizme has bütün toplumsal kötülükler yeniden hortladı ve sosyalizm adına derin tahribatlar yarattı. Böylece, kapitalizmin restorasyonunda uluslararası sermayenin aktif desteğini almış olan yeni burjuvazi, emperyalist burjuvazinin ve bağlaşıklarının eline, revizyonist/kapitalist sistemin tüm zaaflarını sosyalizm olarak gösterme ve emekçi kitlelere, işçi sınıfına pazarlama imkanını da alçakça sunmuş oluyordu.
Stalin’in önderlik ettiği dönemde sosyalizm başarıyla inşa edilirken, devrimci atılımlar birbirini kovalar ve tarihi zaferler kazanılırken, kapitalist restorasyon süreciyle birlikte bu tablo tersine döndü. Aşağıdaki tablo, bu olguyu çarpıcı bir şekilde gözler önüne sermektedir.

Sovyet Plan Dönemlerinde Gerçekleştirilen Yıllık Büyüme Hızı (%)
                                 1966-70                 1971-75           1976-80              1981-84
Ulusal Gelir                   7.7                            5.7                   4.2                     3.1
Sanayi Üretimi    8.5                           7.4                   4.4                     3.6
Tarım Üretimi               3.8                            2.4                    1.7                    1.1
Yatırımlar                     7.6                             7.0                    3.4                   3.1
Emek Verimliliği           6.3                             4.5                    3.1                   2.4
Kişi Başına Gelir          5.7                             4.3                    3.3                   1.7
(G. Altınoğlu, Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa NEREDEN NEREYE?, s. 26, Sun Yayıncılık)
Görüldüğü gibi, kapitalist restorasyonun özellikle hızlandığı 1965 “reformları”ndan sonraki süreçte, bütün ekonomik göstergeler baş aşağı gitmiştir.
“Çin kaynakları ise, SB’deki yıllık milli gelir artış hızındaki düşüşü şu tabloyla saptıyorlar:
1950’lerde       % 10.30
1960’larda             6.85
1970’lerde             4.90
 1981                     3.20
 1982                     2.60
(D. Perinçek, Stalin’den Gorbaçova, s. 74)
Bu tablo da kapitalizmin restorasyonu sürecine girildikten sonra SB’de, ekonominin nasıl gerisin geriye gittiğini yansıtmaktadır.
Değişik kaynaklardan da incelendiğinde görülecektir ki, SSCB ekonomisi 60’lar sonrası gittikçe gerileyerek baş aşağı gitmiştir. 60 öncesi başarılı bir iktisadi gelişim süreci vardır ve bu başarı, sosyalizm dönemine aittir. 60 sonrası ise, başarısız ve sorunları katlanarak büyüyen bir iktisadi tabloyla karşılaşıyoruz; bu başarısızlığın ana nedeni yeniden inşa edilen kapitalizmdir.
“Stalin’in Tarım Bakanı” İvan Aleksandroviç Benediktov gazeteci V. Litov’un bir sorusunu yanıtlarken şunları söyler:
“ ‘Muhafazakarlığım’ ve ‘dogmatizmimle’ sizi düş kırıklığına uğratmaktan korkarım. Ben daima, bizde 1960’ların ortalarına kadar geçerli olan ekonomik sistemin bugün de yüksek ve istikrarlı büyüme hızını, verimlilik ve kaliteye doğru ısrarlı bir yönelimi ve bunun doğal bir sonucu olarak geniş emekçi katmanların refahını sürekli arttırmayı sağlayabileceğini düşündüm ve bugün de öyle düşünüyorum. Elbette hayat böyledir; bazı şeyleri değiştirmek ve yenilemek gerekiyordu. Ancak bu sadece ikincil dereceden ayrıntılara ilişkindir, bir bütün olarak ise birçok ekonomistin lanetlediği ‘Stalinist sistem’, sizin doğru bir biçimde tespit ettiğiniz gibi, yüksek etkililik ve yaşamsallığa sahip olduğunu kanıtladı. Bu sistem sayesinde 50’li yılların sonuna doğru Sovyetler Birliği dünyanın ekonomik ve toplumsal anlamda en dinamik ülkesiydi. Önde gelen kapitalist devletlerle arasındaki aşılmaz görünen geri kalmışlığını emin bir biçimde azaltmış ve hatta bilimsel-teknik ilerlemenin belli bazı kilit noktalarında öne fırlamış bir ülkeydi. Uzay ve atom enerjisinin barışçıl kullanımı alanındaki kazanımları, temel bilimlerdeki başarıları hatırlamak yeterlidir.” (Stalin ve Hruşçov Hakkında, İvan Aleksandroviç ile Söyleşi, V. Litov, s.10-11)
F. Çuyev, “Çekoslovakya’daki olaylardan, olayların nedenlerinden, ekonomideki ağır durumundan konuşmaya başladık.” der ve Molotov’un sözlerini şöyle aktarır:
“-Bizde böyle bir şey olmadı diye düşünüyorum, dedi Molotov. Çünkü biz şimdi derin bir ekonomik çukurun içinde bulunuyoruz. Bu çukurdan çıkış yolu, fiyatların arttırılmasından geçmiyor. Bence sosyal ilişkilerin değiştirilmesi gerek. Komünistlerin aldıkları en yüksek parti maaşlarından işe başlamalı. Bunun ülke için çok büyük maddi ve manevi anlamı olacaktır. Mesele şu ki, hala MK’da bile Hruşçovlar üstün durumdalar. Stalin’in ölümünden sonra Stalin zamanında biriktirdiğimiz rezervler sayesinde hayatta kalmıştık.
“-Stalin’e! dedi Molotov ve kadehi tabağa vurdu. Çünkü onun omuzlarında taşıdığı yükü hiç kimse taşıyamazdı, hiç kimsenin ne siniri, ne de gücü buna yeterdi! 18.12.1970” (Molotov Anlatıyor, s. 546, iba.)
Gerek Molotov’un, gerek Benediktov’un yukarıdaki değerlendirmesi, gerekse de bu önemli röportaj boyunca yaptığı açıklamalar, açıkça, 1960 öncesi ile sonrası arasındaki farklılığı görmemiz bakımından önemli bir kaynak işlevi görmektedir. Birinci dönemde gelişen, yükselen, işçi ve emekçilerin yaşam düzeyini yükselten bir ekonomi, ikinci dönemde ise, duraklayan, giderek gerileyen, kapitalizme has hastalıklarla hasta bir ekonomi gerçeğine tanık oluyoruz. Geçerken hatırlatalım, Benediktov, Kruşçevizm süreciyle birlikte giderek gözden düşmüş ve kızağa çekilmiş “Stalinist”lerdendir.
“Sosyalist sistemin bilimsel-teknolojik devrimi” yakalayamadığı ve geride kaldığı için yıkıldığı ya da yıkılmasının başta gelen nedenlerinden biri olduğu çözümlemesi de yapılıyor yaygın bir şekilde. Bu isimlerden birisi de Henri Lefebvre’dir.
“Stalinizm”i “kaba-saba bir dogmatizm” olarak tanımlayan, Stalin için; “utanmasız, sıkılmasız biriydi, ama savaşı kazandı. Zorba ve muhteşem, büyük bir siyasal şefti. Önüne koyduğu hedefi ısrarla kovaladı: Rusya’yı kapitalizme ve emperyalizme direnmeye muktedir büyük bir devlet statüsüne kavuşturma amacındaydı.”, diyen Lefebvre, “50’li yılların kargaşa” getirdiğini belirtir. (Yaşamla Söyleşi, Sosyalizm, Günlük Yaşam, Ütopya, s. 44, 45, Belge Yay.) Lefebvre, “En şaşırtıcısı, sürekli tersinin açıklanmasına karşın, öyle görünüyor ki, sosyalist ülkelerde teknik yaratıcılık azalmaktadır…” (age. s. 19), Sosyalizmin teknolojik reformlar üretmek ve bunlardan etkilenmek konusunda devam eden yetmezliği çağımızın temel sorunudur.” (age. s. 20) saptamasında bulunuyor.
“Stalinizm”i dogmatizm ve diktatörlük olarak tanımlayan, Kruşçevizm’i destekleyen ama Titoculuk gibi tutarlı olmamakla vs. vb. “eleştiren”, “SBKP’nin XX. Kongresi’nden önceki metodlara dönüş, Stalinciliğin yeniden canlandırılması politikasına verilecek en küçük taviz komünist partileri iflasa götürecektir.” iddiasında bulunan ve Brejnev’le birlikte “Stalinciliğe geri dönüldüğünü”, resmen olmasa bile “fiilen Stalinciliğin” itibarının geri verildiğini savunan Garaudy da, SSCB’nin “bile ekonomik, bilimsel, teknik alanlarda yer kaybına başla”dığını, “Bu gerileme”nin “1960’ların sonlarına rastla”dığını belirtmektedir. Garaudy, SSCB’nin bilimsel teknik devrimin gerisinde kalarak kendini yenileyemediğini düşünmekte ve eleştirmektedir. (Bkz. Sosyalizmin Büyük Dönemeci, Milliyet Yay.)
Evet, yeni burjuvazinin iktidar dönemi ile, kapitalizmin yeniden restorasyonu ile “sosyalist sistem” “bilimsel-teknik devrim”in gerisinde kalmış, ABD önderliğindeki kapitalist/emperyalist kamp, SSCB’yi ve SSCB önderliğindeki “sosyalist kamp”ı ezerek geçmiştir. Bu bir gerçektir. Fakat burada, geride kalan sosyalizm değildir. Geride kalan, aşılan ve emperyalist dünyanın bilimsel-teknik gücüne de yenilen açık ve kesin olarak modern revizyonist burjuvazi ve sosyal emperyalist sistem ve kamptır. Sosyalizm, Stalin döneminde, ekonomik, siyasi, askeri, bilimsel ve teknik alanlarda kapitalizm karşısındaki üstünlüğünü kesin olarak kanıtlamıştır. Nitekim gerek emperyalist dünyanın, gerek modern revizyonist dünyanın, gerekse de yolunu şaşıran, gerici, revizyonist ve Troçkist psikolojik harp yalan ve demagojisinden etkilenen aydınlar, bilimsel ve teknik alanda SB’nin geri kalma sürecine girmesini ve gerilemesini, giderek yenilmesini 60’lar sonrası üzerinde tartışarak temellendirmeye çalışıyorlar. Açık ki, kapitalizmin restorasyonu sürecini ve sosyal emperyalizm gerçeğini “sosyalizm” olarak gören ve göstermeye çalışanlar, tümüyle barikatın diğer tarafında mevzilenerek konuşmaktadırlar. Tarihsel gerçekler de bunu açıkça ortaya koymuştur… Stalin öncesi ve Stalin sonrası tabloların karşılaştırılmasında da bu gerçekler arı ve durudur.
Stalin’i her türden emperyalist ve Troçkist iftiralara sarılarak ve üreterek mahkum eden Kruşçevciler ve ardılları Stalin’in önderliği döneminde yaratılmış güçlü sosyalist ekonominin, bilimsel-teknik ve askeri gücün mirasın üzerine yatmanın ve yemenin ötesinde, gerçekte, ona yeni bir şey de katmış sayılmazlar; tabii ki sosyalizmi tasfiye etmelerini saymazsak!
Benediktov, Stalin’in sosyalizmin ekonomik inşası politikasının doğru olduğunu ve harikaların yaratıldığını ama bu politikadan kopulduktan sonra, ekonominin gerilemeye başladığını, “halkın yaratıcı güçleri”nin “yorulduğunu”, böylece “o zaman biz düzenli olarak yurt dışından tahıl ve başka gıda maddeleri alma, çok keskin bir temel ihtiyaç malları kıtlığına, hizmet sektöründeki tufan öncesi duruma ve bilimsel teknik alanda Batı’dan gitgide artan bir biçimde geri kalma rezaletine düştük.” (age., s. 26) der. Onun şu değerlendirmesi de sosyalizm dönemi ile yeni tip burjuvazinin ve modern revizyonist iktidar dönemi arasındaki farklılığa ışık tutmaktadır:
“Sovyet bilimini dünyada öncü konumlara getiren özgün okulların çoğu bazı gazetecilerin ve edebiyatçıların lanetlediği Stalin döneminde oluştu ve güçlendi. Bunların çiçek açması 50’lerin sonu ve 60’ların başına denk gelir, bundan sonra her şey yavaş yavaş gerilemeye başladı…” (age., s. 50, iba.)
Stalin döneminde SSCB işçi ve emekçilerini sömüren bir zenginler sınıfı yoktu. Ama sonrasında yeni bir zengin sınıf (yeni tip burjuvazi) süreç içerisinde oluştu ve piramidin tepesine oturdu. Şubat 1990 tarihinde SBKP üyesi olan Nina Andreyeva ile Le Figaro gazetesinin yaptığı röportajda sorulan bir soruyu Nina’nın verdiği yanıtı aşağıya aktarıyoruz.
Le Figaro: Çok particiliğe geçiş aynı şekilde sosyalizme bir ihanet midir?
N. Andreyeva: Bu bir burjuva düşüncedir. Şaşırmamak gerekir. Zira burjuvazi SB’de yeniden bir sınıfa dönüştü. Ülkemizde 150 bin milyoner var, hatta bazıları mülti-milyoner. Ve her sınıf gibi burjuvazi de politikasını yasallaştırmanın yolunu arıyor. Bu şu anda çok particiliğin yürürlüğe konması ile yapılmaya çalışılıyor.” (iba.)
Bu sözler ve tahlil tekrar tekrar okunmalı ve üzerinde düşünülmelidir. SSCB ve SBKP henüz dağılmamıştır ama Gorbaçov reformlarıyla bu sürece girilmiştir. 1956 dönemeciyle içerisine girilen sosyalizmin tasfiyesi ve kapitalizmin restorasyonu ile 150 bin milyoner ve mülti-milyoner yaratılmıştır. Doğaldır ki bu sınıf, tekelci devlet kapitalizminden klasik kapitalist biçimlere geçişi dayatmış, nitekim bilindiği gibi hedeflerine de ulaşmıştır. Kuşkusuz ki revizyonizm ve orta yolcu oportünizm bu gerçeği hiçbir zaman anlayamamıştır. SSCB’de sosyalizmin yıkılışı ve tasfiyesini, kapitalizme dönüşümünü daima SSCB’nin dağılışı ile anmaya, analiz etmeye devam edegelmiştir.