SSCB’DE KAPİTALİZMİN RESTORASYONU
ÜZERİNE İKİ REVİZYONİST TEZİN ELEŞTİRİSİ
Geçmişte,
Kruşçev’le açılan, Brejnev’le derinleşen ve devam eden sürece dair yapılan
tartışmalarda, SSCB’nin sosyo-ekonomik yapısı ve politik iktidarın karakteri
konusunda değişik teoriler, tezler, analizler ileri sürülmekteydi. Doğal
olarak, bütün bunlar, tarihsel pratiğin sınavından geçti. Dev Yol grubu
tarafından savunulan tez şuydu: 1956’dan sonra (dağılışına kadar geçen süreçte)
SSCB ve Doğu Bloğu ülkeleri sosyalisttir. SSCB alt yapısı sosyalist, ama üst
yapısı revizyonisttir. Belirleyici olan altyapıdır, dolayısıyla Sovyetler
Birliği (SB) ve öteki ülkeler sosyalisttir. Ama son tahlilde geriye dönüş
olanaklıdır. Sovyetler Birliği’ni vb. kapitalist ve sosyal emperyalist görmek
revizyonizmdir; “ÇKP ve AEP kuyrukçuluğudur”.
Bu ülkenin ve ülkelerin kapitalist hale gelmesi bir sürecin sonucu olabilir.
Oysa bu süreç henüz tamamlanmamıştır. Nitekim Dev Yol’un kalıntıları SB’nin ve
Doğu Blok’unun dağılışıyla birlikte geriye dönüş sürecinin tamamlandığını,
böylece Ekim Devrimi ile açılmış olan bir tarihsel dönemin de kapandığını ilan
ettiler. Dev Yol, SB’yi kapitalist ilan etmek için klasik kapitalist bir
sosyo-ekonomik yapıya geçmesini zorunlu görmekteydi. “Revizyonist
diktatörlük” olarak gördüğü diktatörlüğün egemen çevrelerini yeni tip burjuva
sınıf olarak da tanımlamaktan kaçınıyordu. Bu tezin savunucuları sırası gelince
bu tezleriyle övünmeye ve bizim cenahı suçlamaya devam etmektedirler, hem de
zeytinyağı gibi suyun üstüne çıkarak!
Kurtuluş grubu
ise, altyapıda sosyalizm kurulduğu için, üstyapı ne olursa olsun kapitalizmin
restorasyonunun olanaklı olamayacağını savunuyordu. Kaba ekonomist bir zihniyet
ve duruş sergiliyordu. Zaten SB’nin üstyapısını da “proletarya diktatörlüğü”
olarak görüyordu. İlginçtir, Kruşçevler, hayır bizde proletarya diktatörlüğü
artık yoktur, o diktatörlük yerini “tüm halkın devletine bırakmıştır” dediği
halde Kurtuluş, SB’deki revizyonist yeni tip burjuva diktatörlüğünü daima
“proletarya diktatörlüğü” olarak tanımlamaya ve propaganda etmeye devam etti.
Kıyaslandığı
zaman Dev Yol’un Kurtuluş’tan daha ileri bir mevzide yer aldığı açıktır. Böyle
de olsa Dev-Yol da kaba materyalist, ekonomist bakış açısının kurbanıydı.
Birinci tez,
göreli ama önemli bir ilerliği kendi içerisinde taşımakla birlikte, ortacı
oportünist bir mevzide konumlanmıştı; gerçekte sınıflar üstü bir diktatörlük
tahlili yapılıyordu. Bu teorik-politik bakışı savunanlar, bir elini
Marksizm-Leninizm’e, diğer elini Sovyet modern revizyonizmi’ne uzatmıştı. Söz
konusu teori, tez, tahlil eklektikti, iç tutarlılıktan yoksundu. Modern
revizyonizmle açıkça uzlaşıyordu. Kapitalizmin yeni tipte inşası, restorasyon
ve sosyal emperyalizm olgusunu da gizliyordu.
Bilindiği gibi
sosyalist ülkelerde kapitalist restorasyon Marksizm-Leninizm teorisinin
öngördüğü yollardan başarı kazanmadı. Teorinin öngörüleri doğrulandı, ama
kapitalist restorasyon, teorinin göremediği bir yoldan, yeni bir yoldan doğup,
gelişerek gerçekleşti. Ustaların ve sosyalizmi ilk kez inşa edecek
proletaryanın ardında yararlanabilecekleri böylesine bir tarihsel deneyim de
bulunmamaktaydı… Bu yeni bir olguydu.
Yeni olgular, yeni olguları kavramayı
gerektirir. Yeni bir analiz ve sentezi gerektirir. Yeni olguyu kavramak
yenilenmeyi, yeni bir teorik çalışmayı gerektirir. Alışageldik düzeyi,
çerçeveyi, formülleri aşmayı; ezberi bozmayı; muhafazakarlığı, dogmatizmi,
teorik tutuculuğu yenmeyi gerektirir. Yeniyi kavrama adına, yeni olmayan,
yeniye yanıt vermeyen, eskimiş, aşılması gereken, dahası aşılmış ama keskin bir
yenilenme ve yenilik söylemiyle eskiye, alışageldik düzeye sıkı sıkıya sarılan,
onu bir biçimde tekrarlayan, yenilik söyleminin içine tutunarak kendini
tekrarlayan muhafazakarlıktan da uzak durmayı ve aşmayı gerektirir.
Tartıştığımız
konuda, orta yolcu cenah içerisinde daha ileri düzeyde pozisyon tutmakla
birlikte, Dev Yol, sosyalizmden kapitalizme geri dönüşün yeni yolunu
kavrayamamıştı. Ama bir ölçekte bu yeni olguyu anlama çabası vardı. Gerçekte bu
tezin sahipleri, yeni olguyu kavrayamamışlardı. Kavrama çabası ile kavramak iki
farklı şeydir. Birincisi, ikincisine sadece bir giriştir, ikincisi birincisinin
sonuna dek ilerletilmesiyle tamamlanabilir. Dev Yol, esas olarak, birincisinde
çakılıp kalmıştır. Daha ileriye gidememiş, gitme çabası da sınırlı kalmıştır.
Böylece, kendi içsel çelişkileriyle, eklektik savunularıyla, revizyonizmiyle
birlikte yürümüştü.
Kapitalizmin
yeni tipten, yeni yoldan inşasının öncülleri
sosyalist ekonomik ve toplumsal yapının kurulduğu, sosyalist kampın ortaya
çıktığı bir sürecin bağrında
gelişmişti. Yani eski teorik koyuşa göre, “sosyalizmin zafer kazandığı”, dahası
“kesin zafer kazandığı”, böylece sosyalizmin tasfiyesinin iç nedenlerinin
ortadan kaldırılmış ve dıştan gelecek emperyalist müdahale ile sosyalizmin
yıkılmasına karşı da temel güvencenin sağlanmış olduğu, artık kapitalizme geri
dönüşün mümkün olmadığının savunulduğu koşullarda gelişmişti. Dahası, bu
öncüller, aynı koşullarda, giderek olgunlaşıp yeni tipten bir burjuva
karşı-devrim olarak politik iktidarı gasp etmiş, giderek sosyalizmi tasfiye
ederek kapitalizmi yeni bir biçimde kurmuştur.
Yeni yolun öncüllerini, sosyalist inşa
sürecinde ortaya çıkmış olan yeni tipten
küçük burjuva tabaka oluşturmuştu. Bu tabaka, işçi sınıfından ve emekçilerden
gelme, sosyalizm koşullarında oluşmuş
bir tabakaydı. Ekonomik, politik ve toplumsal ayrıcalıklarla donanmış, parti,
devlet, ekonomi, kültür alanlarında öne çıkmış yönetici kesimlerden
oluşmaktaydı. Bürokratlardan, teknokratlardan, siyasetçilerden, işletme yöneticilerinden,
aydınlardan oluşmuş bir tabakaydı. Bürokratik deformasyonun gelişmesi,
bürokratik yozlaşmaya dönüşmesi süreci yeni tip küçük burjuva tabakanın da
serpilip gelişme süreci olmuştur. Bürokratik bir kasta dönüşen bu tabaka, 56’da
SSCB’de politik iktidar tekelini ele geçirerek, proletarya diktatörlüğünü
tasfiye etmiştir. Modern revizyonizm, işte bu yeni tip burjuvazinin ideolojisi,
teorik-politik platformuydu. Proletarya diktatörlüğünü tasfiye eden bu sınıf,
yeni tipten karşı-devrimin; kızıl maskeli bir beyaz karşı devrimin, sosyalist
ve komünist olduğunu iddia eden bir karşı-devrimin önderi oluşmuştur.
Programını da sosyalist inşayı mükemmelleştirme ve komünizme geçme demagojisi
ile örterek pratikleştirmiştir.
Politik
iktidarın patronluğunu ele geçirerek sınıf atlayan, yeni tip burjuvazi haline
gelen bu tabaka, böylece devlet mülkiyetinin de patronluğunu ele geçirmiş oldu.
Lenin’in
vurguladığı gibi, eğer proletarya iktidarda değilse sosyalizm düşünülemez.
Nitekim 70’lere gelindiğinde, sosyalizm, iktisadi bakımdan da tasfiye edilmiş;
alt ve üstyapısıyla kapitalizm inşa edilmişti. Ama bu kapitalizm, klasik tipte
bir kapitalizm değildi. Yeni tipten bir kapitalizmdi. Adı “sosyalizm” olan tekelci
devlet kapitalizmiydi. Kolektif biçimler altında inşa edilmiş bir kapitalizmdi.
O somut tarihsel koşullarda başka bir şey de olamazdı zaten. Çünkü inşa edilen
kapitalizm, sosyalizmin “zaferi” ve “kesin zaferi” koşullarında klasik
kapitalizm yolundan yürünerek kurulamazdı; kuşkusuz ki, işçi sınıfı ve
emekçiler buna asla izin vermezdi… 56 sonrası yeni tarzda kapitalizmi inşa eden
sınıf yeni tipte bir burjuvaziydi. Bu burjuvazi, klasik tip bir burjuvazi
değildi ve olamazdı da…
Dev Yol ve
benzerleri bu bilimsel gerçeği ve gerçekleri hiçbir zaman kavrayamadılar.
Doğal olarak,
yeni burjuvazinin ve modern revizyonist karşı-devrimin kapitalist inşa
programını yürürlüğe koymasının zorunlu politik ön koşulu, politik iktidarı (devleti) ele
geçirmekti. Nitekim işe tam da bu can
alıcı noktan başladılar… Bu şu demektir: Yeni yoldan yürüyerek sosyalizmi
tasfiye edebilmek için işe, altyapıdan
başlamak olanaklı değildir. O halde, kaçınılmaz bir zorunluluk olarak işe,
sosyalist devleti ele geçirip (kaleyi
içerden fethedip) başlamak gerekiyordu. Nitekim yapılan da bu oldu. Ama bir
kere iktidarı ele geçirip proletaryanın
egemenliğine son verdikten sonra, eşyanın doğası gereği, modern revizyonist
burjuvazi, bu ilk ileri atılımı ve ele geçirdiği stratejik mevzi ile
yetinmeyecektir, kendi iktidarına dayanarak daha büyük bir tutkuyla, sınıf kini
ve bilinciyle sınıf saldırısına devam edecek ve ideolojik manipülasyon, politik
tasfiye eşliğinde ekonomik programını da
yürürlüğe sokacaktır. Ekonomik programını pratikleştirirken de bunu en keskin,
en radikal, en açık, klasik kapitalist inşa çizgisinde yapamayacağından adım
adım ama sistemli bir şekilde örtülü
operasyon hattından yaparak yol alacaktır… Tarihsel deneyim bunu
göstermiştir
SSCB’nin, 91
yılındaki dağılışıyla birlikte sosyalist olmaktan çıktığı tezi bu gerçeklere
aykırıdır. Alışageldik kapitalizmin görüngüleri aranıyor 89-91 öncesi için.
Bulamayınca da sosyal emperyalizm, sosyalizm ilan ediliyor vs. Ama zaten
sorunun da bir yanı bu nokta da düğümleniyor. Düğümü çözecek şey, ezberi aşmak,
yeni olguya diyalektik materyalizmin ışığında yeni bir tarzda bakabilmek, yeni
bir kavrayış geliştirmekten geçer. Görüngüler önemli olmakla birlikte
belirleyici olan nesnel hareket yasalarıdır.
Asıl olan, görüngülerin arka planındaki hareket
yasalarını kavrayabilmektir. Bunu başaramayanlar, eskiye takılır kalırlar ve
kaldılar da. İşte dogmatizm, teorik tutuculuk, muhafazakarlık, “yaratıcı
Marksizm”den kopmak budur sevgili okuyucu.
40 yıla yakın
bir sürede sosyalizm kurulmuş. 40 yıla yakın bir süredir de “revizyonist
diktatörlük” hüküm sürüyor. Ama kapitalizm 40 yılda kurulamıyor. Neden? Çünkü
klasik kapitalist bir ülkeye, ancak 40 yıl sonra, dağılışla birlikte
ulaşılıyor. Oysa 70’e gelindiğinde kar için üretim yasası, azami kara göre inşa
edilmiş bir ekonomi var orta yerde. Ve bunu da saptayan, açıklayan modern
revizyonist burjuvazinin temel ve belirleyici kurum ve temsilcilerinin bilakis
kendileri olmuştur. Kime inanmak gerekir acaba: Yeni burjuvaziye mi Dev Yol,
Kurtuluş, Dev Sol vb. gibi akımlara mı?!!! (Ki, sorun, yayınlanmış olan
kitabımızda bütünlüklü ve kapsamlı bir şekilde incelenerek ortaya konulmuştur.
İlgi duyan okuyucu, kitabımıza ulaşarak inceleyebilir.)
Bir kere altyapıda
sosyalizm kurulunca artık kapitalizme geri dönüşün olanaklı olmayacağı, üstyapıda
isterse “revizyonist sapma” egemen olsun, sosyalizmin yıkılamayacağı ve üstyapının
da sosyalist olarak kalmaya devam
edeceği tezi de hem eklektik ve hem de sübjektif bir tezdir.
Bir kere
ezberlenmiş: Altyapı üstyapıyı belirler, o halde altyapı daima belirleyicidir.
Örneğin Fransa’da devrilmiş feodal gericilik üstyapıyı ele geçirip restorasyonu
örgütlemek istemişti ama bunu başaramamıştır. Çünkü kapitalist altyapı bir kere
oluşmuştu. Altyapı belirleyiciydi, üstyapının tersinden müdahalesine karşın
sonunda üstyapı da yeniden kapitalist olmaya devam etmiştir vs.
Altyapının son
tahlilde belirleyici olduğu, üstyapının altyapıyı belirleyemeyeceği, ama
ikincisinin birincisi üzerinde pasif değil, aktif etkisi olduğu; ikincisinin
birinci üzerindeki aktif etkisinin altyapının gelişimini hızlandırmak veya
kösteklemek gücüne sahip olduğunu vb. biliyoruz. Fakat bu tezi ve
Marksizm-Leninizm’in diğer tezlerini de bir
dogma haline getirmemek
lazım. Marksizm-Leninizm bir dogma
değildir. Her duruma çözüm bulabilmek için açıp bakabileceğimiz, hazırlop
reçetelerin içinde yer aldığı ansiklopedik bir kaynakta değildir. Teorik
çalışmada, yeni olguları anlamada O sadece bir kılavuzdur; bize diyalektiği ve
materyalizmi, genel ilkeleri vermiş bir dünya görüşüdür. Olmuş bitmiş,
tamamlanmış bir teori de değildir. Aksine, bir bilim olarak, biricik bilimsel
toplum bilim olarak gelişmek, yenilenmek, zenginleşmek ister. Sınıflar
mücadelesinin tarihsel deneyimi ve bilimlerdeki her yeni gelişme, teorinin
yenilenerek geliştirilmesinin iki ana kaynağıdır. Bizce, teorinin
geliştirilmesi bakımından tarihteki en yaşamsal deneyim, deneyimlerin de en
gelişkini sosyalizmin başarılı inşa edilmesi ve ardı sıra gelen kapitalist
restorasyon deneyimidir. Teori öncelikle bu deneyimin eleştirel analizinden
çıkarılacak derslerle zenginleştirilebilir. Ama örneğin tarihsel deneyiminin de
kanıtladığı gibi, bu gelişme oportünizmin bir biçimi olan orta yolculukla
başarılamaz. Marksist-Leninist saflara bu akımı taşımak, tasfiyeci revizyonist
teori ve tezleri yaymakla da başarılamaz. Bu vb. akımlar söz konusu yeni olgu ve
tarihsel deneyim karşısında gerçekten de dogmatik, muhafazakar ve
ezbercidirler. Bu gerçeğin bilince çıkarılması gerekir. Tarih, çözümün ve
yenilenmenin orta yolcu oportünizme dönmekle, kaymakla olmayacağını
kanıtlamıştır.
Bir doğru bir dogmaya dönüştürülerek savunulursa,
sosyalizmde de altyapının belirleyici olduğu için üstyapı revizyonistleşse de altyapıyı
tasfiye edemeyeceği ve veya, üstyapının sosyalist olmaktan çıkmayacağı, eninde
sonunda revizyonist üstyapının altyapıya uymak zorunda kalacağı, revizyonist üstyapının
sosyalizmden komünizme geçişe hizmet etmek zorunda kalacağı, olsa olsa, bu
durumun geçiş sürecini yavaşlatabileceğini savunmak doğallaşır. Ama bu
Marksizm-Leninizm değildir ve olamaz da.
Sosyalizm,
ilkel komünal, köleci, feodal, kapitalist toplum biçimleri gibi bağımsız bir temel
toplum biçimini oluşturmaz. Sosyalizm, kapitalizmden komünizme gidişte sadece geçiş toplumunu oluşturur; bağımsız bir
temel toplum biçimini (üretim tarzını) oluşturmaz. Kendi bağımsız asli ürünü
olan iktisadi temeller üzerinde yükselmez. Aksine sosyalizm, olgunlaşmamış komünizmdir. Komünizmin alt
evresidir. İnsanlık, bir geçiş
biçimini oluşturan sosyalizm alt evresinden geçerek ancak komünizme ulaşabilir.
Bu, nesnel toplumsal koşullarla ilgilidir. Çünkü devrimci proletarya, üretici
güçlerin gelişmişlik düzeyi elvermediği için sosyalizmi yok sayarak komünizme
bir çırpıda sıçrayamaz, geçemez. Dolayısıyla bir geçiş toplumu olan
sosyalizmde, altyapıya temel toplum biçiminde olduğu gibi bir belirleyicilik verilemez. Ama
sosyalizmde sosyalist altyapı bir kez ortaya çıktı mı üstyapıyla etkileşiminde
pasif bir rol oynamaz. Aksine kendi doğrultusunu üstyapıya dayatır, yolunun
açılmasını gerektirir. Komünizme doğru artan tempoyla yolun düzlenmesini
koşullar ve “ister”. Sosyalist üretim ilişkileri üretici güçlerin gelişimiyle
uyumlu olduğu müddetçe, üretici güçler özgürce gelişimini sürdürür. Bu uyumun
bozulduğu yerde üretici güçlerin gelişimini frenlenmeye, kösteklemeye, giderek düpedüz
önlemeye başlar. Bu durumda, çelişkinin devrimci
çözümü, engel haline gelmiş üretim ilişkilerinin sosyalist yenilenmesini
gerektirir; çelişkinin gerici çözümü
ise, sosyalist üretim ilişkilerinin tasfiyesidir. Birinci çözüm, devrimci
gelişmenin yolunu açar, ikinci çözüm, sosyalizmin tasfiyesini getirir…
Peki, ikinci
durumda, sosyalist üretici güçlerin tasfiyesi eylemi nasıl gerçekleşebilir?
Emperyalist müdahale, devrilmiş gericiliğin iç savaşı vb. gibi olasılıklarda
olacak olanı geçiyoruz, yeni tip kapitalist restorasyon koşullarında bu nasıl
gerçekleşebilir? Tarihsel deneyim,
bunun, modern revizyonist burjuvazinin politik üstyapıyı ele geçirerek, yeni
tip kapitalist programını yürürlüğe koyarak bunu başarabileceğini
kanıtlamıştır. Bu ister bizim savunduğumuz biçimde olsun, isterse klasik
kapitalizme geçişle bu olgunun kanıtlandığı savunusu biçiminde olsun, her
halükarda sosyalist üretim ilişkilerinin, sosyalist altyapının, üstyapının ele
geçirilmesi yoluyla, işe üstyapıdan başlanarak
tasfiye edildiği gerçeğini göstermektedir. Demek ki, sosyalist altyapı
bir kez ortaya çıktıktan sonra üstyapının kaçınılmaz ve zorunlu olarak
sosyalist kalmaya devam edeceği ya da revizyonist sapmaya ve çizgiye rağmen
eninde sonunda üstyapının sosyalist altyapıyla uyumlu hale gelmek zorunda
kalacağı tezleri aşırı sübjektif tezlerdir. SSCB’nin ve eski sosyalist
ülkelerin oluşturduğu kampın 89-91 dağılışı da zaten bu gerçeği açıkça
kanıtlamıştır.
Sosyalist
üretim ilişkileri kapitalist toplumun bağrında doğarak gelişemez. Oysa
kapitalist üretim ilişkileri feodal toplumun bağrında ortaya çıkar, gelişir ve
burjuvazi, ister burjuva devrim yoluyla, isterse feodal aristokrasi ile
uzlaşarak politik iktidarı ele geçirdiğinde, kapitalizmin altyapısını az-çok
olgunlaşmış olarak hazır bulur… Oysa bu, olgunlaşmamış komünizm olan sosyalizm
için, sosyalist üretim ilişkileri için geçerli değildir. Çünkü sosyalist üretim
ilişkileri özel mülkiyetçi sömürücü üretim ilişkileri ile uzlaşmaz karşıtlık
içerisindedir ve tümüyle sömürüden arınmış, toplumsal karaktere sahip üretim
ilişkileridir. Bu bağlamda, proletarya ilkin sosyalist devrim yoluyla egemen
sınıf olarak örgütlenir. İkinci adımında proletarya diktatörlüğüne dayanarak
yukarıdan aşağı sosyalist üretim ilişkilerini örgütler. Yani sosyalist altyapıyı
iktidarlaşarak örgütleme ve geliştirme görevi, ancak birinci adımın arkasından
gelir, daha öncesinde değil!
İkinci olarak,
kapitalizmden komünizme geçiş, ancak proletaryanın önderliğinde mümkündür. Bu
önderlik, tüm savaşım biçimlerini en üst düzeyde örgütleyerek nihai amaca
ulaşmayı önüne koymuş olan proletaryanın genelkurmayı partisi aracılığıyla
gerçekleşir. Proletaryanın egemen sınıf olarak örgütlenmesi onun devletsel liderliğini, sosyalist
sanayinin en ileri tekniğe dayalı sürekli geliştirilmesi proletaryanın iktisadi önderliğini, ekonomik ve
politik iktidar gücünün elde olmasına dayanan sosyalist ideolojik ve kültürel
hegemonya onun ideolojik ve kültürel liderliğini güvence altına
alır. Ve komünizme geçiş, kesintisiz bir devrim sürecidir. Bu devrim sınıfsız
topluma (komünizmin üst evresine) ulaşınca, ulaşma sürecinin gelişme seyrinde
giderek sönümlenir. Böylece, kendine özgü
bağımsız temeller üzerine ortaya çıkmış ve gelişimini sürdürecek olan
komünist topluma ulaşılmış olacaktır. İşte bu
aşamada artık kapitalist restorasyon tehlikesi de kalmayacak ve bir geriye
dönüş de olanaklı olmayacaktır. Komünist maddi
temel (altyapı), belirleyici
olacaktır. Çünkü artık kapitalizme geri dönüşü örgütleyebilecek herhangi bir
sınıfta kalmayacaktır; adı üstünde sınıfsız toplum!
Açık ki,
komünizmin alt evresi olan ve komünizmin üst evresine geçiş aracı olan
sosyalizmde geçiş süreci kesintisiz bir devrim sürecidir. Devrimin nihai
hedefine ulaşarak ömrünü tüketmesi sürecinde önderlik belirleyici bir rol oynar. Bu önderliğin başlıca görevi, kitleleri tarih yapıcılığının aktif ve militan öznesi yapmaktır. Önderleşme
artık bir önderliğe gerek kalmayıncaya dek, yöneten yönetilen ayrımının son
bulduğu aşamaya dek, toplumun özgür üreticilerden oluştuğu, insanın insanı yönetiminin
yerini, insanların şeyleri yönetmesine bıraktığı yere dek, zorunluluklar
aleminin yerini özgürlükler alemine bıraktığı, insanlığın kendi kaderine
özgürce hükmettiği yere dek geliştirilecek ve tükenecektir.
Buradan
baktığımız zaman, proletaryanın partisel
önderliğini kaybettiği, önderliğinin bir diğer biçimi olan devletsel önderliğini, bu önderliğin bir diğer biçimi olan ekonomik önderliğini, bu önderliğin bir
diğer biçimi olan kültürel
önderliğini kaybettiği zaman nasıl
olur da hala sosyalizmden bahsedilebilir ki!? Bu durumda nasıl olur da hala altyapı
sosyalist olmaya ve restorasyonu engellemeye devam edebilir ki! Bu durumda
nasıl olur da sosyalist altyapı kurulmuş olduğu için, sırf bu yüzden, eninde
sonunda revizyonist üstyapı ya da revizyonist sapma etkisizleşerek yerini
altıyla üstüyle uyumlu sosyalist gelişmeye, komünizme geçişe doğru bırakabilir
ki! Bu durumda nasıl olur da hala klasik kapitalist biçimler yok diye bir ülke
sosyalist görülebilir ki!.. II. Enternasyonal oportünizminin, Troçkizm’in, modern
revizyonizmin, orta yolcu akımın bu yaklaşımlarını aşmak gerektiği çok ama çok
açıktır.
Açık ki, bu
vb. tezler kaba materyalizmden kaynaklanıyor. Revizyonist tarih ve toplum
teorisinden ilhamını alıyor. Ampirist, pozitivist, kaba determinist kavrayışa
dayanıyor.
Sosyalist
inşanın ve komünizme geçişin iktisadi yasaları vardır ve bu yasalar nesnel
karakterdedir. İşçi sınıfı, geçiş sürecini bu nesnel yasalara göre yönetir.
Yani bu geçiş salt iradeden, iradi yönetimden ibaret değildir. Böyle bir bakış
ve kavrayış tipik bir sübjektif idealizmi temsil eder. Aksine, devrimci
komünist irade bu yasaları tanımayı ve kullanmayı ifade eder. İşte bu temel eksende irade belirleyici rol
oynar. Tersinden sosyalizmi tasfiye etme eylemi de kaçınılmaz olarak kapitalizmin nesnel hareket yasalarını
harekete geçirerek restorasyonun gerçekleşmesine gider. İşte sosyalizmin
tasfiyesi ve kapitalizmin restorasyonu sürecinde yeni tip burjuvazinin iradesi
de bu temelde belirleyici rol oynar.
Sen üretimi toplumun maddi ve manevi gereksinimlerini en üst düzeyde doyurmak
için yapmazsan, sen azami kar yasasına göre ekonomiyi yönetirsen elbette ki
kapitalizmin nesnel yasaları da harekete
geçer…
Sorunun
devrimci Marksist-Leninist kavranışı işte böyledir.
Şimdi durup
düşünmekte yarar yok mu: Bu tabloda, muhafazakar kim? Dogmatik kim? İdeolojik-teorik
tutucu kim? Doktriner kim? Yeni olguları
bilince çıkarıp yeni bir kavrayış vb. geliştiren kim, kimler ve hangi çizgi?
Eskiye, aşılmış olana sarılan kim? Yeniyi temsil eden, teoriyi yenileyerek
geliştiren kim? Eskimiş, eski teori ve analizleri yenilik adına, yenilenme
adına post-modern pazarlama teknikleri ile 21. yüzyılın sosyalizmi adına
mücadelesini veren kim? Ortacı oportünizm
mi Marksizm-Leninizm mi!
II.
Enternasyonal oportünizminin, Troçkizm’in, modern revizyonizmin, orta yolcu
akımın ateşli bir şekilde propaganda ettiği, manipülasyon yoluyla yaydığı
teorilerin ve tarihsel deneyimin çarpıtılmasına dayanan görüşlerinin
benimsenerek propaganda edilmesinin Marksizm-Leninizm’le, Marksist-Leninist Komünist
geleneğin çizgisiyle hiçbir ilişkisi olmadığı gibi, bir de bu sapmanın “Yaratıcı
Marksizm” olarak, “21. asrın sosyalizmi” olarak ileri sürülmesi, tam bir
trajikomik durumdur. Bu, tarihin ironisi olsa gerek. Bu durumun, Marksizm-Leninizm’den
kopma anlamına geleceği gerçeğini görmek, tek doğru tavır olacaktır. En
nihayetinde güneş, balçıkla sıvanmıyor ve sıvanamıyor. Kapitalizmin
restorasyonu deneyimi de bu olguyu çarpıcı bir tarzda kanıtlamıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder