19 Kasım 2012 Pazartesi

SSCB’DE KAPİTALİZMİN RESTORASYONU ÜZERİNE İKİ REVİZYONİST TEZİN ELEŞTİRİSİ



           SSCB’DE KAPİTALİZMİN RESTORASYONU ÜZERİNE İKİ REVİZYONİST TEZİN ELEŞTİRİSİ
Geçmişte, Kruşçev’le açılan, Brejnev’le derinleşen ve devam eden sürece dair yapılan tartışmalarda, SSCB’nin sosyo-ekonomik yapısı ve politik iktidarın karakteri konusunda değişik teoriler, tezler, analizler ileri sürülmekteydi. Doğal olarak, bütün bunlar, tarihsel pratiğin sınavından geçti. Dev Yol grubu tarafından savunulan tez şuydu: 1956’dan sonra (dağılışına kadar geçen süreçte) SSCB ve Doğu Bloğu ülkeleri sosyalisttir. SSCB alt yapısı sosyalist, ama üst yapısı revizyonisttir. Belirleyici olan altyapıdır, dolayısıyla Sovyetler Birliği (SB) ve öteki ülkeler sosyalisttir. Ama son tahlilde geriye dönüş olanaklıdır. Sovyetler Birliği’ni vb. kapitalist ve sosyal emperyalist görmek revizyonizmdir; “ÇKP ve AEP kuyrukçuluğudur”. Bu ülkenin ve ülkelerin kapitalist hale gelmesi bir sürecin sonucu olabilir. Oysa bu süreç henüz tamamlanmamıştır. Nitekim Dev Yol’un kalıntıları SB’nin ve Doğu Blok’unun dağılışıyla birlikte geriye dönüş sürecinin tamamlandığını, böylece Ekim Devrimi ile açılmış olan bir tarihsel dönemin de kapandığını ilan ettiler. Dev Yol, SB’yi kapitalist ilan etmek için klasik kapitalist bir sosyo-ekonomik yapıya geçmesini zorunlu görmekteydi. “Revizyonist diktatörlük” olarak gördüğü diktatörlüğün egemen çevrelerini yeni tip burjuva sınıf olarak da tanımlamaktan kaçınıyordu. Bu tezin savunucuları sırası gelince bu tezleriyle övünmeye ve bizim cenahı suçlamaya devam etmektedirler, hem de zeytinyağı gibi suyun üstüne çıkarak!
Kurtuluş grubu ise, altyapıda sosyalizm kurulduğu için, üstyapı ne olursa olsun kapitalizmin restorasyonunun olanaklı olamayacağını savunuyordu. Kaba ekonomist bir zihniyet ve duruş sergiliyordu. Zaten SB’nin üstyapısını da “proletarya diktatörlüğü” olarak görüyordu. İlginçtir, Kruşçevler, hayır bizde proletarya diktatörlüğü artık yoktur, o diktatörlük yerini “tüm halkın devletine bırakmıştır” dediği halde Kurtuluş, SB’deki revizyonist yeni tip burjuva diktatörlüğünü daima “proletarya diktatörlüğü” olarak tanımlamaya ve propaganda etmeye devam etti.
Kıyaslandığı zaman Dev Yol’un Kurtuluş’tan daha ileri bir mevzide yer aldığı açıktır. Böyle de olsa Dev-Yol da kaba materyalist, ekonomist bakış açısının kurbanıydı.
Birinci tez, göreli ama önemli bir ilerliği kendi içerisinde taşımakla birlikte, ortacı oportünist bir mevzide konumlanmıştı; gerçekte sınıflar üstü bir diktatörlük tahlili yapılıyordu. Bu teorik-politik bakışı savunanlar, bir elini Marksizm-Leninizm’e, diğer elini Sovyet modern revizyonizmi’ne uzatmıştı. Söz konusu teori, tez, tahlil eklektikti, iç tutarlılıktan yoksundu. Modern revizyonizmle açıkça uzlaşıyordu. Kapitalizmin yeni tipte inşası, restorasyon ve sosyal emperyalizm olgusunu da gizliyordu.
Bilindiği gibi sosyalist ülkelerde kapitalist restorasyon Marksizm-Leninizm teorisinin öngördüğü yollardan başarı kazanmadı. Teorinin öngörüleri doğrulandı, ama kapitalist restorasyon, teorinin göremediği bir yoldan, yeni bir yoldan doğup, gelişerek gerçekleşti. Ustaların ve sosyalizmi ilk kez inşa edecek proletaryanın ardında yararlanabilecekleri böylesine bir tarihsel deneyim de bulunmamaktaydı… Bu yeni bir olguydu.
 Yeni olgular, yeni olguları kavramayı gerektirir. Yeni bir analiz ve sentezi gerektirir. Yeni olguyu kavramak yenilenmeyi, yeni bir teorik çalışmayı gerektirir. Alışageldik düzeyi, çerçeveyi, formülleri aşmayı; ezberi bozmayı; muhafazakarlığı, dogmatizmi, teorik tutuculuğu yenmeyi gerektirir. Yeniyi kavrama adına, yeni olmayan, yeniye yanıt vermeyen, eskimiş, aşılması gereken, dahası aşılmış ama keskin bir yenilenme ve yenilik söylemiyle eskiye, alışageldik düzeye sıkı sıkıya sarılan, onu bir biçimde tekrarlayan, yenilik söyleminin içine tutunarak kendini tekrarlayan muhafazakarlıktan da uzak durmayı ve aşmayı gerektirir.
Tartıştığımız konuda, orta yolcu cenah içerisinde daha ileri düzeyde pozisyon tutmakla birlikte, Dev Yol, sosyalizmden kapitalizme geri dönüşün yeni yolunu kavrayamamıştı. Ama bir ölçekte bu yeni olguyu anlama çabası vardı. Gerçekte bu tezin sahipleri, yeni olguyu kavrayamamışlardı. Kavrama çabası ile kavramak iki farklı şeydir. Birincisi, ikincisine sadece bir giriştir, ikincisi birincisinin sonuna dek ilerletilmesiyle tamamlanabilir. Dev Yol, esas olarak, birincisinde çakılıp kalmıştır. Daha ileriye gidememiş, gitme çabası da sınırlı kalmıştır. Böylece, kendi içsel çelişkileriyle, eklektik savunularıyla, revizyonizmiyle birlikte yürümüştü.
Kapitalizmin yeni tipten, yeni yoldan inşasının öncülleri sosyalist ekonomik ve toplumsal yapının kurulduğu, sosyalist kampın ortaya çıktığı bir sürecin bağrında gelişmişti. Yani eski teorik koyuşa göre, “sosyalizmin zafer kazandığı”, dahası “kesin zafer kazandığı”, böylece sosyalizmin tasfiyesinin iç nedenlerinin ortadan kaldırılmış ve dıştan gelecek emperyalist müdahale ile sosyalizmin yıkılmasına karşı da temel güvencenin sağlanmış olduğu, artık kapitalizme geri dönüşün mümkün olmadığının savunulduğu koşullarda gelişmişti. Dahası, bu öncüller, aynı koşullarda, giderek olgunlaşıp yeni tipten bir burjuva karşı-devrim olarak politik iktidarı gasp etmiş, giderek sosyalizmi tasfiye ederek kapitalizmi yeni bir biçimde kurmuştur.
 Yeni yolun öncüllerini, sosyalist inşa sürecinde ortaya çıkmış olan yeni tipten küçük burjuva tabaka oluşturmuştu. Bu tabaka, işçi sınıfından ve emekçilerden gelme, sosyalizm koşullarında oluşmuş bir tabakaydı. Ekonomik, politik ve toplumsal ayrıcalıklarla donanmış, parti, devlet, ekonomi, kültür alanlarında öne çıkmış yönetici kesimlerden oluşmaktaydı. Bürokratlardan, teknokratlardan, siyasetçilerden, işletme yöneticilerinden, aydınlardan oluşmuş bir tabakaydı. Bürokratik deformasyonun gelişmesi, bürokratik yozlaşmaya dönüşmesi süreci yeni tip küçük burjuva tabakanın da serpilip gelişme süreci olmuştur. Bürokratik bir kasta dönüşen bu tabaka, 56’da SSCB’de politik iktidar tekelini ele geçirerek, proletarya diktatörlüğünü tasfiye etmiştir. Modern revizyonizm, işte bu yeni tip burjuvazinin ideolojisi, teorik-politik platformuydu. Proletarya diktatörlüğünü tasfiye eden bu sınıf, yeni tipten karşı-devrimin; kızıl maskeli bir beyaz karşı devrimin, sosyalist ve komünist olduğunu iddia eden bir karşı-devrimin önderi oluşmuştur. Programını da sosyalist inşayı mükemmelleştirme ve komünizme geçme demagojisi ile örterek pratikleştirmiştir.
Politik iktidarın patronluğunu ele geçirerek sınıf atlayan, yeni tip burjuvazi haline gelen bu tabaka, böylece devlet mülkiyetinin de patronluğunu ele geçirmiş oldu.
Lenin’in vurguladığı gibi, eğer proletarya iktidarda değilse sosyalizm düşünülemez. Nitekim 70’lere gelindiğinde, sosyalizm, iktisadi bakımdan da tasfiye edilmiş; alt ve üstyapısıyla kapitalizm inşa edilmişti. Ama bu kapitalizm, klasik tipte bir kapitalizm değildi. Yeni tipten bir kapitalizmdi. Adı “sosyalizm” olan tekelci devlet kapitalizmiydi. Kolektif biçimler altında inşa edilmiş bir kapitalizmdi. O somut tarihsel koşullarda başka bir şey de olamazdı zaten. Çünkü inşa edilen kapitalizm, sosyalizmin “zaferi” ve “kesin zaferi” koşullarında klasik kapitalizm yolundan yürünerek kurulamazdı; kuşkusuz ki, işçi sınıfı ve emekçiler buna asla izin vermezdi… 56 sonrası yeni tarzda kapitalizmi inşa eden sınıf yeni tipte bir burjuvaziydi. Bu burjuvazi, klasik tip bir burjuvazi değildi ve olamazdı da…
Dev Yol ve benzerleri bu bilimsel gerçeği ve gerçekleri hiçbir zaman kavrayamadılar.
Doğal olarak, yeni burjuvazinin ve modern revizyonist karşı-devrimin kapitalist inşa programını yürürlüğe koymasının zorunlu politik ön koşulu, politik iktidarı (devleti) ele geçirmekti. Nitekim işe tam da bu can alıcı noktan başladılar… Bu şu demektir: Yeni yoldan yürüyerek sosyalizmi tasfiye edebilmek için işe, altyapıdan başlamak olanaklı değildir. O halde, kaçınılmaz bir zorunluluk olarak işe, sosyalist devleti ele geçirip (kaleyi içerden fethedip) başlamak gerekiyordu. Nitekim yapılan da bu oldu. Ama bir kere iktidarı ele geçirip proletaryanın egemenliğine son verdikten sonra, eşyanın doğası gereği, modern revizyonist burjuvazi, bu ilk ileri atılımı ve ele geçirdiği stratejik mevzi ile yetinmeyecektir, kendi iktidarına dayanarak daha büyük bir tutkuyla, sınıf kini ve bilinciyle sınıf saldırısına devam edecek ve ideolojik manipülasyon, politik tasfiye eşliğinde ekonomik programını da yürürlüğe sokacaktır. Ekonomik programını pratikleştirirken de bunu en keskin, en radikal, en açık, klasik kapitalist inşa çizgisinde yapamayacağından adım adım ama sistemli bir şekilde örtülü operasyon hattından yaparak yol alacaktır… Tarihsel deneyim bunu göstermiştir
SSCB’nin, 91 yılındaki dağılışıyla birlikte sosyalist olmaktan çıktığı tezi bu gerçeklere aykırıdır. Alışageldik kapitalizmin görüngüleri aranıyor 89-91 öncesi için. Bulamayınca da sosyal emperyalizm, sosyalizm ilan ediliyor vs. Ama zaten sorunun da bir yanı bu nokta da düğümleniyor. Düğümü çözecek şey, ezberi aşmak, yeni olguya diyalektik materyalizmin ışığında yeni bir tarzda bakabilmek, yeni bir kavrayış geliştirmekten geçer. Görüngüler önemli olmakla birlikte belirleyici olan nesnel hareket yasalarıdır. Asıl olan, görüngülerin arka planındaki hareket yasalarını kavrayabilmektir. Bunu başaramayanlar, eskiye takılır kalırlar ve kaldılar da. İşte dogmatizm, teorik tutuculuk, muhafazakarlık, “yaratıcı Marksizm”den kopmak budur sevgili okuyucu.
40 yıla yakın bir sürede sosyalizm kurulmuş. 40 yıla yakın bir süredir de “revizyonist diktatörlük” hüküm sürüyor. Ama kapitalizm 40 yılda kurulamıyor. Neden? Çünkü klasik kapitalist bir ülkeye, ancak 40 yıl sonra, dağılışla birlikte ulaşılıyor. Oysa 70’e gelindiğinde kar için üretim yasası, azami kara göre inşa edilmiş bir ekonomi var orta yerde. Ve bunu da saptayan, açıklayan modern revizyonist burjuvazinin temel ve belirleyici kurum ve temsilcilerinin bilakis kendileri olmuştur. Kime inanmak gerekir acaba: Yeni burjuvaziye mi Dev Yol, Kurtuluş, Dev Sol vb. gibi akımlara mı?!!! (Ki, sorun, yayınlanmış olan kitabımızda bütünlüklü ve kapsamlı bir şekilde incelenerek ortaya konulmuştur. İlgi duyan okuyucu, kitabımıza ulaşarak inceleyebilir.)
Bir kere altyapıda sosyalizm kurulunca artık kapitalizme geri dönüşün olanaklı olmayacağı, üstyapıda isterse “revizyonist sapma” egemen olsun, sosyalizmin yıkılamayacağı ve üstyapının da sosyalist olarak kalmaya devam edeceği tezi de hem eklektik ve hem de sübjektif bir tezdir.
Bir kere ezberlenmiş: Altyapı üstyapıyı belirler, o halde altyapı daima belirleyicidir. Örneğin Fransa’da devrilmiş feodal gericilik üstyapıyı ele geçirip restorasyonu örgütlemek istemişti ama bunu başaramamıştır. Çünkü kapitalist altyapı bir kere oluşmuştu. Altyapı belirleyiciydi, üstyapının tersinden müdahalesine karşın sonunda üstyapı da yeniden kapitalist olmaya devam etmiştir vs.
Altyapının son tahlilde belirleyici olduğu, üstyapının altyapıyı belirleyemeyeceği, ama ikincisinin birincisi üzerinde pasif değil, aktif etkisi olduğu; ikincisinin birinci üzerindeki aktif etkisinin altyapının gelişimini hızlandırmak veya kösteklemek gücüne sahip olduğunu vb. biliyoruz. Fakat bu tezi ve Marksizm-Leninizm’in diğer tezlerini de bir dogma haline getirmemek lazım.  Marksizm-Leninizm bir dogma değildir. Her duruma çözüm bulabilmek için açıp bakabileceğimiz, hazırlop reçetelerin içinde yer aldığı ansiklopedik bir kaynakta değildir. Teorik çalışmada, yeni olguları anlamada O sadece bir kılavuzdur; bize diyalektiği ve materyalizmi, genel ilkeleri vermiş bir dünya görüşüdür. Olmuş bitmiş, tamamlanmış bir teori de değildir. Aksine, bir bilim olarak, biricik bilimsel toplum bilim olarak gelişmek, yenilenmek, zenginleşmek ister. Sınıflar mücadelesinin tarihsel deneyimi ve bilimlerdeki her yeni gelişme, teorinin yenilenerek geliştirilmesinin iki ana kaynağıdır. Bizce, teorinin geliştirilmesi bakımından tarihteki en yaşamsal deneyim, deneyimlerin de en gelişkini sosyalizmin başarılı inşa edilmesi ve ardı sıra gelen kapitalist restorasyon deneyimidir. Teori öncelikle bu deneyimin eleştirel analizinden çıkarılacak derslerle zenginleştirilebilir. Ama örneğin tarihsel deneyiminin de kanıtladığı gibi, bu gelişme oportünizmin bir biçimi olan orta yolculukla başarılamaz. Marksist-Leninist saflara bu akımı taşımak, tasfiyeci revizyonist teori ve tezleri yaymakla da başarılamaz. Bu vb. akımlar söz konusu yeni olgu ve tarihsel deneyim karşısında gerçekten de dogmatik, muhafazakar ve ezbercidirler. Bu gerçeğin bilince çıkarılması gerekir. Tarih, çözümün ve yenilenmenin orta yolcu oportünizme dönmekle, kaymakla olmayacağını kanıtlamıştır.
Bir doğru bir dogmaya dönüştürülerek savunulursa, sosyalizmde de altyapının belirleyici olduğu için üstyapı revizyonistleşse de altyapıyı tasfiye edemeyeceği ve veya, üstyapının sosyalist olmaktan çıkmayacağı, eninde sonunda revizyonist üstyapının altyapıya uymak zorunda kalacağı, revizyonist üstyapının sosyalizmden komünizme geçişe hizmet etmek zorunda kalacağı, olsa olsa, bu durumun geçiş sürecini yavaşlatabileceğini savunmak doğallaşır. Ama bu Marksizm-Leninizm değildir ve olamaz da.
Sosyalizm, ilkel komünal, köleci, feodal, kapitalist toplum biçimleri gibi bağımsız bir temel toplum biçimini oluşturmaz. Sosyalizm, kapitalizmden komünizme gidişte sadece geçiş toplumunu oluşturur; bağımsız bir temel toplum biçimini (üretim tarzını) oluşturmaz. Kendi bağımsız asli ürünü olan iktisadi temeller üzerinde yükselmez. Aksine sosyalizm, olgunlaşmamış komünizmdir. Komünizmin alt evresidir. İnsanlık, bir geçiş biçimini oluşturan sosyalizm alt evresinden geçerek ancak komünizme ulaşabilir. Bu, nesnel toplumsal koşullarla ilgilidir. Çünkü devrimci proletarya, üretici güçlerin gelişmişlik düzeyi elvermediği için sosyalizmi yok sayarak komünizme bir çırpıda sıçrayamaz, geçemez. Dolayısıyla bir geçiş toplumu olan sosyalizmde, altyapıya temel toplum biçiminde olduğu gibi bir belirleyicilik verilemez. Ama sosyalizmde sosyalist altyapı bir kez ortaya çıktı mı üstyapıyla etkileşiminde pasif bir rol oynamaz. Aksine kendi doğrultusunu üstyapıya dayatır, yolunun açılmasını gerektirir. Komünizme doğru artan tempoyla yolun düzlenmesini koşullar ve “ister”. Sosyalist üretim ilişkileri üretici güçlerin gelişimiyle uyumlu olduğu müddetçe, üretici güçler özgürce gelişimini sürdürür. Bu uyumun bozulduğu yerde üretici güçlerin gelişimini frenlenmeye, kösteklemeye, giderek düpedüz önlemeye başlar. Bu durumda, çelişkinin devrimci çözümü, engel haline gelmiş üretim ilişkilerinin sosyalist yenilenmesini gerektirir; çelişkinin gerici çözümü ise, sosyalist üretim ilişkilerinin tasfiyesidir. Birinci çözüm, devrimci gelişmenin yolunu açar, ikinci çözüm, sosyalizmin tasfiyesini getirir…
Peki, ikinci durumda, sosyalist üretici güçlerin tasfiyesi eylemi nasıl gerçekleşebilir? Emperyalist müdahale, devrilmiş gericiliğin iç savaşı vb. gibi olasılıklarda olacak olanı geçiyoruz, yeni tip kapitalist restorasyon koşullarında bu nasıl gerçekleşebilir? Tarihsel deneyim, bunun, modern revizyonist burjuvazinin politik üstyapıyı ele geçirerek, yeni tip kapitalist programını yürürlüğe koyarak bunu başarabileceğini kanıtlamıştır. Bu ister bizim savunduğumuz biçimde olsun, isterse klasik kapitalizme geçişle bu olgunun kanıtlandığı savunusu biçiminde olsun, her halükarda sosyalist üretim ilişkilerinin, sosyalist altyapının, üstyapının ele geçirilmesi yoluyla, işe üstyapıdan başlanarak  tasfiye edildiği gerçeğini göstermektedir. Demek ki, sosyalist altyapı bir kez ortaya çıktıktan sonra üstyapının kaçınılmaz ve zorunlu olarak sosyalist kalmaya devam edeceği ya da revizyonist sapmaya ve çizgiye rağmen eninde sonunda üstyapının sosyalist altyapıyla uyumlu hale gelmek zorunda kalacağı tezleri aşırı sübjektif tezlerdir. SSCB’nin ve eski sosyalist ülkelerin oluşturduğu kampın 89-91 dağılışı da zaten bu gerçeği açıkça kanıtlamıştır.
Sosyalist üretim ilişkileri kapitalist toplumun bağrında doğarak gelişemez. Oysa kapitalist üretim ilişkileri feodal toplumun bağrında ortaya çıkar, gelişir ve burjuvazi, ister burjuva devrim yoluyla, isterse feodal aristokrasi ile uzlaşarak politik iktidarı ele geçirdiğinde, kapitalizmin altyapısını az-çok olgunlaşmış olarak hazır bulur… Oysa bu, olgunlaşmamış komünizm olan sosyalizm için, sosyalist üretim ilişkileri için geçerli değildir. Çünkü sosyalist üretim ilişkileri özel mülkiyetçi sömürücü üretim ilişkileri ile uzlaşmaz karşıtlık içerisindedir ve tümüyle sömürüden arınmış, toplumsal karaktere sahip üretim ilişkileridir. Bu bağlamda, proletarya ilkin sosyalist devrim yoluyla egemen sınıf olarak örgütlenir. İkinci adımında proletarya diktatörlüğüne dayanarak yukarıdan aşağı sosyalist üretim ilişkilerini örgütler. Yani sosyalist altyapıyı iktidarlaşarak örgütleme ve geliştirme görevi, ancak birinci adımın arkasından gelir, daha öncesinde değil!
İkinci olarak, kapitalizmden komünizme geçiş, ancak proletaryanın önderliğinde mümkündür. Bu önderlik, tüm savaşım biçimlerini en üst düzeyde örgütleyerek nihai amaca ulaşmayı önüne koymuş olan proletaryanın genelkurmayı partisi aracılığıyla gerçekleşir. Proletaryanın egemen sınıf olarak örgütlenmesi onun devletsel liderliğini, sosyalist sanayinin en ileri tekniğe dayalı sürekli geliştirilmesi proletaryanın iktisadi önderliğini, ekonomik ve politik iktidar gücünün elde olmasına dayanan sosyalist ideolojik ve kültürel hegemonya onun ideolojik ve kültürel liderliğini güvence altına alır. Ve komünizme geçiş, kesintisiz bir devrim sürecidir. Bu devrim sınıfsız topluma (komünizmin üst evresine) ulaşınca, ulaşma sürecinin gelişme seyrinde giderek sönümlenir. Böylece, kendine özgü bağımsız temeller üzerine ortaya çıkmış ve gelişimini sürdürecek olan komünist topluma ulaşılmış olacaktır. İşte bu aşamada artık kapitalist restorasyon tehlikesi de kalmayacak ve bir geriye dönüş de olanaklı olmayacaktır. Komünist maddi temel (altyapı), belirleyici olacaktır. Çünkü artık kapitalizme geri dönüşü örgütleyebilecek herhangi bir sınıfta kalmayacaktır; adı üstünde sınıfsız toplum! 
Açık ki, komünizmin alt evresi olan ve komünizmin üst evresine geçiş aracı olan sosyalizmde geçiş süreci kesintisiz bir devrim sürecidir. Devrimin nihai hedefine ulaşarak ömrünü tüketmesi sürecinde önderlik belirleyici bir rol oynar. Bu önderliğin başlıca görevi, kitleleri tarih yapıcılığının aktif ve militan öznesi yapmaktır. Önderleşme artık bir önderliğe gerek kalmayıncaya dek, yöneten yönetilen ayrımının son bulduğu aşamaya dek, toplumun özgür üreticilerden oluştuğu, insanın insanı yönetiminin yerini, insanların şeyleri yönetmesine bıraktığı yere dek, zorunluluklar aleminin yerini özgürlükler alemine bıraktığı, insanlığın kendi kaderine özgürce hükmettiği yere dek geliştirilecek ve tükenecektir.
Buradan baktığımız zaman, proletaryanın partisel önderliğini kaybettiği, önderliğinin bir diğer biçimi olan devletsel önderliğini, bu önderliğin bir diğer biçimi olan ekonomik önderliğini, bu önderliğin bir diğer biçimi olan kültürel önderliğini kaybettiği zaman nasıl olur da hala sosyalizmden bahsedilebilir ki!? Bu durumda nasıl olur da hala altyapı sosyalist olmaya ve restorasyonu engellemeye devam edebilir ki! Bu durumda nasıl olur da sosyalist altyapı kurulmuş olduğu için, sırf bu yüzden, eninde sonunda revizyonist üstyapı ya da revizyonist sapma etkisizleşerek yerini altıyla üstüyle uyumlu sosyalist gelişmeye, komünizme geçişe doğru bırakabilir ki! Bu durumda nasıl olur da hala klasik kapitalist biçimler yok diye bir ülke sosyalist görülebilir ki!.. II. Enternasyonal oportünizminin, Troçkizm’in, modern revizyonizmin, orta yolcu akımın bu yaklaşımlarını aşmak gerektiği çok ama çok açıktır.
Açık ki, bu vb. tezler kaba materyalizmden kaynaklanıyor. Revizyonist tarih ve toplum teorisinden ilhamını alıyor. Ampirist, pozitivist, kaba determinist kavrayışa dayanıyor.
Sosyalist inşanın ve komünizme geçişin iktisadi yasaları vardır ve bu yasalar nesnel karakterdedir. İşçi sınıfı, geçiş sürecini bu nesnel yasalara göre yönetir. Yani bu geçiş salt iradeden, iradi yönetimden ibaret değildir. Böyle bir bakış ve kavrayış tipik bir sübjektif idealizmi temsil eder. Aksine, devrimci komünist irade bu yasaları tanımayı ve kullanmayı ifade eder. İşte bu temel eksende irade belirleyici rol oynar. Tersinden sosyalizmi tasfiye etme eylemi de kaçınılmaz olarak kapitalizmin nesnel hareket yasalarını harekete geçirerek restorasyonun gerçekleşmesine gider. İşte sosyalizmin tasfiyesi ve kapitalizmin restorasyonu sürecinde yeni tip burjuvazinin iradesi de bu temelde belirleyici rol oynar. Sen üretimi toplumun maddi ve manevi gereksinimlerini en üst düzeyde doyurmak için yapmazsan, sen azami kar yasasına göre ekonomiyi yönetirsen elbette ki kapitalizmin nesnel yasaları da harekete geçer…
Sorunun devrimci Marksist-Leninist kavranışı işte böyledir.
Şimdi durup düşünmekte yarar yok mu: Bu tabloda, muhafazakar kim? Dogmatik kim? İdeolojik-teorik tutucu kim?  Doktriner kim? Yeni olguları bilince çıkarıp yeni bir kavrayış vb. geliştiren kim, kimler ve hangi çizgi? Eskiye, aşılmış olana sarılan kim? Yeniyi temsil eden, teoriyi yenileyerek geliştiren kim? Eskimiş, eski teori ve analizleri yenilik adına, yenilenme adına post-modern pazarlama teknikleri ile 21. yüzyılın sosyalizmi adına mücadelesini veren kim? Ortacı oportünizm mi Marksizm-Leninizm mi!
II. Enternasyonal oportünizminin, Troçkizm’in, modern revizyonizmin, orta yolcu akımın ateşli bir şekilde propaganda ettiği, manipülasyon yoluyla yaydığı teorilerin ve tarihsel deneyimin çarpıtılmasına dayanan görüşlerinin benimsenerek propaganda edilmesinin Marksizm-Leninizm’le, Marksist-Leninist Komünist geleneğin çizgisiyle hiçbir ilişkisi olmadığı gibi, bir de bu sapmanın “Yaratıcı Marksizm” olarak, “21. asrın sosyalizmi” olarak ileri sürülmesi, tam bir trajikomik durumdur. Bu, tarihin ironisi olsa gerek. Bu durumun, Marksizm-Leninizm’den kopma anlamına geleceği gerçeğini görmek, tek doğru tavır olacaktır. En nihayetinde güneş, balçıkla sıvanmıyor ve sıvanamıyor. Kapitalizmin restorasyonu deneyimi de bu olguyu çarpıcı bir tarzda kanıtlamıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder