18 Kasım 2012 Pazar

“POSTMODERN” BİR ÇAĞDA MI YAŞIYORUZ?



          
               “POSTMODERN” BİR ÇAĞDA MI YAŞIYORUZ?
           Dünya kapitalist sistemi, uluslararası burjuvazi ve yedeğindeki bir dizi tasfiyeci revizyonist akım el birliğiyle, “tarihin sonu”nu ilan etti. Özellikle 1990’larla birlikte, uluslararası güçler dengesinde devrim ve karşı-devrim arasında ve emperyalist güç ilişkilerinde ortaya çıkan köklü değişme ve gelişmelerle birlikte söz konusu propaganda ayyuka çıktı. Aynı manüpilasyon bugün de etkin bir şekilde devam etmektedir.
            Bu propagandaya göre, kapitalist üretim tarzı, emperyalizm aşılmıştır. Artık “küreselleşme” çağında, “postmodern” bir çağda, “enformatik” bir çağda, bir “İmparatorluk” çağında vb. vb. yaşıyoruz. Proletarya, Marksizm-Leninizm, sosyalizm nihai olarak yenilmiştir. Kapitalizm ve liberal demokrasi nihai zaferi kazanmıştır. Yeniçağla birlikte, sınıflar mücadelesi, devrimler, ideolojiler çağı da geri dönüşsüz bir şekilde kapanmıştır. Artık aşılmış, kapanmış, dahası yanlışlığı(!) da açığa çıkmış eski sınıfsal ve modernist çağın teorik, ideolojik, kavramsal ilkelerine, analizlerine, çerçevelerine sarılmak, sığınmak, savunmak anlamsızlaşmıştır. Artık evrensel doğrulardan, dünyayı açıklamanın ve değiştirmenin aracı olan bilimsel teorilerden, evrensel bilimden, kurtuluşçu ütopyalardan, bütünlüklü projelerden, dünyayı değiştirecek özneden, yıkılmak üzere hedef seçilecek emperyalist bir merkezden, ele geçirilebilecek bir politik iktidardan vb. bahsedilemez. Artık “post-kapitalizm çağında” yaşıyoruz. “Post-kapitalizm” çağının toplumu, “bilgi toplumu”dur. “Bilgi toplumu” “sanayi sonrası toplum”dur. Bu yeniçağ ve yeniçağın toplumunda, artık sermaye, emek, maddi üretim değerini yitirmiştir. Postmodern küresel çağda teknoloji, bilgi, serbest piyasa, serbest özgürlükler, eşitlik, bolluk, refah üzerine kurulu bir yeni dünya inşa ediliyor. Artık kapitalizmin ve insanlığın önünde “pürüzsüz, dümdüz bir dünya” uzanmaktadır. Dönem, “sürtünmesiz kapitalizm” dönemidir. Postkapitalist küresel enformatik çağ emperyalizmden ve sömürgecilikten, toplumsal kötülüklerden arınmış, eski çağın kalıntılar biçiminde yeniçağa taşınmış kötülüklerinden de arınmaya çalışan barışçıl bir kapitalizm, bir ultra kapitalizm, bir imparatorluk çağıdır.
            Böyle bir çağda artık tarihsel öznenin, sınıfsal öznenin, dünyayı değiştirecek iradenin ne öneminden ne de herhangi bir rolünden bahsedilebilir. Nasıl ki Tanrı merkezsiz şekilsiz, cisimsiz, ulaşılamaz, dokunulamaz, kavranamaz ve Tanrıya karşı savaşılamazsa; nasıl ki Tanrısal yazgı insanlığın yazgısıysa ve bu yazgıya karşı çıkılamaz, karşı koyulamazsa; nasıl ki insan Tanrı karşısında iradesiz, etkisiz ve çaresizse ve tek görevi de bu yazgıya tevekkül ve huşu içinde razı olmaksa, postmodern-enformatik-küresel-teknolojik kapitalizm çağında da insan, insanlık da kapitalist üretim tarzı ve uluslararası tekeller karşısında o denli çaresizdir, iradesizdir. Çünkü Tanrı ve kapitalizm “hiç yerdedir” ve “her yerdedir”. “Tarihin sonu”na bir kere gelinmiştir. Kapitalizm nihai zaferi kazanmıştır. Tarih, eleştiri, özne bitmiştir. Bundan sonraki tarih, kapitalizm ve liberal demokrasinin “pürüzsüz bir uzamda” sınırsız gelişme tarihi ve çağıdır, vs. vs.
            Değişik tezlerle, renklerle, tonlarla ortaya çıkmasına karşın, söz konusu tezler, teoriler, propagandalar küresel ölçekte sistematik bir tarzda yaygınlaştırılmıştır. Bu teori ve propagandaların ana temsilcisi kapitalist emperyalizm ve uluslararası tekellerdir. Söz konusu bilim ve gerçek dışı propaganda yalnızca F. Fukuyama gibi, Bill Gates gibi burjuvazinin açık temsilcileri tarafından değil, yanı sıra, örneğin Negri, Harvey, Gorz, Laclau, Mouffe, Balibar vb. gibi kapitalizmin gizli oportünist temsilcileri tarafından da geliştirilmektedir.
            Burjuvazinin açık ve gizli ideologlarının, politik sözcülerinin, diplomalı uşaklarının, gönüllü propagandistlerinin psikolojik harp taktiklerini de kullanarak yürüttükleri bu mücadele, burjuvazinin proletaryaya, kapitalizmin sosyalizme karşı ilke ve kural tanımayan sınıf savaşımından, gerici ideolojik saldırısından başka bir şey değildir. Bir yandan işçi sınıfını, ezilen halkları sınıflar mücadelesinin, devrimlerin, ideolojilerin, tarihin bittiğine(!) inandırmaya çalışan burjuvazi; öte yandan da düpedüz proletaryaya, devrime, sosyalizme ve insanlık tarihinin biriktirdiği ilerici ve devrimci olan her şeye karşı kendi tarihinin en kirli savaşımını yürütmektedir. Gerçekte olay bundan ibarettir.
I
1985’lerden, özellikle de 1990’lardan sonra, uluslararası burjuvazi, hegemonyasını, bu hegemonyanın bir biçimi olan ideolojik hegemonyasını sağlamlaştırdı. Evet, bu hegemonyanın nesnel temelleri zayıftır. Dahası aynı tarihlerden sonraki sürecin temel bir özelliği de söz konusu hegemonyanın nesnel temellerinin daha fazla zayıflamasıdır. Fakat buna karşın belli bir tarihsel kesitte, belirli özgün tarihsel önkoşullar ve özgün gelişmeler nedeniyle geçici olarak güçlenen burjuva hegemonya, dünya devrim cephesi ve bu cephede yer alan proletarya ve halklar üzerinde yıkıcı etkiler yarattı. Dolayısıyla sorunun üzerinden atlayıp geçemeyiz. Emperyalizm ve proleter devrimler çağı olan çağımızın temel olgularıyla, hareket yasalarıyla bağlı olarak gündemleşen söz konusu önemli değişim ve gelişmeleri incelemeden de sorun derinliğine bilince çıkarılamaz. Bu bağlamda, daha baştan, uluslararası komünist ve devrimci hareket, ilerici insanlık, proletarya ve halklar üzerinde derin tasfiyeci yıkımlara yol açan tarihsel ve güncel sosyolojik olguların özet bir tablosunun sunulmasında yarar görmekteyiz.
            Bu nedenlerden ilkini, kapitalist dünya ekonomisinde ortaya çıkan yeni olgular oluşturmaktadır.
            Bir dönemeç olarak 70’leri alacak olursak emperyalist dünya ekonomisi yeniden bir yapılanma sürecine girdi. Yeni teknolojiler (mikroçip, biyogenetik, nükleer teknoloji,), yeni ekonomik sektörler (bilişim, iletişim vb.) gelişti. Kapitalist uluslararasılaşma (emperyalist küreselleşme) süreci ivmelendi. Kapitalist dünya ekonomisinin bütünleşme süreci daha ileri biçimler aldı. Uluslararası kapitalist işbölümü yeniden yapılandı. 1945-70 arası tarihsel kesitte uygulanan “Keynesçilik”, “refah kapitalizmi”, “sosyal devlet”, “ulusal kalkınmacı”lık vb. olarak nitelenen sermaye birikim modeli/stratejisi tasfiye edildi. “Neoliberalizm”, “serbest piyasa”, “monetarizm” vb gibi nitelenen yeni kapitalist birikim stratejisi (esnek kapitalist birikim modeli) yeni dönemin gelişme çizgisi oldu.
            Bu yeniden yapılanma sürecinin kökleri daha önceye uzansa da, proletaryanın yapısında, emeğin sosyal bileşiminde de önemli değişme ve gelişmelere yol açtı.
            Kapitalist dünya ekonomisinin yeniden yapılanmasının merkezinde uluslararası emperyalist tekeller durmaktaydı. Üretimin ve sermayenin daha fazla yoğunlaşmasının, merkezileşmesinin, uluslararasılaşmasının ürünü olan tekeller, bu sürecin motoru ve öncüsüydü. Emperyalizm dün de bugün de tekelci kapitalizm olmaya devam etmektedir. Ancak ne var ki, dün ulusal pazarı temel alan, ama küresel çapta sömürü yapan tekeller giderek yerlerini, dünya pazarını temel alan ulusal pazarlarını da dünya pazarının bir parçası olarak örgütleyen uluslararası tekellere bıraktı. Günümüz emperyalist kapitalizminin temel yönetici gücü uluslararası emperyalist tekellerdir (“ÇUŞ”).
            Kapitalist dünya ekonomisindeki iktisadi değişiklikler ve yeniden yapılanma süreci, doğal olarak, küresel ölçekte sosyal ve siyasal yaşamı da derinden sarstı, siyasal ve sosyal yaşamın da yeniden yapılandırılmasıyla birleşti, birleştirildi. Bu süreç, hem emperyalist merkezi ve hem de bağımlı periferiyi, hem sömürücü sınıf ve tabakaları hem de ezilen sömürülen sınıf ve tabakaları etkileyen ve kapsayan bir yeniden yapılanma süreci oldu. Bu süreç devam etmektedir.
1989-91 sürecinde kapitalist/revizyonist bloğun çöküşüyle söz konusu yeniden yapılanma süreci daha yüksek tempolara ulaştı. Bu yeniden yapılanma süreci, uluslararası tekellerin ve burjuva devletlerin proletarya ve halklara karşı sert ekonomik ve politik saldırıların eşliğinde; yeni sürece meşruiyet kazandırmayı hedefleyen sistematik yeni tip ideolojik saldırıların eşliğinde birleşik bir saldırı, boyun eğdirme, rıza üretme; yeni biçimde yeni bir ideolojik hegemonya kurma ve geliştirme çizgisinde yükseldi, yükseltildi.
            Uluslararası emperyalist tekellerin gelişme, öne çıkma, hegemonyayı ele geçirme süreci, uluslararası yeni tipte tekelci kapitalist birikimin ve işbölümünün önünde tasfiye edilmesi gereken bir engele dönüşmüş olan ekonomik, siyasal, sosyal, ideolojik kapitalist biçimlere karşı planlı, örgütlü, kapsamlı ve en yenilikçi ve özgürlükçü kılıklara bürünmüş yeni tipte bir ideolojik ve kültürel saldırı harekatının dolu-dizgin geliştirilmesiyle birleştirildi. Söz gelimi “sosyal devlet”in, “ithal ikameci”liğin, “ulus devlet”in, “ulusal sınır”ların, biyolojik ırkçılığın, “totaliter rejim”lerin, klasik sömürgeciliğin, eski teknolojilerin mahkum edilmesi, serbest piyasanın, liberal özgürlüklerin, malların, insanların, fikirlerin özgürce dolaşımının, küreselleşmelerinin,  yeni teknolojilerin, “yeni ekonomi”nin, “yeni çağın”, birey, cins, etnik, cemaat, kültürel farklılıklar ve renkliliğin yüceltilmesi vb gibi söylemlerden, vurgulardan söz konusu olguyu görebilmekteyiz. Bu yenilikçi(!), özgürlükçü(!) söylemin derin etkiler yarattığını da biliyoruz.
            Yeni emperyalist gereksinmelere yanıt vermek üzere gündemleştirilen söz konusu yeni tip burjuva liberal saldırı dalgasının iç içe geçmiş iki hedefi vardı. Birinci hedef, çıkarları, ayrıcalıkları eski tip birikim stratejisine dayanan ve yeni döneme karşı direnen burjuva kesimlerin iktisadi ve siyasi direnişini kırmaktı. İkinci hedef, proletarya ve halkların direniş ve mücadelesini kırmak, toplumsal muhalefeti yedeklemekti. Ve kuşkusuz asıl hedef, proletarya ve ezilen halklardı, onların öncü devrimci ve ilerici kuvvetleriydi.
            “Yenilik” ve “özgürlük” adına geliştirilen, sınır tanımayan emperyalist ideolojik saldırı harekatı sınır tanımaz bir demagoji ve manipülasyona dayanıyordu. Bu bağlamda antikapitalist, antiemperyalist, antisömürgeci, antiırkçı ve özgürlükçü söylem birer dolgu maddesi, birer sis bombası olarak kullanıldı. Yeni burjuva liberal ideolojik saldırı harekatı, gerçekte kapitalizmi, emperyalizmi yeni bir biçimde kutsuyordu. Kapitalist emperyalizmin iktisadi ve sınıfsal temellerine yönelmeden, miadını doldurmuş, uluslararası tekellerin gelişmesine engel olan ve tasfiyesi yakıcı bir soruna dönüşmüş olan kapitalist ekonomik, siyasal, sosyal, ideolojik biçimlerin düşmanca, evet, düşmanca eleştirisi ve mahkum edilmesiydi. Ancak yeni liberal emperyalist ideolojik saldırı harekatının yenilikçi, özgürlükçü, parıltılı bir söylemle pazarlanması son derece etkin bir “halkla ilişkiler” uzmanlığı ve kampanyası olarak örgütlendi. Gerçekte bu saldırı, yeni tipte bir burjuva ideolojik Haçlı Seferberliği’ydi. Sol değerler ve literatür de bu amaçla elden geçirilerek etkin bir tarzda kullanıldı. Sermaye, burjuva devlet, üniversiteler, burjuva ve küçük burjuva aydın tabaka, “yenik solcu” yeni ideolojik Haçlı Seferberliği’nin sacayaklarını oluşturmaktaydı.
            Emperyalist küreselleşmeye meşruiyet kazandırmanın aracı olan ideolojik saldırı harekatı, Rockefeller ve ABD’li uluslararası tekellerin önderliğinde örgütlendi. Rockefeller’in etkin rol aldığı bir dizi uluslararası toplantıda, kullanılacak söylem, teoriler, tezler üretildi ve dünya pazarına ihraç edildi. Bu saldırı harekatı, aynı ideolojik ve siyasi içeriğe dayanmakla birlikte görüntüde renkliydi, renkli tutulmaya da özen gösterildi.
            Geçmeden bir-iki olguya dikkat çekmek gerekmektedir.
            Bu süreçte üniversiteler aktif bir rol oynadılar ve oynamaya da devam etmektedirler. Tarihsel olarak üniversiteler daima burjuva liberalizmin, sosyal reformizmin ideolojik kaleleri; burjuvazinin entelektüel hegemonyasının üretildiği stratejik kaleler olagelmiştir. Yeni tip liberal ideolojik saldırı döneminde de üniversiteler öne çıkan manipülasyon merkezleri oldu. Dün olduğu gibi bugün de burjuvazi, burjuva devlet, sağı ve soluyla burjuva aydın tabakasından, akademik unvan sahibi, kapitalizmden nemalanan üniversite camiasından yararlanmıştır, yararlanmaktadır. Bu tabaka, burjuva ideolojik hegemonyanın üretilmesinde, burjuvazinin yeni entelektüel gereksinmelerine göre yeni üretimler, açılımlar, suya atılacak parıltılı yeni oltalar yapmada burjuvazinin öncü hazır kıtasıdır daima. Postmodernizmin kalelerinin üniversiteler olması, pek çok ünlü postmodern ve postMarksist tasfiyeci entelektüelin, yazarın, teorisyenin, propagandistin kürsü hocası, yüksek akademik unvan ve kariyer sahibi olması bir rastlantı değildir. Hangi kılık altında ortaya çıkarsa çıksın postmodernizm ile yeni tip emperyalist liberal ideoloji arasında içsel bir bağ, birbirini tamamlayan, birbirlerini besleyen ideolojik bir bağ vardır. Ve bu gerçeğin daima vurgulanması gerekir.
            Konu kapsamında ikinci ana nedeni de şöyle özetleyebiliriz:
            1980’lerin ikinci yarısından başlayarak dünya devrim dalgası geri çekilmeye, emperyalist gericilik ve karşı devrim inisiyatifi ele geçirmeye başladı. Başını Rus sosyal emperyalizminin çektiği kapitalist/revizyonist kamp 89’dan başlayarak çözülüp dağıldı. Çin, uluslararası kapitalist sistemle daha hızlı bir entegrasyon sürecine girdi. ASCH’de sosyalizm tasfiye edildi. “Soğuk Savaşı” Amerikan emperyalizminin önderliğindeki emperyalist/kapitalist kamp kazandı. Çok kutupluluğu daha baştan içinde barındırmakla birlikte “tek kutuplu” bir dünya gerçeği ortaya çıktı. Revizyonist/kapitalist kampın tasfiyesi ve yeniden paylaşımıyla birlikte bütünlemiş kapitalist dünya pazarı yeniden kuruldu.
            Sosyal emperyalist kampın çöküşü, ASCH’nin yıkılışı, Çin’in kapılarını emperyalizme ardına dek açma süreci sosyalizmin nihai yenilgi ve tasfiyesi, kapitalizmin nihai zaferi olarak lanse edildi ve algılandı. 1950’ler sonrası, değişik akımlarıyla uluslararası modern revizyonist akımın “Batı Marksizmi”nin, uluslararası sosyal demokrasinin ve sosyal reformizmin gerici ve karşı devrimci çizgide proletarya ve halkları ideolojik-siyasi olarak silahsızlandırma süreciyle de beslene gelen süreç, revizyonist/kapitalist kampın klasik kapitalist biçimlere dönüşerek dağılışıyla birleşerek yeni tip emperyalist ideolojik saldırının dizginlerinden boşanmasına yol açtı. Küresel çapta dünya devrim dalgası dibe vurdu, doludizgin bir emperyalist gericilik ve karşı devrim dönemine girildi. Sosyal demokrasi çıplak burjuva kimliğiyle ortaya çıkmaya, emperyalist küreselleşme sürecini “sosyal” liberal cepheden savunmaya başladı. Modern revizyonizm, yüzündeki sahte sosyalist örtüyü bir tarafa atarak sosyal demokrasiden doğan boşluğa ve geleneksel role oynamaya, geniş bir kanadı ise yeni tip burjuva emperyalist liberalizmin açık savunuculuğuna soyundu. Küçük burjuva reformcu “sosyalist” hareket liberalleşti. Küçük burjuva devrimci-demokrasinin ana gövdesi ve uluslararası proletarya komünizmi geniş çaplı bir şekilde devrimci ve komünist konumlarını terk ederek tasfiyeci oportünizmde karar kıldı, vb. Tasfiyecilik dönemin modasına dönüştü. “Neoliberalizm” ve tasfiyecilik yükselen değerler olarak, felsefi idealizmin, dinsel gericiliğin, burjuva milliyetçi kabarışın, orta çağcıl gerici değerlerin kabarışıyla iç içe, paralel, karmaşık bir gerici dalganın unsurları olarak hortladı. Marksizm-Leninizm’e, devrime, sosyalizme, kurtuluşçu ütopyalara, bilime, proletarya ve halkların mücadelesine karşı kapitalizmin kutsanması temelinde tarihin o güne dek tanık olmadığı bir saldırı cephesi kurularak gerici bir ideolojik-politik mücadele başlatıldı… Kendini “sol”, “sosyalist” olarak ilan eden sayısız politik parti ve lider, aydın burjuvazinin, “küreselleşme”nin safına geçerek ihaneti, dönekliği övmeye, teorize etmeye ve propaganda etmeye girişti.
            Yenen sınıf, yenilen sınıfların saflarından devşirdiği devasa bir güçle daha güçlü, yaygın, sistemli bir ideolojik vurucu güce dönüşmesini bildi. Böylece, insanlığın bütün bir toplumsal tarihinde biriktirdiği ilerici olan ne varsa sınır tanımayan bir emperyalist ve gerici saldırın hedefi haline getirildi. “Elveda proletarya”, “elveda sosyalizm”, “elveda devrim”, “hoş geldin yenidünya” sahte çığlıkları ortalığı inletmeye başladı.
            Emperyalist küreselleşme (uluslararasılaşma!) sürecinin hızlandığı, kapitalist dünya ekonomisinin yeniden yapılanma süreçlerinin geliştiği tarihsel kesit, küresel çapta 90’larda daha da keskin biçimler alan yenilgi ve gericilik süreciyle örtüşerek; uluslararası tekeller dünyasına, kapitalizmin açık ve gizli ideologlarına yeni saldırı dalgası için tarihte eşi benzeri görülmemiş fırsatlar yarattı. Sermaye dünyası tam da bu olağanüstü tarihsel kesitte, temelleri zayıf da olsa, geçici olması kaçınılmaz da olsa, hegemonyasını sağlamlaştırarak ölçüsüz bir ideolojik saldırı dalgasını örgütleyerek yeniçağ teorilerini, tarihin, ideolojilerin, sınıf mücadelesinin vb. sonunu ilan etti.
            Yeni tip burjuva liberalizminin yeni bir biçimi olan ve moda akımlardan birine dönüşen ve yayılan “postmodernizm” ve postmodernizmin bir biçimi olan “postMarksizm” işte tam da söz konusu tarihsel sürecin bir ürünü olarak üredi, üretildi, bayraklaştırıldı.
            “Postmodernizm”, emperyalist çağın içerisinden geçilen emperyalist küreselleşme tarihsel kesitine, yenilgi ve gericilik döneminin gereksinmelerine denk düşen burjuvazinin safında yer alan bir ideolojik siyasi akımdır. Bu akım, emperyalist dünya sistemindeki aşırı çürümenin, yenilmişlerin saflarında baş gösteren aşırı çürümenin, umudu kırma operasyonunun ve umudu kırılmışların tipik sözcüsü olarak ortaya çıktı. Elinde “elveda proletarya, elveda devrim, elveda sosyalizm” yazan, kapitalizmi ebedileştirmeyi misyon olarak seçmiş yeni bir sis bombası, yeni bir afyon türü olarak gündemleşti; hem de en gerici, en çürümüş eski teorileri, tezleri yeni biçimlerde gündemleştirerek!
            Postmodernizm, emperyalist küreselleşmenin günümüzdeki ideolojik formlarından, başlıca türevlerinden birisidir. Yeni tip emperyalist liberal ideolojik saldırı cephesinde yeni biçimde ortaya çıkan, yeni burjuva liberal bir zehirdir. Burada söz konusu olan emperyalist neoliberal ideolojik saldırının postmodernizm, postMarksizm biçimlerini alarak ortaya çıkmasıdır. Bill Gates ya da Rockefeller, Jacques Santer’ler, Charles Goldfinger’ler yeni emperyalist liberal ideolojinin açık savunucularıysa, Negriler ya da Deridalar, Zizekler, Laclualar ve benzerleri de burjuva ideolojik içeriğe sahip postmodern, postMarksist yeni tip burjuva liberal ideolojinin farklı türde savunucularıdır. İkinciler birincilere bağımlıdırlar, ikinciler birincilerin sınıfsal çıkarların ürünü olan teorileri, tezleri, propagandaları gerçek sahiplerinden (ÇUŞ’lardan, emperyalist devletlerden) alarak, entelektüel ve sol geçmiş kimliklerinin katkılarıyla şekillendirerek pazarlamaktadırlar.
            Kapitalizmin ve burjuvazinin tarihinde, burjuvazinin proletaryaya karşı yürüttüğü kuralsız, ilkesiz, kirli ideolojik saldırı cephaneliğinde daima üzerinde “elveda proletarya” yazan teori ve tezler buluna gelmiştir. Bunun en yakın örneklerinden birisini de 1950-70’ler arası tarihsel kesitte ileri sürülen bir “tez”de görmekteyiz. Söz konusu teze göre, kapitalizmin ve kültürün gelişmesi sonucu proletaryanın da iş ve yaşam koşulları, gelir düzeyi, kültürü gelişmiş, böylece proletarya burjuvalaşmış; eski proletarya olmaktan çıkarak artık kaybedeceği çok şeyi olan bir sınıfa, “orta sınıfa” dönüşmüştü. İşçi sınıfının “burjuvalaştığı” gerekçesiyle kimi kurtuluşu lümpen proletaryada, kimi kent yoksullarında, kimi de aydınlardan beklemiş, onları öncü sınıf, öncü güç olarak lanse etmişti. Modern revizyonizmin değişik kanatları, sosyal demokrasi, sosyal reformizm, “heterodoks Marksizm”in “otonomcu” çeşitli eğilimleri, kanatları, bu vb. teorileri yaymıştı. Yani o zamanlar da kapitalizm ve burjuvaziye en büyük destek soldan ama asla Marksist-Leninist olmayan, burjuva ve küçük burjuva “sol”dan gitmişti.
            Aynı demagoji, revizyon, manipülasyon ve tasfiye operasyonunun, bir kez daha, kapitalist uluslararasılaşmanın hızlandığı, kapitalist entegrasyonun kapitalizme içsel uzlaşmaz karşıtlıklarla birlikte yoğunlaştığı ve bu sürecin yenilgi ve gericilikle örtüştüğü süreçte gündemleşmesi ve atağa kalkması tipik bir olgudur. Bu anlaşılırdır da. Çünkü proletaryanın bağımsız siyasal bir güç olarak ortaya çıkışından ve proletaryanın kurtuluş hareketinin teorisi olan Marksizm’in, Marksizm-Leninizm’in doğmasından bu yana, burjuvazinin ve yedeğindeki her türden akımın ideolojik saldırısının merkezinde daima proletarya, Marksizm, Marksizm-Leninizm ve uluslararası proleter devrim duragelmiştir. Çünkü burjuvazi, kapitalizmin açık ve gizli savunucuları, tarihsel tecrübeyle de sabit olduğu gibi, özel mülkiyeti, kapitalizmi ve burjuvaziyi tasfiye etmeye yetenekli tek devrimci sınıfın proletarya olduğunu ve emperyalizmin sosyalist devrimin öngünü, çağımızın kapitalizmden sosyalizme geçiş çağı olduğunu kavrıyorlar. 1917 Büyük Ekim Devrimi, Lenin ve Stalin’in SSCB’sini bunun dolaysız kanıtı olarak görüyorlar.
“Postmodernizm”in ve “postMarksizm”in, Marksizm Leninizm’e, proletaryaya, uluslararası proleter sosyalist devrime dönük red ve inkar saldırısının; proletaryasız kapitalizm, “postmodernist özgürlük çağı” teorilerinin de merkezinde aynı tarihsel ve güncel gerçek(ler) durmaktadır. Kapitalist üretim tarzının açık ve gizli temsilcileri her ne kadar yırtınırcasına elveda proletarya ve sosyalizm vs.diye bağırıyorlarsa da, yüreklerindeki en büyük korku, daha geçtiğimiz yıllarda AB’li emperyalistlerin komünizmi faşizmle birlikte insanlık dışı, insanlık suçu ilan ettirme sistemli çabalarından da görülebileceği gibi, hala sınıf bilinçli proletaryadır, sosyalist devrim tehlikesidir ve kaçınılmaz olan dünya sosyalist devriminin zaferidir. Ama korkunun ecele faydası olmadığını da tarih göstermiştir.
            Uluslararası proleter devrim emperyalist dünya sisteminin bağrında yatan ve kaçınılmaz sonunu getirecek temel ve gerçek tehlikedir. Yenilgi ve gericilik koşullarıyla geçici olarak ferahlamış olan uluslararası sermaye, uluslararası proleter devrimin nesnel temellerinin her zamankinden daha güçlü olgunlaştığının çok kesin bir sınıf bilinciyle farkındadır. Nitekim dünya burjuvazisi 21. asrın bir devrimler asrı olacağını, yeni Ekimler fırtınasının geçmişten yüz kez daha sert, yaygın, birleşik, daha enternasyonalist karakterde geleceğini bugünden gördüğü içindir ki; nihai zaferini, tarihin sonunu(!) ilan etmesine karşın, kendisini hiçbir şekilde güvende görmemekte; kaçınılmaz sonunu önlemek için proletarya ve kitlelerin ruhunun her zerresine işleyecek tarzda 24 saat, 365 gün 6 saat ideolojik sömürgeleştirme harekatını aralıksız, kuralsız tarzda geliştirmektedir. “Küreselleşme çağı”nın, emperyalist tekeller, burjuva devletler, postmodernistler, burjuva liberalleri, postMarksistler vb. tarafından dizginsizce yüceltilip kutsanması ve yıkılmaz ilan edilmesi de tümüyle yukarıdaki gerçeklerle bağlıdır.
            Teorinin aydınlattığı, tarihsel deneyimin kanıtladığı gibi, gerek kapitalist dünya ekonomisinin gelişme sürecinde, gerekse de dünya devrim ve karşı-devrim cephesi arasındaki politik güçler dengesindeki her önemli gelişme ya da dönemeç, sınıfların ve tarihin gidişi üzerine şu veya bu düzeyde derin sarsıntılara yol açar. Bu bağlamda, dönemi ve dönemeci anlamaya dönük analizler, teoriler, tezler, tartışmalar kaçınılmaz olarak gündemleşir. Örneğin 19. yy. sonlarından başlayarak 20. asrın başına, I. Emperyalist Paylaşım Savaşı’na dek uzanan süreç; serbest rekabetçi kapitalizmin tekelci kapitalizme dönüşme süreci; örneğin 1945-75 arası tarihsel kesitte kapitalist emperyalizmin göreli istikrar içinde geliştiği, sosyalist kampta 1956 ile modern revizyonist karşı-devrimin galebe çalmasıyla içerisine girilen dönem; örneğin 70’lerden başlayarak ‘80’lerde hızlanan, 90’larda sosyal emperyalist kampın tasfiyesiyle birleşen dönem hatırlatılabilecek örneklerdir.
            Her üç dönemde de, her bir dönemin kendine özgü koşullarını unutmadan, aynılaştırmadan vurgulanmalıdır ki, revizyonizm, reformizm, oportünizm ve tasfiyecilik şahlanmıştır. Dünya devrimi, sömürülen ve ezilen sınıflar, proletarya hareketi üzerinde derin tahribatlar yaratmıştır. Bernstein revizyonizmi, II. Enternasyonal oportünizmi, modern revizyonizm, “Batı Marksizmi” burjuvazinin ve kapitalizmin safına geçmiş, proletaryanın sınıfsal ve tarihsel rolünü yadsımış, devrim ve sosyalizme karşı savaşmıştır. 1980-90’ların tasfiyeciliği, tarihin sonunu ilan eden uluslararası sermayenin safına geçerek daha kaba bir kapitalizm savunuculuğu ve proletarya düşmanlığı olarak belirip yükselmiştir. Hatta uluslararası tekeller tarafından yönetilen emperyalist küreselleşme süreçleri ve olgusu, açıktan devrimci ilan edilmiştir. Bu süreç, burjuva demokratik devrimler çağında burjuvazinin feodaliteye, feodal aristokrasiye ve feodal dinsel gericiliğin merkezi kiliseye karşı oynadığı (geçici) devrimci rolle kıyaslanmıştır ve olumlanmıştır. Tekelci kapitalizmin üretici güçleri özgürce geliştirdiği, emperyalist burjuvazinin siyasal alanda siyasal özgürlüklerin devrimci temsilcisi ve geliştiricisi olduğu ileri sürülmüştür. Artık emperyalist savaşların ve emperyalist sömürgeciliğin, iktisadi krizlerin, ulus devletin aşıldığı, insanlığın özgürce geliştiği, proletarya ve burjuvazinin önemsizleştiği bir “enformatik çağa” geçildiği vs. ileri sürülmüştür. Bu yeniçağ ve toplumda artık proletaryadan bahsedilemeyeceği ya da proletaryanın önemsizleşerek yitip gittiği, “işçici”, “sınıfçı politika” ve “paradigma”nın olsa olsa 19. ve 20. yüzyılda kalmış ve iflas etmiş olduğu, 21. asrın sosyalizminin “çokluk”a, “yeni toplumsal hareketler”e, “ezilenlere” “istikrarsız çoğul özneye”, “tekil kimlikler çoğulluğu”na dayanacağı, “ezilenlerin işçi sınıfına karşı öncelik” taşımadığı ve taşıyamayacağı, sınıfın “hegemonik anlatılara göre epistemolojik statü iddiasında buluna”mayacağı, Marksizm’in, “sınıfa hapsedilmemesi” gerektiği, “Marksizmi işçicilikten kurtarma”nın zorunlu bir görev olduğu, Marksizm’in artık sınıfın değil, “ezilenlerin” ideolojisi olduğu, artık “bütüncül kimlik”lerin olmadığı, artık söz konusu olanın “tekil kimlikler” mücadelesi olduğu, artık “ezilenler”, artık “çokluk”, artık proletaryanın “ayrıcalıklı” yerini kaybettiği “değişken çoklu özne”,  “demokratik eşdeğerlilik zinciri”, “radikal ve çoğul özne”, “özneler çoğulluğu”, “yeni çoğulluk alanları”, “gökkuşağı renginde ezilenler” olduğunu, yeni öznenin “ezilenler” olacağı, vb. vb. açıkça vurgulanmıştır.
            Üretimin ve sermayenin daha fazla yoğunlaşması ve merkezileşmesi, uluslararasılaşması kapitalist toplumun nesnel gelişme yasalarından birisidir. Kapitalist uluslararasılaşmanın günümüzdeki öncüsü ve temsilcisi uluslararası tekellerdir. Dünya ekonomilerinin açık sömürgelere dönüştürülmesi, sınır tanımayan bir saldırganlıkla yeryüzünün uluslararası tekeller tarafından istila edilerek yağmalanması günümüz emperyalist kapitalizminin çarpıcı özellikleridir. Proletarya ve halkların mücadelesiyle ve sosyalizmin baskısı ve mücadelesiyle birkaç asırda kazanılmış ekonomik, toplumsal ve siyasal hakların gaspı ve tasfiyesi son çeyrek asrın tipik özelliğidir. Gerek gelişimi hızlanan emperyalist küreselleşmenin gereksinimleri, gerekse de dünya devriminin ağır yenilgisinin sermaye dünyasına sunduğu olağanüstü avantajlar, odağında emperyalist tekelci kapitalizmin durduğu dünya gericiliğinin bütün kıtalarda, bütün ülkelerde proletarya ve halklara dönük dizginsiz saldırısının zeminini oluşturmuştur.
            Tüm bu olgulara karşın, öte yandan da çok kutuplu emperyalist dünya gerçeği hızla gelişiyor. Dünya çapında etki alanlarının, hammadde kaynaklarının, sermaye ihraç alanlarının, stratejik pazarların bölüşümü temelindeki emperyalist hegemonya ve rekabet mücadelesi gitgide daha da keskinleşiyor. “Tarihin sonu” ilan edilmesine karşın, bütün kıtalar, metropoller ve periferi hareketli. Henüz savunma konumdan çıkamamış olmakla birlikte milyonlarca proleter ve emekçi ve ezilen toplumsal kategoriler sayısız biçimde direnmeye, sokaklara çıkmaya devam etmekte ve yenilgi ve gericilik döneminden adım adım çıkılmaktadır. “Neoliberalizm”, “postmodernizm”, “küreselleşmecilik” hızla itibar kaybetmektedir. Proletarya ve halkların kendiliğinden antikapitalist ve antiemperyalist eylemleri giderek daha fazla büyümektedir. “Marx haklıymış!” haykırışları, sosyalizme ilgi yeniden yükseliyor, vb.
            Ya kapitalist barbarlık içinde yok oluş ya da sosyalizm yolunda kurtuluş seçeneğinin nesnel koşulları alabildiğine olgunlaşmıştır. 21. asır tarihin tanık olacağı en sert, en derin, en kapsamlı, en birleşik, en küresel ve enternasyonalist devrimci başkaldırılara gebe. Diğerlerinin yanı sıra, “açlık isyanları”ndan, “Arap baharı”ndan, milyonlarca işçinin (ve emekçinin) katıldığı “Avrupa grevi”nden, ekonomik krize karşı gelişen ve uluslararasısılaşan işçi ve emekçi hareketinden, bu “öncü” mücadelelerden bunu görebilmekteyiz. Doğa ve insanlık yok oluşun eşiğine doğru getirilmiştir. Ekosistem; örneğin küresel ısınma örneğinde de görüldüğü gibi, büyük bir tehdit altında. 1 milyar işsiz üretilmiştir. Dünya yoksulları açıkça gözden çıkarılmıştır. Üretim, tüketim, zevkler, her şey iktisaden satın alma gücü olan dünya nüfusunun en fazla %20’lik kesimine göre şekillenmektedir. 4-5 milyar insan açlık ve yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır. Bu vb olguların sonucudur ki “küreselleşme”nin, “enformatik çağ”ın, “bilgi toplumu”nun refah, özgürlük, eşitlik getireceği, barışçıl ve sürtünmesiz, proletaryasız, sömürüsüz bir çağa girildiği yalanı her tarafından dökülmektedir. Emperyalizmin, burjuva liberalizmin ve yedeğindeki postmodernizmin, sivil toplumculuğun, sosyal reformizmin, on binlerce sözde sivil toplum örgütünün, bilişim ve iletişim teknolojilerinin yetkin kullanılmasıyla proletarya ve halklar, ezilen insanlık etrafında kurduğu devasa ideolojik kuşatmaya karşın, mızrak çuvala sığmıyor. Proletarya ve halklar, tarihsel ve güncel öz deneyimleriyle minareyi kılıfsız da görmeyi daha fazla başarıyor. Ve sosyalizme sempatinin yeni bir dalgası, tüm zaaflarına karşın yeniden yükselmeye başlamıştır bile. Söz konusu sahte çığlıklara karşın, merhaba proletarya, merhaba halklar, devrim ve sosyalizm haykırışlarının önümüzdeki birkaç on yılın başat sloganları haline geleceğini hep birlikte göreceğiz. Tabii bakmasını bilen gözler, duymasını bilen kulaklar içindir bu söylediklerimiz.
II
Çağımızı “bilgi ve teknoloji çağı”, günümüz toplumunu da “bilgi ve teknoloji toplumu” ilan eden burjuvazi ve hempalarıdır. Bu vb. yeniçağ, yeni sınıf teorileştirmelerinin, yeni toplum tanımlamalarının amacı, çağımızın emperyalizm ve proleter devrimler çağı, temel mücadelenin de proletarya ile burjuvazi, kapitalizm ile sosyalizm arasında olduğu temel tarihsel gerçeğini gizlemek ve unutturmaktır. Proletarya ve halkları aldatmak, burada merkezi noktayı oluşturmaktadır. Aslında bu tip teorileştirmeler, kavramlaştırmalar, propagandalar; tarihin, sınıf mücadelesinin, proletaryanın, devrimlerin, ideolojilerin sonunu, kapitalizm ve liberal özgürlüklerin nihai zaferini ilan eden yeni tip emperyalist liberal sahte propagandayla bağlı, uyumlu üretilen ve geliştirilen gerici ideolojik üretimlerdir.
            Bilimsel bakımdan insanlığın toplumsal tarihinin çağsal ayrımlarını belirleyen ve tanımlayan şey tek başına bilgi ve teknoloji değildir ve olamaz da. Bilgi ve teknoloji, insanlığın insanlaşması sürecinde, üretim mücadelesiyle bilinçli toplumsal varlık haline gelerek insanlığın tarihe girmesiyle başlayan ve her bir yeni tarihsel/çağsal aşamada daha yüksek bir maddi temele ve bu temel üzerinde yükselen daha ileri manevi yaşamla sürekli değişen, gelişen, yetkinleşen bu maddi-toplumsal sürecin diyalektik edinimidir. Engels’in dediği gibi, “insan toplumunun hayvansal yabanıllık aşaması ötesindeki tüm gelişmesi, ailenin emeğinin onun geçimi için gerekli olandan çok ürün yarattığı, emeğin geçim giderlerinin üstünde ve ötesinde bir fazlalık vermesi ve bu fazlalıktan bir toplum üretim ve yedek fonunun oluşması ve çoğalması, tüm toplumsal, siyasi ve entelektüel ilerlemenin temeliydi ve temelidir.” (F. Engels, Anti-Dühring, s-261-262)
Çağlar, birbirleriyle salt bilgiyle, salt teknolojiyle değil, üretim tarzlarıyla ayrılır. İnsanın insanlaşmasının, toplumsallaşmasının temelinde üretim mücadelesi, toplumsal maddi üretim durur. İnsanın alet yapan, kullanan, yetkinleştiren “hayvan” olarak tanımlanması rastlantı değildir. Aksine bu vurgu tarihsel bir gerçeği, bu maddi temel üzerinde felsefi ve sosyolojik bir gerçeği dile getirmektedir. Tüm toplumsal tarihin ve toplumların tarihsel hareketinin temelinde maddi üretim belirleyici rol oynar. Üretim, üretim mücadelesi insanın doğayı kendi maddi gereksinmeleri için değiştirerek kullanma; giderek doğaya egemen olma; doğa ve kendisi hakkında daha bilinçli hale gelme etkinliği ve sürecidir. Bilgi ve teknolojinin kaynağı doğa ve maddi üretimdir. Dolayısıyla bilgi ve teknolojinin tarihi, tarihe maddi üretimle giren bilinçli toplumsal varlık olan insanın toplumsal tarihi kadar eski bir tarihtir. Ve bu tarih, ilkelden modern tarihe uzanan toplumsal tarihte, basitten karmaşığa doğru gelişmiş ve gelişmeye de devam edecektir.
Bu temel tarihsel ve toplumsal gerçeklerden yola çıktığımızda görmekteyiz ki, her bir çağı bir önceki ya da bir sonraki çağdan ayıran şey, tek başına ya da kendi başına teknoloji ve bilgi değil, üretim tarzlarıdır. İnsanlık, ilkel komünal çağdan, köleci çağdan, kapitalist çağdan geçerek emperyalizm ve proleter devrimler çağına gelmiştir. 1917 Ekim devrimiyle pratik olarak kanıtlandığı gibi, insanlığın kapitalizmden sosyalizm ve komünizme geçiş çağı başlamıştır. Toplumsal tarih, emperyalizmin tasfiyesinden, dünya sosyalist sisteminin kurulmasından geçerek komünist çağa, sınıfsız çağa da ulaşacaktır.
Bu tablo, başlangıcından bu yana toplumların tarihsel hareketinin en genel çizgileridir. Yoksa her topluluğun mutlak olarak, otomatik bir sırayla tüm bu çağlardan ve toplum biçimlerinden geçtiği ve geçmek zorunda olduğu anlamına gelmez. Böyle bir kavrayış toplumların tarihsel geçeğiyle, tarihin diyalektiğiyle bağdaşmadığı gibi Marksizm-Leninizm’e de aykırıdır. Söz konusu dogmatizmi Marksizm-Leninizm’e, Lenin, Stalin’e, Lenin ve Stalin’in partisine mal etme çabası tümüyle demagojiktir; burjuvazinin proletaryaya karşı ideolojik savaşımını yürüten sözde sosyalist aydınların sahte ve ikiyüzlü kara çalmasıdır.
Emperyalist çağı “bilgi ve teknoloji çağı”, kapitalist toplumu “bilgi ve teknoloji toplumu” olarak lanse etmek kapitalist emperyalizmin bir modern barbarlık sistemi; uzlaşmaz sınıf karşıtlıklarıyla bölünmüş son sömürücü toplum olduğu; ve proleter devrimler yoluyla yıkılmasının kaçınılmaz sonu olduğu gerçeklerini burjuva liberal yalanlarla örtme, proletaryayı (ve halkları) aldatma, ideolojik operasyonuyla bağlı bir manipülasyondur.
Doğaya, topluma, düşünceye dair bilimsel ve tarihsel, sınıfsal gerçekleri çarpıtmada, tarihte hiçbir sömürücü sınıf, ne burjuvaziyle yarışabilir ne de kıyaslanabilir. Kendi sınıfsal çıkarlarını tüm toplumun, tüm insanlığın çıkarları olarak lanse etmek, sınıflar üstü kavramlarla ve bir dille konuşmak salt burjuvaziye özgü olmamakla birlikte, bunu en yetkin şekilde üretmek ve kullanmak burjuvaziye özgü gelişkin bir yetenektir. Birkaç yüz uluslararası tekelin, birkaç on bin zengin ailenin çıkar(lar)ını altı milyarı aşan dünya nüfusunun ortak çıkarı olarak lanse etmek ve bunu da “bilgi çağı” “bilgi toplumu”, “kapitalizmin nihai zaferi çağı” ilan etmek ve yutturmak ancak burjuva sınıfın sınırsız ahlaksızlığının başaracağı şeydir. Ama her şeye, sermayenin bu maharetine karşın Koç Holding’in, Microsoft’un X ve Y işyerinde çalışan işçiler öz deneyimleriyle oradaki bilgi ve teknolojinin kendilerinin değil Koç’un ve Bill Gates’in mülkiyetinde, hizmetinde olduğunu bilecek kadar da bir bilince sahiptirler…
Sınıflı toplumun ortaya çıkışından bu yana tarih, burjuvazinin, postmodernizmin ve postMarksizmin, onun bir biçimi olan “ezilenlerin Marksizmi”nin de iddialarının aksine, sınıflar mücadelesi tarihidir. Sınıflı toplumlarda sınıflar üstü ya da dışı ya da tarafsız duran bir bilgi ve teknolojiden bahsedilemez. Sınıflı toplumlarda bilgi ve teknoloji daima temel üretim araçlarını elde tutan egemen sınıfın (köle sahibinin, feodal sınıfın, kapitalist sınıfın, proletarya sınıfının) tekelinde olagelmiştir. Tabii ki sömürücü sınıflı toplumlardan farklı olarak bilgi ve teknoloji sosyalist toplumda tüm toplumun maddi ve manevi gereksinimlerini azami derecede tatmin etmenin hizmetinde olacaktır, SSCB’de de hizmetinde olmuştur. İnsanlık, proletarya önderliğinde proletaryanın da ömrünü tamamlayarak tarih olduğu sınıfsız çağa, insanlığın altın çağına ulaştığında ise bilgi ve teknoloji, artık hiçbir sınıfın tekelinde olmayacak; bilgi ve teknoloji de insanlığın, özgür üreticiler topluluğunun hizmetinde olacaktır…
Ekonomik gücü elde tutan sınıf siyasal erki de (devleti) elde tutar. Ekonomik ve siyasal erki elde tutan sınıf, entelektüel hegemonyasını da kurar, yeniden ve yeniden üretir. Her toplumda (sınıflı toplumlarda!) egemen düşünceler egemen sınıfın düşünceleridir. Ekonomik, politik, entelektüel tekeli elde tutan sınıf, kapitalist toplumda burjuvazidir. Dolayısıyla, kapitalist üretim tarzında, kapitalist sosyal yaşamda tarafsız, herkesin hizmetinde olan eşitçe kullanılan teknolojiden ve bilgiden bahsetmek bir burjuva aldatmacadır sadece. Kapitalist-emperyalist toplum ücretli kölelik toplumudur. Böyle bir toplumda bilimin, bilginin, teknolojinin hem modern köleci sınıf olan burjuvazinin ve hem de modern ücretli köleler sınıfı olan proletaryanın ortakça, eşitçe, sınıflar üstü bir tarzda hizmetinde olduğunu savunmak ancak burjuvazinin açık ve gizli sözcülerinin işi olabilir. Ayrıca bilginin, bilimin, teknolojinin burjuvaziye, burjuva çağa özgü olduğunu; kapitalist emperyalizmin bilimin, bilginin, teknolojinin devrimci temsilcisi olduğunu, kapitalist emperyalizmin üretici güçleri özgürce geliştirdiğini ileri sürmek tümüyle tarihsel, toplumsal gerçeklere aykırı bilim dışı bir burjuva, küçük burjuva propagandasından ibaret olduğu da özenle vurgulanmalıdır.
“Yeniçağ” propagandası bilgiyi, bilimi, tekniği kapitalizme ve burjuvaziye özgü bir olgu gösterme kurnazlığı ve manipülasyonuna da dayanıyor. Hitlerin propaganda bakanı Goebbels, bir yalanı on kez söylersen yalan olarak kalır ama yüz kez tekrarlarsan o yalan gerçek kabul edilir, ilkesinden yola çıkan ve Goebbels’i de gölgede bırakacak denli devasa küresel yalan fabrikası kurmuş olan günümüz burjuvazisi ve hempalarının söz konusu propaganda ve ideolojik saldırısı, insanlık tarihinin evriminin yarattığı tarihsel birikimi yadsımakta, gözden düşürmeye, unutturmaya çalışmaktadır. Oysa kapitalist üretim tarzına tekabül eden üretici güçler, bilim ve teknik insanlığın binlerce, on binlerce yıllık tarihsel gelişmesinin yarattığı temel ve birikimden yola çıkarak daha ileri sıçramaları gerçekleştirebilmiştir. Yani üretici güçlerin, bilimin tekniğin kapitalizmdeki ileri sıçraması burjuvazinin çok akıllı bir sınıf, aklı temsil eden bir sınıf, aklın yalnızca patronlar sınıfına özgü bir yeti olmasıyla ilgili değildir. Ve vurgulanmalıdır ki, tarihin yapıcısı tarihsel akıl veya burjuva akıl falan değildir. Burjuva akıl da kapitalist üretim tarzının ürünüdür ve bu temelde doğup, gelişmiş ve tarihte aktif rol oynamayı başarmıştır. “Sermayenin temeli ve çıkış noktası hizmeti gören emeğin üretkenliği, doğanın değil, binlerce yılı kucaklayan bir tarihin armağanıdır.” (K. Marks, Kapital, C. III, s.523)
Açık ki burjuvazi, neoliberal emperyalist ideolojik saldırıyla “binlerce yılı kucaklayan bir tarihin armağanı”nı yok sayıyor. Yani tarih, bilim, teknik, akıl burjuvaziyle başlamıştır, burjuvaziyle sürecektir. Proletarya ve halkların görevi de burjuvaziye tapmaktır. Sermayenin propagandasının özü-özeti budur işte.
Oysa biliyoruz ki, “insanların kendi üretici güçlerini (açM-E) – ki tüm kendi tarihlerinin temelidir- seçmekte özgür ‘değildirler’, çünkü her üretici güç, daha önceki eylemlerin ürünü, edinilmiş bir güçtür. Üretici güçler, bundan ötürü, pratik insan enerjisinin sonuçlarıdır; ama bu enerjinin kendisi insanların kendilerini içinde buldukları koşullarla, o ana kadar edinilmiş üretici güçlerle, kendileri varolmazdan önce varolmuş, kendilerinin yaratmadığı, bir önceki kuşağın ürünü olan toplumsal biçime koşullandırılmaktadır. Bu basit olgu nedeniyle, yani bir biri ardından gelen her kuşağın yeni üretime ham madde olarak hizmet eden ve bir önceki kuşak tarafından edinilmiş üretici güçlere kendisini sahip bulması nedeniyle, insanlık tarihinde bir tutarlılık doğar, insanın üretici güçleri ve bundan ötürü de toplumsal ilişkileri daha da geliştikçe, insanlık tarihi, her zamankinden daha çok bir insanlık tarihi biçimine bürünür.” (Marks-Engels, Felsefe İncelemeleri, s. 176)
Demek ki, gerçekler hiçte burjuvazinin açık ve gizli sözcülerinin göstermek isteği gibi değildir. Akçıktır ki, deveye binen çalı arkasına gizlenemez. On bin yıllık uygarlık tarihinin son beş yüz yıllık kesitinde yer alan ve iki yüz yıllık kesitinden beridir de dünyayı yöneten burjuvazi, koca bir insanlık tarihinin gelişmesinin ürünlerini yok sayıp her şeyi kendisiyle başlatma açıkgözlülüğü gösteriyor. Aslında bu vb. gerici propagandalar Avrupa merkezci bir bakış açısına dayanıyor. İdeolojik olarak beyinleri sömürgeleştirilmiş bağımlı ülkelerin aydınları da emperyalist Batının oltasındaki sazanlar olarak onların ipine sıkı sıkıya sarılmaktadırlar.
Kapitalizmin anavatanı olan Batı dünyasının egemen sınıfı burjuvazi, sözde “Doğu bilimi” olarak lanse ettiği “şarkiyatçılık operasyonuyla da, “yoksul Güney”de, kendi hegemonyasının dayanağı olan ideolojik ordusunu yarattığı süreç birkaç asrı buluyor. Söz konusu hegemonyanın ve yeni tip liberal teorilerin, ideolojik saldırıların üstü kazınırsa hemen altında kapitalist, emperyalist sömürgeciliğin çıktığı/yattığı berrak tarzda görülebiliyor. Uygarlık mı? Batı ile başlamıştır. Bilim, teknik, özgürlük mü? Batı ile, kapitalizm ve burjuvazi ile başlamıştır ve ebediyete kadar da sürecektir vb.
Uluslararası tekellerin yönettiği ve yağmaladığı bir dünyayı, kapitalist emperyalizmi, yanı başımızda 1. Körfez Savaşı’ından bu yana Irak’ı yıkıp yağmalayan, iki milyon Iraklıyı katleden ABD’yi, suç ortağı AB’yi emperyalizmden arınmış “bilgi toplumu”, “teknolojik toplum”, “özgürlükçü toplum”, insanlığı kurtuluşa götürecek toplumlar olarak lanse etmek açık ki, alçaklığın dip noktasıdır…
Marks’ın, Marksizm’in, Marksizm-Leninizm’in kapitalizmi yeterince radikal (!) eleştirip aşamadığı, kapitalist üretim tarzı çerçevesinde bir eleştiri hareketi olduğu vb. gibi “tez”ler, “eleştiri”ler, propagandalar “postmodernizm”in, “postMarksizm”in, yani kapitalizm tapıcılarının proletarya sosyalizmine, bilimsel komünizme dönük aşağılık ve hileli saldırılarıdır. Hem emperyalist küreselleşmenin ve yeni tip emperyalist ideolojik saldırının ideologluğuna soyunacaksın, hem de Marksizm’i, Marksizm-Leninizm’i, Stalin’i “modernizmi” (kapitalizmi) aşamadığını ileri sürüp Lenin-Stalin’in SSCB’sinin burjuva kalkınmacı modernist bir projeyi temsil ettiğini iddia edip mahkum edeceksin! Acaba kim daha ikiyüzlü: Emperyalist burjuvazi mi, “postmodernizm” mi, “postMarksizm” mi!...
Para sermayenin %95’nin maddi üretimden koptuğu, kapitalizmin 1 milyar işsiz yarattığı, kapitalist rantiyeciliğin doruğa çıktığı; bilimin ve teknolojinin dar bir uzmanlar grubuna hapsedildiği, çekmecelere gizlenmiş sayısız bilimsel ve teknik keşfin/buluşun azami kar hırsı izin vermediği için kullanılmadığı; eko-sistemin, insanlığın, yerküremizin varlık-yokluk yaşamsal tehlikesiyle yüz yüze getirildiği vb. vb. bir tarih kesitinde emperyalist kapitalizmin, uluslararası kapitalist dünya sisteminin üretici güçlerin özgürce gelişimini önleyen başlıca sistem olduğu çok açıktır. Son çeyrek yüzyıla özgü kuralsız emperyalist propaganda ve ideolojik saldırılar da bu tarihsel ve güncel gerçekleri örtmeye yetmiyor, yetmemektedir, yetmeyecektir de. Burjuva propagandanın zayıf yanlarından biri de işte bu vb. gerçeklerle, gün geçtikçe daha çıplak hale gelen gerçeklerle çelişkisidir zaten…
Proletarya ve halkların, yani insanlığın çıkarı bilim ve tekniğin, teknolojinin özgürce gelişiminden yanadır. Bunu önleyen günümüz kapitalizmidir, burjuvazi ve burjuva devlettir. Azami kar yasası (tekelci kar), emperyalist kapitalizmin temel ekonomik yasasıdır. Ve tekelci kapitalizm ancak azami karın izin verdiği daracık sınırlar içinde teknolojinin, bilimin gelişmesine izin vermektedir. Bilimin, teknolojinin gelişimini de, milyarların kolektif zekasının, deneyiminin, yeteneklerinin gelişimini de önleyerek, kötürümleştirerek bilimin ve tekniğin doğayla uyumlu bir tarzda sınırsızca geliştirilmesini önleyen emperyalist dünya sistemidir. Bilim ve teknoloji, kapitalist azami karın ve ideolojik köleleştirmenin hizmetindedir. “Elveda proletarya!” haykırışları; “Tarihin sonu” nun ilan edilmesi bu gerçekleri zerre kadar değiştirmiyor.
Devrimci proletarya, bilim ve teknolojiye değil, bilim ve teknolojinin kapitalistçe kullanımına karşıdır. Sosyalist tarihsel deneyiminin kanıtladığı gibi, üretici güçleri özgürleştirecek olan ve üretici güçlerin, teknolojinin, bilimin, bilginin sınırsızca geliştirilerek insanlığın maddi ve manevi yaşamının hizmetine sunulabileceği tek sistem sosyalizm, komünizmdir. Binlerce yıllık tarihi de arkalayarak kapitalizmin 500 yılda geliştirebildiği bilimsel ve teknolojik gelişmeyi sosyalist sistem, Lenin ve Stalin’in SSCB’si 40 yılda yakalamış, hatta bilgisayar teknolojisi, uzay teknolojisi alanlarında da aşmıştı(r). Burjuva propagandanın devasa gücü bu tarihsel gerçeği unutturmaya kilitlenmiş olsa da insanlığın ilerici kolektif belleğine yazılmış olan kazanımlar ve gerçekler unutulmuyor, unutturulamıyor işte.
                                              
III
Yeniçağ, yeni toplum, proletaryasız kapitalizm teorilerinde, propagandalarında yeni teknolojilere, yeni ekonomiye, yeni ekonomik sektörlere vurgu öne çıkarılmaktadır. Bazı tarihsel, toplumsal, iktisadi gerçeklerin kullanılması, ama demagojik ve tasfiyeci bir tarzda kullanılması, daima burjuva açık ve gizli teorilerin, ideolojik saldırıların yöntemlerinden birisidir. Yeni teknolojiler, yeni ekonomi demagojisi emperyalist yeni liberalizm ve postmodernizmin rakı masasında yer alan yeni mezelerdendir. Özellikle,  değişik renkleriyle “postmodernist” akımın akademik kariyer sahibi ünlü isimlerinin bu teorileri ilkesiz, anlaşılması son derece zor, dil cambazlığına dayanan, belkemiksiz bir söylemle entelektüel “derinlik” gösterisinin eşliğinde süslü-püslü pazarlaması dikkat çekiyor.
 Ancak postmodernizmin (ve onun “Marksizm”, “Marks” adına, “sosyalizm” adına ortaya çıkan türevleri de dahil) derinlik ve imaj gösterisi üzerinde geliştirdiği dil, analiz ve söylemler rastlantıyla kullanılmıyor. Dahası bu olgu, burjuva, küçük burjuva aydının aşağılık duygularını narsistçe tatmin etme bireyciliğiyle de izah edilemez. Kuşkusuz ki onların, canlı yaşamla, mücadeleyle, proletarya ve halk kitleleriyle ciddi bir bağının olmamasının, teori dünyasının gri odalarında, herhangi ilerici bir ruhun kalmadığı üniversitelerin ruhsuz akademik dünyasına hapsolmuş, yaşamın yeşilinden yoksun yaşantılarının; aydın bireyciliğinden kaynaklanan narsizmlerinin, yüksek bir burjuva eğitimden geçmiş olmalarının burada bir rolü olmadığını iddia edemeyiz. Dahası, bu gerçekler de söz konusu yeni tip liberallerin temel gerçekleri içerisinde yer almaktadır. Ama anlayabilmek için 40 sözlük, 50 tercüman vb. kullanma gereksinimini yaratan, dahası dayatan terminolojinin kullanılmasının daha temel ve derinde yatan nedeni var. Bu en derindeki neden, emperyalist tekellerle, açık emperyalist yeni liberal ideolojik saldırılarla postmodernizm arasındaki içsel bağdır.
Uluslararası burjuvazi ve açık savunucusu ideologların, yazarların dili, üslubu, terminolojisi daha sadedir. En geniş kitleleri etkiyebilecek veya hedef seçilen kitlelerin anlayabileceği bir dil ve üsluptur. Ama sınıfın ve kitlelerin ileri öğelerini etkileyebilme yeteneği daha düşüktür. İste postmodernizmin , postMarksizmin kullandığı özgün dil ve üslubun önemi tamda burada açığa çıkmaktadır. Uluslararası burjuvazi yeni tip ideolojik saldırısına mücadeleci ve eğitimli güçler nezdinde alan açmak, etki gücü üretebilmek, bu kesimleri yedekleyebilmek için daha seçkin, entellektüel bir dil ve üslup üretir, destekler, yayar. Postmodernizmin dil ve üslup gösterisi, “çağımız imaj çağıdır” diyenleri haklı çıkaracak denli elit, kıvrak, akıcı, belkemiksiz, çok katlı ve oportünist karaktere sahiptir. Yani tamda burjuvazinin istediği gibi kapitalizme, emperyalizme, karşı mücadele eden proletarya ve halkların eğitimli, kültürlü, aydınlanmış kesimlerini, akımlarını yedeklemek, giderek devşirmek ekseni ve hedefine oturmuştur. Keza yenik solcu aydınları, umudu kaybolmuş ileri kadroları, parti ve grupları modern revizyonizmin, “Batı Marksizmin”in ve sosyal demokrasinin, sosyal reformizmin 50’ler sonrası hazırladığı elverişli alan üzerinden, bu alanı da sömürerek, bu kesimleri de burjuvazinin yeni dönem politikalarına ve ideolojik saldırısına devşirmek de her rengiyle “postmodern” akımın gözünün, gezinin, arpacığının hedefleri içerisinde yer almaktadır. Yapısalcılıktan postyapısalcılığa uzanan felsefi temelinin de bu bakımdan bu yeni dönemde postmodernizme çok önemli bir işlev kazandırdığına ise işaret etmeden geçemeyeceğimiz bir olgudur.
“Postmodernizm”in “postmodern çağ”ı ve “enformatik toplum”u, içsel uzlaşmaz çelişki ve çatışmalarından arınmış, adeta burjuvasız, proletaryasız “postkapitalizm” övgüsü, emperyalist karabataklığı cennet olarak lanse etmesi kapitalist çöplükte nemalanmasının ürünüdür. Yaşamlarının bir döneminde Marksizm’le, Marksizm-Leninizm’le, sol mücadeleyle ilişkilenmiş, flört etmiş olmaları “postmodern”, “postMarksist” entelektüelleri emperyalist küreselleşmenin dolaysız sınıfsal temsilcileri nezdinde müthiş değerli kılmıştır. Burada önemli olan şey bu entelektüellerin niyetleri, emperyalist tekellerle ve burjuva devletle, istihbarat aygıtlarıyla bağlarının olup olmaması değildir. Temelde belirleyici olan, teorileri ve pratik duruşlarıdır; pratik olarak hangi dünyanın safında sipere yattıklarıdır; enternasyonal proletaryanın mı uluslararası burjuvazinin mi? Açık ki, seçilmiş saf, yatılmış siper ikincisidir…
“Elveda proletarya” diyen Gorz’un ya da F. Jameson’un, Hardt ve Negri’nin “İmparatorluk” kitabına atfen “Yeni Binyılın ilk büyük ve yeni teorik sentezi” övgüsü ya da S. Zizek’in aynı kitabı “çağımız için komünist Manifesto’yu yeniden yazmaktan hiç farklı değil” vurgusu ya da E. Balibar’ın “İmparatorluk, klasik Marksist yaklaşımdan daha ‘komünist’ bir militanlık ve sınıf mücadelesi öngörüsünde bulunuyor.” iddiası ya da Time, NewYork Times gibi seçkin burjuva yayın organlarının sayfalarını Negri’ye açmaları ve kitabının övgüsünü yapmaları, hiçbiri şaşırtıcı değil. Çünkü seçilmiş saf bellidir. Aynı yolun yolcularının birbirlerini övmeleri, destek olmaları anlaşılır bir olgudur.
Bilişim, iletişim sektörleri, finans sektörü, eğlence, müzik, sinema, medya, ulaştırma, Ar-Ge ve mafyatik sektörler son birkaç on yılın nitelik ve nicelik bakımından en hızlı gelişen ve uluslararasılaşan sektörleri oldu. “Eski ekonomi” olarak tanımlanan sanayi, tarım sektörlerine dayanan tekellerin yanı sıra, bir de “yeni sektörler” olarak nitelenen bilişim, iletişim, hizmet sektörlerinde gelişen ve büyüyen ve hisse senetleri borsalarda tavan yapan yeni tekeller yükselerek öne çıkmaya başladı. Ekonominin elektronikleşmesi, mikro-çip temelli teknolojiler özellikle 70’lerin ikinci yarısından başlayarak hızla gelişti, genelleşti; ekonomilerin ileri teknik temeli konumuna yükseldi. Doğal olarak söz konusu teknolojik yenilenmenin merkezini her zamanki gibi yine emperyalist ülkeler oluşturuyordu. Emperyalizme bağımlı “çevre/periferi” merkezdeki değişme ve gelişmeleri geriden ve bağımlılık ilişkilerini derinleştiren bir çizgide izledi.
Ancak, gerek “merkez”de gerekse de “çevre”de bilgisayarlaşmanın, telekomünikasyonun, kişisel bilgisayar, cep telefonu, internetin vb. kullanımının yaygınlaşması iktisadi, toplumsal, kültürel yaşamda küresel ölçekte derin değişme ve sarsıntılara yol açtı. Yeni teknolojilerin ucuzlaması ve yüksek kar oranları enformasyon ve iletişim teknolojilerinin kitlesel olarak tüketilmesine yol vererek yeni türde bir pazar alanı açtı. Bu süreç, aynı zamanda teknoloji tapıcılığının, teknolojik determinizmin propagandası ile iç içe geliştirildi. Teknolojik yenilikler ve sıçramalar kapitalizmin yüceltilmesi, proletaryanın aşağılanması ve yok sayılması tezleri ile birlikte propaganda edildi.
Bilgisayar, yazılım programları, robotiklerden vb. oluşan enformasyon teknolojileri; telli-telsiz haberleşme; fiber optik, dijital ve uydu teknolojilerden ve süper otoban olarak nitelenen internet ağı gibi araçlardan oluşan telekomünikasyon teknolojileri; bir bütün olarak elektronikleşme sistemleri, dar ve sınırlı alanlarda kullanılan teknolojiler ve sektörler olmaktan çıkarak genel ekonomik yapının temeli haline geldi. Bu süreç devam etmektedir, hem derinlemesine hem de genişlemesine
Yeni teknolojik atılımlar, değişme ve gelişmeler üzerinde kurulmuş tekel de emperyalist bir tekeldir. Yeni teknolojiler, ekonomik ve sosyal yaşamın daha hızlı yoğunlaşıp merkezileşmesini ve uluslararasılaşmasını sağlamaktadır. Azami karın hizmetindedir. Kıyasıya süren ve keskinleşen emperyalist rekabeti, devasa ölçekli birleşme ve düşmanca yutmaları kışkırtmaktadır. Ekonomik alanda kapitalist sömürünün yoğunlaşmasının, emek üretkenliğinin gelişmesinin, görece artı-değerin büyümesinin, gerçek ücretlerin düşmesinin, çalışma sürelerinin uzamasının; sermayenin dönüşümünün, kapitalist devrenin realizasyonunun hızlanmasının; siyasal alanda toplumsal yaşamın hücrelerine dek kontrol altına alınmasının; ideolojik ve kültürel alanda burjuva hegemonyanın pekişmesi ve manipülasyonun yetkinleşmesinin hizmetindedir.
Yeni teknolojilerin kapitalist kullanımı aynı zamanda küresel ölçekte sınıflar arası, ülkeler arası, “metropol” ve “periferi” arasındaki gelir dağılımı uçurumunu büyütmekte; küresel çapta yoksulluk ve işsizliğin kronikleşerek büyümesini hızlandırmaktadır. Keza, kapitalizmin mutlak yasası olan eşitsiz gelişme yasası, bilimsel ve teknolojik atılımların etkisiyle, çok daha keskinleşmekte; böylece, emperyalist devletler ve tekeller arası hegemonya ve rekabet mücadelesi de artan oranda şiddetlenmektedir. Üretim ve sermayenin yoğunlaşıp merkezileşmesinin keskinleşmesi teknolojik sıçramalarla birleşerek ivmelenmekte, kapitalist uluslararasılaşma daha yüksek tempolara ulaşmakta, dünya ekonomilerinin bütünleşmesi artmakta; dünyamız küresel bir köye, daha doğru bir ifade ile git gide küçülen küresel bir kente dönüşmektedir. Hem merkezleşme hem de bölgeselleşme eğilimi şiddetlenmektedir.
Yeni teknolojiler ve yeni ekonomik sektörlerde de temel üretim araçları burjuvazinin özel mülkiyetindedir. Sömürülen temel sınıf yine proletaryadır. Bu sektörlerde de çalışanların onda dokuzu ücretli işçidir ve kapitalistçe sömürülmektedir. Bu sektörlerde de üretim kapitalist dünya pazarı için yapılmaktadır. Her şey metadır. Maddi bir meta da, “maddi olmayan meta”lar da (bilgi, fikir gibi) kapitalist azami kar ve piyasalar için üretilmektedir. Fikri mülkiyet, lisans ve patent hakları sözleşmeleri ve yasalarıyla tekelci kapitalist tekel güçlendirilmektedir. Bir tür “telif kapitalizmi” gelişmektedir.
Yeni teknolojiler, bilişim ve iletişim teknolojileri sonucu en hızlı uluslararasılaşan sektör mali sektör ve medya sektörüdür. Her ikisi de hiçbir maddi değer üretmeyen, tümüyle asalak sektörlerdir. Bilişim, iletişim, medya, eğlence, müzik gibi sektörlerde de ticari birleşme operasyonları hala sürmektedir. Bu süreçte kapitalist dünya ekonomisinin hızla finansallaşması keskin bir olgudur. Kapitalist rantiyecilik, para kapkaççılığı, tefecilik en hızlı küreselleşerek gelişen vurguncu sektördür.
Kar oranları düştüğü için sermaye, artan oranda maddi üretim sektöründen mali piyasalara, hizmet sektörüne kaymakta ve yoğunlaşmaktadır. Hizmet sektörü maddi üretim sektöründen daha hızlı büyümektedir. Toplumsal gereksinmelerin kapitalistçe üretimi ve yeniden üretimi, “tüketim çılgınlığı” hizmet sektörünün çeşitlenmesini, genişlemesini ivmelemektedir. Böylece hizmet sektöründeki proletarya bölüğü daha hızlı büyümektedir. Başta metropoller olmak üzere küresel çapta hizmet sektöründe çalışan proleter sayısı maddi üretim sektöründe çalışan proletarya bölüğünden daha büyük bir kitleyi oluşturmaktadır. Yeni teknolojiler bu gelişmeyi de ivmelemektedir.
Kapitalizmin küresel çapta derinliğine ve genişliğine gelişimi sürmektedir. Yeni teknolojiler, yeni ekonomik sektörler bu süreci ivmelemektedir. Yeni teknolojilerin etkin katkısıyla, emperyalist küreselleşmenin hızlanmasıyla, doğa, yeraltı ve yerüstü zenginlikleri daha geniş çaplı sermayeleştirilmiş, metalaştırılmıştır. Bu süreç hızla ilerlemektedir. Kapitalist üretim tarzında her şey metadır, her şey metalaştırılır. Bugün yalnız doğa değil insanlığın ve bireylerin manevi yaşamı da tarihte görülmemiş ölçekte metalaştırılmaktadır, metalaştırılmıştır. Entelektüel, duygusal, ahlaki, bedensel gereksinmeler artık günün 24 saati kapitalistçe sömürülmekte, nesneleştirilmekte, pazara fütursuzca sürülmekte, manipüle edilmektedir. Meta fetişizmi kapitalist tarihin tanık olmadığı ölçeklere, derinliklere, yaygınlığa ulaşmıştır.
Konu bağlamında ayrıca şu olguların vurgulanması gereklidir.
Tüm toplumsal tarih boyunca üretim tekniğini, teknolojiyi yaratan, kullanan, deneyimle yetkinleştiren doğadaki tek varlık insandır, üretici insandır. Teknolojiyi her şey, insanı, üretici insanı, emekçiyi, proleteri hiçbir şey sayan ideolojik değer yargıları, teoriler, propagandalar genel olarak sömürücü sınıfların özel olarak da burjuvazinin emekçi insanlığa, işçi sınıfına karşı yürüttüğü kirli, kuralsız ideolojik saldırısının ürünüdür. Sömürücü sınıflara ve idealist tarih tezine göre, tarihi Tanrı ve egemen sömürücü sınıflar yapar. Oysa tarihin yapıcısı ne Tanrı’dır ne de sömürücü sınıflar. Tarihin gerçek yapıcısı ezilen, sömürülen maddi üretimi omuzlayan geniş kitlelerdir. Tarihsel gelişmenin, teknolojik gelişmenin temelinde maddi üretim durur. Kural olarak sömürü sınıflar maddi üretimde yer almaz ve asalak karaktere sahip sınıflardır. Oysa biliyoruz ki, maddi üretim, maddi üretimi gerçekleştiren üreticiler, (sınıflı toplumlarda) emekçi sınıflar olmadan toplumsal tarihten, toplumların tarihsel hareketinden bahsedilemez.
Emek aletleri olan iş aletleri, iş aletlerini emek gücü sarf ederek kullanan insan, hammaddeler, üretici güçleri oluşturur. İş aletlerini keşfeden, kullanan, sürekli geliştiren üretici insan, üretici emektir. Bu insan komünal üretim tarzında komünal insandır. Köleci üretim tarzında başlıca olarak köleler sınıfı (ve zanaatkarlar, küçük üreticiler),  feodal üretim tarzında toprak kölesi olan köylülük, kapitalist üretim tarzında ise modern ücretli köle sınıfı olan proletaryadır. Tarihte her zaman en önemli üretici güç üretici insan, maddi üretimi gerçekleştiren, teknik bilgiyi üreten, üretim tekniği olarak kullanan, yetkinleştiren üretici sınıflar olmuştur.
“Modern toplum” olarak nitelenen kapitalist toplumda maddi zenginliğin başlıca yaratıcısı işçi sınıfıdır. Proletarya kapitalist toplumun iki temel sınıfından birisidir. Ve proletarya, kol ve kafa emeğiyle birlikte, üretim içerisinde yer alan bir sosyal sınıftır. Proletaryasız bir kapitalizm, proletaryasız kapitalist “teknolojik toplum”, sadece burjuvaziye dayanan kapitalist toplum propagandaları saf bir aşağılık demagojidir. Kapitalist toplumun mezar kazıcısı olan proletarya, maddi üretimin başlıca gerçekleştiricisidir. Maddi ve maddi olmayan üretim başlıca olarak proletaryanın işgücüne dayalı, toplumsal emeğine dayalı, gün geçtikçe daha çok toplumsallaşan, uluslararasılaşan toplumsal emeğine, toplumsal ve evrensel emeğine dayalı bir şekilde gerçekleştirilmektedir. Bir zamanlar kendisi de üretim faaliyetinde doğrudan yer alan, üretimi geliştiren ilerici bir sınıf olan burjuvazinin o dönemleri çoktan geride kaldı. Kapitalistler maddi üretimden koptu. Artık burjuvazi uzun bir süreden beri asalak bir sınıftır. Patronlar sınıfının işlerini çok uzun yıllardan beridir profesyonel ücretli yöneticiler devralmıştır. Bu olgu bile burjuvazinin üretim için gereksiz bir sınıf, toplumun sırtından atılması gereken asalak bir sınıf olduğunu çarpıcı bir şekilde ortaya koymaya yetmektedir.
Açık ki, bilimsel ve teknolojik gelişmeler proletaryayı değil burjuvaziyi gereksiz, tümüyle asalak ve tarihin çöplüğüne atılması gereken bir sınıf haline getirmiştir. Üretim artan oranda toplumsallaşır uluslararasılaşırken, teknolojik atılımlar, yeni teknolojiler toplumsal üretimi, toplumsal ve evrensel emeği daha keskin biçimde küreselleştirirken, burjuvazi, burjuva üretim ilişkileri çok daha gereksizleşiyor. Kapitalist üretim ilişkileri ve temsilcisi burjuvazi insanlığın, tarihin, toplumsal üretici güçlerin özgürce gelişimini daha keskince önlüyor. Maddi ve manevi bakımdan derin ve kapsamlı yıkımlar yaratıyor. Maddi ve manevi üretim için burjuvazi gereksiz bir sınıftır. Burjuvazi olmadan maddi üretim tümüyle olanaklıdır, ama proletarya olmadan asla! Üretimi, kafa ve kol emeğine dayanan üretimi; a) ücretli çalışanlar sınıfı gerçekleştiriyor, b) burjuvazi yönetim işlerini de kendisi değil profesyonel ücretli yöneticilere yaptırıyor. Ama temel üretim araçlarının özel mülkiyetini elinde tuttuğu için kafa ve kol işçilerinin emek ürünlerini burjuvazi gasp ediyor. Proletarya, ücretli köle sınıfı olduğu için ürettiği emek ürünlerine yabancılaşıyor.
Açık ki, proletarya, proletaryanın toplumsal ve evrensel emeği olmadan teknolojinin kapitalistçe kullanımı da olanaklı değildir. Eğer teknolojiyi kullanarak maddi üretim yapan üretici emekçi sınıf olmazsa teknoloji tek başına bir hiçtir. Açık ki “proletaryasız teknolojik kapitalist toplum” tarzı bir safsatadır. Proletarya olmazsa, gitgide daha hızlı bir tarzda proletaryanın saflarına atılan proleter olmayan ücretliler olmazsa burjuvazinin teknolojileri bir işe yaramaz. Tek başına teknoloji artı-değer, kapitalist sömürü üretmez, üretemez. Kapitalizm canlı emek sömürüsüne dayanır, sermaye ölü emektir ve ölü emek canlı emeğin, artı-emeğin gaspından doğar, büyür, birikir. Sermaye birikmiş emektir. Bedava emektir. Gaspedilerek büyümüş ölü emektir. Sermayenin temelinde artı-değer sömürüsü yatar. Maddi üretim artı-değer üretiminin ana kaynağıdır. Maddi üretimsiz bir kapitalizm, artı-değer sömürüsüne dayanmayan bir kapitalizm düşünülemez bile.
Kapitalist toplumdan bahsediyorsak, bu toplumun da maddi bir temeli var demektir. Maddi temelden yoksun bir toplum tarihte ne olmuştur ne de görülecektir. Teknolojik sıçramalarla kapitalist toplumun maddi-teknik temeli sürekli yetkinleşmiştir, yeniden ve yeniden yapılanmıştır. Ama bu temel daima var olmuştur ve olacaktır. Günümüzde de bu böyledir. Üretim temeli ortadan kalkmış, proletaryası ortadan kalkmış, artı-değer ve canlı emek sömürüsüne dayanmayan “bilgi toplumu” teorileştirmeleri burjuvazinin proletaryaya, burjuva ideolojisinin Marksizm-Leninizm’e karşı aşağılık ideolojik saldırısıdır. Teknolojik sıçramalar, yeni teknolojilerin gelişmesi sonucu yeni ekonomik sektörlerin doğması, yeni teknolojileri kullanan yeni proletaryanın doğması, gelişmesi demektir. Yeni teknolojik temele dayalı ekonominin yeniden yapılanması proletaryanın da yeniden yapılanmasını, emeğin sosyal bileşiminin ve görevlerinin değişmesini getirmektedir. Ama her durumda artı-emeğin, artı-değerin gaspı, canlı emek sömürüsü, yeni biçimlerde, yeni düzeylerde üretilir. Temel üretim araçları burjuvazinin elinde olmaya, üretim ve sermaye daha çok toplumsallaşmaya, üretimin toplumsal niteliği ile mülkiyetin özel kapitalist biçimi arasındaki uzlaşmaz çelişki daha keskinleşmeye devam eder. Teknoloji tapıcılığı, teknolojinin tanrısallaştırılması, teknolojik determinizm savunuları, proletaryasız yeni tip kapitalist teknolojik toplum teorileri, propagandası proletarya ve emekçi sınıflara karşı yürütülen manipülasyon ve ideolojik köleleştirme operasyonudur. “Elveda proletarya”, “merhaba kapitalizm, merhaba burjuvazi” demenin yeni bir hileli yoludur.
Ar-Ge sektöründe çalışan, “Silikon Vadileri”nde çalışan, yeni ileri teknoloji üreten emek türü de (kafa emeği) kalifiye toplumsal ve evrensel emektir. Ücretli emeğin bir türüdür. Bu sektörlerde çalışanların göreli daha dar bir kesimi kaderini emperyalist tekellerle birleştirmiştir. Daha geniş kesimi proletaryanın kalifiye emek bölüğünü oluşturur. Yeni teknoloji üretim merkezlerinin, ileri teknolojiyle çalışan sektörlerin gelişmesi, genişlemesi, böylece kafa emekçilerinin büyümesi bir olgudur. Burada da çalışanların üst tabakalarını dışta tutarsak, geri kalan kafa emekçilerinin büyük çoğunluğu proleter sınıfın bir parçasıdır. Burada karşımıza çıkan şey, proletaryanın buharlaşması, yeni tipte bir orta sınıf vs. değil, aksine, teknolojik-ekonomik değişme ve gelişmelere bağlı olarak yeni proleter katmanların, yeni emek türlerinin gelişmesidir.  
Burjuvazinin, burjuvazinin safına geçmiş postmodernistlerin, değişik türden tasfiyeci oportünistlerin “enformatik çağ”, “enformatik toplum”, “sanayi sonrası toplum” vb. vb. biçimlerde niteledikleri toplumların tipik örneğini emperyalist ülkeler oluşturmaktadır. Bu ülkelerde iki temel sınıf vardır: Proletarya ve burjuvazi. Temel üretim araçları, tekelci burjuvazinin özel mülkiyetindedir. Proletarya ücretli köleler sınıfın oluşturmaktadır. Ücretli köleliğin en fazla geliştiği ülkeleri emperyalist ülkeler oluşturmaktadır. Bu ülkelerde, son çeyrek yüz yılda küçük burjuva ücretli toplumsal tabakanın daha geniş bir kesimi proletaryanın saflarına atılmıştır, proleterleşmiştir. Ekonominin bütün çarkları proletaryanın (“beyaz”, “mavi”, “pembe” yakalısı dahil) sırtında dönmektedir. Maddi üretim ekonomisine göre hizmet sektörüne dayanan ekonomi daha hızlı büyümektedir. Hizmet sektöründe çalışan proletarya nicelik bakımından kapitalist maddi sektörde çalışan proletaryadan daha büyük bir niceliği oluşturmaktadır.
Bu ülkelerin ekonomileri teknoloji yoğun, sermaye yoğun sektörlerde yoğunlaşırken, taşınabilir, özellikle de taşınabilir emek yoğun sektörler bağımlı çevre ülkelerine kaydırılmaktadır. Büyük çaplı entegre üretim ve işletmeler parçalanmakta, on binlerce işçinin bir arada çalıştığı eski tip işletmecilik tasfiye edilmektedir. Özelleştirme, taşeronlaştırma, esnek çalışma genelleşmiştir, vb. vb. 1945-75 arası uygulanan birikim modeli ve stratejinin tasfiyesi, yeni birikim stratejisine geçiş, buna bağlı yeniden yapılanma olgusu bu ülkelerde tipiktir. Ama bu ülkelerde daha ileri teknolojik temele dayanan yeniden yapılanma süreciyle proletarya bitmek bir yana daha da büyümüştür.
Vurgulanması gerekir ki 500 yıllık kapitalist tarihin evrimine bakıldığında manifaktür tekniğine dayanan kapitalist ekonomiden sanayi devrimi teknik temeline dayalı yeniden yapılanma süreçlerine, oradan ekonomilerin mikro-elektronik teknik temeline dayanmasına uzanan gelişme süreçlerinde, ekonominin her yeniden yapılandığı dönemde proletarya da yeniden yapılanmıştır. Ama her seferinde proletarya yok olmak, azalmak yerine değişik tabakalarıyla gelişmiş, büyümüştür. Burjuvazi ve sözcülerinin o çok öğündüğü bilgisayarları üreten, monte eden, pazarlara taşıyan da, yok olduğu iddia edilen proletaryadır.
Üretimin, işin parçalanması, büyük ölçekli entegre fabrikalar sisteminin tasfiyesi; esnek teknoloji, esnek üretim, esnek yönetim, esnek çalışma, esnek pazarlama, hizmet sektörünün hızlı büyümesi proletaryayı buharlaştırmıyor, ücretli köleler sınıfı olmaktan çıkarmıyor; aksine, yeni gelişmelere bağlı olarak yeniden yapılandırıyor; bazı kesimleri gerilerken bazı kesimleri büyüyor, yeni bazı kesimler oluşup gelişiyor, diğer bir kısmı önemsizleşiyor. Metropolde maden çıkarma sektörü önemsizleşirken bilişim, iletişim sektörlerinin öne çıkışı yükselişi, lümpen proletaryanın yeniden daha yaygın gelişmesi, kronik işsizlik olgusunu büyütmesi, klasik işçi aristokrasisinin parçalanması, tasfiyesi vb. gibi.
Mutlak ve göreli yoksullaşma yasası; bir yanda servet ve zenginliğin, lüksün git gide daha küçük bir kapitalistler grubunun elinde, sefaletin, açlığın, yoksulluğun, işsizliğin öteki kutupta yoğunlaşması, yayılması yasası; “fazla nüfusyasasının şiddetlenmesi; mutlak ve göreli artı-değer sömürüsünün keskinleşmesi, ama öte yandan sermayenin organik bileşiminin yükselmesine bağlı olarak emek üretkenliğinin artmasına bağlı nispi artı-değer gaspının büyümesi; kar oranlarının eğilimli düşmesi; azami kar yasası vb. gibi kapitalizmin nesnel iktisadi yasaları emperyalist “bilgi toplum”larının, “teknolojik toplum”larının; “postkapitalizm”in gelişme yasaları olmaya devam ediyor vb. Yani burjuvazinin açık ve gizli savunucularının kuralsız kirli ideolojik saldırısına rağmen mızrak çuvala sığmıyor.
Bir bütün olarak küresel ölçekte ele aldığımızda dünya proletaryası hem mutlak hem de göreli olarak büyümeye, dahası son çeyrek asırda daha hızlı büyümeye devam etmektedir. Üretimin ve sermayenin yoğunlaşıp merkezileşmesi, uluslararasılaşmanın temposunun yükselmesi, kapitalizmin derinliğine ve genişliğine gelişmesinin hızlanması hem prekapitalist üretim biçimlerinin kalıntılarını hızlı bir tarzda yıkarken, hem de özellikle bağımlı çevrede şu veya bu ölçekte korunmuş, tasfiye süreci yavaşlamış, başta kırsal alanlar olmak üzere kentsel ve kırsal küçük ve orta çaplı mülkiyet biçimleri, küçük burjuvazinin geniş bölükleri hızla tasfiye edilmekte, böylece proletaryanın saflarını besleyerek büyütmeye de devam etmektedir…
Uluslararası burjuvazinin sağdaki ve “sol”daki savunucuları kurnazlıkları ve savaş hileleri ile de ünlüdürler ve gülücüklerinin arkasında daima zehirli bir hançer gizlidir. Onlar zehirli hançerlerini sahte gülüşlerle (sahte teorilerle) sarmalayarak sallarlar. Onlar, “elveda proletarya”, “merhaba bilgi toplumu” vs. propagandasıyla proletaryanın bittiğini, önemsizleştiğini vs. ileri sürerken “16.-17.-18.-19. vb. yüzyıla dönüp bakın beyler, böyle bir proletaryayı ve burjuvaziyi artık bulamazsınız” diyorlar. Doğrudur, günümüzde, diyelim ki 18. ve 19. yüzyıl ya da 20. asrın ilk yarısındaki biçimleriyle bugünlere aynen gelmiş bir proletarya (ve burjuvaziden) bahsedemeyiz. Fakat her durumda da burjuvazi sömüren, proletarya sömürülen bir sınıf olmaya devam etmektedir.
Tarih; kapitalizmin, sınıfların tarihi statik değil dinamik bir tarihtir. Bunu kapitalist üretim tarzının gelişme sürecinden, bu süreçte burjuvazi ve proletaryanın geçirdiği derin değişme ve gelişmelerden de biliyoruz. Ama bu bir şeydir, bunu proletaryasız “bilgi toplumu” vb. gibi teorileri örtüleme harekatı olarak kullanmak farklı bir şeydir; ve tam da burada görüntüden içeriğe inmek, olguların nesnel-bilimsel içeriğini incelemek, temel karakteristiklerini açığa çıkarmak ve tanımlamak bilimin temel görevidir. Marx’ın dediği gibi, “Eğer biçimle öz bire bir çakışsaydı bilime gerek kalmazdı.” Bilimin, tekniğin gelişmesi kapitalizmi gereksizleştiriyor ama bilimin ve teknolojinin gelişmesiyle kapitalizm kendiliğinden aşılmıyor, aşılamıyor; proletaryasız ve burjuvazisiz yeni bir kapitalist çağa; kapitalist topluma ya da sosyalist bir topluma varılamıyor, varılamaz da. Açık ki, kapitalizm ne kendiliğinden yıkılabilir ne de kendiliğinden aşılabilir. Bunun için biricik öznesinin devrimci proletarya olduğu sosyalist devrimin zaferi gerekir ve gerekmektedir. Kapitalizmin kendiliğinden yıkılacağı teori ve tezleri saf safsatadan ibarettir.
 Bilim ve teknoloji sermayenin tutsağıdır ve ona hizmet etmekle yükümlendirilmiştir. Temel üretim araçlarını elde tutan sınıf, doğal olarak, bilim ve teknolojiyi de elde tutuyor. Kapitalizmde, yani “postkapitalizm”de de bu sınıf burjuvazidir. Bu sınıfı ve dayandığı ekonomik ve toplumsal sistemi ve burjuvazinin egemenlik aracı olan burjuva devleti proleter devrim yoluyla yıkmadan, proletarya egemen sınıf olarak örgütlenmeden de bilim ve teknoloji özgürleşemez, kapitalizmin çerçevesi dışına da çıkamaz. Kapitalist toplumu proleter devrim yoluyla yıkmadan, bilim ve teknolojinin kendiliğinden kapitalizmi aşarak toplumu sosyalist bir topluma dönüştüreceği teori ve propagandaları burjuva ve küçük burjuva karaktere sahiptir.
Kapitalizm ve burjuvazi proletaryasız edemiyor. Bu burjuvazinin niyetleriyle ilgili bir sorun değildir, kapitalist üretim tarzının nesnel doğası gereği bu böyledir. Çünkü proletarya kapitalizmin özgün ve temel ürünüdür. Kapitalizm ve burjuvazi ücretli emek (iş gücü) sömürüsüne, artı değer sömürüsüne dayanan bir toplum ve sınıftır. Ama kapitalizmin mezar kazıcı proletarya burjuvazisiz yapabilen, geleceğin toplumunu kuracak olan tek devrimci enternasyonalist sınıftır. Ve hatırlatmadan geçmemek gerekiyor, günümüz proletaryası, en modern teknolojiyle çalışan kesimlerinden 18. yüz yılın barbarca koşullarını aratmayan ilkel koşullarda çalışan bölüklerine dek altı milyar dünya nüfusunun üç milyara yakın bir kesimini oluşturmaktadır.  Toplam ücretli çalışanların sayısı ise kuşkusuz ki daha yüksektir. Eklenip vurgulanmalıdır ki “postmodern çağ”da; “bilgi ve teknoloji toplum”larında kafa emeğini temsil eden, en ileri teknolojilerle çalışan proletarya bölükleri üç milyarlık devin şimdilik küçük bir bölüğünü oluşturmaktadır. Hizmet sektöründe çalışan proletarya maddi üretim sektöründe çalışan proletaryadan daha fazladır. Hizmet sektöründe çalışan proletarya maddi üretim sektöründe çalışan proletaryadan daha hızlı büyümeye devam etse de, “mavi yakalı” işçi bölüğü neredeyse dünya proletaryasının yarısına yakınını oluşturmaktadır. Öyle ya da böyle, proletarya (ve halklar), şu tapılan “postmodern çağ”ın, “bilgi toplumu”nun gerçek efendileri olan uluslararası tekellerin azgın, dizginsiz saldırı ve yağmasına mahkum yaşamaktadırlar. Bir milyar işsiz yaratan, insanlığın %80’nini kör kuyulara atan sözde “postmodern”, “küresel, enformatik” toplum ve çağ, proleter devrimle yıkılması gereken baş düşman olmaya hala devam etmektedir. Temel gerçek budur.
İşçi sınıfının varlığını ve tarihsel devrimci görevlerini yadsımak için öteden beri daima değişik teori ve tezler ileri sürülegelmiştir; proletaryanın tarihte hiçbir zaman devrimci bir rol oynamadığı ya da sadece burjuva demokratik devrimler çağında burjuvazinin önderliğinde ve sayesinde sınırlı bir devrimci rol oynamış olduğu ya da işçi sınıfının süreç içerisinde burjuvalaşarak “orta sınıfa”, “yeni tip küçük burjuvazi”ye dönüştüğü, böylece devrimci niteliğini kaybettiği ileri sürülebilmiştir. Ya da proletaryanın değil, lümpen proletaryanın ya da yoksul köylülüğün ya da köylülüğün ya da kent küçük burjuvazisinin ya da kent yoksullarının ya da aydınların devrimci ve öncü olduğu ya da sınıfın öncülüğünün salt “ideolojik öncü”lükle sınırlı olduğu ya da sınıfın önderlik rolünün “öncü savaş”ta anlamını bulduğu ya da teknolojinin sınıfı gereksizleştirerek devrimci misyonunu da son verdiği iddia edilebilmiştir. Sınıf kavramının karşısına veya yerine yurttaşlığı, bireyi, kimlikleri, tüketim kalıplarını, meslekleri, sosyal tabakaları geçirerek proletaryanın varlığını ret ve mahkum etmek de aynı tarihsel ideolojik saldırının değişik figürlerini oluşturmaktadır. Fakat biliyoruz ki, dün olduğu gibi bugün de, hangi renge bürünürse bürünsün ve ne kadar etkili olursa olsun, burjuva demagoji ve manipülasyonla gerçekler yok edilemez; gerçekler inatçıdır, kendilerini er geç dayatır…
Tarihin çarkları artık geri döndürülemez. Serbest rekabetçi kapitalizm 1870’lerden başlayarak yerini tekelci kapitalizme bırakmıştır. Emperyalizm, kapitalizmin en üst ve son aşaması ve sosyalist devrimin öngünüdür. Artık kapitalizmin emperyalizmden sonra gidebileceği yeni bir kapitalizm aşaması (“ultra emperyalizm”, “imparatorluk”, proletaryasız kapitalist bilgi ve teknoloji toplumu vb.) yoktur. Gelişen ve kabına sığmayan üretici güçlerle burjuva üretim ilişkileri arasındaki uzlaşmaz karşıtlığının tek çözüm yolu, proleter sosyalist devrimin zaferidir. Bu gerçek 1917 Ekim Devrimi’yle, SSCB’de kurulan sosyalist toplumun gerçeğiyle, II. Emperyalist Paylaşım Savaşı’ndan sonra doğan Sosyalist Kamp olgusuyla pratik olarak kanıtlanmıştır.
Günümüzde kapitalizmin üretici güçleri özgürce geliştirdiği, emperyalizmsiz bir kapitalizm çağına girildiği, uluslararası burjuvazinin son derece devrimci olduğu iddiaları emperyalist-liberal-postmodern içerikli sahte ve bilim dışı demagojiden ibarettir. Emperyalizm ve mali sermayenin kendi tarihinin en derin çürümesini yaşadığı, uluslararası proleter devrimin nesnel koşullarının son derece olgunlaştığı, 21. asrın sosyalizmin asrının olacağının daha şimdiden görülebildiği bir tarih kesitinde gerçeklerin bu denli sınırsız çarpıtılması çabasıyla kapitalizm ve burjuvazi sadece kaçınılmaz sonunu geciktirmeye çalışıyor. Ama tüm bu gerici ideolojik saldırılara karşın milyonlarca proleter, emekçi dünyanın bütün kıtalarında mücadele ediyor ve edecektir. Güneş balçıkla sıvanmıyor çünkü.
Tarihte, sömürücü toplumlar içerisinde üretici güçleri, teknolojiyi, emek üretkenliğini ileri düzeyde geliştirmede kapitalizm diğer hiçbir sömürücü toplumla kıyaslanamaz. Bu bir tarihsel gerçektir. Ama kapitalist toplumun üretici güçleri özgürce geliştirdiği tarihsel dönemle çağımız kapitalist emperyalizminin aynı ilerici karakteristikleri taşıdığını iddia etmek, teorileştirmek, propaganda etmek farklı şeydir. İkincisi en az emperyalist gericilik kadar gerici bir teori ve propagandadır.
Emperyalist kapitalizm, üretici güçleri, teknolojiyi şu veya bu ölçüde az ya da çok bir hızla geliştirebilir. Ama bu farklı bir şeydir ve üretici güçlerin özgürce gelişimini zorbaca önleyen başlıca engelin kapitalist üretim ilişkileri olduğu ana gerçeğiyle birlikte dillendirmek daha farklı bir şeydir. Para sermayenin % 95’inin maddi üretimden koptuğu ve spekülasyona yöneldiği, kapitalizmin 1milyar işsiz yarattığı ve dünya yoksullarını gözden çıkardığı bir dönemde, Marksizm, sosyalizm vb adına, kapitalizmin üretici güçleri özgürce geliştirdiğini iddia etmek emperyalizmin uşaklığından ve ihanetten başka bir şey değildir.
Emperyalist kapitalizm, dünya kapitalist sistemi kendiliğinden yıkılmayacaktır. Kapitalizm ayakta kaldıkça azami kar hırsına dayanan kapitalist rekabet, düşen kar oranlarına müdahale, proletaryanın gelişen devrimci mücadelesinin baskısı gibi nedenlerle yeni teknolojiler geliştirmeye, azami karın izin verdiği sınırlar içinde teknik temelini şu ve bu biçimde yenilemeye devam edebilecektir. Mikroçip temelli teknolojilerin, biyo teknolojinin, bilişim, iletişim, ulaştırma teknolojilerinin geliştirilmiş olmasından da bunu görmekteyiz. Ve her yeni teknolojik sıçrama sosyalizmi çok daha gerekli kılarken, o ölçekte de burjuvaziyi, kapitalist üretim ilişkilerini daha fazla gereksizleştirerek gericileştiriyor.
Mikro-elektronik, biyo teknoloji, enformasyon ve iletişim teknolojileri günümüzün teknolojileridir. Ve en ileri teknolojilerin geliştirdiği bir numaralı sektör ise ne acıdır ki askeri sanayi-militarizm sektörüdür. Yeni maddeler teknolojisi, nano teknoloji, ferma teknolojiler de yolda. Ama her durumda, teknolojik gelişme, teknolojinin kapitalist kullanımından dolayı özgürce gelişememektedir. Kapitalist toplumda üretim insanlığın maddi ve manevi gereksinimlerinin azami derecede doyurulması için değil, kar için yapılmaktadır. Dolayısıyla karlı olmadığı, karı azamileştirmediği koşullarda yeni teknolojileri geliştirmek gibi ya da, bu amaca hizmet etmediği müddetçe yeni teknolojileri kullanmak gibi ya da yeni teknolojiler keşfetmeye yönelmek gibi bir sorunu yoktur kapitalizmin.
Ama kapitalist sistemin proleter devrimle yıkıldığı, proletaryanın egemen sınıf olarak örgütlendiği, insanın insan, bir sınıfın diğer sınıf, bir ulusun diğer ulus, bir cinsin diğer cins üzerindeki baskı ve sömürüsünün son bulduğu sosyalist toplumda (ve Dünya Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nde) bilim ve tekniğin gelişimi sınır tanımayacaktır. Sosyalist toplumda üretim kar için değil, bütünüyle, toplumun maddi ve kültürel gereksinimlerini ve gelişimini azami derecede doyurulması için planlı bir tarzda gerçekleştirileceği için, doğal olarak, bilim ve teknoloji, insanlığın hizmetinde, insanlığın ortakça malı olacak ve özgürce gelişecektir.
 En ileri teknik temele ulaşmadan ve bu temel sürekli yetkinleştirilmeden bu görevin başarılamayacağı açıktır. Bu bağlamda, bilim ve tekniğin gelişimi sınır tanımayacak, doğa ve insanla uyumlu bir tarzda yeni teknolojiler kesintisiz geliştirilerek kullanılacaktır. Ayrıca kapitalist toplumun aksine bilim ve teknoloji üretimi, dar bir uzmanlar grubunun işi olmaktan giderek kurtarılacak; on milyonların, yüz milyonların, milyarların, kolektif zeka ve yeteneğine dayalı giderek sıradanlaşan bir yaratıcılığa ve bir yaşam tarzına dönüşecektir. Bu durumda insanlığın kolektif zekasının, yeteneklerinin ve enerjisinin üreteceği yeni keşiflerin, teknolojik ve bilimsel atılımlarının gelişebileceği sınırlar hakkında bugünden bir tahminde bulunmak bile mümkün değildir. Binlerce yıllık insanlığın toplumsal birikiminin ürünleri de dahil kapitalist toplumun son beş yüz yılı da içinde olmak üzere kazandığı, ulaşabildiği bilimsel ve teknolojik seviyenin, SSCB’de, Lenin ve Stalin’in SSCB’sinde kırk yılda yakalanmış, hatta bazı bakımlardan aşılmış olması, üstelik emperyalist kuşatma altında, üstelik geri bir köylü ülkesinde başarılmış olması bile tek başına bu konuda herkese ışık tutacak, aydınlatacak bir tarihi tecrübedir. Bu eşsiz tecrübe, geleceğin sosyalist dünyası ve giderek komünist çağı hakkında da herkese çok somut bir fikir verme nitelik ve yeteneğindedir…
Biyo teknoloji, mikroelektronik, enformasyon ve iletişim teknolojileri, nano teknoloji, fermo teknoloji, yeni maddeler teknolojisi, yeni enerji teknolojileri sosyalist toplumun teknik temelini oluşturacak ileri teknolojilerdir. Bunu, bugünden vurgulayabiliriz. Üretici güçlerin özgürce gelişimini engelleyen kapitalist üretim ilişkilerinin proleter devrimle tasfiyesiyle birlikte söz konusu yeni teknolojiler de tüm kısıtlarından kurtulacaktır. Zorunlu uygunluk yasası temelinde toplumsal üretici güçler, sosyalist üretim ilişkileriyle uyum içinde hızlı bir tempoda gelişecektir, geliştirilecektir.
Sosyalist iktisadi temel ancak büyük ölçekli makineleşmiş, bilim ve tekniğin en son verilerine dayanan ve kendisini kesintisiz daha yüksek bir temelde örgütleyen ve yineleyen kolektif üretim ve toplumsal mülkiyet biçimleri temelinde var olabilir ve gelişebilir ancak. Toplumun tüm maddi ve kültürel gereksinmelerini azami ölçüde doyurma yasası, sosyalist toplumun temel ekonomik yasasıdır. İleri tekniği kesintisiz yenileyerek geliştirmeden de söz konusu gereksinmeleri yanıtlayabilmek olanaklı değildir. Dolayısıyla üretim tekniğini sürekli yetkinleştirmek sosyalizmin, sosyalist planlı ekonomi (ve toplumun) olmazsa olmazıdır. Dahası üretici güçler sınırsız geliştirilmeden “herkesten yeteneğine, herkese gereksinimine göre” ilkesinin geçerli olduğu komünist topluma da geçilemez…
Yukarıda dikkat çektiğimiz teknolojiler, sosyalist toplumda, üretici güçleri hızlı bir tempoda geliştirecektir. Emek üretkenliğini olağanüstü boyutlara taşıyacaktır. Kentle kır, kafa emeği ele kol emeği, yöneten yönetilen ayrımlarını, tarihten devir alınmış eşitsizlikleri, işbölümünü aşma sürecini hızlandıracaktır. Toplumun, insanların üretim dışı zamanları hızla artacaktır. Böylece ekonominin, devletin, sosyal yaşamın yönetimine sıradan kitlelerin doğrudan katılımı, doğru politikaların ışığında, daha etkin, güvenceli hale gelecektir, getirilecektir. SSCB’de olduğu gibi dev bir bürokrasi üreten, dev bir bürokrasiye dayanan devlet aygıtına gerek kalmayacaktır. Ucuz, esnek, hareketli, kitlelerin iradesini daha doğrudan yansıtan, sosyalist demokrasinin etkince işlemesine güçlü bir şekilde hizmet eden, “küçülmüş”, sönümlenme süreci hızlanmış bir devlet biçimlendirilecektir. Doğrudan kitlesel demokrasi, kitlelerin devlet yönetimine doğrudan katılabildiği sosyalist demokrasi süreci müthiş bir gelişme kaydederek ilerleyecektir.
Söz konusu ileri teknolojik temele dayanacak sosyalist inşa çalışması, SSCB’nin ve diğer sosyalist ülkelerin tarihsel deneyiminden çıkarılan tarihsel derslerle birlikte, yeni sosyalist toplum pratiklerinde iktisadi, siyasi, ideolojik-kültürel devrimin daha verimli ve kesintisiz geliştirilmesinin hizmetinde olacaktır. Yeni tipte bürokratik yozlaşma ve kapitalizmin yeniden restorasyonu tehlikesine karşı sınıfın önderliğinde en geniş kitlelerin her bakımdan bağımsız devrimci katılımı güvenceye alınacaktır. Dünya proleter devriminin bir bileşeni olarak, iç ve uluslararası enternasyonalist yükümlülüklerin pratikleşmesi hattında dünya proletarya diktatörlüğünden (Dünya Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nden) yeni çağa, sınıfsız çağa, özgürlükler alemine, insanlığın kendi tarihini ilk defa bilinçli tarzda yapacağı büyük uyum dünyasına daha güvenceli yürüyecektir ve geçilecektir.
Çok açıktır ki, kapitalist emperyalizmin, burjuva liberalizmin, postmodernizmin, postMarksizmin geleceği yoktur. Bunlar geçmişe, can çekişmekte olan bir tarihe özgü, yok olmaya mahkum tarihsel ve sosyolojik olgulardır. Gelecek, proletaryaya, sosyalizm ve komünizme aittir. Can çekişmekte olan eski sömürü dünyasını mezara gömecek olan da, yeni sömürüsüz insani dünyayı kuracak olan da yalnızca ve yalnızca enternasyonal proletaryadır. Tarihin, sınıflar mücadelesinin, bilimin hükmü budur işte. Bundandır ki “elveda proletarya” diye dizginsiz bir çürüme ve korku içinde haykıran kapitalist özel mülkiyet dünyasına ve yedeğindeki her türlü akıma inat: “Yaşasın Marksizm-Leninizm”, “Yaşasın Proletarya!”, “Daima Merhaba Proletarya!”, “Merhaba Sosyalizm!” ve “Daima Merhaba Devrim!” diye haykırarak yazımızı sonlandırıyoruz.    







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder