“POSTMODERN” BİR ÇAĞDA
MI YAŞIYORUZ?
Dünya kapitalist sistemi, uluslararası
burjuvazi ve yedeğindeki bir dizi tasfiyeci revizyonist akım el birliğiyle,
“tarihin sonu”nu ilan etti. Özellikle 1990’larla birlikte, uluslararası güçler
dengesinde devrim ve karşı-devrim arasında ve emperyalist güç ilişkilerinde
ortaya çıkan köklü değişme ve gelişmelerle birlikte söz konusu propaganda
ayyuka çıktı. Aynı manüpilasyon bugün de etkin bir şekilde devam etmektedir.
Bu
propagandaya göre, kapitalist üretim tarzı, emperyalizm aşılmıştır. Artık
“küreselleşme” çağında, “postmodern” bir çağda, “enformatik” bir çağda, bir
“İmparatorluk” çağında vb. vb. yaşıyoruz. Proletarya, Marksizm-Leninizm,
sosyalizm nihai olarak yenilmiştir. Kapitalizm ve liberal demokrasi nihai
zaferi kazanmıştır. Yeniçağla birlikte, sınıflar mücadelesi, devrimler,
ideolojiler çağı da geri dönüşsüz bir şekilde kapanmıştır. Artık aşılmış,
kapanmış, dahası yanlışlığı(!) da açığa çıkmış eski sınıfsal ve modernist çağın
teorik, ideolojik, kavramsal ilkelerine, analizlerine, çerçevelerine sarılmak,
sığınmak, savunmak anlamsızlaşmıştır. Artık evrensel doğrulardan, dünyayı
açıklamanın ve değiştirmenin aracı olan bilimsel teorilerden, evrensel
bilimden, kurtuluşçu ütopyalardan, bütünlüklü projelerden, dünyayı değiştirecek
özneden, yıkılmak üzere hedef seçilecek emperyalist bir merkezden, ele
geçirilebilecek bir politik iktidardan vb. bahsedilemez. Artık “post-kapitalizm
çağında” yaşıyoruz. “Post-kapitalizm” çağının toplumu, “bilgi toplumu”dur.
“Bilgi toplumu” “sanayi sonrası toplum”dur. Bu yeniçağ ve yeniçağın toplumunda,
artık sermaye, emek, maddi üretim değerini yitirmiştir. Postmodern küresel
çağda teknoloji, bilgi, serbest piyasa, serbest özgürlükler, eşitlik, bolluk,
refah üzerine kurulu bir yeni dünya inşa ediliyor. Artık kapitalizmin ve
insanlığın önünde “pürüzsüz, dümdüz bir dünya” uzanmaktadır. Dönem,
“sürtünmesiz kapitalizm” dönemidir. Postkapitalist küresel enformatik çağ
emperyalizmden ve sömürgecilikten, toplumsal kötülüklerden arınmış, eski çağın
kalıntılar biçiminde yeniçağa taşınmış kötülüklerinden de arınmaya çalışan
barışçıl bir kapitalizm, bir ultra kapitalizm, bir imparatorluk çağıdır.
Böyle
bir çağda artık tarihsel öznenin, sınıfsal öznenin, dünyayı değiştirecek iradenin
ne öneminden ne de herhangi bir rolünden bahsedilebilir. Nasıl ki Tanrı
merkezsiz şekilsiz, cisimsiz, ulaşılamaz, dokunulamaz, kavranamaz ve Tanrıya
karşı savaşılamazsa; nasıl ki Tanrısal yazgı insanlığın yazgısıysa ve bu
yazgıya karşı çıkılamaz, karşı koyulamazsa; nasıl ki insan Tanrı karşısında
iradesiz, etkisiz ve çaresizse ve tek görevi de bu yazgıya tevekkül ve huşu
içinde razı olmaksa, postmodern-enformatik-küresel-teknolojik kapitalizm
çağında da insan, insanlık da kapitalist üretim tarzı ve uluslararası tekeller
karşısında o denli çaresizdir, iradesizdir. Çünkü Tanrı ve kapitalizm “hiç
yerdedir” ve “her yerdedir”. “Tarihin sonu”na bir kere gelinmiştir. Kapitalizm
nihai zaferi kazanmıştır. Tarih, eleştiri, özne bitmiştir. Bundan sonraki tarih,
kapitalizm ve liberal demokrasinin “pürüzsüz bir uzamda” sınırsız gelişme
tarihi ve çağıdır, vs. vs.
Değişik
tezlerle, renklerle, tonlarla ortaya çıkmasına karşın, söz konusu tezler,
teoriler, propagandalar küresel ölçekte sistematik bir tarzda yaygınlaştırılmıştır.
Bu teori ve propagandaların ana
temsilcisi kapitalist emperyalizm ve uluslararası tekellerdir. Söz konusu
bilim ve gerçek dışı propaganda yalnızca F. Fukuyama gibi, Bill Gates gibi
burjuvazinin açık temsilcileri tarafından değil, yanı sıra, örneğin Negri,
Harvey, Gorz, Laclau, Mouffe, Balibar vb. gibi kapitalizmin gizli oportünist
temsilcileri tarafından da geliştirilmektedir.
Burjuvazinin
açık ve gizli ideologlarının, politik sözcülerinin, diplomalı uşaklarının,
gönüllü propagandistlerinin psikolojik harp taktiklerini de kullanarak
yürüttükleri bu mücadele, burjuvazinin
proletaryaya, kapitalizmin sosyalizme karşı ilke ve kural tanımayan sınıf savaşımından, gerici ideolojik saldırısından başka
bir şey değildir. Bir yandan işçi sınıfını, ezilen halkları sınıflar
mücadelesinin, devrimlerin, ideolojilerin, tarihin bittiğine(!) inandırmaya
çalışan burjuvazi; öte yandan da düpedüz proletaryaya, devrime, sosyalizme ve
insanlık tarihinin biriktirdiği ilerici ve devrimci olan her şeye karşı kendi
tarihinin en kirli savaşımını yürütmektedir.
Gerçekte olay bundan ibarettir.
I
1985’lerden,
özellikle de 1990’lardan sonra, uluslararası burjuvazi, hegemonyasını, bu
hegemonyanın bir biçimi olan ideolojik hegemonyasını sağlamlaştırdı. Evet, bu
hegemonyanın nesnel temelleri zayıftır.
Dahası aynı tarihlerden sonraki sürecin
temel bir özelliği de söz konusu
hegemonyanın nesnel temellerinin daha fazla zayıflamasıdır. Fakat buna karşın belli bir tarihsel kesitte,
belirli özgün tarihsel önkoşullar ve özgün gelişmeler nedeniyle geçici olarak
güçlenen burjuva hegemonya, dünya devrim cephesi ve bu cephede yer alan
proletarya ve halklar üzerinde yıkıcı etkiler yarattı. Dolayısıyla sorunun
üzerinden atlayıp geçemeyiz. Emperyalizm ve proleter devrimler çağı olan
çağımızın temel olgularıyla, hareket yasalarıyla bağlı olarak gündemleşen söz
konusu önemli değişim ve gelişmeleri incelemeden de sorun derinliğine bilince
çıkarılamaz. Bu bağlamda, daha baştan, uluslararası komünist ve devrimci
hareket, ilerici insanlık, proletarya ve halklar üzerinde derin tasfiyeci
yıkımlara yol açan tarihsel ve güncel sosyolojik olguların özet bir tablosunun
sunulmasında yarar görmekteyiz.
Bu
nedenlerden ilkini, kapitalist dünya ekonomisinde ortaya çıkan yeni olgular
oluşturmaktadır.
Bir
dönemeç olarak 70’leri alacak olursak emperyalist dünya ekonomisi yeniden bir
yapılanma sürecine girdi. Yeni teknolojiler (mikroçip, biyogenetik, nükleer
teknoloji,), yeni ekonomik sektörler (bilişim, iletişim vb.) gelişti.
Kapitalist uluslararasılaşma (emperyalist küreselleşme) süreci ivmelendi.
Kapitalist dünya ekonomisinin bütünleşme süreci daha ileri biçimler aldı.
Uluslararası kapitalist işbölümü yeniden yapılandı. 1945-70 arası tarihsel
kesitte uygulanan “Keynesçilik”, “refah kapitalizmi”, “sosyal devlet”, “ulusal
kalkınmacı”lık vb. olarak nitelenen sermaye birikim modeli/stratejisi tasfiye
edildi. “Neoliberalizm”, “serbest piyasa”, “monetarizm” vb gibi nitelenen yeni
kapitalist birikim stratejisi (esnek kapitalist birikim modeli) yeni dönemin
gelişme çizgisi oldu.
Bu
yeniden yapılanma sürecinin kökleri daha önceye uzansa da, proletaryanın
yapısında, emeğin sosyal bileşiminde de önemli değişme ve gelişmelere yol açtı.
Kapitalist
dünya ekonomisinin yeniden yapılanmasının merkezinde uluslararası emperyalist
tekeller durmaktaydı. Üretimin ve sermayenin daha fazla yoğunlaşmasının,
merkezileşmesinin, uluslararasılaşmasının ürünü olan tekeller, bu sürecin
motoru ve öncüsüydü. Emperyalizm dün de bugün de tekelci kapitalizm olmaya
devam etmektedir. Ancak ne var ki, dün ulusal pazarı temel alan, ama küresel
çapta sömürü yapan tekeller giderek yerlerini, dünya pazarını temel alan ulusal
pazarlarını da dünya pazarının bir parçası olarak örgütleyen uluslararası
tekellere bıraktı. Günümüz emperyalist kapitalizminin temel yönetici gücü
uluslararası emperyalist tekellerdir (“ÇUŞ”).
Kapitalist
dünya ekonomisindeki iktisadi değişiklikler ve yeniden yapılanma süreci, doğal olarak,
küresel ölçekte sosyal ve siyasal yaşamı da derinden sarstı, siyasal ve sosyal
yaşamın da yeniden yapılandırılmasıyla birleşti, birleştirildi. Bu süreç, hem
emperyalist merkezi ve hem de bağımlı periferiyi, hem sömürücü sınıf ve
tabakaları hem de ezilen sömürülen sınıf ve tabakaları etkileyen ve kapsayan
bir yeniden yapılanma süreci oldu. Bu süreç devam etmektedir.
1989-91
sürecinde kapitalist/revizyonist bloğun çöküşüyle söz konusu yeniden yapılanma
süreci daha yüksek tempolara ulaştı. Bu yeniden yapılanma süreci, uluslararası
tekellerin ve burjuva devletlerin proletarya ve halklara karşı sert ekonomik ve
politik saldırıların eşliğinde; yeni sürece meşruiyet kazandırmayı hedefleyen
sistematik yeni tip ideolojik saldırıların eşliğinde birleşik bir saldırı,
boyun eğdirme, rıza üretme; yeni biçimde yeni bir ideolojik hegemonya kurma ve
geliştirme çizgisinde yükseldi, yükseltildi.
Uluslararası
emperyalist tekellerin gelişme, öne çıkma, hegemonyayı ele geçirme süreci,
uluslararası yeni tipte tekelci kapitalist birikimin ve işbölümünün önünde
tasfiye edilmesi gereken bir engele dönüşmüş olan ekonomik, siyasal, sosyal,
ideolojik kapitalist biçimlere karşı planlı, örgütlü, kapsamlı ve en yenilikçi
ve özgürlükçü kılıklara bürünmüş yeni tipte bir ideolojik ve kültürel saldırı
harekatının dolu-dizgin geliştirilmesiyle birleştirildi. Söz gelimi “sosyal
devlet”in, “ithal ikameci”liğin, “ulus devlet”in, “ulusal sınır”ların,
biyolojik ırkçılığın, “totaliter rejim”lerin, klasik sömürgeciliğin, eski
teknolojilerin mahkum edilmesi, serbest piyasanın, liberal özgürlüklerin,
malların, insanların, fikirlerin özgürce dolaşımının, küreselleşmelerinin, yeni teknolojilerin, “yeni ekonomi”nin, “yeni
çağın”, birey, cins, etnik, cemaat, kültürel farklılıklar ve renkliliğin
yüceltilmesi vb gibi söylemlerden, vurgulardan söz konusu olguyu görebilmekteyiz.
Bu yenilikçi(!), özgürlükçü(!) söylemin derin etkiler yarattığını da biliyoruz.
Yeni
emperyalist gereksinmelere yanıt vermek üzere gündemleştirilen söz konusu yeni
tip burjuva liberal saldırı dalgasının iç içe geçmiş iki hedefi vardı. Birinci hedef, çıkarları, ayrıcalıkları eski tip
birikim stratejisine dayanan ve yeni döneme karşı direnen burjuva kesimlerin
iktisadi ve siyasi direnişini kırmaktı. İkinci hedef, proletarya ve halkların
direniş ve mücadelesini kırmak, toplumsal muhalefeti yedeklemekti. Ve kuşkusuz asıl hedef, proletarya ve ezilen
halklardı, onların öncü devrimci ve ilerici kuvvetleriydi.
“Yenilik”
ve “özgürlük” adına geliştirilen, sınır tanımayan emperyalist ideolojik saldırı
harekatı sınır tanımaz bir demagoji ve manipülasyona dayanıyordu. Bu bağlamda
antikapitalist, antiemperyalist, antisömürgeci, antiırkçı ve özgürlükçü söylem
birer dolgu maddesi, birer sis bombası olarak
kullanıldı. Yeni burjuva liberal ideolojik saldırı harekatı, gerçekte
kapitalizmi, emperyalizmi yeni bir
biçimde kutsuyordu. Kapitalist emperyalizmin iktisadi ve sınıfsal
temellerine yönelmeden, miadını doldurmuş, uluslararası tekellerin gelişmesine
engel olan ve tasfiyesi yakıcı bir soruna dönüşmüş olan kapitalist ekonomik,
siyasal, sosyal, ideolojik biçimlerin düşmanca, evet, düşmanca eleştirisi ve mahkum
edilmesiydi. Ancak yeni liberal emperyalist ideolojik saldırı harekatının
yenilikçi, özgürlükçü, parıltılı bir söylemle pazarlanması son derece etkin bir
“halkla ilişkiler” uzmanlığı ve kampanyası olarak örgütlendi. Gerçekte bu
saldırı, yeni tipte bir burjuva
ideolojik Haçlı Seferberliği’ydi. Sol değerler ve literatür de bu amaçla
elden geçirilerek etkin bir tarzda kullanıldı. Sermaye, burjuva devlet, üniversiteler, burjuva ve küçük burjuva aydın tabaka, “yenik solcu” yeni ideolojik Haçlı
Seferberliği’nin sacayaklarını
oluşturmaktaydı.
Emperyalist
küreselleşmeye meşruiyet kazandırmanın aracı olan ideolojik saldırı harekatı, Rockefeller ve ABD’li uluslararası tekellerin önderliğinde örgütlendi.
Rockefeller’in etkin rol aldığı bir dizi uluslararası toplantıda, kullanılacak
söylem, teoriler, tezler üretildi ve dünya pazarına ihraç edildi. Bu saldırı
harekatı, aynı ideolojik ve siyasi içeriğe dayanmakla birlikte görüntüde renkliydi, renkli tutulmaya da özen gösterildi.
Geçmeden
bir-iki olguya dikkat çekmek gerekmektedir.
Bu
süreçte üniversiteler aktif bir rol oynadılar ve oynamaya da devam
etmektedirler. Tarihsel olarak üniversiteler daima burjuva liberalizmin, sosyal reformizmin ideolojik kaleleri;
burjuvazinin entelektüel hegemonyasının üretildiği stratejik kaleler
olagelmiştir. Yeni tip liberal ideolojik saldırı döneminde de üniversiteler öne
çıkan manipülasyon merkezleri oldu. Dün olduğu gibi bugün de burjuvazi, burjuva
devlet, sağı ve soluyla burjuva aydın tabakasından, akademik unvan sahibi,
kapitalizmden nemalanan üniversite camiasından yararlanmıştır,
yararlanmaktadır. Bu tabaka, burjuva ideolojik hegemonyanın üretilmesinde,
burjuvazinin yeni entelektüel gereksinmelerine göre yeni üretimler, açılımlar, suya atılacak parıltılı yeni oltalar
yapmada burjuvazinin öncü hazır kıtasıdır daima. Postmodernizmin
kalelerinin üniversiteler olması, pek çok ünlü postmodern ve postMarksist
tasfiyeci entelektüelin, yazarın, teorisyenin, propagandistin kürsü hocası,
yüksek akademik unvan ve kariyer sahibi olması bir rastlantı değildir. Hangi
kılık altında ortaya çıkarsa çıksın postmodernizm ile yeni tip emperyalist
liberal ideoloji arasında içsel bir
bağ, birbirini tamamlayan,
birbirlerini besleyen ideolojik bir bağ
vardır. Ve bu gerçeğin daima vurgulanması
gerekir.
Konu
kapsamında ikinci ana nedeni de şöyle özetleyebiliriz:
1980’lerin
ikinci yarısından başlayarak dünya devrim dalgası geri çekilmeye, emperyalist
gericilik ve karşı devrim inisiyatifi ele geçirmeye başladı. Başını Rus sosyal
emperyalizminin çektiği kapitalist/revizyonist kamp 89’dan başlayarak çözülüp
dağıldı. Çin, uluslararası kapitalist sistemle daha hızlı bir entegrasyon
sürecine girdi. ASCH’de sosyalizm tasfiye edildi. “Soğuk Savaşı” Amerikan
emperyalizminin önderliğindeki emperyalist/kapitalist kamp kazandı. Çok
kutupluluğu daha baştan içinde barındırmakla birlikte “tek kutuplu” bir dünya
gerçeği ortaya çıktı. Revizyonist/kapitalist kampın tasfiyesi ve yeniden
paylaşımıyla birlikte bütünlemiş kapitalist dünya pazarı yeniden kuruldu.
Sosyal
emperyalist kampın çöküşü, ASCH’nin yıkılışı, Çin’in kapılarını emperyalizme
ardına dek açma süreci sosyalizmin nihai yenilgi ve tasfiyesi, kapitalizmin
nihai zaferi olarak lanse edildi ve algılandı. 1950’ler sonrası, değişik akımlarıyla
uluslararası modern revizyonist akımın “Batı Marksizmi”nin, uluslararası sosyal demokrasinin ve sosyal reformizmin gerici ve karşı devrimci
çizgide proletarya ve halkları ideolojik-siyasi olarak silahsızlandırma
süreciyle de beslene gelen süreç,
revizyonist/kapitalist kampın klasik kapitalist biçimlere dönüşerek dağılışıyla
birleşerek yeni tip emperyalist ideolojik saldırının dizginlerinden boşanmasına
yol açtı. Küresel çapta dünya devrim dalgası dibe vurdu, doludizgin bir
emperyalist gericilik ve karşı devrim dönemine girildi. Sosyal demokrasi çıplak
burjuva kimliğiyle ortaya çıkmaya, emperyalist küreselleşme sürecini “sosyal”
liberal cepheden savunmaya başladı. Modern revizyonizm, yüzündeki sahte
sosyalist örtüyü bir tarafa atarak sosyal demokrasiden doğan boşluğa ve
geleneksel role oynamaya, geniş bir kanadı ise yeni tip burjuva emperyalist
liberalizmin açık savunuculuğuna soyundu. Küçük burjuva reformcu “sosyalist”
hareket liberalleşti. Küçük burjuva devrimci-demokrasinin ana gövdesi ve
uluslararası proletarya komünizmi geniş çaplı bir şekilde devrimci ve komünist
konumlarını terk ederek tasfiyeci oportünizmde karar kıldı, vb. Tasfiyecilik dönemin modasına dönüştü. “Neoliberalizm” ve tasfiyecilik yükselen
değerler olarak, felsefi idealizmin, dinsel gericiliğin, burjuva milliyetçi
kabarışın, orta çağcıl gerici değerlerin kabarışıyla iç içe, paralel, karmaşık
bir gerici dalganın unsurları olarak hortladı. Marksizm-Leninizm’e, devrime,
sosyalizme, kurtuluşçu ütopyalara, bilime, proletarya ve halkların mücadelesine
karşı kapitalizmin kutsanması temelinde tarihin o güne dek tanık olmadığı bir saldırı cephesi kurularak gerici bir ideolojik-politik
mücadele başlatıldı… Kendini “sol”, “sosyalist” olarak ilan eden sayısız
politik parti ve lider, aydın burjuvazinin, “küreselleşme”nin safına geçerek
ihaneti, dönekliği övmeye, teorize etmeye ve propaganda etmeye girişti.
Yenen
sınıf, yenilen sınıfların saflarından devşirdiği devasa bir güçle daha güçlü,
yaygın, sistemli bir ideolojik vurucu güce dönüşmesini bildi. Böylece,
insanlığın bütün bir toplumsal tarihinde biriktirdiği ilerici olan ne varsa
sınır tanımayan bir emperyalist ve gerici saldırın hedefi haline getirildi.
“Elveda proletarya”, “elveda sosyalizm”, “elveda devrim”, “hoş geldin yenidünya”
sahte çığlıkları ortalığı inletmeye başladı.
Emperyalist
küreselleşme (uluslararasılaşma!) sürecinin hızlandığı, kapitalist dünya
ekonomisinin yeniden yapılanma süreçlerinin geliştiği tarihsel kesit, küresel
çapta 90’larda daha da keskin biçimler alan yenilgi ve gericilik süreciyle örtüşerek; uluslararası tekeller
dünyasına, kapitalizmin açık ve gizli ideologlarına yeni saldırı dalgası için
tarihte eşi benzeri görülmemiş
fırsatlar yarattı. Sermaye dünyası
tam da bu olağanüstü tarihsel kesitte, temelleri zayıf da olsa, geçici olması
kaçınılmaz da olsa, hegemonyasını sağlamlaştırarak ölçüsüz bir ideolojik
saldırı dalgasını örgütleyerek yeniçağ teorilerini, tarihin, ideolojilerin,
sınıf mücadelesinin vb. sonunu ilan etti.
Yeni
tip burjuva liberalizminin yeni bir
biçimi olan ve moda akımlardan
birine dönüşen ve yayılan “postmodernizm”
ve postmodernizmin bir biçimi olan “postMarksizm”
işte tam da söz konusu tarihsel sürecin bir ürünü olarak üredi, üretildi,
bayraklaştırıldı.
“Postmodernizm”,
emperyalist çağın içerisinden geçilen emperyalist küreselleşme tarihsel
kesitine, yenilgi ve gericilik döneminin gereksinmelerine denk düşen burjuvazinin safında yer alan bir
ideolojik siyasi akımdır. Bu akım, emperyalist
dünya sistemindeki aşırı çürümenin, yenilmişlerin saflarında baş gösteren aşırı
çürümenin, umudu kırma operasyonunun ve umudu kırılmışların tipik sözcüsü
olarak ortaya çıktı. Elinde “elveda proletarya, elveda devrim, elveda
sosyalizm” yazan, kapitalizmi ebedileştirmeyi misyon olarak seçmiş yeni bir sis bombası, yeni bir afyon türü olarak gündemleşti;
hem de en gerici, en çürümüş eski teorileri, tezleri yeni biçimlerde
gündemleştirerek!
Postmodernizm,
emperyalist küreselleşmenin günümüzdeki ideolojik formlarından, başlıca
türevlerinden birisidir. Yeni tip emperyalist liberal ideolojik saldırı cephesinde
yeni biçimde ortaya çıkan, yeni burjuva
liberal bir zehirdir. Burada söz konusu olan emperyalist neoliberal ideolojik saldırının postmodernizm, postMarksizm
biçimlerini alarak ortaya çıkmasıdır. Bill Gates ya da Rockefeller, Jacques
Santer’ler, Charles Goldfinger’ler yeni emperyalist liberal ideolojinin açık
savunucularıysa, Negriler ya da Deridalar, Zizekler, Laclualar ve benzerleri de
burjuva ideolojik içeriğe sahip postmodern, postMarksist yeni tip burjuva
liberal ideolojinin farklı türde savunucularıdır. İkinciler birincilere
bağımlıdırlar, ikinciler birincilerin sınıfsal çıkarların ürünü olan teorileri,
tezleri, propagandaları gerçek sahiplerinden (ÇUŞ’lardan, emperyalist
devletlerden) alarak, entelektüel ve sol geçmiş kimliklerinin katkılarıyla şekillendirerek
pazarlamaktadırlar.
Kapitalizmin
ve burjuvazinin tarihinde, burjuvazinin proletaryaya karşı yürüttüğü kuralsız,
ilkesiz, kirli ideolojik saldırı cephaneliğinde daima üzerinde “elveda
proletarya” yazan teori ve tezler buluna gelmiştir. Bunun en yakın
örneklerinden birisini de 1950-70’ler arası tarihsel kesitte ileri sürülen bir “tez”de
görmekteyiz. Söz konusu teze göre, kapitalizmin ve kültürün gelişmesi sonucu
proletaryanın da iş ve yaşam koşulları, gelir düzeyi, kültürü gelişmiş, böylece
proletarya burjuvalaşmış; eski proletarya olmaktan çıkarak artık kaybedeceği
çok şeyi olan bir sınıfa, “orta sınıfa” dönüşmüştü. İşçi sınıfının
“burjuvalaştığı” gerekçesiyle kimi kurtuluşu lümpen proletaryada, kimi kent
yoksullarında, kimi de aydınlardan beklemiş, onları öncü sınıf, öncü güç olarak
lanse etmişti. Modern revizyonizmin değişik kanatları, sosyal demokrasi, sosyal
reformizm, “heterodoks Marksizm”in “otonomcu” çeşitli eğilimleri, kanatları, bu
vb. teorileri yaymıştı. Yani o zamanlar da kapitalizm ve burjuvaziye en büyük destek soldan ama asla
Marksist-Leninist olmayan, burjuva ve küçük burjuva “sol”dan gitmişti.
Aynı
demagoji, revizyon, manipülasyon ve tasfiye operasyonunun, bir kez daha,
kapitalist uluslararasılaşmanın hızlandığı, kapitalist entegrasyonun
kapitalizme içsel uzlaşmaz karşıtlıklarla birlikte yoğunlaştığı ve bu sürecin
yenilgi ve gericilikle örtüştüğü süreçte gündemleşmesi ve atağa kalkması tipik
bir olgudur. Bu anlaşılırdır da. Çünkü proletaryanın bağımsız siyasal bir güç
olarak ortaya çıkışından ve proletaryanın kurtuluş hareketinin teorisi olan
Marksizm’in, Marksizm-Leninizm’in doğmasından bu yana, burjuvazinin ve
yedeğindeki her türden akımın ideolojik saldırısının merkezinde daima
proletarya, Marksizm, Marksizm-Leninizm ve uluslararası proleter devrim duragelmiştir. Çünkü burjuvazi,
kapitalizmin açık ve gizli savunucuları, tarihsel tecrübeyle de sabit olduğu
gibi, özel mülkiyeti, kapitalizmi ve burjuvaziyi tasfiye etmeye yetenekli tek devrimci sınıfın proletarya olduğunu
ve emperyalizmin sosyalist devrimin öngünü, çağımızın kapitalizmden sosyalizme
geçiş çağı olduğunu kavrıyorlar. 1917 Büyük Ekim Devrimi, Lenin ve Stalin’in
SSCB’sini bunun dolaysız kanıtı olarak görüyorlar.
“Postmodernizm”in ve “postMarksizm”in,
Marksizm Leninizm’e, proletaryaya, uluslararası proleter sosyalist devrime
dönük red ve inkar saldırısının; proletaryasız kapitalizm, “postmodernist
özgürlük çağı” teorilerinin de merkezinde aynı tarihsel ve güncel gerçek(ler)
durmaktadır. Kapitalist üretim tarzının açık ve gizli temsilcileri her ne kadar
yırtınırcasına elveda proletarya ve sosyalizm vs.diye bağırıyorlarsa da, yüreklerindeki en büyük korku, daha
geçtiğimiz yıllarda AB’li emperyalistlerin komünizmi faşizmle birlikte insanlık
dışı, insanlık suçu ilan ettirme sistemli çabalarından da görülebileceği gibi,
hala sınıf bilinçli proletaryadır, sosyalist devrim tehlikesidir ve kaçınılmaz
olan dünya sosyalist devriminin zaferidir. Ama korkunun ecele faydası
olmadığını da tarih göstermiştir.
Uluslararası
proleter devrim emperyalist dünya sisteminin bağrında yatan ve kaçınılmaz
sonunu getirecek temel ve gerçek tehlikedir. Yenilgi ve gericilik koşullarıyla
geçici olarak ferahlamış olan uluslararası sermaye, uluslararası proleter
devrimin nesnel temellerinin her zamankinden daha güçlü olgunlaştığının çok
kesin bir sınıf bilinciyle farkındadır. Nitekim dünya burjuvazisi 21. asrın bir
devrimler asrı olacağını, yeni Ekimler fırtınasının geçmişten yüz kez daha
sert, yaygın, birleşik, daha enternasyonalist karakterde geleceğini bugünden
gördüğü içindir ki; nihai zaferini, tarihin sonunu(!) ilan etmesine karşın,
kendisini hiçbir şekilde güvende
görmemekte; kaçınılmaz sonunu önlemek için proletarya ve kitlelerin ruhunun her
zerresine işleyecek tarzda 24 saat, 365 gün 6 saat ideolojik sömürgeleştirme
harekatını aralıksız, kuralsız tarzda geliştirmektedir. “Küreselleşme çağı”nın,
emperyalist tekeller, burjuva devletler, postmodernistler, burjuva liberalleri,
postMarksistler vb. tarafından dizginsizce yüceltilip kutsanması ve yıkılmaz
ilan edilmesi de tümüyle yukarıdaki gerçeklerle bağlıdır.
Teorinin
aydınlattığı, tarihsel deneyimin kanıtladığı gibi, gerek kapitalist dünya
ekonomisinin gelişme sürecinde, gerekse de dünya devrim ve karşı-devrim cephesi
arasındaki politik güçler dengesindeki her önemli gelişme ya da dönemeç,
sınıfların ve tarihin gidişi üzerine şu veya bu düzeyde derin sarsıntılara yol
açar. Bu bağlamda, dönemi ve dönemeci anlamaya dönük analizler, teoriler,
tezler, tartışmalar kaçınılmaz olarak gündemleşir. Örneğin 19. yy. sonlarından başlayarak 20. asrın başına, I. Emperyalist
Paylaşım Savaşı’na dek uzanan süreç; serbest rekabetçi kapitalizmin tekelci
kapitalizme dönüşme süreci; örneğin 1945-75
arası tarihsel kesitte kapitalist emperyalizmin göreli istikrar içinde
geliştiği, sosyalist kampta 1956 ile modern revizyonist karşı-devrimin galebe
çalmasıyla içerisine girilen dönem; örneğin 70’lerden başlayarak ‘80’lerde hızlanan, 90’larda sosyal
emperyalist kampın tasfiyesiyle birleşen dönem
hatırlatılabilecek örneklerdir.
Her
üç dönemde de, her bir dönemin kendine özgü koşullarını unutmadan,
aynılaştırmadan vurgulanmalıdır ki, revizyonizm,
reformizm, oportünizm ve tasfiyecilik
şahlanmıştır. Dünya devrimi, sömürülen ve ezilen sınıflar, proletarya hareketi
üzerinde derin tahribatlar yaratmıştır. Bernstein revizyonizmi, II.
Enternasyonal oportünizmi, modern revizyonizm, “Batı Marksizmi” burjuvazinin ve
kapitalizmin safına geçmiş, proletaryanın sınıfsal ve tarihsel rolünü yadsımış,
devrim ve sosyalizme karşı savaşmıştır. 1980-90’ların tasfiyeciliği, tarihin
sonunu ilan eden uluslararası sermayenin safına geçerek daha kaba bir
kapitalizm savunuculuğu ve proletarya düşmanlığı olarak belirip yükselmiştir.
Hatta uluslararası tekeller tarafından yönetilen emperyalist küreselleşme
süreçleri ve olgusu, açıktan devrimci ilan edilmiştir. Bu süreç, burjuva
demokratik devrimler çağında burjuvazinin feodaliteye, feodal aristokrasiye ve
feodal dinsel gericiliğin merkezi kiliseye karşı oynadığı (geçici) devrimci
rolle kıyaslanmıştır ve olumlanmıştır. Tekelci kapitalizmin üretici güçleri
özgürce geliştirdiği, emperyalist burjuvazinin siyasal alanda siyasal
özgürlüklerin devrimci temsilcisi ve geliştiricisi olduğu ileri sürülmüştür.
Artık emperyalist savaşların ve emperyalist sömürgeciliğin, iktisadi krizlerin,
ulus devletin aşıldığı, insanlığın özgürce geliştiği, proletarya ve
burjuvazinin önemsizleştiği bir “enformatik çağa” geçildiği vs. ileri
sürülmüştür. Bu yeniçağ ve toplumda artık proletaryadan bahsedilemeyeceği ya da
proletaryanın önemsizleşerek yitip gittiği, “işçici”, “sınıfçı politika” ve “paradigma”nın
olsa olsa 19. ve 20. yüzyılda kalmış ve iflas etmiş olduğu, 21. asrın
sosyalizminin “çokluk”a, “yeni toplumsal hareketler”e, “ezilenlere” “istikrarsız
çoğul özneye”, “tekil kimlikler çoğulluğu”na dayanacağı, “ezilenlerin işçi
sınıfına karşı öncelik” taşımadığı ve taşıyamayacağı, sınıfın “hegemonik
anlatılara göre epistemolojik statü iddiasında buluna”mayacağı, Marksizm’in, “sınıfa
hapsedilmemesi” gerektiği, “Marksizmi işçicilikten kurtarma”nın zorunlu bir
görev olduğu, Marksizm’in artık sınıfın değil, “ezilenlerin” ideolojisi olduğu,
artık “bütüncül kimlik”lerin olmadığı, artık söz konusu olanın “tekil
kimlikler” mücadelesi olduğu, artık “ezilenler”, artık “çokluk”, artık
proletaryanın “ayrıcalıklı” yerini kaybettiği “değişken çoklu özne”, “demokratik eşdeğerlilik zinciri”, “radikal
ve çoğul özne”, “özneler çoğulluğu”, “yeni çoğulluk alanları”, “gökkuşağı
renginde ezilenler” olduğunu, yeni öznenin “ezilenler”
olacağı, vb. vb. açıkça vurgulanmıştır.
Üretimin
ve sermayenin daha fazla yoğunlaşması ve merkezileşmesi, uluslararasılaşması kapitalist
toplumun nesnel gelişme yasalarından birisidir. Kapitalist uluslararasılaşmanın
günümüzdeki öncüsü ve temsilcisi uluslararası tekellerdir. Dünya ekonomilerinin
açık sömürgelere dönüştürülmesi, sınır tanımayan bir saldırganlıkla yeryüzünün
uluslararası tekeller tarafından istila edilerek yağmalanması günümüz
emperyalist kapitalizminin çarpıcı özellikleridir. Proletarya ve halkların
mücadelesiyle ve sosyalizmin baskısı ve mücadelesiyle birkaç asırda kazanılmış ekonomik,
toplumsal ve siyasal hakların gaspı ve tasfiyesi son çeyrek asrın tipik
özelliğidir. Gerek gelişimi hızlanan emperyalist küreselleşmenin
gereksinimleri, gerekse de dünya devriminin ağır yenilgisinin sermaye dünyasına
sunduğu olağanüstü avantajlar, odağında emperyalist tekelci kapitalizmin
durduğu dünya gericiliğinin bütün kıtalarda, bütün ülkelerde proletarya ve
halklara dönük dizginsiz saldırısının zeminini oluşturmuştur.
Tüm
bu olgulara karşın, öte yandan da çok kutuplu emperyalist dünya gerçeği hızla
gelişiyor. Dünya çapında etki alanlarının, hammadde kaynaklarının, sermaye
ihraç alanlarının, stratejik pazarların bölüşümü temelindeki emperyalist
hegemonya ve rekabet mücadelesi gitgide daha da keskinleşiyor. “Tarihin sonu”
ilan edilmesine karşın, bütün kıtalar, metropoller ve periferi hareketli. Henüz
savunma konumdan çıkamamış olmakla birlikte milyonlarca proleter ve emekçi ve
ezilen toplumsal kategoriler sayısız biçimde direnmeye, sokaklara çıkmaya devam
etmekte ve yenilgi ve gericilik döneminden adım adım çıkılmaktadır. “Neoliberalizm”,
“postmodernizm”, “küreselleşmecilik” hızla itibar kaybetmektedir. Proletarya ve
halkların kendiliğinden
antikapitalist ve antiemperyalist eylemleri giderek daha fazla büyümektedir.
“Marx haklıymış!” haykırışları, sosyalizme ilgi yeniden yükseliyor, vb.
Ya
kapitalist barbarlık içinde yok oluş ya da sosyalizm yolunda kurtuluş
seçeneğinin nesnel koşulları alabildiğine olgunlaşmıştır. 21. asır tarihin
tanık olacağı en sert, en derin, en kapsamlı, en birleşik, en küresel ve
enternasyonalist devrimci başkaldırılara gebe. Diğerlerinin yanı sıra, “açlık
isyanları”ndan, “Arap baharı”ndan, milyonlarca işçinin (ve emekçinin) katıldığı
“Avrupa grevi”nden, ekonomik krize karşı gelişen ve uluslararasısılaşan işçi ve
emekçi hareketinden, bu “öncü” mücadelelerden bunu görebilmekteyiz. Doğa ve
insanlık yok oluşun eşiğine doğru getirilmiştir. Ekosistem; örneğin küresel
ısınma örneğinde de görüldüğü gibi, büyük bir tehdit altında. 1 milyar işsiz
üretilmiştir. Dünya yoksulları açıkça gözden çıkarılmıştır. Üretim, tüketim,
zevkler, her şey iktisaden satın alma gücü olan dünya nüfusunun en fazla
%20’lik kesimine göre şekillenmektedir. 4-5 milyar insan açlık ve yoksulluk
sınırının altında yaşamaktadır. Bu vb olguların sonucudur ki “küreselleşme”nin,
“enformatik çağ”ın, “bilgi toplumu”nun refah, özgürlük, eşitlik getireceği,
barışçıl ve sürtünmesiz, proletaryasız, sömürüsüz bir çağa girildiği yalanı her
tarafından dökülmektedir. Emperyalizmin, burjuva liberalizmin ve yedeğindeki
postmodernizmin, sivil toplumculuğun, sosyal reformizmin, on binlerce sözde
sivil toplum örgütünün, bilişim ve iletişim teknolojilerinin yetkin
kullanılmasıyla proletarya ve halklar, ezilen insanlık etrafında kurduğu devasa
ideolojik kuşatmaya karşın, mızrak çuvala sığmıyor. Proletarya ve halklar,
tarihsel ve güncel öz deneyimleriyle minareyi kılıfsız da görmeyi daha fazla
başarıyor. Ve sosyalizme sempatinin yeni bir dalgası, tüm zaaflarına karşın
yeniden yükselmeye başlamıştır bile. Söz konusu sahte çığlıklara karşın,
merhaba proletarya, merhaba halklar, devrim ve sosyalizm haykırışlarının
önümüzdeki birkaç on yılın başat sloganları haline geleceğini hep birlikte
göreceğiz. Tabii bakmasını bilen gözler, duymasını bilen kulaklar içindir bu
söylediklerimiz.
II
Çağımızı “bilgi ve teknoloji
çağı”, günümüz toplumunu da “bilgi ve teknoloji toplumu” ilan eden burjuvazi ve
hempalarıdır. Bu vb. yeniçağ, yeni sınıf teorileştirmelerinin, yeni toplum
tanımlamalarının amacı, çağımızın emperyalizm ve proleter devrimler çağı, temel mücadelenin de proletarya ile
burjuvazi, kapitalizm ile sosyalizm arasında olduğu temel tarihsel gerçeğini
gizlemek ve unutturmaktır. Proletarya ve halkları aldatmak, burada merkezi noktayı oluşturmaktadır.
Aslında bu tip teorileştirmeler, kavramlaştırmalar, propagandalar; tarihin,
sınıf mücadelesinin, proletaryanın, devrimlerin, ideolojilerin sonunu,
kapitalizm ve liberal özgürlüklerin nihai zaferini ilan eden yeni tip
emperyalist liberal sahte propagandayla bağlı, uyumlu üretilen ve geliştirilen
gerici ideolojik üretimlerdir.
Bilimsel
bakımdan insanlığın toplumsal tarihinin
çağsal ayrımlarını belirleyen ve tanımlayan şey tek başına bilgi ve teknoloji değildir ve olamaz da. Bilgi ve
teknoloji, insanlığın insanlaşması sürecinde, üretim mücadelesiyle bilinçli
toplumsal varlık haline gelerek insanlığın tarihe girmesiyle başlayan ve
her bir yeni tarihsel/çağsal aşamada daha
yüksek bir maddi temele ve bu temel üzerinde yükselen daha ileri manevi
yaşamla sürekli değişen, gelişen, yetkinleşen bu maddi-toplumsal sürecin
diyalektik edinimidir. Engels’in dediği gibi, “insan toplumunun hayvansal
yabanıllık aşaması ötesindeki tüm gelişmesi, ailenin emeğinin onun geçimi için
gerekli olandan çok ürün yarattığı, emeğin geçim giderlerinin üstünde ve
ötesinde bir fazlalık vermesi ve bu fazlalıktan bir toplum üretim ve yedek
fonunun oluşması ve çoğalması, tüm toplumsal, siyasi ve entelektüel ilerlemenin
temeliydi ve temelidir.” (F. Engels, Anti-Dühring, s-261-262)
Çağlar, birbirleriyle
salt bilgiyle, salt teknolojiyle değil, üretim
tarzlarıyla ayrılır. İnsanın insanlaşmasının, toplumsallaşmasının temelinde
üretim mücadelesi, toplumsal maddi üretim durur. İnsanın alet yapan, kullanan,
yetkinleştiren “hayvan” olarak tanımlanması rastlantı değildir. Aksine bu vurgu
tarihsel bir gerçeği, bu maddi temel üzerinde felsefi ve sosyolojik bir gerçeği
dile getirmektedir. Tüm toplumsal tarihin ve toplumların tarihsel hareketinin
temelinde maddi üretim belirleyici
rol oynar. Üretim, üretim mücadelesi insanın doğayı kendi maddi gereksinmeleri
için değiştirerek kullanma; giderek doğaya egemen olma; doğa ve kendisi
hakkında daha bilinçli hale gelme etkinliği ve sürecidir. Bilgi ve teknolojinin
kaynağı doğa ve maddi üretimdir. Dolayısıyla bilgi ve teknolojinin tarihi,
tarihe maddi üretimle giren bilinçli toplumsal varlık olan insanın toplumsal
tarihi kadar eski bir tarihtir. Ve bu tarih, ilkelden modern tarihe uzanan
toplumsal tarihte, basitten karmaşığa doğru gelişmiş ve gelişmeye de devam edecektir.
Bu temel
tarihsel ve toplumsal gerçeklerden yola çıktığımızda görmekteyiz ki, her bir
çağı bir önceki ya da bir sonraki çağdan ayıran şey, tek başına ya da kendi
başına teknoloji ve bilgi değil, üretim tarzlarıdır. İnsanlık, ilkel komünal
çağdan, köleci çağdan, kapitalist çağdan geçerek emperyalizm ve proleter
devrimler çağına gelmiştir. 1917 Ekim devrimiyle pratik olarak kanıtlandığı gibi, insanlığın kapitalizmden sosyalizm
ve komünizme geçiş çağı başlamıştır. Toplumsal tarih, emperyalizmin tasfiyesinden,
dünya sosyalist sisteminin kurulmasından geçerek komünist çağa, sınıfsız çağa
da ulaşacaktır.
Bu tablo,
başlangıcından bu yana toplumların tarihsel hareketinin en genel çizgileridir.
Yoksa her topluluğun mutlak olarak, otomatik bir sırayla tüm bu çağlardan ve
toplum biçimlerinden geçtiği ve geçmek zorunda olduğu anlamına gelmez. Böyle
bir kavrayış toplumların tarihsel geçeğiyle, tarihin diyalektiğiyle
bağdaşmadığı gibi Marksizm-Leninizm’e de aykırıdır. Söz konusu dogmatizmi
Marksizm-Leninizm’e, Lenin, Stalin’e, Lenin ve Stalin’in partisine mal etme
çabası tümüyle demagojiktir; burjuvazinin proletaryaya karşı ideolojik
savaşımını yürüten sözde sosyalist aydınların sahte ve ikiyüzlü kara
çalmasıdır.
Emperyalist
çağı “bilgi ve teknoloji çağı”, kapitalist toplumu “bilgi ve teknoloji toplumu”
olarak lanse etmek kapitalist emperyalizmin bir modern barbarlık sistemi;
uzlaşmaz sınıf karşıtlıklarıyla bölünmüş son sömürücü toplum olduğu; ve
proleter devrimler yoluyla yıkılmasının kaçınılmaz sonu olduğu gerçeklerini
burjuva liberal yalanlarla örtme, proletaryayı (ve halkları) aldatma, ideolojik operasyonuyla bağlı bir
manipülasyondur.
Doğaya,
topluma, düşünceye dair bilimsel ve tarihsel, sınıfsal gerçekleri çarpıtmada, tarihte hiçbir sömürücü sınıf, ne burjuvaziyle yarışabilir ne de
kıyaslanabilir. Kendi sınıfsal çıkarlarını tüm toplumun, tüm insanlığın
çıkarları olarak lanse etmek, sınıflar üstü kavramlarla ve bir dille konuşmak
salt burjuvaziye özgü olmamakla birlikte, bunu en yetkin şekilde
üretmek ve kullanmak burjuvaziye özgü gelişkin bir yetenektir. Birkaç yüz
uluslararası tekelin, birkaç on bin zengin ailenin çıkar(lar)ını altı milyarı
aşan dünya nüfusunun ortak çıkarı olarak lanse etmek ve bunu da “bilgi çağı”
“bilgi toplumu”, “kapitalizmin nihai zaferi çağı” ilan etmek ve yutturmak ancak
burjuva sınıfın sınırsız ahlaksızlığının başaracağı şeydir. Ama her şeye,
sermayenin bu maharetine karşın Koç Holding’in, Microsoft’un X ve Y işyerinde
çalışan işçiler öz deneyimleriyle oradaki bilgi ve teknolojinin kendilerinin
değil Koç’un ve Bill Gates’in mülkiyetinde, hizmetinde olduğunu bilecek kadar
da bir bilince sahiptirler…
Sınıflı
toplumun ortaya çıkışından bu yana tarih, burjuvazinin, postmodernizmin ve
postMarksizmin, onun bir biçimi olan “ezilenlerin Marksizmi”nin de iddialarının
aksine, sınıflar mücadelesi
tarihidir. Sınıflı toplumlarda sınıflar üstü ya da dışı ya da tarafsız duran bir bilgi ve teknolojiden bahsedilemez.
Sınıflı toplumlarda bilgi ve teknoloji daima temel üretim araçlarını elde tutan
egemen sınıfın (köle sahibinin, feodal sınıfın, kapitalist sınıfın, proletarya
sınıfının) tekelinde olagelmiştir. Tabii ki sömürücü sınıflı toplumlardan
farklı olarak bilgi ve teknoloji sosyalist toplumda tüm toplumun maddi ve
manevi gereksinimlerini azami derecede tatmin etmenin hizmetinde olacaktır,
SSCB’de de hizmetinde olmuştur. İnsanlık, proletarya önderliğinde proletaryanın
da ömrünü tamamlayarak tarih olduğu sınıfsız çağa, insanlığın altın çağına
ulaştığında ise bilgi ve teknoloji, artık hiçbir sınıfın tekelinde olmayacak;
bilgi ve teknoloji de insanlığın, özgür üreticiler topluluğunun hizmetinde
olacaktır…
Ekonomik gücü
elde tutan sınıf siyasal erki de (devleti) elde tutar. Ekonomik ve siyasal erki
elde tutan sınıf, entelektüel hegemonyasını da kurar, yeniden ve yeniden
üretir. Her toplumda (sınıflı toplumlarda!) egemen düşünceler egemen sınıfın
düşünceleridir. Ekonomik, politik, entelektüel tekeli elde tutan sınıf,
kapitalist toplumda burjuvazidir. Dolayısıyla, kapitalist üretim tarzında,
kapitalist sosyal yaşamda tarafsız, herkesin hizmetinde olan eşitçe kullanılan
teknolojiden ve bilgiden bahsetmek bir burjuva aldatmacadır sadece.
Kapitalist-emperyalist toplum ücretli kölelik toplumudur. Böyle bir toplumda
bilimin, bilginin, teknolojinin hem modern köleci sınıf olan burjuvazinin ve
hem de modern ücretli köleler sınıfı olan proletaryanın ortakça, eşitçe,
sınıflar üstü bir tarzda hizmetinde olduğunu savunmak ancak burjuvazinin açık
ve gizli sözcülerinin işi olabilir. Ayrıca bilginin, bilimin, teknolojinin burjuvaziye,
burjuva çağa özgü olduğunu; kapitalist emperyalizmin bilimin, bilginin,
teknolojinin devrimci temsilcisi olduğunu, kapitalist emperyalizmin üretici
güçleri özgürce geliştirdiğini ileri sürmek tümüyle tarihsel, toplumsal
gerçeklere aykırı bilim dışı bir burjuva, küçük burjuva propagandasından ibaret
olduğu da özenle vurgulanmalıdır.
“Yeniçağ”
propagandası bilgiyi, bilimi, tekniği kapitalizme ve burjuvaziye özgü bir olgu
gösterme kurnazlığı ve manipülasyonuna da dayanıyor. Hitlerin propaganda bakanı
Goebbels, bir yalanı on kez
söylersen yalan olarak kalır ama yüz kez tekrarlarsan o yalan gerçek kabul
edilir, ilkesinden yola çıkan ve Goebbels’i
de gölgede bırakacak denli devasa küresel
yalan fabrikası kurmuş olan günümüz burjuvazisi ve hempalarının söz konusu
propaganda ve ideolojik saldırısı, insanlık tarihinin evriminin yarattığı
tarihsel birikimi yadsımakta, gözden düşürmeye, unutturmaya çalışmaktadır. Oysa
kapitalist üretim tarzına tekabül eden üretici güçler, bilim ve teknik
insanlığın binlerce, on binlerce yıllık tarihsel gelişmesinin yarattığı temel
ve birikimden yola çıkarak daha ileri sıçramaları gerçekleştirebilmiştir. Yani üretici
güçlerin, bilimin tekniğin kapitalizmdeki ileri sıçraması burjuvazinin çok
akıllı bir sınıf, aklı temsil eden bir sınıf, aklın yalnızca patronlar sınıfına
özgü bir yeti olmasıyla ilgili değildir. Ve vurgulanmalıdır ki, tarihin
yapıcısı tarihsel akıl veya burjuva akıl falan değildir. Burjuva akıl da
kapitalist üretim tarzının ürünüdür ve bu temelde doğup, gelişmiş ve tarihte
aktif rol oynamayı başarmıştır.
“Sermayenin temeli ve çıkış noktası hizmeti gören emeğin üretkenliği, doğanın
değil, binlerce yılı kucaklayan bir tarihin armağanıdır.” (K. Marks, Kapital,
C. III, s.523)
Açık ki
burjuvazi, neoliberal emperyalist ideolojik saldırıyla “binlerce yılı
kucaklayan bir tarihin armağanı”nı yok sayıyor. Yani tarih, bilim, teknik, akıl
burjuvaziyle başlamıştır, burjuvaziyle sürecektir. Proletarya ve halkların
görevi de burjuvaziye tapmaktır. Sermayenin propagandasının özü-özeti budur
işte.
Oysa biliyoruz
ki, “insanların kendi üretici güçlerini
(açM-E) – ki tüm kendi tarihlerinin temelidir- seçmekte özgür ‘değildirler’,
çünkü her üretici güç, daha önceki eylemlerin ürünü, edinilmiş bir güçtür.
Üretici güçler, bundan ötürü, pratik insan enerjisinin sonuçlarıdır; ama bu
enerjinin kendisi insanların kendilerini içinde buldukları koşullarla, o ana
kadar edinilmiş üretici güçlerle, kendileri varolmazdan önce varolmuş,
kendilerinin yaratmadığı, bir önceki kuşağın ürünü olan toplumsal biçime
koşullandırılmaktadır. Bu basit olgu nedeniyle, yani bir biri ardından gelen
her kuşağın yeni üretime ham madde olarak hizmet eden ve bir önceki kuşak
tarafından edinilmiş üretici güçlere kendisini sahip bulması nedeniyle,
insanlık tarihinde bir tutarlılık doğar, insanın üretici güçleri ve bundan
ötürü de toplumsal ilişkileri daha da geliştikçe, insanlık tarihi, her
zamankinden daha çok bir insanlık tarihi biçimine bürünür.” (Marks-Engels,
Felsefe İncelemeleri, s. 176)
Demek ki,
gerçekler hiçte burjuvazinin açık ve gizli sözcülerinin göstermek isteği gibi
değildir. Akçıktır ki, deveye binen çalı arkasına gizlenemez. On bin yıllık
uygarlık tarihinin son beş yüz yıllık kesitinde yer alan ve iki yüz yıllık
kesitinden beridir de dünyayı yöneten burjuvazi, koca bir insanlık tarihinin
gelişmesinin ürünlerini yok sayıp her şeyi kendisiyle başlatma açıkgözlülüğü
gösteriyor. Aslında bu vb. gerici propagandalar Avrupa merkezci bir bakış açısına dayanıyor. İdeolojik olarak beyinleri sömürgeleştirilmiş bağımlı ülkelerin aydınları da emperyalist Batının
oltasındaki sazanlar olarak onların ipine sıkı sıkıya sarılmaktadırlar.
Kapitalizmin
anavatanı olan Batı dünyasının egemen sınıfı burjuvazi, sözde “Doğu bilimi”
olarak lanse ettiği “şarkiyatçılık” operasyonuyla da, “yoksul Güney”de,
kendi hegemonyasının dayanağı olan ideolojik ordusunu yarattığı süreç
birkaç asrı buluyor. Söz konusu hegemonyanın ve yeni tip liberal teorilerin,
ideolojik saldırıların üstü kazınırsa hemen altında kapitalist, emperyalist
sömürgeciliğin çıktığı/yattığı berrak tarzda görülebiliyor. Uygarlık mı? Batı
ile başlamıştır. Bilim, teknik, özgürlük mü? Batı ile, kapitalizm ve burjuvazi
ile başlamıştır ve ebediyete kadar da sürecektir vb.
Uluslararası
tekellerin yönettiği ve yağmaladığı bir dünyayı, kapitalist emperyalizmi, yanı başımızda
1. Körfez Savaşı’ından bu yana Irak’ı yıkıp yağmalayan, iki milyon Iraklıyı
katleden ABD’yi, suç ortağı AB’yi emperyalizmden arınmış “bilgi toplumu”,
“teknolojik toplum”, “özgürlükçü toplum”, insanlığı kurtuluşa götürecek
toplumlar olarak lanse etmek açık ki, alçaklığın dip noktasıdır…
Marks’ın,
Marksizm’in, Marksizm-Leninizm’in kapitalizmi yeterince radikal (!) eleştirip
aşamadığı, kapitalist üretim tarzı çerçevesinde bir eleştiri hareketi olduğu vb. gibi “tez”ler, “eleştiri”ler,
propagandalar “postmodernizm”in, “postMarksizm”in, yani kapitalizm
tapıcılarının proletarya sosyalizmine, bilimsel komünizme dönük aşağılık ve
hileli saldırılarıdır. Hem emperyalist küreselleşmenin ve yeni tip emperyalist
ideolojik saldırının ideologluğuna soyunacaksın, hem de Marksizm’i, Marksizm-Leninizm’i,
Stalin’i “modernizmi” (kapitalizmi) aşamadığını ileri sürüp Lenin-Stalin’in
SSCB’sinin burjuva kalkınmacı modernist
bir projeyi temsil ettiğini iddia edip mahkum edeceksin! Acaba kim daha
ikiyüzlü: Emperyalist burjuvazi mi, “postmodernizm” mi, “postMarksizm” mi!...
Para sermayenin
%95’nin maddi üretimden koptuğu, kapitalizmin 1 milyar işsiz yarattığı,
kapitalist rantiyeciliğin doruğa çıktığı; bilimin ve teknolojinin dar bir
uzmanlar grubuna hapsedildiği, çekmecelere gizlenmiş sayısız bilimsel ve teknik
keşfin/buluşun azami kar hırsı izin vermediği için kullanılmadığı;
eko-sistemin, insanlığın, yerküremizin varlık-yokluk yaşamsal tehlikesiyle yüz yüze
getirildiği vb. vb. bir tarih kesitinde emperyalist kapitalizmin, uluslararası
kapitalist dünya sisteminin üretici güçlerin özgürce gelişimini önleyen başlıca
sistem olduğu çok açıktır. Son çeyrek yüzyıla özgü kuralsız emperyalist propaganda
ve ideolojik saldırılar da bu tarihsel ve güncel gerçekleri örtmeye yetmiyor,
yetmemektedir, yetmeyecektir de. Burjuva propagandanın zayıf yanlarından biri
de işte bu vb. gerçeklerle, gün geçtikçe daha çıplak hale gelen gerçeklerle
çelişkisidir zaten…
Proletarya ve
halkların, yani insanlığın çıkarı bilim ve tekniğin, teknolojinin özgürce
gelişiminden yanadır. Bunu önleyen günümüz kapitalizmidir, burjuvazi ve burjuva
devlettir. Azami kar yasası (tekelci kar), emperyalist kapitalizmin temel
ekonomik yasasıdır. Ve tekelci kapitalizm ancak azami karın izin verdiği
daracık sınırlar içinde teknolojinin, bilimin gelişmesine izin vermektedir.
Bilimin, teknolojinin gelişimini de, milyarların kolektif zekasının, deneyiminin,
yeteneklerinin gelişimini de önleyerek, kötürümleştirerek bilimin ve tekniğin
doğayla uyumlu bir tarzda sınırsızca geliştirilmesini önleyen emperyalist dünya
sistemidir. Bilim ve teknoloji, kapitalist azami
karın ve ideolojik köleleştirmenin
hizmetindedir. “Elveda proletarya!” haykırışları; “Tarihin sonu” nun ilan
edilmesi bu gerçekleri zerre kadar değiştirmiyor.
Devrimci
proletarya, bilim ve teknolojiye değil,
bilim ve teknolojinin kapitalistçe kullanımına
karşıdır. Sosyalist tarihsel deneyiminin kanıtladığı gibi, üretici güçleri
özgürleştirecek olan ve üretici güçlerin, teknolojinin, bilimin, bilginin
sınırsızca geliştirilerek insanlığın maddi ve manevi yaşamının hizmetine
sunulabileceği tek sistem sosyalizm, komünizmdir. Binlerce yıllık tarihi de arkalayarak kapitalizmin 500 yılda
geliştirebildiği bilimsel ve
teknolojik gelişmeyi sosyalist sistem, Lenin ve Stalin’in SSCB’si 40 yılda yakalamış, hatta bilgisayar teknolojisi,
uzay teknolojisi alanlarında da aşmıştı(r). Burjuva propagandanın devasa
gücü bu tarihsel gerçeği unutturmaya kilitlenmiş olsa da insanlığın ilerici
kolektif belleğine yazılmış olan kazanımlar ve gerçekler unutulmuyor,
unutturulamıyor işte.
III
Yeniçağ, yeni
toplum, proletaryasız kapitalizm teorilerinde, propagandalarında yeni
teknolojilere, yeni ekonomiye, yeni ekonomik sektörlere vurgu öne
çıkarılmaktadır. Bazı tarihsel, toplumsal, iktisadi gerçeklerin kullanılması,
ama demagojik ve tasfiyeci bir tarzda kullanılması, daima burjuva açık ve gizli
teorilerin, ideolojik saldırıların yöntemlerinden birisidir. Yeni teknolojiler,
yeni ekonomi demagojisi emperyalist yeni liberalizm ve postmodernizmin rakı
masasında yer alan yeni mezelerdendir. Özellikle, değişik renkleriyle “postmodernist” akımın akademik kariyer sahibi ünlü isimlerinin bu
teorileri ilkesiz, anlaşılması son derece zor, dil cambazlığına dayanan,
belkemiksiz bir söylemle entelektüel “derinlik” gösterisinin eşliğinde
süslü-püslü pazarlaması dikkat çekiyor.
Ancak postmodernizmin (ve onun “Marksizm”,
“Marks” adına, “sosyalizm” adına ortaya çıkan türevleri de dahil) derinlik ve
imaj gösterisi üzerinde geliştirdiği dil, analiz ve söylemler rastlantıyla
kullanılmıyor. Dahası bu olgu, burjuva, küçük burjuva aydının aşağılık
duygularını narsistçe tatmin etme bireyciliğiyle de izah edilemez. Kuşkusuz ki
onların, canlı yaşamla, mücadeleyle, proletarya ve halk kitleleriyle ciddi bir
bağının olmamasının, teori dünyasının gri odalarında, herhangi ilerici bir ruhun
kalmadığı üniversitelerin ruhsuz akademik dünyasına hapsolmuş, yaşamın
yeşilinden yoksun yaşantılarının; aydın bireyciliğinden kaynaklanan
narsizmlerinin, yüksek bir burjuva eğitimden geçmiş olmalarının burada bir rolü
olmadığını iddia edemeyiz. Dahası, bu gerçekler de söz konusu yeni tip
liberallerin temel gerçekleri içerisinde yer almaktadır. Ama anlayabilmek için
40 sözlük, 50 tercüman vb. kullanma gereksinimini yaratan, dahası dayatan
terminolojinin kullanılmasının daha temel ve derinde yatan nedeni var. Bu en
derindeki neden, emperyalist tekellerle,
açık emperyalist yeni liberal ideolojik saldırılarla postmodernizm arasındaki
içsel bağdır.
Uluslararası
burjuvazi ve açık savunucusu ideologların, yazarların dili, üslubu, terminolojisi
daha sadedir. En geniş kitleleri etkiyebilecek veya hedef seçilen kitlelerin
anlayabileceği bir dil ve üsluptur. Ama sınıfın
ve kitlelerin ileri öğelerini etkileyebilme
yeteneği daha düşüktür. İste postmodernizmin , postMarksizmin kullandığı özgün
dil ve üslubun önemi tamda burada açığa çıkmaktadır. Uluslararası burjuvazi yeni tip ideolojik saldırısına mücadeleci
ve eğitimli güçler nezdinde alan açmak,
etki gücü üretebilmek, bu kesimleri yedekleyebilmek için daha seçkin, entellektüel bir dil ve üslup üretir, destekler, yayar.
Postmodernizmin dil ve üslup gösterisi, “çağımız imaj çağıdır” diyenleri haklı
çıkaracak denli elit, kıvrak, akıcı, belkemiksiz, çok katlı ve oportünist
karaktere sahiptir. Yani tamda burjuvazinin istediği gibi kapitalizme, emperyalizme, karşı mücadele eden proletarya ve
halkların eğitimli, kültürlü, aydınlanmış
kesimlerini, akımlarını yedeklemek,
giderek devşirmek ekseni ve hedefine oturmuştur. Keza yenik solcu
aydınları, umudu kaybolmuş ileri kadroları, parti ve grupları modern
revizyonizmin, “Batı Marksizmin”in ve sosyal demokrasinin, sosyal reformizmin
50’ler sonrası hazırladığı elverişli alan üzerinden, bu alanı da sömürerek, bu
kesimleri de burjuvazinin yeni dönem politikalarına ve ideolojik saldırısına
devşirmek de her rengiyle “postmodern” akımın gözünün, gezinin, arpacığının hedefleri
içerisinde yer almaktadır. Yapısalcılıktan postyapısalcılığa uzanan felsefi
temelinin de bu bakımdan bu yeni dönemde postmodernizme çok önemli bir işlev
kazandırdığına ise işaret etmeden geçemeyeceğimiz bir olgudur.
“Postmodernizm”in
“postmodern çağ”ı ve “enformatik toplum”u, içsel uzlaşmaz çelişki ve
çatışmalarından arınmış, adeta burjuvasız, proletaryasız “postkapitalizm”
övgüsü, emperyalist karabataklığı cennet olarak lanse etmesi kapitalist
çöplükte nemalanmasının ürünüdür. Yaşamlarının
bir döneminde Marksizm’le, Marksizm-Leninizm’le, sol mücadeleyle ilişkilenmiş,
flört etmiş olmaları “postmodern”, “postMarksist” entelektüelleri emperyalist
küreselleşmenin dolaysız sınıfsal temsilcileri nezdinde müthiş değerli
kılmıştır. Burada önemli olan şey bu entelektüellerin niyetleri,
emperyalist tekellerle ve burjuva devletle, istihbarat aygıtlarıyla bağlarının
olup olmaması değildir. Temelde belirleyici olan, teorileri ve pratik
duruşlarıdır; pratik olarak hangi dünyanın safında sipere yattıklarıdır; enternasyonal
proletaryanın mı uluslararası burjuvazinin mi? Açık ki, seçilmiş saf, yatılmış
siper ikincisidir…
“Elveda
proletarya” diyen Gorz’un ya da F. Jameson’un, Hardt ve Negri’nin “İmparatorluk”
kitabına atfen “Yeni Binyılın ilk büyük ve yeni teorik sentezi” övgüsü ya da S.
Zizek’in aynı kitabı “çağımız için komünist Manifesto’yu yeniden yazmaktan hiç
farklı değil” vurgusu ya da E. Balibar’ın “İmparatorluk, klasik Marksist
yaklaşımdan daha ‘komünist’ bir militanlık ve sınıf mücadelesi öngörüsünde
bulunuyor.” iddiası ya da Time, NewYork Times gibi seçkin burjuva yayın
organlarının sayfalarını Negri’ye açmaları ve kitabının övgüsünü yapmaları, hiçbiri
şaşırtıcı değil. Çünkü seçilmiş saf bellidir. Aynı yolun yolcularının
birbirlerini övmeleri, destek olmaları anlaşılır bir olgudur.
Bilişim,
iletişim sektörleri, finans sektörü, eğlence, müzik, sinema, medya, ulaştırma,
Ar-Ge ve mafyatik sektörler son birkaç on yılın nitelik ve nicelik bakımından
en hızlı gelişen ve uluslararasılaşan sektörleri oldu. “Eski ekonomi” olarak
tanımlanan sanayi, tarım sektörlerine dayanan tekellerin yanı sıra, bir de “yeni
sektörler” olarak nitelenen bilişim, iletişim, hizmet sektörlerinde gelişen ve
büyüyen ve hisse senetleri borsalarda tavan yapan yeni tekeller yükselerek öne
çıkmaya başladı. Ekonominin elektronikleşmesi, mikro-çip temelli teknolojiler
özellikle 70’lerin ikinci yarısından başlayarak hızla gelişti, genelleşti;
ekonomilerin ileri teknik temeli konumuna yükseldi. Doğal olarak söz konusu
teknolojik yenilenmenin merkezini her zamanki gibi yine emperyalist ülkeler
oluşturuyordu. Emperyalizme bağımlı “çevre/periferi” merkezdeki değişme ve
gelişmeleri geriden ve bağımlılık ilişkilerini derinleştiren bir çizgide
izledi.
Ancak, gerek “merkez”de
gerekse de “çevre”de bilgisayarlaşmanın, telekomünikasyonun, kişisel
bilgisayar, cep telefonu, internetin vb. kullanımının yaygınlaşması iktisadi,
toplumsal, kültürel yaşamda küresel ölçekte derin değişme ve sarsıntılara yol
açtı. Yeni teknolojilerin ucuzlaması ve yüksek kar oranları enformasyon ve
iletişim teknolojilerinin kitlesel olarak tüketilmesine yol vererek yeni türde
bir pazar alanı açtı. Bu süreç, aynı
zamanda teknoloji tapıcılığının, teknolojik determinizmin propagandası ile iç
içe geliştirildi. Teknolojik yenilikler ve sıçramalar kapitalizmin
yüceltilmesi, proletaryanın aşağılanması ve yok sayılması tezleri ile birlikte
propaganda edildi.
Bilgisayar,
yazılım programları, robotiklerden vb. oluşan enformasyon teknolojileri;
telli-telsiz haberleşme; fiber optik, dijital ve uydu teknolojilerden ve süper
otoban olarak nitelenen internet ağı gibi araçlardan oluşan telekomünikasyon
teknolojileri; bir bütün olarak elektronikleşme sistemleri, dar ve sınırlı
alanlarda kullanılan teknolojiler ve sektörler olmaktan çıkarak genel ekonomik
yapının temeli haline geldi. Bu süreç devam etmektedir, hem derinlemesine hem
de genişlemesine
Yeni
teknolojik atılımlar, değişme ve gelişmeler üzerinde kurulmuş tekel de emperyalist bir tekeldir. Yeni teknolojiler, ekonomik ve sosyal
yaşamın daha hızlı yoğunlaşıp merkezileşmesini ve uluslararasılaşmasını
sağlamaktadır. Azami karın hizmetindedir. Kıyasıya süren ve keskinleşen
emperyalist rekabeti, devasa ölçekli birleşme ve düşmanca yutmaları
kışkırtmaktadır. Ekonomik alanda kapitalist sömürünün yoğunlaşmasının, emek
üretkenliğinin gelişmesinin, görece artı-değerin büyümesinin, gerçek ücretlerin
düşmesinin, çalışma sürelerinin uzamasının; sermayenin dönüşümünün, kapitalist
devrenin realizasyonunun hızlanmasının; siyasal alanda toplumsal yaşamın
hücrelerine dek kontrol altına alınmasının; ideolojik ve kültürel alanda
burjuva hegemonyanın pekişmesi ve manipülasyonun yetkinleşmesinin
hizmetindedir.
Yeni
teknolojilerin kapitalist kullanımı aynı zamanda küresel ölçekte sınıflar
arası, ülkeler arası, “metropol” ve “periferi” arasındaki gelir dağılımı
uçurumunu büyütmekte; küresel çapta yoksulluk ve işsizliğin kronikleşerek
büyümesini hızlandırmaktadır. Keza, kapitalizmin
mutlak yasası olan eşitsiz gelişme yasası, bilimsel ve teknolojik
atılımların etkisiyle, çok daha keskinleşmekte; böylece, emperyalist devletler
ve tekeller arası hegemonya ve rekabet mücadelesi de artan oranda
şiddetlenmektedir. Üretim ve sermayenin yoğunlaşıp merkezileşmesinin
keskinleşmesi teknolojik sıçramalarla birleşerek ivmelenmekte, kapitalist
uluslararasılaşma daha yüksek tempolara ulaşmakta, dünya ekonomilerinin
bütünleşmesi artmakta; dünyamız küresel bir köye, daha doğru bir ifade ile git gide küçülen küresel bir kente dönüşmektedir.
Hem merkezleşme hem de bölgeselleşme eğilimi şiddetlenmektedir.
Yeni
teknolojiler ve yeni ekonomik sektörlerde de temel üretim araçları burjuvazinin
özel mülkiyetindedir. Sömürülen temel sınıf yine proletaryadır. Bu sektörlerde
de çalışanların onda dokuzu ücretli işçidir ve kapitalistçe sömürülmektedir. Bu
sektörlerde de üretim kapitalist dünya pazarı için yapılmaktadır. Her şey
metadır. Maddi bir meta da, “maddi olmayan meta”lar da (bilgi, fikir gibi)
kapitalist azami kar ve piyasalar için üretilmektedir. Fikri mülkiyet, lisans
ve patent hakları sözleşmeleri ve yasalarıyla tekelci kapitalist tekel
güçlendirilmektedir. Bir tür “telif kapitalizmi” gelişmektedir.
Yeni
teknolojiler, bilişim ve iletişim teknolojileri sonucu en hızlı
uluslararasılaşan sektör mali sektör ve medya sektörüdür. Her ikisi de hiçbir
maddi değer üretmeyen, tümüyle asalak sektörlerdir. Bilişim, iletişim, medya,
eğlence, müzik gibi sektörlerde de ticari birleşme operasyonları hala
sürmektedir. Bu süreçte kapitalist dünya ekonomisinin hızla finansallaşması
keskin bir olgudur. Kapitalist rantiyecilik, para kapkaççılığı, tefecilik en
hızlı küreselleşerek gelişen vurguncu sektördür.
Kar oranları
düştüğü için sermaye, artan oranda maddi üretim sektöründen mali piyasalara,
hizmet sektörüne kaymakta ve yoğunlaşmaktadır. Hizmet sektörü maddi üretim
sektöründen daha hızlı büyümektedir. Toplumsal gereksinmelerin kapitalistçe
üretimi ve yeniden üretimi, “tüketim çılgınlığı” hizmet sektörünün
çeşitlenmesini, genişlemesini ivmelemektedir. Böylece hizmet sektöründeki
proletarya bölüğü daha hızlı büyümektedir. Başta metropoller olmak üzere
küresel çapta hizmet sektöründe çalışan proleter sayısı maddi üretim sektöründe
çalışan proletarya bölüğünden daha büyük bir kitleyi oluşturmaktadır. Yeni
teknolojiler bu gelişmeyi de ivmelemektedir.
Kapitalizmin
küresel çapta derinliğine ve genişliğine gelişimi sürmektedir. Yeni
teknolojiler, yeni ekonomik sektörler bu süreci ivmelemektedir. Yeni
teknolojilerin etkin katkısıyla, emperyalist küreselleşmenin hızlanmasıyla, doğa,
yeraltı ve yerüstü zenginlikleri daha geniş çaplı sermayeleştirilmiş,
metalaştırılmıştır. Bu süreç hızla ilerlemektedir. Kapitalist üretim tarzında
her şey metadır, her şey metalaştırılır. Bugün yalnız doğa değil insanlığın ve
bireylerin manevi yaşamı da tarihte görülmemiş ölçekte metalaştırılmaktadır,
metalaştırılmıştır. Entelektüel, duygusal, ahlaki, bedensel gereksinmeler artık
günün 24 saati kapitalistçe sömürülmekte, nesneleştirilmekte, pazara fütursuzca
sürülmekte, manipüle edilmektedir. Meta fetişizmi kapitalist tarihin tanık
olmadığı ölçeklere, derinliklere, yaygınlığa ulaşmıştır.
Konu bağlamında
ayrıca şu olguların vurgulanması gereklidir.
Tüm toplumsal
tarih boyunca üretim tekniğini,
teknolojiyi yaratan, kullanan, deneyimle yetkinleştiren doğadaki tek varlık
insandır, üretici insandır. Teknolojiyi her şey, insanı, üretici insanı,
emekçiyi, proleteri hiçbir şey sayan ideolojik değer yargıları, teoriler,
propagandalar genel olarak sömürücü sınıfların özel olarak da burjuvazinin
emekçi insanlığa, işçi sınıfına karşı yürüttüğü kirli, kuralsız ideolojik
saldırısının ürünüdür. Sömürücü sınıflara ve idealist tarih tezine göre, tarihi Tanrı ve egemen sömürücü
sınıflar yapar. Oysa tarihin yapıcısı ne Tanrı’dır ne de sömürücü sınıflar. Tarihin gerçek yapıcısı ezilen, sömürülen
maddi üretimi omuzlayan geniş kitlelerdir. Tarihsel gelişmenin, teknolojik
gelişmenin temelinde maddi üretim
durur. Kural olarak sömürü sınıflar maddi üretimde yer almaz ve asalak
karaktere sahip sınıflardır. Oysa biliyoruz ki, maddi üretim, maddi üretimi gerçekleştiren üreticiler, (sınıflı
toplumlarda) emekçi sınıflar olmadan toplumsal tarihten, toplumların tarihsel
hareketinden bahsedilemez.
Emek aletleri
olan iş aletleri, iş aletlerini emek gücü sarf ederek kullanan insan, hammaddeler,
üretici güçleri oluşturur. İş aletlerini keşfeden, kullanan, sürekli geliştiren
üretici insan, üretici emektir. Bu insan komünal üretim tarzında komünal
insandır. Köleci üretim tarzında başlıca olarak köleler sınıfı (ve zanaatkarlar,
küçük üreticiler), feodal üretim
tarzında toprak kölesi olan köylülük, kapitalist üretim tarzında ise modern
ücretli köle sınıfı olan proletaryadır. Tarihte her zaman en önemli üretici güç
üretici insan, maddi üretimi gerçekleştiren, teknik bilgiyi üreten, üretim
tekniği olarak kullanan, yetkinleştiren üretici sınıflar olmuştur.
“Modern
toplum” olarak nitelenen kapitalist toplumda maddi zenginliğin başlıca
yaratıcısı işçi sınıfıdır. Proletarya kapitalist toplumun iki temel sınıfından
birisidir. Ve proletarya, kol ve kafa emeğiyle birlikte, üretim
içerisinde yer alan bir sosyal sınıftır. Proletaryasız bir kapitalizm,
proletaryasız kapitalist “teknolojik toplum”, sadece burjuvaziye dayanan
kapitalist toplum propagandaları saf bir aşağılık demagojidir. Kapitalist
toplumun mezar kazıcısı olan
proletarya, maddi üretimin başlıca
gerçekleştiricisidir. Maddi ve maddi olmayan üretim başlıca olarak
proletaryanın işgücüne dayalı, toplumsal emeğine dayalı, gün geçtikçe daha çok
toplumsallaşan, uluslararasılaşan toplumsal emeğine, toplumsal ve evrensel emeğine
dayalı bir şekilde gerçekleştirilmektedir. Bir zamanlar kendisi de üretim
faaliyetinde doğrudan yer alan, üretimi geliştiren ilerici bir sınıf olan
burjuvazinin o dönemleri çoktan geride kaldı. Kapitalistler maddi üretimden
koptu. Artık burjuvazi uzun bir süreden beri asalak bir sınıftır. Patronlar
sınıfının işlerini çok uzun yıllardan beridir profesyonel ücretli yöneticiler
devralmıştır. Bu olgu bile burjuvazinin üretim
için gereksiz bir sınıf, toplumun sırtından atılması gereken asalak bir sınıf
olduğunu çarpıcı bir şekilde ortaya koymaya yetmektedir.
Açık ki,
bilimsel ve teknolojik gelişmeler
proletaryayı değil burjuvaziyi gereksiz, tümüyle asalak ve tarihin çöplüğüne atılması gereken bir
sınıf haline getirmiştir. Üretim artan
oranda toplumsallaşır uluslararasılaşırken, teknolojik atılımlar, yeni
teknolojiler toplumsal üretimi, toplumsal ve evrensel emeği daha keskin biçimde
küreselleştirirken, burjuvazi, burjuva üretim ilişkileri çok daha
gereksizleşiyor. Kapitalist üretim ilişkileri ve temsilcisi burjuvazi insanlığın,
tarihin, toplumsal üretici güçlerin özgürce
gelişimini daha keskince önlüyor. Maddi
ve manevi bakımdan derin ve kapsamlı yıkımlar yaratıyor. Maddi ve manevi üretim
için burjuvazi gereksiz bir sınıftır. Burjuvazi olmadan maddi üretim tümüyle
olanaklıdır, ama proletarya olmadan asla! Üretimi, kafa ve kol emeğine dayanan
üretimi; a) ücretli çalışanlar sınıfı gerçekleştiriyor, b) burjuvazi yönetim
işlerini de kendisi değil profesyonel ücretli yöneticilere yaptırıyor. Ama
temel üretim araçlarının özel mülkiyetini elinde tuttuğu için kafa ve kol
işçilerinin emek ürünlerini burjuvazi gasp ediyor. Proletarya, ücretli köle
sınıfı olduğu için ürettiği emek ürünlerine yabancılaşıyor.
Açık ki,
proletarya, proletaryanın toplumsal
ve evrensel emeği olmadan
teknolojinin kapitalistçe kullanımı da olanaklı değildir. Eğer teknolojiyi
kullanarak maddi üretim yapan üretici emekçi sınıf olmazsa teknoloji tek başına
bir hiçtir. Açık ki “proletaryasız teknolojik kapitalist toplum” tarzı bir
safsatadır. Proletarya olmazsa, gitgide daha hızlı bir tarzda proletaryanın
saflarına atılan proleter olmayan ücretliler olmazsa burjuvazinin teknolojileri
bir işe yaramaz. Tek başına teknoloji artı-değer, kapitalist sömürü üretmez,
üretemez. Kapitalizm canlı emek sömürüsüne dayanır, sermaye ölü emektir ve ölü
emek canlı emeğin, artı-emeğin gaspından doğar, büyür, birikir. Sermaye
birikmiş emektir. Bedava emektir. Gaspedilerek büyümüş ölü emektir. Sermayenin
temelinde artı-değer sömürüsü yatar. Maddi üretim artı-değer üretiminin ana
kaynağıdır. Maddi üretimsiz bir kapitalizm, artı-değer sömürüsüne dayanmayan
bir kapitalizm düşünülemez bile.
Kapitalist
toplumdan bahsediyorsak, bu toplumun da maddi bir temeli var demektir. Maddi
temelden yoksun bir toplum tarihte ne olmuştur ne de görülecektir. Teknolojik
sıçramalarla kapitalist toplumun maddi-teknik temeli sürekli yetkinleşmiştir,
yeniden ve yeniden yapılanmıştır. Ama bu temel daima var olmuştur ve olacaktır.
Günümüzde de bu böyledir. Üretim temeli ortadan kalkmış, proletaryası ortadan
kalkmış, artı-değer ve canlı emek sömürüsüne dayanmayan “bilgi toplumu”
teorileştirmeleri burjuvazinin proletaryaya, burjuva ideolojisinin
Marksizm-Leninizm’e karşı aşağılık ideolojik saldırısıdır. Teknolojik
sıçramalar, yeni teknolojilerin gelişmesi sonucu yeni ekonomik sektörlerin doğması,
yeni teknolojileri kullanan yeni proletaryanın doğması, gelişmesi demektir.
Yeni teknolojik temele dayalı ekonominin yeniden yapılanması proletaryanın da
yeniden yapılanmasını, emeğin sosyal bileşiminin ve görevlerinin değişmesini
getirmektedir. Ama her durumda artı-emeğin, artı-değerin gaspı, canlı emek
sömürüsü, yeni biçimlerde, yeni düzeylerde üretilir. Temel üretim araçları burjuvazinin
elinde olmaya, üretim ve sermaye daha çok toplumsallaşmaya, üretimin toplumsal
niteliği ile mülkiyetin özel kapitalist biçimi arasındaki uzlaşmaz çelişki daha
keskinleşmeye devam eder. Teknoloji
tapıcılığı, teknolojinin tanrısallaştırılması, teknolojik determinizm savunuları,
proletaryasız yeni tip kapitalist
teknolojik toplum teorileri, propagandası proletarya ve emekçi sınıflara
karşı yürütülen manipülasyon ve ideolojik köleleştirme operasyonudur.
“Elveda proletarya”, “merhaba kapitalizm, merhaba burjuvazi” demenin yeni bir hileli yoludur.
Ar-Ge
sektöründe çalışan, “Silikon Vadileri”nde çalışan, yeni ileri teknoloji üreten
emek türü de (kafa emeği) kalifiye
toplumsal ve evrensel emektir.
Ücretli emeğin bir türüdür. Bu sektörlerde çalışanların göreli daha dar bir
kesimi kaderini emperyalist tekellerle birleştirmiştir. Daha geniş kesimi
proletaryanın kalifiye emek bölüğünü
oluşturur. Yeni teknoloji üretim merkezlerinin, ileri teknolojiyle çalışan
sektörlerin gelişmesi, genişlemesi, böylece kafa emekçilerinin büyümesi bir
olgudur. Burada da çalışanların üst tabakalarını dışta tutarsak, geri kalan
kafa emekçilerinin büyük çoğunluğu proleter sınıfın bir parçasıdır. Burada
karşımıza çıkan şey, proletaryanın buharlaşması, yeni tipte bir orta sınıf vs. değil,
aksine, teknolojik-ekonomik değişme ve gelişmelere bağlı olarak yeni proleter
katmanların, yeni emek türlerinin gelişmesidir.
Burjuvazinin, burjuvazinin
safına geçmiş postmodernistlerin, değişik türden tasfiyeci oportünistlerin
“enformatik çağ”, “enformatik toplum”, “sanayi sonrası toplum” vb. vb.
biçimlerde niteledikleri toplumların tipik örneğini emperyalist ülkeler
oluşturmaktadır. Bu ülkelerde iki temel sınıf vardır: Proletarya ve burjuvazi.
Temel üretim araçları, tekelci burjuvazinin özel mülkiyetindedir. Proletarya
ücretli köleler sınıfın oluşturmaktadır. Ücretli köleliğin en fazla geliştiği
ülkeleri emperyalist ülkeler oluşturmaktadır. Bu ülkelerde, son çeyrek yüz
yılda küçük burjuva ücretli toplumsal tabakanın daha geniş bir kesimi proletaryanın
saflarına atılmıştır, proleterleşmiştir. Ekonominin bütün çarkları
proletaryanın (“beyaz”, “mavi”, “pembe” yakalısı dahil) sırtında dönmektedir. Maddi
üretim ekonomisine göre hizmet sektörüne dayanan ekonomi daha hızlı büyümektedir.
Hizmet sektöründe çalışan proletarya nicelik bakımından kapitalist maddi
sektörde çalışan proletaryadan daha büyük bir niceliği oluşturmaktadır.
Bu ülkelerin
ekonomileri teknoloji yoğun, sermaye yoğun sektörlerde yoğunlaşırken,
taşınabilir, özellikle de taşınabilir emek yoğun sektörler bağımlı çevre
ülkelerine kaydırılmaktadır. Büyük çaplı entegre üretim ve işletmeler
parçalanmakta, on binlerce işçinin bir arada çalıştığı eski tip işletmecilik
tasfiye edilmektedir. Özelleştirme, taşeronlaştırma, esnek çalışma
genelleşmiştir, vb. vb. 1945-75 arası uygulanan birikim modeli ve stratejinin
tasfiyesi, yeni birikim stratejisine geçiş, buna bağlı yeniden yapılanma olgusu
bu ülkelerde tipiktir. Ama bu ülkelerde daha ileri teknolojik temele dayanan
yeniden yapılanma süreciyle proletarya bitmek bir yana daha da büyümüştür.
Vurgulanması
gerekir ki 500 yıllık kapitalist tarihin evrimine bakıldığında manifaktür
tekniğine dayanan kapitalist ekonomiden sanayi devrimi teknik temeline dayalı
yeniden yapılanma süreçlerine, oradan ekonomilerin mikro-elektronik teknik
temeline dayanmasına uzanan gelişme süreçlerinde, ekonominin her yeniden
yapılandığı dönemde proletarya da yeniden yapılanmıştır. Ama her seferinde
proletarya yok olmak, azalmak yerine değişik tabakalarıyla gelişmiş,
büyümüştür. Burjuvazi ve sözcülerinin o çok öğündüğü bilgisayarları üreten,
monte eden, pazarlara taşıyan da, yok olduğu iddia edilen proletaryadır.
Üretimin, işin
parçalanması, büyük ölçekli entegre fabrikalar sisteminin tasfiyesi; esnek
teknoloji, esnek üretim, esnek yönetim, esnek çalışma, esnek pazarlama, hizmet
sektörünün hızlı büyümesi proletaryayı buharlaştırmıyor, ücretli köleler sınıfı
olmaktan çıkarmıyor; aksine, yeni gelişmelere bağlı olarak yeniden
yapılandırıyor; bazı kesimleri gerilerken bazı kesimleri büyüyor, yeni bazı
kesimler oluşup gelişiyor, diğer bir kısmı önemsizleşiyor. Metropolde maden
çıkarma sektörü önemsizleşirken bilişim, iletişim sektörlerinin öne çıkışı
yükselişi, lümpen proletaryanın yeniden daha yaygın gelişmesi, kronik işsizlik
olgusunu büyütmesi, klasik işçi aristokrasisinin parçalanması, tasfiyesi vb. gibi.
Mutlak ve göreli yoksullaşma yasası; bir yanda servet ve
zenginliğin, lüksün git gide daha küçük bir kapitalistler grubunun elinde,
sefaletin, açlığın, yoksulluğun, işsizliğin öteki kutupta yoğunlaşması,
yayılması yasası; “fazla nüfus” yasasının şiddetlenmesi; mutlak
ve göreli artı-değer sömürüsünün
keskinleşmesi, ama öte yandan sermayenin organik bileşiminin yükselmesine bağlı olarak emek
üretkenliğinin artmasına bağlı nispi artı-değer gaspının büyümesi; kar
oranlarının eğilimli düşmesi; azami kar yasası vb. gibi kapitalizmin
nesnel iktisadi yasaları emperyalist “bilgi toplum”larının, “teknolojik
toplum”larının; “postkapitalizm”in gelişme yasaları olmaya devam ediyor vb.
Yani burjuvazinin açık ve gizli savunucularının kuralsız kirli ideolojik
saldırısına rağmen mızrak çuvala
sığmıyor.
Bir bütün
olarak küresel ölçekte ele aldığımızda dünya proletaryası hem mutlak hem de
göreli olarak büyümeye, dahası son çeyrek asırda daha hızlı büyümeye devam
etmektedir. Üretimin ve sermayenin yoğunlaşıp merkezileşmesi,
uluslararasılaşmanın temposunun yükselmesi, kapitalizmin derinliğine ve
genişliğine gelişmesinin hızlanması hem prekapitalist üretim biçimlerinin
kalıntılarını hızlı bir tarzda yıkarken, hem de özellikle bağımlı çevrede şu
veya bu ölçekte korunmuş, tasfiye süreci yavaşlamış, başta kırsal alanlar olmak
üzere kentsel ve kırsal küçük ve orta çaplı mülkiyet biçimleri, küçük
burjuvazinin geniş bölükleri hızla tasfiye edilmekte, böylece proletaryanın
saflarını besleyerek büyütmeye de devam etmektedir…
Uluslararası
burjuvazinin sağdaki ve “sol”daki savunucuları kurnazlıkları ve savaş hileleri ile de ünlüdürler ve gülücüklerinin arkasında daima zehirli bir
hançer gizlidir. Onlar zehirli hançerlerini sahte gülüşlerle (sahte
teorilerle) sarmalayarak sallarlar. Onlar, “elveda proletarya”, “merhaba bilgi
toplumu” vs. propagandasıyla proletaryanın bittiğini, önemsizleştiğini vs. ileri
sürerken “16.-17.-18.-19. vb. yüzyıla dönüp bakın beyler, böyle bir proletaryayı
ve burjuvaziyi artık bulamazsınız” diyorlar. Doğrudur, günümüzde, diyelim ki
18. ve 19. yüzyıl ya da 20. asrın ilk yarısındaki biçimleriyle bugünlere aynen
gelmiş bir proletarya (ve burjuvaziden) bahsedemeyiz. Fakat her durumda da
burjuvazi sömüren, proletarya sömürülen bir sınıf olmaya devam etmektedir.
Tarih; kapitalizmin, sınıfların tarihi
statik değil dinamik bir tarihtir. Bunu kapitalist üretim tarzının gelişme
sürecinden, bu süreçte burjuvazi ve proletaryanın geçirdiği derin değişme ve
gelişmelerden de biliyoruz. Ama bu bir şeydir, bunu proletaryasız “bilgi
toplumu” vb. gibi teorileri örtüleme
harekatı olarak kullanmak farklı bir şeydir; ve tam da burada görüntüden içeriğe inmek, olguların
nesnel-bilimsel içeriğini incelemek, temel karakteristiklerini açığa çıkarmak ve tanımlamak bilimin temel görevidir. Marx’ın
dediği gibi, “Eğer biçimle öz bire bir
çakışsaydı bilime gerek kalmazdı.” Bilimin, tekniğin gelişmesi kapitalizmi gereksizleştiriyor ama bilimin
ve teknolojinin gelişmesiyle kapitalizm
kendiliğinden aşılmıyor, aşılamıyor; proletaryasız ve burjuvazisiz yeni bir
kapitalist çağa; kapitalist topluma ya da sosyalist bir topluma varılamıyor,
varılamaz da. Açık ki, kapitalizm ne kendiliğinden yıkılabilir ne de
kendiliğinden aşılabilir. Bunun için biricik öznesinin devrimci proletarya
olduğu sosyalist devrimin zaferi gerekir ve gerekmektedir. Kapitalizmin
kendiliğinden yıkılacağı teori ve tezleri saf safsatadan ibarettir.
Bilim ve teknoloji sermayenin tutsağıdır ve ona hizmet etmekle yükümlendirilmiştir.
Temel üretim araçlarını elde tutan sınıf, doğal olarak, bilim ve teknolojiyi de
elde tutuyor. Kapitalizmde, yani “postkapitalizm”de de bu sınıf burjuvazidir.
Bu sınıfı ve dayandığı ekonomik ve toplumsal sistemi ve burjuvazinin egemenlik
aracı olan burjuva devleti proleter devrim yoluyla yıkmadan, proletarya egemen
sınıf olarak örgütlenmeden de bilim ve teknoloji özgürleşemez, kapitalizmin
çerçevesi dışına da çıkamaz. Kapitalist toplumu proleter devrim yoluyla
yıkmadan, bilim ve teknolojinin kendiliğinden kapitalizmi aşarak toplumu
sosyalist bir topluma dönüştüreceği teori ve propagandaları burjuva ve küçük
burjuva karaktere sahiptir.
Kapitalizm ve
burjuvazi proletaryasız edemiyor. Bu burjuvazinin niyetleriyle ilgili bir sorun
değildir, kapitalist üretim tarzının nesnel doğası gereği bu böyledir. Çünkü
proletarya kapitalizmin özgün ve temel ürünüdür. Kapitalizm ve burjuvazi
ücretli emek (iş gücü) sömürüsüne, artı değer sömürüsüne dayanan bir toplum ve sınıftır.
Ama kapitalizmin mezar kazıcı proletarya burjuvazisiz yapabilen, geleceğin
toplumunu kuracak olan tek devrimci enternasyonalist sınıftır. Ve hatırlatmadan
geçmemek gerekiyor, günümüz proletaryası, en modern teknolojiyle çalışan
kesimlerinden 18. yüz yılın barbarca koşullarını aratmayan ilkel koşullarda
çalışan bölüklerine dek altı milyar dünya nüfusunun üç milyara yakın bir
kesimini oluşturmaktadır. Toplam ücretli
çalışanların sayısı ise kuşkusuz ki daha yüksektir. Eklenip vurgulanmalıdır ki
“postmodern çağ”da; “bilgi ve teknoloji toplum”larında kafa emeğini temsil
eden, en ileri teknolojilerle çalışan proletarya bölükleri üç milyarlık devin
şimdilik küçük bir bölüğünü oluşturmaktadır. Hizmet sektöründe çalışan
proletarya maddi üretim sektöründe çalışan proletaryadan daha fazladır. Hizmet
sektöründe çalışan proletarya maddi üretim sektöründe çalışan proletaryadan daha
hızlı büyümeye devam etse de, “mavi yakalı” işçi bölüğü neredeyse dünya
proletaryasının yarısına yakınını oluşturmaktadır. Öyle ya da böyle, proletarya
(ve halklar), şu tapılan “postmodern çağ”ın, “bilgi toplumu”nun gerçek
efendileri olan uluslararası tekellerin azgın, dizginsiz saldırı ve yağmasına
mahkum yaşamaktadırlar. Bir milyar işsiz yaratan, insanlığın %80’nini kör kuyulara
atan sözde “postmodern”, “küresel, enformatik” toplum ve çağ, proleter devrimle
yıkılması gereken baş düşman olmaya hala devam etmektedir. Temel gerçek budur.
İşçi sınıfının varlığını ve tarihsel devrimci
görevlerini yadsımak için öteden beri daima değişik teori ve tezler ileri
sürülegelmiştir; proletaryanın tarihte hiçbir zaman devrimci bir rol oynamadığı ya da sadece burjuva demokratik
devrimler çağında burjuvazinin önderliğinde
ve sayesinde sınırlı bir
devrimci rol oynamış olduğu ya da işçi sınıfının süreç içerisinde
burjuvalaşarak “orta sınıfa”, “yeni tip küçük burjuvazi”ye dönüştüğü, böylece
devrimci niteliğini kaybettiği ileri sürülebilmiştir. Ya da proletaryanın
değil, lümpen proletaryanın ya da yoksul köylülüğün ya da köylülüğün ya da kent
küçük burjuvazisinin ya da kent yoksullarının ya da aydınların devrimci ve öncü
olduğu ya da sınıfın öncülüğünün salt “ideolojik öncü”lükle sınırlı olduğu ya
da sınıfın önderlik rolünün “öncü savaş”ta anlamını bulduğu ya da teknolojinin
sınıfı gereksizleştirerek devrimci misyonunu da son verdiği iddia edilebilmiştir.
Sınıf kavramının karşısına veya yerine yurttaşlığı, bireyi, kimlikleri, tüketim
kalıplarını, meslekleri, sosyal tabakaları geçirerek proletaryanın varlığını
ret ve mahkum etmek de aynı tarihsel ideolojik saldırının değişik figürlerini
oluşturmaktadır. Fakat biliyoruz ki, dün olduğu gibi bugün de, hangi renge
bürünürse bürünsün ve ne kadar etkili olursa olsun, burjuva demagoji ve manipülasyonla
gerçekler yok edilemez; gerçekler inatçıdır, kendilerini er geç dayatır…
Tarihin
çarkları artık geri döndürülemez. Serbest rekabetçi kapitalizm 1870’lerden
başlayarak yerini tekelci kapitalizme bırakmıştır. Emperyalizm, kapitalizmin en
üst ve son aşaması ve sosyalist devrimin öngünüdür. Artık kapitalizmin
emperyalizmden sonra gidebileceği yeni bir kapitalizm aşaması (“ultra
emperyalizm”, “imparatorluk”, proletaryasız kapitalist bilgi ve teknoloji
toplumu vb.) yoktur. Gelişen ve kabına sığmayan üretici güçlerle burjuva üretim
ilişkileri arasındaki uzlaşmaz karşıtlığının tek çözüm yolu, proleter sosyalist
devrimin zaferidir. Bu gerçek 1917 Ekim Devrimi’yle, SSCB’de kurulan sosyalist
toplumun gerçeğiyle, II. Emperyalist Paylaşım Savaşı’ndan sonra doğan Sosyalist
Kamp olgusuyla pratik olarak kanıtlanmıştır.
Günümüzde
kapitalizmin üretici güçleri özgürce geliştirdiği, emperyalizmsiz bir kapitalizm
çağına girildiği, uluslararası burjuvazinin son derece devrimci olduğu
iddiaları emperyalist-liberal-postmodern içerikli sahte ve bilim dışı demagojiden
ibarettir. Emperyalizm ve mali sermayenin kendi tarihinin en derin çürümesini
yaşadığı, uluslararası proleter devrimin nesnel koşullarının son derece
olgunlaştığı, 21. asrın sosyalizmin asrının olacağının daha şimdiden
görülebildiği bir tarih kesitinde gerçeklerin bu denli sınırsız çarpıtılması çabasıyla
kapitalizm ve burjuvazi sadece kaçınılmaz sonunu geciktirmeye çalışıyor. Ama
tüm bu gerici ideolojik saldırılara karşın milyonlarca proleter, emekçi
dünyanın bütün kıtalarında mücadele ediyor ve edecektir. Güneş balçıkla
sıvanmıyor çünkü.
Tarihte,
sömürücü toplumlar içerisinde üretici güçleri, teknolojiyi, emek üretkenliğini
ileri düzeyde geliştirmede kapitalizm diğer hiçbir sömürücü toplumla
kıyaslanamaz. Bu bir tarihsel gerçektir. Ama kapitalist toplumun üretici
güçleri özgürce geliştirdiği tarihsel dönemle çağımız kapitalist emperyalizminin
aynı ilerici karakteristikleri taşıdığını iddia etmek, teorileştirmek, propaganda
etmek farklı şeydir. İkincisi en az emperyalist gericilik kadar gerici bir
teori ve propagandadır.
Emperyalist
kapitalizm, üretici güçleri, teknolojiyi şu veya bu ölçüde az ya da çok bir
hızla geliştirebilir. Ama bu farklı bir şeydir ve üretici güçlerin özgürce gelişimini zorbaca önleyen başlıca engelin kapitalist üretim
ilişkileri olduğu ana gerçeğiyle
birlikte dillendirmek daha
farklı bir şeydir. Para sermayenin % 95’inin maddi üretimden koptuğu ve
spekülasyona yöneldiği, kapitalizmin 1milyar işsiz yarattığı ve dünya
yoksullarını gözden çıkardığı bir dönemde, Marksizm, sosyalizm vb adına,
kapitalizmin üretici güçleri özgürce geliştirdiğini iddia etmek emperyalizmin
uşaklığından ve ihanetten başka bir şey değildir.
Emperyalist
kapitalizm, dünya kapitalist sistemi kendiliğinden
yıkılmayacaktır. Kapitalizm ayakta kaldıkça azami kar hırsına dayanan
kapitalist rekabet, düşen kar oranlarına müdahale, proletaryanın gelişen
devrimci mücadelesinin baskısı gibi nedenlerle yeni teknolojiler geliştirmeye,
azami karın izin verdiği sınırlar içinde teknik temelini şu ve bu biçimde
yenilemeye devam edebilecektir. Mikroçip temelli teknolojilerin, biyo teknolojinin,
bilişim, iletişim, ulaştırma teknolojilerinin geliştirilmiş olmasından da bunu
görmekteyiz. Ve her yeni teknolojik sıçrama sosyalizmi çok daha gerekli
kılarken, o ölçekte de burjuvaziyi, kapitalist üretim ilişkilerini daha fazla
gereksizleştirerek gericileştiriyor.
Mikro-elektronik,
biyo teknoloji, enformasyon ve iletişim teknolojileri günümüzün
teknolojileridir. Ve en ileri teknolojilerin geliştirdiği bir numaralı sektör
ise ne acıdır ki askeri sanayi-militarizm sektörüdür. Yeni maddeler
teknolojisi, nano teknoloji, ferma teknolojiler de yolda. Ama her durumda,
teknolojik gelişme, teknolojinin kapitalist kullanımından dolayı özgürce
gelişememektedir. Kapitalist toplumda üretim insanlığın maddi ve manevi
gereksinimlerinin azami derecede doyurulması için değil, kar için yapılmaktadır.
Dolayısıyla karlı olmadığı, karı azamileştirmediği koşullarda yeni
teknolojileri geliştirmek gibi ya da, bu amaca hizmet etmediği müddetçe yeni
teknolojileri kullanmak gibi ya da yeni teknolojiler keşfetmeye yönelmek gibi
bir sorunu yoktur kapitalizmin.
Ama kapitalist
sistemin proleter devrimle yıkıldığı, proletaryanın egemen sınıf olarak
örgütlendiği, insanın insan, bir sınıfın diğer sınıf, bir ulusun diğer ulus,
bir cinsin diğer cins üzerindeki baskı ve sömürüsünün son bulduğu sosyalist
toplumda (ve Dünya Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nde) bilim ve
tekniğin gelişimi sınır tanımayacaktır. Sosyalist toplumda üretim kar için
değil, bütünüyle, toplumun maddi ve kültürel gereksinimlerini ve gelişimini
azami derecede doyurulması için planlı bir tarzda gerçekleştirileceği için,
doğal olarak, bilim ve teknoloji, insanlığın hizmetinde, insanlığın ortakça
malı olacak ve özgürce gelişecektir.
En ileri teknik temele ulaşmadan ve bu temel
sürekli yetkinleştirilmeden bu görevin başarılamayacağı açıktır. Bu bağlamda,
bilim ve tekniğin gelişimi sınır tanımayacak, doğa ve insanla uyumlu bir tarzda
yeni teknolojiler kesintisiz geliştirilerek kullanılacaktır. Ayrıca kapitalist
toplumun aksine bilim ve teknoloji üretimi, dar bir uzmanlar grubunun işi olmaktan
giderek kurtarılacak; on milyonların, yüz milyonların, milyarların, kolektif
zeka ve yeteneğine dayalı giderek sıradanlaşan bir yaratıcılığa ve bir yaşam tarzına
dönüşecektir. Bu durumda insanlığın kolektif zekasının, yeteneklerinin ve
enerjisinin üreteceği yeni keşiflerin, teknolojik ve bilimsel atılımlarının
gelişebileceği sınırlar hakkında bugünden bir tahminde bulunmak bile mümkün
değildir. Binlerce yıllık insanlığın
toplumsal birikiminin ürünleri de dahil kapitalist toplumun son beş yüz yılı da
içinde olmak üzere kazandığı, ulaşabildiği bilimsel ve teknolojik seviyenin, SSCB’de, Lenin ve Stalin’in SSCB’sinde kırk yılda yakalanmış, hatta bazı bakımlardan
aşılmış olması, üstelik emperyalist kuşatma altında, üstelik geri bir köylü
ülkesinde başarılmış olması bile tek başına bu konuda herkese ışık tutacak,
aydınlatacak bir tarihi tecrübedir. Bu eşsiz tecrübe, geleceğin sosyalist
dünyası ve giderek komünist çağı hakkında da herkese çok somut bir fikir verme nitelik
ve yeteneğindedir…
Biyo teknoloji,
mikroelektronik, enformasyon ve iletişim teknolojileri, nano teknoloji, fermo teknoloji,
yeni maddeler teknolojisi, yeni enerji teknolojileri sosyalist toplumun teknik
temelini oluşturacak ileri teknolojilerdir. Bunu, bugünden vurgulayabiliriz.
Üretici güçlerin özgürce gelişimini engelleyen kapitalist üretim ilişkilerinin
proleter devrimle tasfiyesiyle birlikte söz konusu yeni teknolojiler de tüm
kısıtlarından kurtulacaktır. Zorunlu uygunluk yasası temelinde toplumsal
üretici güçler, sosyalist üretim ilişkileriyle uyum içinde hızlı bir tempoda
gelişecektir, geliştirilecektir.
Sosyalist
iktisadi temel ancak büyük ölçekli makineleşmiş, bilim ve tekniğin en son
verilerine dayanan ve kendisini kesintisiz daha yüksek bir temelde örgütleyen
ve yineleyen kolektif üretim ve toplumsal mülkiyet biçimleri temelinde var
olabilir ve gelişebilir ancak. Toplumun tüm maddi ve kültürel gereksinmelerini
azami ölçüde doyurma yasası, sosyalist toplumun temel ekonomik yasasıdır. İleri
tekniği kesintisiz yenileyerek geliştirmeden de söz konusu gereksinmeleri
yanıtlayabilmek olanaklı değildir. Dolayısıyla üretim tekniğini sürekli
yetkinleştirmek sosyalizmin, sosyalist planlı ekonomi (ve toplumun) olmazsa
olmazıdır. Dahası üretici güçler sınırsız geliştirilmeden “herkesten yeteneğine,
herkese gereksinimine göre” ilkesinin geçerli olduğu komünist topluma da geçilemez…
Yukarıda
dikkat çektiğimiz teknolojiler, sosyalist toplumda, üretici güçleri hızlı bir
tempoda geliştirecektir. Emek üretkenliğini olağanüstü boyutlara taşıyacaktır.
Kentle kır, kafa emeği ele kol emeği, yöneten yönetilen ayrımlarını, tarihten
devir alınmış eşitsizlikleri, işbölümünü aşma sürecini hızlandıracaktır.
Toplumun, insanların üretim dışı zamanları hızla artacaktır. Böylece
ekonominin, devletin, sosyal yaşamın yönetimine sıradan kitlelerin doğrudan
katılımı, doğru politikaların ışığında, daha etkin, güvenceli hale gelecektir,
getirilecektir. SSCB’de olduğu gibi dev bir bürokrasi üreten, dev bir bürokrasiye
dayanan devlet aygıtına gerek kalmayacaktır. Ucuz, esnek, hareketli, kitlelerin
iradesini daha doğrudan yansıtan, sosyalist demokrasinin etkince işlemesine
güçlü bir şekilde hizmet eden, “küçülmüş”, sönümlenme süreci hızlanmış bir
devlet biçimlendirilecektir. Doğrudan kitlesel demokrasi, kitlelerin devlet
yönetimine doğrudan katılabildiği sosyalist demokrasi süreci müthiş bir gelişme
kaydederek ilerleyecektir.
Söz konusu
ileri teknolojik temele dayanacak sosyalist inşa çalışması, SSCB’nin ve diğer sosyalist
ülkelerin tarihsel deneyiminden çıkarılan tarihsel derslerle birlikte, yeni
sosyalist toplum pratiklerinde iktisadi, siyasi, ideolojik-kültürel devrimin
daha verimli ve kesintisiz geliştirilmesinin hizmetinde olacaktır. Yeni tipte bürokratik
yozlaşma ve kapitalizmin yeniden restorasyonu tehlikesine karşı sınıfın önderliğinde
en geniş kitlelerin her bakımdan bağımsız devrimci katılımı güvenceye
alınacaktır. Dünya proleter devriminin bir bileşeni olarak, iç ve uluslararası
enternasyonalist yükümlülüklerin pratikleşmesi hattında dünya proletarya
diktatörlüğünden (Dünya Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nden) yeni çağa,
sınıfsız çağa, özgürlükler alemine, insanlığın kendi tarihini ilk defa bilinçli
tarzda yapacağı büyük uyum dünyasına daha güvenceli yürüyecektir ve
geçilecektir.
Çok açıktır
ki, kapitalist emperyalizmin, burjuva liberalizmin, postmodernizmin,
postMarksizmin geleceği yoktur. Bunlar geçmişe, can çekişmekte olan bir tarihe
özgü, yok olmaya mahkum tarihsel ve sosyolojik olgulardır. Gelecek,
proletaryaya, sosyalizm ve komünizme aittir. Can çekişmekte olan eski sömürü
dünyasını mezara gömecek olan da, yeni sömürüsüz insani dünyayı kuracak olan da
yalnızca ve yalnızca enternasyonal proletaryadır. Tarihin, sınıflar
mücadelesinin, bilimin hükmü budur işte. Bundandır ki “elveda proletarya” diye
dizginsiz bir çürüme ve korku içinde haykıran kapitalist özel mülkiyet
dünyasına ve yedeğindeki her türlü akıma inat: “Yaşasın Marksizm-Leninizm”, “Yaşasın
Proletarya!”, “Daima Merhaba Proletarya!”, “Merhaba Sosyalizm!” ve “Daima
Merhaba Devrim!” diye haykırarak yazımızı sonlandırıyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder