“EZİLENLERİN
MARKSİZMİ”, “MEZHEPÇİ MARKSİZM” ÜZERİNE
“Neo-liberalizm”, emperyalist kapitalizmin
yeni tip “paradigma”sıdır. “Neo-liberalizm”, yeni tip emperyalist tekeller olan
uluslararası tekellerin hegemonyasını ve saldırı harekatını dile getiren “paradigma”nın
adıdır. Post-modernizm ise, “neo-liberalizm”in ideolojik görünümlerinden birisidir.
“Neo-liberalizm”den bağımsız, onunla içsel bir bağı olmayan bir
“post-modernizm”den bahsedilemez. “Neo-liberalizm”in “sol”, “solcu” görünüm
içerisinde ortaya çıkan türevlerinden birisidir. “Sol”dan neo-liberalizmin bir
yeniden üretimidir. Maddi temeli, emperyalist dünya sistemidir. Sınıfsal
temeli, burjuvazi ve küçük burjuvazidir. İdeolojik temeli, burjuva ideolojidir.
Felsefi temeli, idealizmdir. Post-modernizm, kaskatı teorik-ideolojik
gericiliktir. Tarihsel arka planı ya da kökleri geçmişe uzansa da “Küreselleşme”
ve “sosyalizmin yenilgisi” koşullarında uluslararası sermayenin
gereksinmelerine yanıt veren bir tarihsel, sosyolojik olgu ve akımdır.
Post-modernizm için önemli olan dünya burjuvazisinin ideolojik ve siyasi hegemonyasının
dünya proletaryası ve ezilen halklar nezdinde daha etkin meşrulaşması ve bu
meşruiyetin daha işlevsel bir yeniden üretimidir. Onun tarihsel ve güncel
misyonu burada somutlaşmaktadır.
“Post-Marksizm”
ise, post-modernizmin, iğreti de olsa, kendisini “sosyalist”, “Marksist” olarak
lanse etmesinin öteki adıdır. Post-modernizmden bağımsız, ona aykırı, onunla
çelişkili bir post-Marksizmden bahsedilemez. Yani, al birini vur ötekine… İnanacak
olursak, post-modern zamanlarda yaşıyoruz, eh, bu durumda da post-modern
zamanlara/çağa uygun bir de post-Marksizm gerekli ve kaçınılmazdır. Kuşkusuz ki
bu “Marksizm” dinazorlar (!) çağının, yani Marks-Engels’in Marksizm’i,
Marks-Engels-Lenin’in Marksizm-Leninizm’i olmayacaktır, olmamalıdır. Olması
gereken bu sözde yeni Marksizm, onların, Uluslararası Komünist Hareket’in
tarihinin, proletarya devrimlerinin, sosyalizmin inşasının ve kazanımlarının
reddiyesi temelinde yükselen bir “Marksizm”, yani bir “post-Marksizm”, yani “Ezilenlerin
Marksizmi” olmalıdır.
İşte,“Ezilenlerin Marksizmi” (ve “Mezhepçi
Marksizm”) olarak ifade edilen ya da edilmeye çalışılan “şey”in kendisi, post-modernizme
dayanan post-modernizmin ve post-Marksizmin ideolojik formlarından birisidir.
Dahası, “Ezilenlerin Marksizmi”, “mezhepçi Marksizm” teorileri ve propagandası
post-Marksizmin kendisidir. Bu akıntının şu ya da bu bölüğünün kendisini sözde
post-modernizmden, post-Marksizmden ayırma iddiası demagojiktir,
manipülatiftir, oportünizm ve tasfiyeciliğe has bir manevradan ibarettir sadece.
“Ezilenlerin Marksizmi”, “Mezhepçi Marksizm” teorisi ya da teorileştirmeleri,
post-modernizmin, post-Marksizmin diğer renkleri ya da türevleridir. Bu ilkesiz,
belkemiksiz, her duruma uygun şekil alma yeteneği taşıyan akıntı, tüm
renkliliğine, görüntüde birbirine aykırı söylemine karşın, son tahlilde, aynı
felsefi, teorik, ideolojik içerikte birleşmektedir. Başlıca işlevi,
Marksizm-Leninizm’i tasfiye etmek, devrimci proletaryanın tarihsel ve güncel
devrimci rolünü yadsımaktır. Söz konusu tasfiyeci akımın temel karakteristiği,
uluslararası sermayenin devrime, sosyalizme, Marksizm-Leninizm’e karşı
yönelttiği sistematik ideolojik saldırının dolaylı ama açık mızrağı olmaktır.
Unutmamak gerekir ki, papaz ve cellat sermayenin iki temel etkin silahıdır.
Post’lu akım ve akıntı, emperyalist dünyanın papazıdır. Ve papaz, bin bir biçim
ve kimlik içerisinde ortaya çıkan ve işlevini oynayan papazcılıktır. Tıpkı, Negricilik
gibi… Bugün en kaba biçimleriyle post-modernizm, dönemin moda akımı olmaktan
çıkarak inişe geçmiştir. Ama bu, yanıltıcı olmamalıdır. Çünkü post’lu akımın
zayıflamaya başlaması, onun daha inceltilmiş, giderek daha kızıl biçimler
alarak ortaya çıkmasına, etki gücünü değişik biçimlerde üreterek uluslararası
proleter devrime karşı mücadele etmesine yol açmaktadır…
Aşağıda, yayınlanmış olan iki kitabımda yer
alan “post-Marksizm”, “Ezilenlerin Marksizmi”, “mezhepçi Marksizm” üzerine
yapılmış olan eleştiri ve değerlendirmelerden yararlanarak hazırlamış olduğum yazıyı
yayınlıyorum.
I. BÖLÜM
Marksizm-Leninizm’in yerine ikame edilmeye çalışılan
“Ezilenlerin Marksizmi”, proletaryanın yerine ikame edilen “ezilenler” post-Marksizmin
tipik bir ideolojik saldırısıdır. Gerçekte bu, aynı tasfiyeci revizyonist
teorinin ve ideolojik saldırının birbirini tamamlayan iki yönüdür ya da iki
görünümüdür. Konu bağlamında bu olgu, diğer şeylerle birlikte kitapta şöyle
vurgulanmıştır:
“Teslimiyet, döneklik, tükenmişlik
‘elveda devrim, sosyalizm, proletarya ve Marksizm-Leninizm’ sloganlarının
eşliğinde, ‘yenilgiden ders çıkarma’ bayrağı altında da bukalemun gibi
gizlenmeye çalışıldı. Sözde Marksizm, Marksizm-Leninizm, sözde sosyalizm ve
devrim adına ortaya çıkmaya devam eden postmodern ve postMarksist yeni tip
tasfiyeciler ve onların ideolojik yörüngesine kapılmış güçler, proletaryanın
yerine ‘ezilenler’i ve Marksizm-Leninizm’in yerine ‘ezilenlerin Marksizmi’ni
geçirmeye; sosyalist/komünist/devrimci birlik adına ‘Marksizm’ ve ‘sosyalizm’
tabanı üzerinde üzerinde duran sosyal reformist kuvvetlerin birliğini
çıkarmaya, devrimci ve komünist hareketi asimile edebilmek için bu bataklığa
çekmeye ve bayraklaştırmaya başladı. Artık eski ideolojik ayrılıkların
önemsizleştiği veya aşıldığı gerici propagandası fütursuzca yapıldı. Devrime ve
sosyalizme bağlı kalmaya devam edenler ise ‘dogmatik’, ‘muhafazakar’, ‘dinazor’,
‘anakronik’ ilan edildi.” (Hasan Ozan, Emperyalist Küreselleşme ve Dünya
Devrimi- Değişen Ne?, s. 17, Akademi Yayın)
Kendilerini “Marksist”, “Marksist-Leninist” olarak
tanımlayan çevre, grup ve partileri “Marksist”, “Marksist-Leninist” olarak
kabul etmek; değişik renkleriyle bu tabloyu “Marksizmin”, “Marksizm-Leninizmin” bir “çeşitlilik”
olmasına bağlamak; bu akım, grup, parti ve çevrelerin her birini “Marksizmin”
birer mezhebi ilan etmek, yeni bir durum değildir ya da 1980’ler sonrası ortaya
çıkan yeni bir olgu değildir. Söz konusu durumu yeni bir durum olarak lanse
etmek tarihsel gerçeğe aykırıdır. Öncelikle kendisine “Marksist” diyenleri
“Marksist” kabul etmek ve bunları “Marksist” görmemenin Marksizm’e aykırı (!) olduğunu
ilk ileri süren Bernstein’dir. Bilinir, Bernstein revizyonizmin babasıdır. Ki, tarihsel
deneyimin çok çarpıcı bir şekilde kanıtladığı gibi, rehberi “reelpolitiker” Bernstein
olanların burnu ise bataklıktan hiçbir zaman çıkmamıştır… Aşağıda aktardığımız eleştirilerden
de görüleceği gibi, Kruşçev-Brejnev modern revizyonizmini vb. akımları
“Marksizmin”, “Marksizm-Leninizmin”, “sosyalizmin” bir biçimi ilan etmek
post-Marksizmin de Bernstein’ın yolundan ilerlediğini göstermektedir:
“Bir dizi tasfiyeci revizyonist, orta yolcu oportünist,
postmarksist tarafından ‘sosyalizmin bir eğilimi’. ‘sosyalizmin bir çeşidi’, ‘Marksizm-Leninizm’in
bir eğilimi’, ‘Marksizm-Leninizm’in bir çeşidi’,’Marksizm-Leninizm’in tabanında
duran sosyalist bir eğilim’ olarak tanımlanan, kavranan gerici modern
revizyonist ihanet akımının ve bileşenlerinin sınıf hareketi içerisinde
oynadığı gerici rolün de işçi sınıfı hareketinin devrimcileşerek
proleter devrimci bir eksende gelişmesini önlediğini veya bu
temelde hareketin önünü kesen temel etkenlerden birisini oluşturduğunu,
burada, ayrıca hatırlatmak ve vurgulamak isteriz.” (age., s. 298)
“Ezilenlerin Marksizmi” de içinde olmak üzere Post’lu
akımlar Marksizm-Leninizm’i ve proletaryanın varlığını yadsıyarak komünist
harekete karşı mücadele etmiştir ve etmektedir. Proletaryanın yerine geçirilen “ezilenler”
teorisi ve pratiği de bunu kanıtlamaktadır. Alıntıda vurgulandığı gibi asli
görevimiz şudur:
“İçerisinde geçtiğimiz
tarih kesitinde, devrim ve sosyalizmin nesnel ekonomik ve toplumsal koşulları
çok keskin bir biçimde olgunlaşmış bulunuyor. Tarihin bu kesitinde, devrimci
komünist önderliğin önemi daha fazla artmış ve çözümünü de keskin bir biçimde
dayatmıştır. Her adımımıza, gerek ulusal, gerek bölgesel ve gerekse de
uluslararası alandaki her adımımıza bu temel stratejik ve taktik sorun
damgasını vurmalıdır... Ezilenlere değil ama kesin olarak İşçi sınıfı
hareketine dayanan ve öteki emekçi sınıf ve tabakaların ve ezilenlerin
mücadele dalgasını kucaklayan bir önderleşme hattında
derinleşmeye ve yetkinleşmeye gereksinim duyulmaktadır. Sınıflar mücadelesinde
çekim merkezi olan; milyonları, on milyonları kucaklayıp mevzilendiren ve
seferber eden bir parti inşa edilmelidir. Uluslararası alanda da, aynı hatta,
yeni tipten bir komünist enternasyonal kurup geliştirmeye de gereksinim vardır.
Ha demekle bunun mümkün olmadığını hepimiz bilmekteyiz. Ama açık ki, bu
görevler, yalnızca ilkesel, stratejik ve programatik açıdan değil,
pratik-siyasal öneminden dolayı da çözülmesi ve başarılması gereken yaşamsal
görevlerdir. Niteliği, aklı, deneyi, yeteneği, cesareti, yaratıcılığı tek bir
önderlik ve savaş çizgisinde daha fazla sentezleyerek tarihin ve çağımızın
çağrısına yanıt vermemiz gerekiyor.” (age., s. 334-335)
Marksizm’in ortaya çıkmasından bu yana geçen tarihsel
kesitte proletaryanın tarihsel devrimci komünist rolünü yadsıyan değişik renk
ve tonlarıyla bir akım daima var olagelmiştir. Diyelim ki bugün proletaryanın
yerine geçirilmeye çalışılan “ezilenler”, “çokluk” teorileri, daha önce de farklı
tezlerle, farklı formülasyonlarla farklı biçimlerde savunulmuştur. Aşağıdaki
eleştiri de bunu dillendirmektedir.
“Proletaryanın ve onun tarihsel devrimci rolünün açık ya
da gizli red ve inkarı, öteden beri Marksizm-Leninizm’le her türden
anti-proleter, anti- Marksist-Leninist akım arasındaki ilkesel ayrılığın ana
ayıracı olagelmiştir. Devrimci proletaryanın yerine ‘yoksullar’ın, devrimci
proletaryanın yerine aydınların, devrimci proletaryanın yerine ‘ezilenler’in,
devrimci proletaryanın yerine ‘çalışanlar’ın geçirilmesi; duruma göre birinin
ya da ötekinin geçirilmesi, geçmişten beri süregelen bir olgudur. Proletaryanın
burjuvalaştığı, proletaryanın orta sınıfa dönüştüğü, proletaryanın yeni
teknolojilerle gereksizleştiği vb. gibi ideolojik saldırılar, burjuvazinin ve küçük
burjuvazinin işçi sınıfına ve Marksizm-Leninizm’e karşı ideolojik ve siyasi
saldırılarından başka bir anlamı bulunmamaktadır.
“Emperyalist küreselleşmenin son birkaç on yılda
doludizgin gelişimi, başını SB’nin çektiği kapitalist/revizyonist sistem ve
kampın çöküşü, dünya devriminin dibe vurması, elektronik teknolojisindeki
sıçrama, hizmet sektörünün kapitalist maddi üretim sektöründen daha hızlı
büyümesi, ‘ekonomilerin malileşmesi’ vbg. olgular, proletaryanın ve onun
devrimci tarihsel rolünün yadsınmasına yol açan, özü bir olmakla birlikte,
sayısız teori ve tezin ortalığı kaplamasına yol açtı. ‘Neoliberal’ emperyalist
dünya sermayesinin ‘tarihin sonu’nu ilan etmesine paralel ‘postmodernizm’ ve
‘postMarksizm’ olarak tanımlanan akımlar da, değişik türevleriyle birlikte,
“özne’nin sonu”, “kurtuluşçu ütopyaların sonu”, ‘evrensel doğruların sonu’,
‘elveda proletarya’ vb. vb. diye haykırmaya ya da bu eski çığlığı yeni dönem
koşulları içerisinde yeni biçimlerde formüle ederek gürültülü bir şekilde
propaganda etmeye başladılar. Boşuna dememişler “sığ sular gürültülü akar”…
“Yeni bir çağa girdiğimiz, bu yeniçağın ‘enformatik’ bir
çağ, yeniçağa tekabül eden toplum biçiminin ‘enformatik toplum’ olduğu;
kapitalizmin, emek ve sermayenin, artı-değer sömürüsünün aşıldığı; yeni bir üretim
tarzına geçildiği ya da kendiliğinden komünist bir dünyada yaşadığımız ileri
sürüldü. Bu çağın, görülemez, dokunulamaz, tanımlanamaz, hiç yerde, hiç
yerötesi bir yerde, bir yerötesi hiç yerde olduğu vs. ilan edildi.” (age., s .412-413)
“Küreselleşmeci” akım, “küreselleşmeci” akımın değişik
formları olan post’lu akıntı, o ara, onun bir türevi olan “Ezilenlerin
Marksizmi”nin “Elveda proletarya!” iğreti tasfiyeci saldırısına karşın bilimsel
devrimci gerçekler kitapta şöyle vurgulanmaktadır:
“Küresel çapta, (emeğin sermayeye) biçimsel bağımlılığın
yerini gerçek bağımlılığa bırakmış olması, kapitalizmin ve proletaryanın sonunu
değil, aksine, dünyamızın çok daha kapitalist, çok daha proleter haline
geldiğini; yerküremizin ‘küçülmüş’ kapitalist bir kente dönüştüğünü; üretimin
toplumsal niteliği ile mülkiyetin özel kapitalist biçimi arasındaki uzlaşmaz karşıtlığın
tarihte görülmemiş ölçekte keskinleştiğini, proleter devrim yoluyla bu
çelişkinin çözümünün çok daha şiddetli bir tarihsel görev haline geldiğini
göstermektedir. Ki, söz konusu tarihsel devrimci görevi çözecek ne ‘halk’tır,
ne ‘yoksullar’dır, ne ‘çokluk’tur, ne ‘ezilenler’dir ne de aydınlardır.
Çelişkinin çözümü yalnızca enternasyonal proletaryaya ait bir tarihsel
görevdir. Dünya proletaryası, dünya proleter sosyalist devrimin biricik
önderidir. Dünya devrimi, enternasyonal proletaryanın önderliğinde er geç
zafere erişecektir. Uluslararası sermayeyi, ‘küreselleşme’ci tasfiyecileri,
postMarksistleri vb rahatsız eden, korkutan temel gerçek de budur. Söz konusu
teorilerin üretilip piyasaya sürülmesinin de ana nedeni budur. ‘Elveda
proletarya’ haykırışlarının nedeni budur. (age., s .441)
Sınırsız demagoji ve manipülasyon burjuvazinin, küçük
burjuvazinin Marksizm-Leninizm’e karşı mücadelesinde öteden beri kullana
geldiği bir mücadele tarzıdır. Yani bu yöntemi ve ilkesizliği ilk kullanan
post’lu akımlar, o arada “Ezilenlerin Marksizmi” değildir. Örneğin, alıntıdan
da görülebileceği;
“Marksizm-Leninizm’in içeriğini boşaltarak ya da
‘Marksçılık’ vb iddiasıyla ortaya çıkarak, Marks ve Lenin’in kimi tezlerine
karşı tavır almış komünist tarihsel kişiliklerin ardına sığınarak Marks ve Lenin’i
mahkûm ettirme operasyonu yürütenlerin ‘iyi niyetli’ olmadığına, ‘kötü
niyetler’le davrandıklarına kuşku yok. Örneğin, ‘Genç Marks’ı, ‘Olgun Marks’ın
karşısına, Engels’i Marks’ın karşısına, Lenin’i Marks-Engels’in karşısına,
Stalin’i Lenin karşısına koyarak; keza, Bernstein’e, Kautsky’e, Buharin’e ve
Troçki’ye dayanarak Marks-Engels-Lenin-Stalin’e saldırmak, manipülasyon yapmak
da, oportünizmin, revizyonizmin, reformizmin kullandığı bir taktiktir. Son
çeyrek asırda bu, vbg. yöntemler, sosyalizmin düşen prestijinin ardından çok da
revaçta olan saldırı biçimleri olmuştur. Kuşkusuz ki, kapitalist emperyalizm bu
saldırıyı çok bilinçli bir tarzda yönlendirmektedir. Bir de bu saldırıya, yenik
solcunun, yenik ilerici aydının, yenilgi ve gericiliğin dizginsiz ideolojik,
politik ve fiziki saldırısının ürünü olan tasfiyeciliğin, burjuva
karşı-devrimin saflarına geçerek nemalanan Negri türü sayısız aydının
gerçeklerini de eklemek gerekir.” (s. 441-442)
Söz konusu demagoji ve manipülasyon yeni değildir ama her
bir tarihsel konjonktürde yeni biçimlerde üretilmektedir ve üretilmeye de devam
edecektir. Aşağıda vurgulandığı gibi:
“Uluslararası tartışmalarda ‘Hilferding gibi’, Kautsky ya
da Rosa ‘gibi’ emperyalizm teorisi üzerine çalışmak ve üretmek gerektiği
vurguları da dikkat çekiyor. 1990’larda, 70’ler sonrası ortaya çıkan
değişiklikleri anlayabilmek için böyle bir çalışmaya gerek olduğu söyleniyor…
“Pek güzel de, neden bu çalışma ‘Lenin gibi’ değil de,
Hilferding, Kautsky, Rosa ‘gibi’ vb. ‘gibi’ olmalı.!? Aslında bu saptama,
söylem ve propaganda faaliyeti tasfiyeci revizyonist sol liberal küçük burjuva
aydınların ve akımların Marksizm-Leninizm’e, Leninist emperyalizm teorisine ve
politik mücadele stratejisine karşı geliştirdikleri ideolojik saldırının bir
biçimini oluşturmaktadır.
“Yapılacak şey, Hilferding’e, Kautsky’e, Rosa’ya,
Buharin’e vb. geri dönmek değil, diyalektik materyalist yönteme,
Marksizm-Leninizm’e bağlı olarak emperyalizm teorisini de zenginleştirmek,
geliştirmektir.
“Açıkça görmekteyiz ki, 80’lerin ikinci yarısından başlayarak
gelen süreçte Bernstein’ın, Hobson’un, Hilferding’in, Kautsky’in,
Buharin’in, Rosa’nın, Troçki’nin vb. kapitalizm ve emperyalizm
düşüncelerinin popüler hale getirilmesi rastlantısal değildir…
“Bu bağlamda ‘Doğu Marksizmi’, ‘Batı Marksizmi’
revizyonist tahrifatı üzerinde de durmak gerekmektedir. Emperyalizm (ve devrim)
olgusunu ne ‘Batı Marksizmi’ ne de ‘Doğu Marksizmi’ anlayamamıştır. ‘Batı
Marksizmi’, ‘Doğu Marksizmi’ biçimindeki kavramlaştırmalar ve tanımlamalar da
oportünist karakterdedir. Revizyonizmin ve sol liberal aydın ve çevrelerin
Marksizm-Leninizm’e karşı geliştirdikleri ideolojik saldırıların bir
benzeridir. İki, üç, dört vs. türden bir Marksizm yoktur. Bu tanımlamalar,
Marksizm adına Marksizm’i ve Marksizm adına Leninizm’i mahkum etme eyleminin
ifadesidir. Leninizm’in çağımızın Marksizm’i; Marksizm’in emperyalizm ve
proleter devrimler çağında geliştirilmiş, zenginleştirilmiş devamı olduğu
bilimsel devrimci gerçeğini yadsımak için yapılmaktadır. Çağımızda bir Marksizm
ve bir de ondan ayrı Leninizm yoktur. Çağımızın Marksizm’i,
Marksizm-Leninizm’dir. Bu birinci noktadır.
“İkincisi, ‘Doğu’ ve ‘Batı’ ‘Marksizm’leri teorizasyonu,
Marks-Engels’in Marksizm’ini, Lenin döneminin Marksizm-Leninizm’ini kendi
içinde bölüp parçalama, karşı karşıya getirme, farklı Marksizmlerin, Marksizm-Leninizmlerin
olabileceği gibi son derece ilkesiz bir manipülasyondan ibarettir. Marksizm’in,
Marksizm-Leninizm’in farklı eğilimleri olduğu ve olabileceği; Marksizm’in ‘bir
çeşitlilik olduğu’, ‘Marksizm’den ziyade ‘Marksizmler’den söz etmek’ gerektiği,
zaten ‘Bu heterojen’liğin ‘Marks’ın kendi yapıtlarına kadar’ gittiği ama her
halükarda hepsinin de Marksizm, Marksizm-Leninizm olduğu revizyonist
propagandasına meşruiyet kazandırma sistematik çabasının yansımasıdır. ‘Marksizm
iddialı’, ‘sosyalizm iddialı’ her renkten akımı, ‘Marksizm tabanı üzerinde
duran’ her akımı tıpkı Bernstein gibi ‘Marksist’ olarak pazarlama, onların
antiMarksist, antiMarksist-Leninist olarak mahkum edilmesini önleme
politikasıdır. Ki bu çaba yeni olmamakla birlikte ‘postmodern zamanlarla’ ya da
‘çağla’ birlikte moda teorilerden biri haline geldi, getirildi. Ayrıca,
Marksizm’i Batı’ya, Avrupa’ya, Leninizm’i geri köylü ülkelere özgü ideolojik
formasyonlar olarak lanse etmek, daha 1910’larda, 1920’lerde ortaya çıkmış bir
propagandadır. Oysa bilinir ki, gerek Marks-Engels döneminin Marksizm’i gerekse
de çağımızın Marksizm-Leninizm’i proletaryanın biricik bilimsel dünya görüşüdür;
proletaryanın biricik bilimsel kurtuluş hareketinin öğretisidir. Bir
bilim olarak evrenseldir, enternasyonal proletaryanın enternasyonal öğretisidir.
Ulusal, bölgesel, kıtasal, uluslararası ölçekte proletaryanın ve öncülerinin
görevi, Marksist-Leninist öğretinin ışığında, somut şartların somut tahlili
temelinde programlarını, stratejilerini, taktiklerini inşa edip geliştirmektir.
İki, üç, dört vb. Marksizm-Leninizm yoktur. Marksizm- Leninizm kendi içerisinde
çelişkili, sürtüşmeli, eklektik vb. bir öğreti değildir. Marksizm-Leninizm, üç
bileşeniyle bütünlüklü tek bir bilimsel öğretidir.
“Bu tip kategorileştirilmiş farklı ‘Marksizmler’
propagandası, özelikle de Kruşçev modern revizyonizminin tarih sahnesine
çıkıp gelişmesiyle gündemleşti. Batı’da ve Doğu’da yer alan revizyonist,
reformist, oportünist akımlar tarafından da propaganda edildi. ‘III. Bunalım
dönemi’ ile birlikte tarihsel koşullarda ortaya çıkan ‘köklü değişiklikler’ adı
altında modern revizyonizmin ideolojik saldırısı ile ‘Sovyet Marksizmi’, ‘Avrupa
Marksizmi’, ‘üçüncü dünya Marksizmi’, ‘klasik Marksizm’, ‘Yugoslav Marksizmi’,
‘Çin Marksizmi’, ‘milli Marksizm’ türü propagandalar atağa kalktı. Bu
tasfiyeci-revizyonist propagandanın kökleri revizyonizmin babası Bernstein’e,
II. Enternasyonal oportünizmine uzanır/dayanır. Ekim Devrimi’nin zaferiyle
bir üst aşamaya yükselir. Troçkist ihanetle ve ‘4. Enternasyonel’ le
derinleştirilir. Modern revizyonizmle iyice atağa geçer. Aslında bu propaganda
öncelikle burjuvazi (ve küçük burjuva milliyetçiliği) tarafından ortaya
sürüldü. Anti-Marksist-Leninist akımlar, aydınlar tarafından ateşlice
geliştirildi.
“Emperyalizm teorisi ve tahlili söz konusu olunca da, yol
gösterici tek bilimsel öğreti, Marksizm Leninizm’dir. Emperyalizm olgusu, ne ‘Batı
Marksizmi’ ne de ‘Doğu Marksizmi’nin gözünden kavranamaz. Gerek ‘Batı
Marksizmi’, gerekse de ‘Doğu Marksizmi’ revizyonizmin iki değişik türevidir…
Hangi tarihsel kesitte, hangi biçimlerde ortaya çıkarsa çıksın revizyonizmin
ideolojik ve maddi kökleri kapitalist emperyalizmde yatar. Revizyonizm,
Marks’ın kapitalizm, Lenin’in emperyalizm öğretisini de ret ve tasfiye hareketi
olarak ortaya çıkar ve hala da çıkmaktadır.”
(Yeniden
vurgulamayı hak ediyor:) “Kendisine ‘Marksist’ diyenleri
‘Marksist’ kabul eden ve Marksizm adına ortaya çıkanları ‘antiMarksist’ olarak
tanımlamaya karşı çıkan revizyonizmin babası Bernstein’dir. O, açıkça, ‘anti-marksist olan bir revizyonist tanımadığını’,
kendisinin de bir ‘Marksist’ olduğunu vurgular. (Bkz. “Sosyal
Demokraside Revizyonizm” makalesi.) Eh bu durumda da farklı
‘Marksizmler’in olması doğal sayılıyor. ‘Marksizm’, ‘Marksizm- Leninizm
tabanı’ üzerinde olan ve duran her türlü akımı ‘Marksist’/ ‘Marksizm’
olarak kabul etmek özellikle de son çeyrek yüzyılın modasıdır ve tasfiyeci
bir teori ve modadır.
“Yeni tip sol liberal akım ve fırtınanın bir taktiği de,
Marksizm-Leninizm kavramını unutturmak, kullanma gereksinimi
duyduklarında ise, yerine Marksizm, Marksist, Marks kavramını geçirme
hilesidir. Bu, sermayenin ve sözde Marksist, sosyalist, komünist iddiasıyla
ortaya çıkma gereksinimi hisseden tasfiyeciliğin, post’lu tasfiyeci
revizyonistlerin Marksizm-Leninizm’e karşı ideolojik saldırısının bir
biçimidir. Marksist- Leninistlerin bu bakımdan da tasfiyeci etkilere karşı uyanık
ve donanımlı olması gerektiği ise açıktır. ‘Sol’ liberal esintilere
ve literatüre karşı bağışıklık sisteminin geliştirilmesi gereksinimi daima
hissedilmelidir.
“Emperyalizm tartışmalarında ortaya çıkan ‘klasik
emperyalizm’ ve ‘yeni emperyalizm’ kavramlaştırma ve teorileştirmeleri de
Marksizm- Leninizm’e, onun emperyalizm teorisine revizyonist ve tasfiyeci
ideolojik saldırının bir diğer biçimidir.
“Bu ayrımla, Lenin’in emperyalizm öğretisi geçersiz
sayılıyor. Buna göre, Lenin’in tahlili, 50’ler öncesi geçerliydi ama artık
50’ler sonrası, daha sonra da 1970-80’ler sonrasının gerçeklerine yanıt
vermediği için eskimiştir; dolayısıyla aşılmalıdır (!) . Keza, emperyalizmi
salt yayılmacı politikayla sınırlayıp tanımlayan, emperyalizm tahlillerini bu
anlamda 20. yy. öncesi yayılmacılıkla 20. yy. sonrasının yayılmacılığı
arasındaki farklılıkların incelenmesine endeksleyerek ‘eski emperyalizm’ ve ‘yeni
emperyalizm’ ayrımı yapan teori ve analizler de hiçbir bilimsel devrimci karakter
taşımamaktadır. Bu tartışmaların ve kavramlaştırmaların savunucularının bir
bölümü ise daha açık sözlü davranarak, 1910’lu, 20’li yıllardaki emperyalizm
tartışmalarında Lenin’e, Stalin’e, III. Enternasyonal’e değil, Hilferding’e, Buharin’e,
Rosa’ya, Kautsky’e vb. hak vermektedirler… İlk kategoride yer alanlarla ikinci
kategoride yer alanlar arasında ideolojik-sınıfsal- özsel bir ayrım
bulunmamaktadır. Ayrılıklar biçimdedir, ayrıntılardadır, daha açık sözlü
olmayla kapalı davranmadadır. Ama her halükarda Lenin’in emperyalizm öğretisini
revize ederek tasfiyeci duruşta birleşmektedirler. (Fakat yine de politik
tutumlarında önemli farklılıklar bulunmaktadır.)
“Emperyalizmin, yüzyılın başlarında ve 50’ler öncesi
süreçte ortaya çıkmış ama olgunlaşmamış bazı olgu ve eğilimleri yüzyılın ikinci
yarısında hızla gelişip özellikle de son çeyrek yüzyılda keskin bir biçimde ortaya
çıktı. Bu durum 89-91 dönemeciyle tarihsel konjonktürde ortaya çıkan köklü
değişikliklerle birleşerek pek çok ilerici, devrimci, komünist çevrenin,
grubun, partinin, aydının yönünü iyice şaşırmasına, yoldan çıkmasına yol
açmıştır. Marksizm-Leninizm ile değişik nedenlerle ilişkilenmiş ama onu bir
bilim olarak kavrayamamış olanlar, yenilgi ve gericiliğin anaforunda umut ve
iradesi kırılanlar, bu yeni süreçte, bu kez, burjuvazinin cephesinden,
burjuvazinin cephaneliğini kullanarak proletaryaya ve Marksizm-Leninizm’e karşı
ateş yağdırmaya başladılar.
“’Emperyalizm’ ve ‘yeni emperyalizm’ tezi ve
tartışmalarının içerisinden geçtiğimiz tarihsel konjonktürle sıkı sıkıya bir
bağı olduğu açıktır. Burada da, emperyalizmde ve emperyalist dünya sisteminde
ortaya çıkan önemli ve yapısal değişmelerin zamanında bilimsel olarak tahlil
edilmemesinin rolünü görmezden gelmek olanaklı değil. Komünist hareketin ve
proletaryanın etrafından kurulmuş ateş çemberi, sosyalizmin ağır kan kaybı,
devrim dalgasının geçici de olsa dibe vurması, uluslararası komünist hareketin
derin bir tasfiye sürecine girmesi de bu sorunda negatif yönde göz çıkaran ama
sol liberal ideolojik rüzgar lehine pozitif etki yaratan olgulardır…
“Bu olgular bütünü içinde, zaten 80’ler, 90’lar öncesinde
güçlü bir çekim merkezi olamamış Marksist-Leninist hareket, yeni tarihsel
konjonktürü de esaslı bir tarzda, hem teorik hem de pratik olarak
göğüsleyemedi. Fırtına onu da ciddi bir şekilde savurdu... ‘Neoliberal’
emperyalist ideolojik saldırı dalgası ‘post-modernizm’ ve ‘post-Marksizm’le,
sol liberalizmle birleşik bir dalga halinde gelişti. Teorinin geliştirilmemesi,
zamanında enerjik ve saldırı üstünlüğünü elde tutan karşı bir ideolojik mücadelenin
de yükseltilmesini önledi. Olduğu kadarıyla da komünist hareketin içine yuvarlandığı
tecrit ortamında ciddi bir etki de yaratmadı. Bu tablo içinde,
Marksizm-Leninizm’in, proletaryanın, devrimin, sosyalizmin “sonu” ilan edildi.
Daha önce Stalin’den yola çıkılarak Marksizm- Leninizm’e saldıranlar, bu kez
işe Lenin’le, giderek Marks’la başladılar. İşi, Marksizm’i, ‘modernizm’in bir
ekolü’, ‘modernizm’den kopuşmamış (!) bir öğreti olduğuna kadar vardırdılar. Dahası,
‘modernizme karşı mücadele’ adı altında insanlığın tarihsel gelişme sürecinde birikmiş
ve tarihe mal olmuş kolektif ilerici birikimine ve kazanımlarına reddiye
yazdılar. Tarihin sonu, sınıfların, ideolojilerin, bilimin, bütünlüklü evrensel
kurtuluşçu ütopyaların, devrimci öznenin, hatta ‘öznenin ölümü’ nesnel gerçeğin
sonuyla birlikte ilan edildi. Yani, bu ideolojik saldırı, sadece bilimsel ve
devrimci emperyalizm teorisinin reddiyle ve tartışılmasıyla sınırlı bir saldırı
değildi…
“İşte Negricilik de, Marksizm-Leninizm’e, proletarya
sosyalizminin tarihine, teori ve pratiğine, tarihte devrimci ve ilerici olan ne
varsa ona karşı, tarihin tanık olduğu en kapsamlı, en derin, en yıkıcı burjuva
gerici saldırı dalgasının ürünü ve bir bileşeni olarak doğdu ve doğan
akımlardan biri olarak küresel sermayenin kirli mi kirli anlı-şanlı sofrasında
yer aldı. Negricilik, “İmparatorluk” teorisiyle (!) uluslararası tekellerin
ve emperyalist hiyerarşinin tepesinde bağdaş kurmuş Amerikan celladının
‘sol’ kılıklı ‘Truva Atı’dır… Negriye, Negriciliğe, safça ‘değerli aydın’
muamelesi yapanlar da aslında aptalca bir tutumla bu ‘Truva Atı’nın gerçek yüzünün
ortaya çıkarılmamasına katkı yapmaktadırlar. Ki hatırlatmak gereksiz olmasa
gerek: ‘Cehenneme giden yol iyi niyet taşlarıyla örülüdür.’” (age., s.533-536)
II. BÖLÜM
Sözde “dogmatizme karşı mücadele”, “mezhepçi Marksizme
karşı mücadele”, “teorik-ideolojik tutuculuğa karşı mücadele”, “20. asrın
sosyalizmini aşma”, “21. yüzyılın sosyalizmini hazırlama” vb. gibi argümanlar yeni
tip sol liberalizm olan Post-Marksizmin, “Ezilenlerin Marksizmi”nin,
“ezilenler” teorisinin ideolojik saldırısının, revizyonizm ve tasfiyeciliğin
değişik formülleridir. Aşağıdaki değerlendirme bu gerçeği sergilemektedir.
“Marksizm–Leninizm
bir bilimdir, bir bilim olarak ele alınmak zorundadır. Marksizm–Leninizm’e
tamamlanmış bir teori, bilim, ideoloji muamelesi yapılamaz. Yapılamayacağını da
sınıflar mücadelesinin tarihsel pratiği kanıtlamıştır. Sosyalizmin geçici
yenilgisinin derin tarihi dersleri de bunu göstermektedir. Bu bağıntıda
şunların da altını çiziyoruz: Marksizm–Leninizm’in gerek liberal gerekse
de dogmatik yorumları, onun bilimsel yöntemine ve karakterine saldırının,
onu bozup gözden düşürmenin iki değişik formudur. İkisi de bizler için kabul
edilemezdir. Sosyalizmin tarihsel deneyimlerinin eleştirel incelenmesinde dogmatizm,
yenilenmeyi, zenginleşmeyi, kendini aşmayı önlerken, liberalizm de onun
içeriğinin bozulmasını, içinin boşaltılmasını, burjuvazinin, küçük burjuvazinin
saflarına geçişi ifade etmektedir ya da edecektir. Her iki sapma da
tehlikelidir, ama en önemli tehlike ve tehdit, teorik çalışma ve
ideolojik mücadelenin hedefi olması gereken sapma, yeni tip tasfiyeci
oportünizmdir. Teorik ve pratik gelişmemizi önleyen en önemli tehdit ideolojik
liberalizmden gelmektedir. Dogmatizme karşı mücadele ise, ideolojik
liberalleşmeye karşı mücadeleye bağlı olarak ele alınmalıdır ve bu mücadele de
ihmal edilmemelidir.
“Yeni
tip revizyonizmin, post–Marksizm’in etki gücünü ifade eden ve tarihsel
revizyonizmden beslenen ideolojik, teorik, politik, örgütsel–pratik tasfiyeciliğin,
Marksizm–Leninizm’e ve devrimci değerlere karşı mücadelesini ‘dogmatizme’,
‘teorik–ideolojik tutuculuğa’, ‘muhafazakarlığa’, ‘mezhepçi Marksizme’ karşı
mücadele, ‘yaratıcı Marksizm’ sloganlarının ve propaganda– ajitasyonunun ardına
gizlenerek sürdürdüğü koşullarda, ideolojik liberalleşmeye karşı mücadelenin önde
olması, açık ve anlaşılır bir durumdur. Bunu reddetmek, revizyonizme, küçük
burjuva bürokratik iktidar zihniyetine ve tasfiyeci oportünizme daha baştan
teslim olmak demektir; sonucu ise yeni tip liberalleşmede konaklamak olacaktır.
Revizyonizm ve tasfiyecilik yerel değil, genel bir olgudur. Özellikle de
50’lerden bu yana süre gelen tarihsel kesitte kapsamlı yıkımlar yaratmayı
başarmış; ‘Küreselleşme’yle ve ‘Doğu Bloku’nun yıkılışıyla atağa geçmiş bir
akımdır. Söz konusu ideolojik liberalizmin devrimci ve komünist saflardaki
güncel türevi ise ‘post–Marksizm’dir. İç ve uluslar arası alanda komünist ve
devrimci hareketi ideolojik olarak silahsızlandıran yeni tip ideolojik
liberalleşme ‘muhafazakarlığa karşı mücadele’ ve ‘yaratıcı Marksizm’
sloganlarını oportünizm ve tasfiyeciliğini örtülemenin sis bombaları haline
getirmiştir. Bu olgu bir kez daha gösteriyor ki oportünizm ve tasfiyecilik,
nerde ve hangi koşullarda ortaya çıkarsa çıksın, tarihsel sürekliliğe ve
uluslararası karaktere sahiptir. En nihayetinde, hangi biçime bürünürse
bürünsün, hangi koşullarda ortaya çıkarsa çıksın, oportünizm ve tasfiyecilik,
kaçınılmaz olarak doğduğu koşulların ve ortamın özgün karakteristiklerini
taşısa da, gerçekte, söz konusu özgünlükler, onun küresel nitelikleri temelinde
birleşerek biçimlenir. Lenin’in vurguladığı gibi, “Herkes oportünizmin tesadüfi
bir şey olmadığını, tek tek insanların günahı, ihmalkarlığı, ihaneti değil, tüm
bir tarihsel dönemin sosyal ürünü olduğunu biliyor” ya da bilmelidir.
Hatırlatmak bile gereksiz: Eleştiri ve değerlendirmelerimiz niyetlere göre
değil şeylerin, savunulan zihniyetlerin, duruşların nesnel bilimsel anlamları
üzerinde yükselerek biçimlenmelidir. Ayrıca vurgulanmalıdır ki, cehenneme giden
yol iyi niyet taşlarıyla döşenmiştir; ki hangi biçimde ortaya çıkarsa çıksın,
oportünist iyi niyet cehenneme götürür. Ve yine Lenin’in vurguladığı gibi,
‘dürüst’ oportünistler, kötü oportünistlerden daha tehlikelidir. Bu, tarihin de
kanıtlamış olduğu bir gerçektir.” (Hasan Ozan, SSCB’de Kapitalizmin Restorasyonu,
Sosyalizmin Sorunları TARİHİ DERSLER, s.15-16, Akademi yayın)
“Biz
bu kitabımızda, bir bütünlük içerisinde sosyalizmin tarihsel deneyimini incelemeye,
dersler çıkarmaya, tasfiyeci revizyonist akımların ana tezlerini eleştirmeye
çalıştık. Bir dizi revizyonist tasfiyeci teori, analiz ve tezin Marksist–Leninist
hareket üzerindeki etkisi de sır değildir. Ancak vurgulamak gerekir ki,
Marksizm–Leninizm’den sapmayla belirlenen söz konusu etkiler, ne yenidir ne de
herhangi bir yenilik gücüne sahiptir. Aksine, daha öncesi bir yana, özellikle
de son 60–70 yıldan bu yana süregelen tasfiyeci revizyonizmin teori ve
tezlerinin, ‘dogmatizme’, ‘muhafazakarlığa’, ‘teorik–ideolojik tutuculuğa karşı
mücadele’, ‘yaratıcı Marksizm’ vs. adına, herhangi bilimsel devrimci karaktere
sahip olmaksızın propaganda ve ajitasyonundan ibaret görüşlerdir. Dolayısıyla
kitabımızda, başlıca eleştiri ve değerlendirmelerimizi, söz konusu tasfiyeci
revizyonist, sosyal liberal, sosyal reformcu düşüncelerin öteden beri
sözcülüğünü yapagelen ya da söz konusu akımların düşüncelerini temsil eden ya
da bir biçimde yansıtan isimler üzerinden yaptık. Taklitçileri yerine, aslını
incelemek, eleştirmek daha sağlıklı bir yöntem olsa gerek.
“Tarihten
ders çıkarma ve teoriyi yenileme adına Bernsteın’e, Kautsky’e, II.
Enternasyonal oportünizmi’ne, Troçkizm’e, Buharinciliğe, Titoculuğa, Kruşçevciliğe,
Brejnevciliğe, Avrupa Komünizmine, orta yolcu oportünizme, Maocu revizyonizme
geri dönmek gerekmiyor.
“Tarihten
ders çıkarmak, teori ve pratiği zenginleştirmek adına neo–liberal, post–modern,
post–Marksist burjuva, küçük burjuva tasfiyeci akıntıya boyun eğmek de
gerekmiyor. Tarihin cangılında yolunu kaybetmiş ve denek taşında yenik düşmüş,
bilimsel ve devrimci karaktere sahip olmadığı açığa çıkmış ya da düpedüz gerici
karaktere sahip olduğu ayan–beyan ortada olan teorilere, ideolojilere,
pratiklere tutunarak tarihten ders çıkarılamaz.
“Uluslararası
Komünist Hareket’in teorik çalışmanın, ideolojik mücadele ve donanımın hakkını
vermeyen tarihi zaaflarını, keza bu zafiyetin bir yansıması olan dogmatik
zaafları da sömüren, böylece ‘tarihten ders çıkarma’ adına, ‘ideolojik–teorik
yenilenme’ adına, yukarıda andığımız akımlar ve teoriler çerçevesinde
şekillenen açılımlar, eleştiriler, değerlendirmeler vs. ortaya çıktığı her
yerde tasfiyeci bir sapma var demektir. Parlak lafların arkasına, keskin komünist
söylemin bayrağı altına, çok yenilikçi görünen değerlendirmelerin ardına
gizlenen ve özellikle de tarihi yeterince bilmeyen ve donanımı yetersiz kesimler
ve devrimciler üzerinde etki yaratabilecek tasfiyeci söylemlere ve içeriğine karşı
etkin bir mücadele geliştirmek ihmal edilemez, yaşamsal, tarihsel bir
yükümlülüktür. Fakat bilinmelidir ki bu durum, iç ve uluslararası komünist hareketin
günahlarının kefaretidir… Doğa boşluk tanımaz. Teori, teorik çalışma, ideolojik
donanım ve ideolojik mücadele alanları da öyle! Tıpkı politik mücadelede olduğu
gibi…
“Oportünizm
ve tasfiyecilik hangi kılığa bürünürse bürünsün oportünizm ve tasfiyeciliktir
ve ortaya çıktığı her yerde komünist militanı ve devrimciyi ideolojik olarak silahsızlandırma
işlevini oynamıştır ve oynamaktadır. “Pirincin içindeki siyah
taşlardan korkma beyaz olanlardan kork!” (Japon atasözü) Komünist ve
devrimci militanın bu gerçeği, asla unutmaması gerekir.” (age., “Önsöz”den)
“Tasfiyeci
oportünizm, yenilgi ve gericilik döneminin tipik hastalığıdır. Marksizm–
Leninizm’den, devrim ve sosyalizmden, devrimci program, strateji ve taktikten
vazgeçişle, döneklik ve ihanetle belirlenen; dizginsiz bir çözülüş, bir kaçış;
burjuvazi ve kapitalizm önünde utanç verici bir diz çöküştür. 12 Eylül askeri
faşist darbesiyle açılan yenilgi ve gericilik yılları ile 1980’ler sonrası,
özellikle de 1985–89–91 yıllarında yaşanan gelişmeler (Gorbaçovculuk ve
revizyonist–kapitalist kampın dağılışı) sürecinde dünya devrim dalgasının ağır
bir biçimde dibe vurması ve tarihte görülmemiş derinlik ve yaygınlıkta,
odağında burjuvazinin durduğu gericilik ve karşıdevrim dalgasının Türkiye’deki
yenilgi ve gericilik dalgasıyla birleşmiş olması, böylece tasfiyeci oportünizmin
dizginlerinden kurtularak şaha kalkması, tüm bunlar, bizleri, bugün üzerine
tartıştığımız sorunlarda geriye çeken, tutuk bırakan bir baskılanmaya itti.
“Bu
dönem, zaten ağır tasfiyeci, pragmatik ve sekter zaaflarla malul
UKH dağıldı. AEP ve ASCH kapitalizme yenik düşerek tasfiye oldu; böylece
sosyalizmin son kalesi de yıkıldı. Sosyal demokrasi, açık burjuva kimliğiyle
emperyalist kapitalizmle daha derinden bütünleşti. Modern revizyonizm, açık burjuva
ve sosyal demokrat kimliğiyle, burjuva liberalizmine de dönüşerek ortaya çıktı.
‘Neo–liberalizm’ ve ‘post–modernizm’, tasfiyeci ihanet döneminin yükselen
değerleri olarak yerkürenin üstüne aşağılık bir şekilde doludizgin boşandı. Tarihte
insanlık, ezilenler, proletarya ve bilim adına ilerici olan ne varsa karşı–devrim
dalgasının ve emperyalist kapitalizmin neo–liberal ve post–modernist dalgasının
barbarca saldırısına uğradı. SSCB ve sosyalist ülkeler, sosyalizm ve önderi
Stalin’in tarihsel gerçekliği unutturulmak istendi. Gericilik dalgasının
alçakça saldırısından, çarpıtma ve kara çalmasından, demagoji ve manipülasyonundan
dizginsiz sevinç duyan, ilham alan sözde ‘sol’ akımlar da aynı gerici saldırı
dalgasının militanları olarak davrandılar.
“Yenilgi
ve gericilik yılları, devrimci hareketi de pençesine aldı. ‘Yenilgiden öğrenmek’,
‘sosyalizm deneylerinden ders çıkarmak’, ‘yenilenmek’, ‘dogmatizme karşı
mücadele’, ‘yeni tarihi koşulları bilince çıkarmak’, ‘Marksizm tabanında
bulunan akım ve bireyleri birleştirmek’, ‘uluslararası ideolojik merkezler son
bulduğu için bağımsız düşünmeyi öğrenmek’, ‘Stalinci dogmatizmden arınmak’, ‘dogmatik
Marksizmi reddetmek, yaratıcı Marksizmi savunmak’, ‘aşılmış olan 20. asırın
teorik–ideolojik–programatik çerçevesini cesurca aşmak’, ‘sosyalizmin yeni
döneminin sorunlarını çözmek’, ‘Marksizm’in’, ‘Marksizm–Leninizm’in bunalımını
aşmak’ vb. sloganlarla devrimci hareketin büyük bir bölüğü ( Dev–Yol, Kurtuluş,
TDKP vb.) liberalleşti; teoride revizyonizme, politikada reformizme,
örgütlenmede legalizme kapaklandı.
“Yine
özellikle de bu dönem modern revizyonizm, Gorbaçovculuk, revizyonist/ kapitalist
ülkelerde karşıdevrim içinde karşıdevrimi temsil eden burjuvazi ile Troçkizm ve
liberal, neo–liberal burjuva akımlar tam bir elbirliğiyle emperyalizmin aktif
desteğinde Stalin’e, Stalin şahsında Marksizm Leninizm’e, sosyalist inşa
pratiğine azgınca saldırıya geçtiler.
“Yenilgiden
öğrenme şiarı ile tasfiyeci oportünizm, ‘sosyalist demokrasi’, ‘özgürlükçü
sosyalizm’, ‘sosyalist pazar ekonomisi’, ‘dogmatizme’, ‘teorik tutuculuğa’,
‘muhafazakarlığa’, ‘mezhepçi Marksizme’ karşı mücadele vb. argümanlarını yeniden
ve yeniden üretti. Tasfiyecilik, yönelişini, argümanlarını, çizgisini,
pratiğini Marksizm Leninizm’in, sosyalizmin ve Stalin’in red ve mahkumiyeti ekseninde
teorileştirdi ve dizginsiz bir demagoji ve manipülasyona girişti.” (age., s.171-172)
Marksizm’i, Marksizm-Leninizm’i bir
çeşitlilik olarak gören, birden fazla Marksizm-Leninizm olduğu ve olabileceği, Marksizmden
değil Marksizmlerden bahsetmek gerektiği, Marksizmin değişik okul ve
eğilimlerinin olduğu, Leninizm’in de bu okullardan/mezheplerden/eğilimlerden
birisini oluşturduğu sözde teorisi salt post’lu akımlara özgü değildir.
Örneğin, bu perspektif, tıpkı Yalçın Küçük gibi “post-modernizme” karşı tavır
aldığını iddia eden Doğu Perinçek tarafından da kendi oportünist adabına uygun
olarak savunulmaktadır:
“Perinçek’in
Stalin savunuculuğu, gerçekte, anti–Stalinist tasfiyeciliğinin, Marksizm–Leninizm’i
ret ve mahkum etmenin iğrenç bir kamuflajı ve aracıdır. O sözde Stalin’i
savunurken, bir yandan Buharinciliği yüceltiyor, öte yandan da Troçki
önünde diz çöküyor: ‘Troçki’nin esasta yanlışı temsil etmesine rağmen,
işçi sınıfı içinde sayılması gereken bir sosyalist düşünce’de (age. s. 231,
iPa.) olduğunu ilan ediyor. ‘Türkiye’de hem teoride hem pratikte Stalin’in
esaslı ve tutarlı bir eleştirisinin daha 1980 öncesinde Aydınlıkçılar yaptılar.
Aydınlıkçılık ideolojik planda Stalin’in aşılmasıdır.’ (age., s. 232)
böbürlenmesiyle kendinden geçerken kendini de ele vermiş oluyor.
“Bu
konuda verilebilecek ikinci örnek, “Stalin’i Anlamak” isimli kitabında yaptığı
değerlendirmelerle Cemil Hekimoğlu’dur. Kitabının ‘Önsöz’ünde şunları yazıyor
Hekimoğlu:
“Peşinen
söylemek istiyorum: Sosyalist mücadelenin bugünkü sorunlarının çözümünde Stalin’in
çok önemli bir yerinin olduğunu düşünmüyorum.”
Kruşçevleri,
Brejnevleri vb. kötü komünistler olarak gören, SSCB’deki karşı devrimi
Gorbaçov ve sonrasıyla sınırlı gören Hekimoğlu’nun sözde Stalin’in
hakkını Stalin’e teslim etmek için yazdığı kitabında, gerçekte Stalin’i
SSCB’nin bir dönemine hapsediyor, hapsettiği yerde de etrafına bir de
Hekimoğluvari oportünist duvarlar örüyor.” (age., s.176)
Aslında “ezilenlerin Marksist partisi”
teorisi de yeni değildir. Bu küçük burjuva halkçı oportünist teori ve pratik
öteden beri Marksizm-Leninizm’e karşı savunula gelmiştir. Ama bu savunuyu aynı
zamanda modern revizyonizm olgusunda da görmekteyiz. Ki, post’lu akımla modern
revizyonizm arasında zaten ideolojik bir akrabalık bulunmaktadır. Post’lu
akımlara tarihsel olarak alan açan, onu hazırlayan en temel akımlardan biri de,
özellikle 1940’lar sonundan sonra uluslararası modern revizyonist akım
olmuştur. Kitapta bu olgu şöyle dile getirilmiştir:
“KP
önderliğini reddetmek, sosyalizmi reddetmektir. Proletaryanın
önderliğini red ve mahkum etmek, yeni burjuvazinin program ve taktiğinin ana
taşıdır. Yeni burjuvazi kendi önderliğini ‘tüm halkın partisi’
formülasyonu ile açıkça ilan etmiştir. Mesele bundan ibarettir. Geçmeden
eklemeliyiz: Komünist partisinin işçi sınıfının değil de ‘ezilenlerin partisi’
ilan etmek, Kruşçevci modern revizyonizmin ideolojik etkisini yansıtır; ‘tüm
halkın partisi’ teorisinin başka bir versiyonunu ifade eder. Komünist partileri
yalnızca ve yalnızca işçi sınıfının politik temsilcisidirler; işçi sınıfının
partileri olan komünist partileri, halkın ve ezilenlerin de mücadelesine
önderlik eder. Bu iki şey iki farklı olgudur. Biri diğerinin yerine ikame
edilemez. Tıpkı ‘ezilenlerin Marksizmi’ ile ‘ezilenlerin Marksizm–Leninizmi’yle
Marksizm–Leninizm’in bir ilişkisinin olmaması gibi. Tıpkı ezilenlerin ya da
halkın proletaryanın yerine ikame edilmeyeceği gibi.” (age., s.178)
“Demek
ki, SSCB ve Sosyalist Kamp’ta yeni bir yoldan gerçekleşen kapitalizmin restorasyonu
sorununu incelerken, işe, öncelikle iktidar sorununu inceleyerek ve
çözümleyerek başlamamız gerekmektedir. Bu sorundan kaçınmak, gerçekte asıl
sorundan kaçınmak ve revizyonizme boylu boyunca saplanmak demektir. 1956
sonrası, uluslararası bir akım olarak ortaya çıkan, modern revizyonizme,
kapitalist restorasyona ve sosyal emperyalizme, kapitalist/ revizyonist sisteme
karşı orta yolcu bir konumda mevzilenen oportünist akımın çarpıttığı ve
kavramaktan uzak olduğu sorunların başında, iktidar sorunu
gelmektedir. Bu bayatlamış ve üstelik tarihsel pratik
tarafından ıskartaya çıkarılmış revizyonist yaklaşım ve duruşun tüm
bunlardan sonra komünist hareket saflarında ortaya çıkması ve
savunulması son derece üzücü ve mutlaka mahkum edilmesi gereken
antiMarksist–Leninist bir eğilimdir. Üstelik bu tasfiyeci, inkarcı
oportünist eğilimin, iç ve uluslararası orta yolcu akım tarafından 1950’lerden
bu yana savunulagelen revizyonist teori ve tezlerini ‘dogmatizme’,
‘teori–ideolojik tutuculuğa’ karşı mücadele ve ‘teorik–ideolojik
yenilenme’, ‘yaratıcı Marksizm’, ‘mezhepçi
Marksizme karşı mücadele’ kamuflajına bürünerek ileri sürmesi, tabloyu daha
trajik, daha trajikomik bir hale getirmektedir. Komünist hareketin programının
20. Asır’a ait olduğu, ideolojik– teorik çerçevesinin aşıldığı formülasyonu ile
de tasfiyeci revizyonizmin yeni bir teorik–ideolojik temel yaratmaya
yönelmesi de dikkat çekiyor.
“80’lerden,
özellikle de 90’lardan sonra 100–150 yıllık revizyonist, oportünist, reformist
teori ve tezlerin ‘dogmatizme, teorik–ideolojik tutuculuğa’ karşı mücadele,
‘yenilenme’, ‘21. asrın sosyalist aydınlanması’, ‘yaratıcı Marksizm’ vs. adına modaya
dönüştürülerek piyasaya sürülmüş olduğu bilinen bir gerçektir. ‘Doğu Bloku’nun
dağılışıyla birlikte, Titoculuk ve Kruşçev revizyonizminden sonra ortaya
çıkarak uluslararası bir akıma dönüşen, bir elini revizyonizme bir elini
Marksizm–Leninizm’e uzatan, proletarya ile yeni tip burjuvazi, kapitalizmle
sosyalizm arasında sürekli yalpalayan orta yolcu akımın teori ve tezlerinin ‘yaratıcı
Marksizm’, ‘dogmatizme, teorik–ideolojik tutuculuğa karşı mücadele’,
‘muhafazakarlığa karşı mücadele’ vs. adına yeniden gündemleştirilerek
Marksizm–Leninizm’e karşı mücadele edilmesi, komünist hareketin teorik ve
ideolojik olarak silahsızlandırılması, kuşkusuz ki mücadele edilmesi gereken
komünist hareketteki tasfiyeci oportünist sapmanın tipik karakteristiklerinden
birisidir. Ama bu, aynı zamanda komünist hareketin kendi günahlarının
kefaretidir.” (age., s. 211-212)
Bir elini
yeni tip revizyonizm ve tasfiyeciliğe uzatarak ya da Marksizm-Leninizm’e karşı
burjuvazinin sınıf saldırısının ürünü olan post’lu akıma tutunarak ya da
tarihsel orta yolcu oportünizme ve post-Marksizme, post-Marksizmin bir diğer
adı olan “Ezilenlerin Marksizmi”ne tutunarak, savunarak Marksizm-Leninizm ve
proleter komünist hareket asla savunulamaz. Eskinin yeni olarak pazarlanmasına
göz yumulamaz. Kitapta da vurgulandığı gibi:
“Modern
revizyonizmi, Marksizm–Leninizm’in bir mezhebi (‘Mezhepçi Sosyalizm’, ‘Mezhepçi
Marksizm’), ‘Marksizm–Leninizm tabanı üzerinde’ duran bir akım olarak gören
revizyonist akımlar, doğal olarak, 56’yı bir dönemeç, Marksizm–Leninizm
tarafından ortaya konulamamış bir yoldan yeni tip burjuva diktatörlüğünün
kurulduğu bir tarihsel dönüm olarak görmemekte ve modern revizyonist
iktidarı, sosyalist olarak görmeye devam etmekte(y)di(r)ler. Bazı
revizyonist akımlar ise, modern revizyonizmi bir sapma olarak
görmelerine rağmen yine de bu iktidarı sosyalist olarak tanımlamaktan da
geri durmamakta(y)dı(la)r. Keza, bir diğer kısım revizyonist akım ise, ‘üstyapı
revizyonist ama altyapısı sosyalist’ olduğunu düşündükleri için SSCB’yi ve diğer
eski sosyalist ülkeleri dağılıncaya dek, sosyalist olarak tanımlamaktaydılar ve
tanımlamaya devam ettiler.” (age., s.212-213)
“Daima,
bir eliyle modern revizyonizmi tutmuş olan bu akım, sözde sosyalist kampın
dağılışıyla, tam bir şok geçirdi. Kendisini kaybetti. Teoride revizyonizme,
politikada reformizme, örgütlenmede legalizme tekabül eden tasfiyeci bir
bataklığa yuvarlandı. ‘Yenilgiden öğrenme’, ‘dogmatizme karşı mücadele’, ‘yeni
teorik açılımlar yapma’, ‘yenilenme’, ‘ideolojik–teorik tutuculukla
hesaplaşma’, ‘yeni tarihi koşulları bilince çıkarma’, ‘sosyalizmin yeni döneminin
sorunlarına yanıt verme’, ‘21. yy. sosyalizmini’ geliştirme, ‘ideolojik olarak
aşılmış eski tarihi çerçeveyi aşma’, ‘Ekim Devrimi ile açılmış ve 89/91
olayları ile kapanmış sosyalizm dönemini’ geride bırakma, ‘muhafazakarlığa karşı
mücadele’, ‘mezhepçi sosyalizme karşı mücadele’, ‘eski ideolojik merkezler
ortadan kalktığı için, Marksizm–Leninizm tabanı üzerinde duran akımları
birleştirme’, ‘sosyalist demokrasiyi geliştirme’, ‘sosyalist piyasa ekonomisini
benimseme’, ‘bireyi önemseme’, ‘eski kavramsal çerçeve açıklayıcılık gücünü’
yitirdiği için ‘yeni kavramların üretilmesi’ gerektiği, ‘bugünkü
kapitalist–emperyalist sistem’in ‘bir asırdan fazla bir zaman önce Marx’ın
işleyiş yasalarını inceleyerek eleştirdiği ekonomik–toplumsal sistemden olduğu
kadar Lenin’in tanımladığından da oldukça büyük farklılıklar’ taşıdığı, ‘bu
bakımdan bugün, kapitalist–emperyalist sistemin eleştirisinin ve sosyalizmin
ortaya konuluşunun yüzyıl önceki koşulların ürünü olan kavram ve düşünce
kalıpları içinde kalınarak başarılamayacağı’, ‘insanlık tarihinde yeni bir
dönemin başladığı’, ‘Genellikle Marx’ın ve Lenin’in düşüncelerini olduğu gibi
tekrar eden sığ bir dogmatizmin soldaki en yaygın hastalık’ olduğu, ‘Marx’ın
bir eğilim olarak ortaya koyduğu birçok şey’in ‘artık geride kalmış’ sayılması
gerektiği, ‘Benzer bir durumun Lenin’in tezleri için de geçerli’ olduğu, ‘Eski
kavramsal çerçevenin açıklayıcılık gücünü yitir’diği ve ‘yeni bir kavramsal
çerçevenin gerekliliği’ ve yeniden üretilebilmesi için, ‘Böyle bir görevin
başarılması her şeyden önce tutucu ve dogmatik bir rol oynayan eski kavramsal
çerçeveyle hesaplaşmaya bağlı’ olduğu, ‘SSCB’nin çöküşüyle’ ‘sosyalizmin bir
tarihsel dönemi sona er’diği için, bugünkü tarihi yeni evrede ‘SSCB’nin
çöküşüyle’ ‘sosyalizmin bir tarihsel dönemi sona er’diği için, bugünkü tarihi
yeni evrede ‘ideolojik sorun siyasi iktidar mücadelesinin strateji ve taktik
sorunlarına dair kavram ve tartışmaları da yeniden anlamlandırabilecek bir
derinlik ve muhteva içinde kavramak zorunda’ bulunduğumuzu, yeni görevin ‘Sosyalizmin
biten bir döneminin argümanlarıyla yetindiği sürece…önemli olan(ın) muhafazakar
solculuk tarzından kopuşu başarabilmek’ olduğu, ‘Geçmişin düşünce kalıpları ve
kavramlarının bugünün dünyasını açıklamaya yetmediğini kavramak, insanları
sosyalizm kavgasına davet edebilmek için sosyalist ideolojinin yeniden üretilmesine
olan ihtiyacı görebilmek’ olduğu, vb slogan ve açıklamalarla tasfiyeci dalganın
bir eklentisi haline geldi. Orta yolcu akımın devrimci versiyonu yerini büyük
bir oranda tasfiyeci versiyonuna bıraktı. Devrimci–demokratik döneminde de
Marksizm–Leninizm’i, sosyalizmi, devrimci proletaryayı gözden düşürmede oldukça
fazla iş yapmış, Sovyet modern revizyonizmi, kapitalist/revizyonist sistem ve
kamp hakkında hayaller yaymış, devrimci proletaryayı gözden düşürerek derin
tahribatlar yaratmış olan bu akım, bir de tasfiyeci bir akım düzeyine
sıçrayarak benzer ağır tahribatlarına devam etti.
“Tarihin
bu akım hakkındaki hükmü, orta yolculukla fazla gidilemeyeceği, kritik tarihsel
dönemeçlerde bu akımın hızlı çözülerek dağılacağı ve tasfiyeci oportünist
bataklığa saplanmasının kaçılmaz olduğudur.
“Lenin,
ya burjuva ideolojisi ya da sosyalist ideoloji, ikisinin ortası yoktur, der;
orta yolculuğun gerçekte sosyalist ideoloji karşısında burjuva ideolojisi
olduğunu, burjuva ideolojisine kan taşıdığını ve orta yolculuğun küçük burjuva sınıf
tavrı olduğunu, işçi sınıfı üzerinde burjuva etkiyi geliştirip güçlendirdiğini,
insanlığın henüz üçüncü bir ideoloji de yaratmadığını vurgular. (age., s. 313)
“Orta
yolculukla ilgili AEP 5. Kongresi’nin şu eleştirel ve yol gösterici değerlendirmesini
aktarmanın da tam zamanıdır:
“Kongre,
revizyonizmin kendisine karşı değil, gölgesine karşı mücadele edenleri,
revizyonist yönetimin ihanetini görmek istemiyormuşçasına gözlerini gerçeklere
kapayanları, revizyonistlerle uzlaşmaya ve birleşmeye çalışanları ve orta yolcu
bir tutum takınanları ilkeli bir temel üzerinde ve şiddetle eleştirdi.
“AEP
şuna işaret etti: Revizyonizme karşı mücadelede, ‘Orta yol’ olmaz. ‘Ilımlılık’,
asla uzlaşmaz olan zıtların uzlaştırılması çizgisidir.
“Orta
yol, Marksist–Leninist ilkelerden sapmaları da gizleyemez; çünkü revizyonizme
karşı mücadele ideolojik nedenlerden değil de, sadece milli şoven bir temel
üzerinde belli bir takım iktisadi ve siyasi nedenlerden yola çıkıyorsa, kısa
ömürlü bir blöften ibarettir. Marksizm–Leninizmden dönenlere karşı tutumlarında
bu çizgiyi sürdürenlerin kendileri de ergeç bu döneklerin durumuna düşme
tehlikesiyle karşı karşıyadırlar…” ( AEP Tarihi C. III, s. 125–126, Bora Yay.)
“Tıpkı
modern revizyonizm gibi ‘dogmatizme karşı mücadele’ paslı silahına sarılan orta
yolculuk ve tasfiyecilik bu demagojinin ardına saklanmaya çalışmıştı. AEP Tarihi’nde
belirtildiği gibi, ‘Dogmatizme karşı mücadele’ her dönemdeki revizyonistlerin
Marksizm–Leninizme karşı kullanmış oldukları eski ve iyi bilinen bir
taktikti”r. (s. 65) Burjuvazi ve yeni burjuvazi, yeni burjuvazi ve modern
revizyonizmin oportünist orta yolcu izleyicileri ‘Marksizm– Leninizmin güya
zaman aşımına uğradığı, çağın gerisinde kaldığı ve XX. Yüzyılın yeni
şartlarında onun temel tez ve ilkelerinin ‘yeniden yorumlanması’ gerektiği
fikrini her tarafa yayarak gerçekte Marksizme saldırmaya ve onun temel ilkeleri
üzerinde kafa karışıklığı yaratmaya’ (AEP VII. Kongre Raporu, s. 196)
çalışmışlardır ve özellikle sosyal emperyalist kampın dağılmasıyla birlikte,
içeriksel olarak aynı saldırı, yeniden ve daha güçlü gündemleşmiş bulunuyor. ‘XX.
Yüzyılın yeni şartları’ yerini ‘XXI. Yüzyılın şartları’ ya da ‘ideolojik çerçevesi
aşılmış, XX. yy’da kalmış, XXI. yy. yeni koşullarına ya da XXI. yy’da sosyalizmin
yeni döneminin sorunlarına vb. yanıt vermeyen eskiye ait ideolojik–programatik
çerçeveyi aşma’ demagojisi ardına gizlenmeye çalışarak Marksizm–Leninizm’e
saldırmaya devam etmektedir. Saflarımızda da bunun ideolojik iz düşümlerine
90’lı yılların sonlarından başlayarak tanık olduk. Yapılacak tek şey,
özeleştirel olarak söz konusu tasfiyeci revizyonist orta yolcu sapmayı
düzeltmek olmalıdır. Tarihin dersleri bu bakımdan da biz komünistleri sarsması
ve kendine getirmesi gerektiğine inanıyoruz.” (age., s. 314)
Marksizm’i, Marksizm-Leninizm’i bir
çeşitlilik, kendisine “Marksist”, “Marksist-Leninist”, “sosyalist” diyen
akımları da öyle kabul edip, bu akımları Marksist, Marksist-Leninist birer
“mezhep” kabul edince saçmalamanın sonu gelmiyor. Hep birlikte okuyalım:
“Kapitalist restorasyonu örgütleyen yeni tip
burjuvazi, iyi niyetle girdiği arayışlarının kurbanı olmamıştır. (Yalçın) Küçük
ise tersini düşünüyor. Bunu ayrıca, Kruşçev’in “Stalinist olmayan bir
marksist–leninist arayış” olduğu tezinden de görebiliriz. “Stalinci” olmayan bu
sözde Marksist–Leninist arayış tezi, çıplak bir biçimde, sosyalizmin hainlerini
ve kapitalist restorasyonun ele başılarını ve revizyonist burjuvaziyi masum,
dahası, Stalinci olmayan Marksist–Leninist arayışın temsilcisi olarak sunarak,
Küçük, teoriye, tarihsel deneyime ve Marksizm–Leninizm’e karşı bağışlanamaz bir
suç işliyor. Ama O, bundan hiç de rahatsız görünmüyor. Dahası O, bu saptama ve
açılımlarıyla yaman bir derinlik sergilediğine inanıyor.
“Kuşçevlerin
ve ardıllarının arayışları, Marksist–Leninist arayışlar, Marksist–Leninist
olduğu düşünülen arayışlar falan değildi. Düpedüz, sosyalizmi tasfiye etme,
kapitalizmi yeniden kurma ‘arayışları’ydı. Bu tanımlama ve çözümleme, modern
revizyonizmi, Marksizm–Leninizm’in eğilimlerinden biri, Marksizm–Leninizm’in
tabanı üzerinde bulunan bir çeşit Marksizm–Leninizm olarak gören tezin de
bir yansıması ve somutlaşma biçimlerinden birisidir. Marksizm–Leninizm
örtüsüyle ortaya çıkan bir dizi izm’ler (modern revizyonizm, Troçkizm, Maoizm
vb.) Marksizm–Leninizm’in ret ve mahkum edilmesinin izm’leridir. Teorimizin
yukarıdaki Marksist–Leninist saptamaları, tarihsel deneyim tarafından da
kanıtlanmıştır. Küçük, bir zamanlar Gorbaçov’un ateşli destekçilerinden
birisiydi. Ama sonra uyandı, desteğini kesti ve karşı saldırıya geçti. Küçük’ün
bu ağır yalpalamasının temelinde yatan şey, O’nun revizyonist küçük burjuva
sosyalizm anlayışıydı; O’nun öteden beri içerisinde yer aldığı TİP
geleneğinin sosyalizm anlayışıydı. TİP hiçbir zaman modern revizyonizme karşı
ilkeli bir tavır alamamıştı. Dahası, giderek Sovyet modern revizyonizminin
uzantısı haline gelmişti.” (age., s. 405-406)
“Kruşçevleri,
Brejnevleri Marksist–Leninist, modern revizyonizmi Marksizm– Leninizm’in bir
biçimi gören, Marksizm–Leninizm’in tabanı üzerinde duran bir akım olarak gören
bir kafanın ve vb. kafaların bu devrimci olmayan, tarihsel ve sosyolojik
olgularla ilişkisiz ve son derece çarpık saptamaları yapması anlaşılırdır ve
elbette ki, bu kafa, olsa olsa, yalnızca mahkum edilir. Kitabımızın “II.
Bölüm”ünde ortaya koyduğumuz ve kanıtladığımız gibi, yeni burjuvazinin
kapitalist restorasyon programının daha etkin ve derinlemesine yürürlüğe
girdiği dönem de Küçük’ün “son Bolşevik pratisyen” ilan ettiği Brejnev liderliği
dönemidir üstelik. Fazla söze gerek var mı!..” (age., s. 409-410)
İnanacak
olursak, artık eski “ideolojik merkezler” kalmamıştır. Böylece “eski fikir
ayrılıkları” da önemsizleşerek aşılmıştır. Dolayısıyla görev, kendisini “Marksist”
olarak gören, “Marksizmin ve sosyalizmin tabanı üzerinde duran” akımları
(Marksizm’in değişik mezheplerini oluşturan akımları-“Mezhepçi Marksizm”) tek
çatı altında toplamaktır. Buna karşı çıkmak “dogmatizm”dir, eskiyerek aşılmış “20.
asrın” sosyalizmine saplanıp kalmaktır. O halde bu durum, “21. asrın sosyalizmi”yle bağdaşmamaktadır vs.
vb. Bu sözde değerlendirmeler, eleştiriler tasfiyeci revizyonizmin son birkaç
on yılının başat iddiaları oldu. Marksizm-Leninizm’e, enternasyonal
proletaryaya, uluslararası proleter devrime teorik-ideolojik düşmanlıkla
belirlenen bu saçma sapan iddialar ne yazık ki, sanıldığından ve görünenden
daha derin ve kapsamlı bir etki gücüne sahiptir.
Küçük
burjuva sosyalizmini sosyalizm olarak lanse etmek, “sosyalizm” maskesine
bürünmüş küçük burjuvazinin önderliğinde gerçekleşen ve demokratik kapitalist
bir ekonomik toplumsal sistem kurmakla sonuçlanan anti-emperyalist demokratik
devrimleri sosyalizm olarak propaganda etmek uzak geçmişten beri savunularak
gelen bir oportünizmdir. Proletarya sosyalizmiyle küçük burjuva sosyalizmi
arasındaki sınır çizgilerini ortadan kaldırmak şu ünlü değişik Marksizm’ler,
Marksizm-Leninizm’ler olduğu, Marksizm’in bir çeşitlilik olduğu teorisiyle, “Ezilenlerin
Marksizmi”yle, “ezilenlerin sosyalizmi”yle, “Mezhepçi Marksizm”le bağlı bakış
açısıdır. Buna göre, Lenin-Stalin’in SSCB’si dışında Çin, Küba, Vietnam, Kuzey
Kore, Nikaragua vb. gibi ülkeler de “sosyalist” ülkelerdi(r). Bu ülkelerde de
sosyalizm kuruculuğu yaşanmıştır. Bu ülkelerde girişilen sosyalizm kuruculuğu,
izlenen sosyalist modeller, işçi sınıfının, Marksizm’in, Marksizm-Leninizm’in,
sosyalizmin değişik denemeleridir. Değişik “devrimci Marksist eğilimler”
olması, bunun iç ve uluslararası komünist hareketin tarihinin evriminin değişik
aşamalarında ortaya çıkması doğal ve kaçınılmazdır vb. Aşağıda, bu oportünist
tasfiyeci bakış açısı ve yönelim, kitapta, şöyle eleştirilmektedir:
“Ayrıca,
SBKP’de ve SSCB’de yeni tipten modern revizyonist karşı–devrimin 1956’da
politik iktidarı gasp etmesinden sonra, ÇKP’nin Uluslararası Komünist Hareket’teki
rolü konusundaki tasfiyeci revizyonist görüşler de eleştirilmelidir.
Eleştirilmesi gereken tasfiyeci revizyonist analizler hem iç, hem de küresel
alanda devrimci ve komünist hareketi ciddi bir şekilde etkilemektedir.
“İnanacak
olursak, 20. Kongreyi onaylamış olmasına karşın, Çin ile SSCB arasında siyasal
ittifaka dayanan Deklarasyon’a “Marksist devrimci eğilim”in mücadelesi damgasını
vurmuştur. ÇKP’nin de Uluslararası Komünist Hareket’in yaşadığı kriz ve iç
mücadeledeki duruşu, iç mücadeleye konu olan sorunlardaki teorik ve politik
tavrı “Marksist devrimci eğilime” denk düşer*. (*Neden örneğin ‘Marksist–Leninist devrimci eğilim’ değil de
sadece ‘Marksist devrimci eğilim’?!!! Post–modernizm ve post–Marksizmin, Leninizm’i,
Leninist kavramını unutturmak için özel bir baskı örgütlediği son çeyrek
yüzyılda, kendi öz literatürümüze sıkı sıkıya bağlı kalmamak, ‘Marksizm’,
‘Marksist eğilim’, bilmem ne Marksist kurumu, Marksist teori vbg. kavramlarla
yetinmek, açık ki küreselleşmeci ideolojik liberalleşmeden, tasfiyeci
oportünizmden çok ciddi bir etkilenmeyi, ideolojik yıpranmayı ve gerilemeyi
ifade etmektedir. Yani bu, rastlantıyla ortaya çıkan bir tavır değildir! Özelde
buna dikkat çekmek gerekmektedir.) Modern
revizyonizmle ÇKP arasındaki mücadele, iki çizgi, burjuva revizyonist çizgiyle
Marksist–Leninist çizgi arasındaki mücadeledir.1950’lerin ikinci yarısında
başlayan ayrışma ve parçalanmanın temelinde iki çizgi mücadelesi durmaktadır.
ÇKP ve AEP’in temsil ettikleri devrimci çizgi karşısında SBKP/ Kruşçev’in
gerici modern revizyonist çizgisi durmaktadır. ‘Halkın partisi’, ‘halkın
devleti’, vb. revizyonist teorilerine karşı mücadele eden ÇKP ve AEP’in tavrı
teorik bakımdan Marksist, ideolojik ve politik bakımdan ise devrimcidir. ÇKP ve
AEP’in bu revizyonist teorilere karşı mücadeledeki tavrı, egemen revizyonist
kliğin SBKP’yi işçi sınıfının çıkarlarından koparma gerici yönelim ve
programını, emperyalizmle uzlaşma çizgisini reddeder vb.
“Peki,
gerçek durum nedir?” (s. 530)
“ÇKP’nin niteliği hakkında söylenenler net
değildir. Kimi yerde ‘Oysa 20. Kongreyi onaylamamasına karşın, Çin ile SSCB
arasında siyasal ittifaka dayanan Deklarasyona Marksist devrimci eğilimin
mücadelesi damgasını vurmuştur.’ deniliyor. Kimi yerde ‘Diğer yandan daha
sonraki gelişimi ne olursa olsun ÇKP’nin de uluslararası komünist hareketin
yaşadığı kriz ve iç mücadeledeki duruşu, iç mücadeleye konu olan sorunlardaki
teorik ve politik tavrı Marksist devrimci eğilime denk düşer. ÇKP’nin devrimci
eğilim içerisinde yer alması tesadüfi bir durum olarak kabul edilemez.’
deniyor. Kimi yerde ‘Kuşkusuz 1950’lerin ikinci yarısında başlayan ayrışma ve
parçalanmanın temelinde iki çizgi mücadelesi durmaktadır. ÇKP ve AEP’in temsil
ettikleri devrimci çizgi karşısında SBKP/ Kruşçev’in gerici modern revizyonist
çizgisi durmaktadır. ‘Halkın partisi’, ‘halkın devleti’ revizyonist teorilerine
karşı mücadele eden ÇKP ve AEP’in tavrı teorik bakımdan marksist, ideolojik ve politik
bakımdan ise devrimcidir.’ deniliyor. Kimi yerde, ilerlemeye devam eden Çin
devrimi ‘büyük ileri atılım’ın motivasyonuyla sosyalizmi kurma denemesi yaşamaktadır.’
deniyor.
“Belli
bir sorunu tartışırken bu değerlendirmeler yapılmasına karşın, saptamalar genel
ifadeler biçiminde de geçebiliyor. Bu saptamalardan ÇKP’nin komünist bir parti,
Çin Devrimi’nin anti–emperyalist demokratik devrimden sosyalist devrime
geçerek, ‘sosyalizmi kurma denemesi’ni yaşadığı sonucu çıkıyor. ‘UKH’nın
yaşadığı kriz ve iç mücadeledeki duruşu, iç mücadeleye konu olan teorik ve
politik Marksist devrimci eğilime denk’ düştüğü vs. değerlendirmeleri kendi
içinde bir iç tutarlılık ama oportünist bir tutarlılık taşıyor ve
yukarıdaki eleştirel değerlendirmemizi doğruluyor. Kanımızca bu duruş ve
değerlendirmeler, ilkesizdir ve ideolojik uzlaşıcılığa, tasfiyeciliğe
denk düşüyor. Oportünizm burada orta yolculuk biçiminde ortaya
çıkıyor ve oportünizm zehirini komünist harekete yayıyor. Bunun
da rastlantı eseri olarak ortaya çıkmadığını, aksine, sosyalizm sorunlarında
komünist hareket içerisinde çoktan beridir ortaya çıkarak komünist hareketi silahsızlandıran,
‘dogmatizme’, ‘teorik tutuculuğa’, ‘muhafazakarlığa’ karşı 21. asrın
sosyalizmini vs. üretme, teoriyi yenileme, deneylerden öğrenme sloganlarının
ardına gizlenmiş olan ve komünist hareketin programının 20. asra ait olduğu,
‘ideolojik çerçevesinin’ aşıldığı türünden açık oportünist saptama ve
eleştirilerle süregelen tasfiyeci oportünist sapmanın bir
tezahürüdür. Bu sapmanın belgeli ortaya çıkmış olması sanırız yeni bir durumdur
ve söz konusu sapmanın harekette yarattığı tahribatın çapının değişik
biçimlerde etkili olduğunu gösteren bir örnektir.
“60
Deklarasyonu, Marksist–Leninist bir belge değildir. İşin bu yanını ayrıca ele
alacağımızdan şimdilik geçiyoruz. 20 Kongre ve Kruşçev modern revizyonizmi
karşısında AEP ve ÇKP’nin duruşu da aynı değildir. Tasfiyeci revizyonist
zihniyet bunu da kavrayamıyor ve uzlaşıcı oportünist bir değerlendirme yapıyor.
Bu gerçekleri de kavramıyor ve orta yolculuk olarak yansıyan oportünist
bakış ve duruş burada da göz çıkarıyor.
“ÇKP
ve AEP’i asgari müştereklerde birleştiren temel olgu, devrimciliktir. Ama
bu devrimcilik tek tip bir devrimcilik değildir. Çünkü AEP Marksist–Leninist devrimciliği,
proletarya sosyalizmini temsil ederken, ÇKP ve Maoizm’in devrimciliği küçük
burjuva devrimci–demokrasisini temsil etmekteydi. ÇKP, Marksizm–Leninizm’den
güçlü bir şekilde etkilenmiş olmakla birlikte Marksist– Leninist bir parti
değildi. Sovyet modern revizyonizmiyle AEP arasındaki çizgi farklılığı, yeni
burjuvaziyle proletarya, kapitalizm ile komünizm arasındaki çizgi farklılığına
tekabül etmekteydi. Sovyet modern revizyonizmiyle ÇKP ve Çin Devrimi arasındaki
çizgi farklılığı ise devrime ihanet, devrimleri tasfiye etme çizgisiyle
devrimcilikte ısrar, devrimden, devrimlerden yana tavır takınma, Çin somutunda
devrimci–demokratik diktatörlükte ve anti–emperyalist demokratik halkçı
devrimin kazanımlarını koruma ve devrimi derinleştirmede ısrar çizgileri
arasındaki farka tekabül etmekteydi. Oysa tasfiyecilik, bu temel gerçeği yok
saymakta, üstelik ‘devrimcilik’ ve ‘Marksist devrimci eğilim’, ‘ÇKP’nin devrimci
eğilim içinde yer alması’, ‘ÇKP ve AEP’in temsil ettikleri devrimci çizgi’ gibi
nitelemelerle iki partiyi aynı kefeye koyduğu gibi, aynı zamanda bu kavramlarla
oynayarak sorunu belirsizleştirmeye de hizmet eden bir tavır
içerisine de kaymaktadır. Ama bu yöntem tehlikeli ve hiçde ilkeli arı–duruluğa
hizmet etmeyen bir yöntemdir de. Belirsizlik, çok uçlu anlatım, ilkesel
ayrılıklar arasındaki temel farklılığı örtüleme girişimi, ne zaman ve
nerden gelirse gelsin oportünizmdir.” (age., s. 533-534-535)
Evet, bir
bilim, bir ideoloji, proletaryanın kurtuluş harekatının teorisi olarak
Marksizm-Leninizm üç bileşeni alanında da geliştirilmeli,
zenginleştirilmelidir. Fakat bu çalışmayı Marksizm öncesi sosyalizm teorilerine
dönerek başaramayız. Bunu, emperyalizm ve proletarya devrimler çağındaki
oportünist, revizyonist, reformist akımlara dümen kırarak yapamayız. Bu büyük
devrimci görevi post’lu akımlara, onun bir biçimi olan “Ezilenlerin
Marksizmi”ne dayanarak da gerçekleştiremeyiz. Bu akımların ıskartaya çıkmış
teori ve tezlerini, eleştirilerini, pratiklerini rehber alarak bu, başarılamaz.
Bu akımların teorik ve pratik duruşlarının sunduğu ve sunabileceği hiçbir komünist
şey yoktur. Hiçbir zaman unutmamalıyız ki, “Eğri cetvelden doğru çizgi çıkmaz!”
Marksizm-Leninizm’in ve Uluslararası Komünist Hareket’in tarihi bu bakımdan zengin
ve derin derslerle doludur.