Translate

22 Kasım 2012 Perşembe

TROÇKİZM VE IV. ENTERNASYONAL…



TROÇKİZM VE IV. ENTERNASYONAL…
Revizyonist/kapitalist sistem ve kampın çözülerek dağılmasıyla birlikte, Troçkistler, tarihin Troçki’yi ve teorisini haklı çıkardığını gürültülü bir biçimde ilan ettiler. Onlara göre, revizyonist/kapitalist kampın dağılışıyla, “Stalinizm” iflas ederek çökmüş, Stalin, tarih tarafından tartışmasız bir şekilde mahkum edilmiştir. “Marksizm’in dogmatikleştirilmesi de olan Stalinizm”’in bu yenilgisi , “yaratıcı Marksizm’in önündeki barikat”ları kaldırmıştır. Artık arena Troçkizm için temizlenmiştir. Şimdi gün, Troçkizm’in günüdür…
Peki, gerçekte, sosyal-emperyalist kampın çöküşü ile Troçkist teori haklı mı çıktı? Bizce bu iddiayı, ya cehaletten kaynaklanan cesaretle davrananlar ya Troçkizm’in ideolojik yörüngesine girenler ya da Marksizm-Leninizm karşısında Troçkizm’in gelişip güçlenmesini bilinçli olarak isteyen ve teşvik eden emperyalizm ve savunucuları savunabilir. Çünkü tarihsel deney Troçkist akımı mahkum ettiği gibi, bir de inceleyeceğimiz sorunda, Troçkizm’in ne denli derin tutarsızlıklar içerisinde debelendiğini ve teorik sefaletini aşağıda hep birlikte göreceğiz.*
                                               I
 Troçkizm’in, “bürokrasi”, “Stalinizm” üzerine teori ve tezlerini incelemeye geçmeden önce, kısaca da olsa, Troçki ve Troçkizm’in tarihsel evriminin bazı temel gerçeklerini hatırlatmanın hafızaları canlandırmak bakımından yararlı olacağına inanıyoruz. Bu hatırlatmanın Troçkizm’i tanımak bakımından son derece gerekli olduğunu düşünüyoruz. Bu hatırlatmanın özellikle kapitalist/revizyonist kampın dağılışından sonra yeniden atağa geçmeye çalışan Troçkizm’in gerçek yüzünü göstermek bakımından son derece yararlı olacağına inanıyoruz. Sosyal emperyalizmin çöküşünden sonra, Troçkizm’in ve Troçkistlerin, yanı sıra uluslararası revizyonist akımın, postMarksizmin ve burjuvazinin Troçkizm’in kirli tarihini unutturarak aklama duruşunu deşifre edebilmek bakımından da bunun gerekli olduğuna inanıyoruz. Yani sorun, salt tarihsel boyutun hatırlatılmasıyla ilgili değildir; aksine, daha da önemlisi, güncel olgular, gelişmeler ve tahliller bağlamıyla bağlıdır.
1903 yılında toplanan II. Kongre’sinde, RSDİP içerisinde ortaya çıkan “Bolşevik”, “Menşevik” ayrışmasında Lenin’in saflarında yer alan Troçki, kısa bir süre sonra, Plekhanov’un (Menşevizm) saflarına geçer ve Leninizm’e karşı etkin bir mücadele sürdürür.
Troçki, 1904-05 yılları itibari ile, Leninist kesintisiz devrim teori ve programına karşı, Parvus’un “sürekli devrim” teorisini sahiplenir ve Lenin’e karşı etkin bir mücadele geliştirmeye çalışır.
Troçki, Stolipin gericiliği döneminde, RSDİP saflarında ortaya çıkan tasfiyecilerle (likidatörler, otzovistler) ünlü anti-parti “Ağustos Blogu”nu kurar, Leninizm’e ve partiye karşı mücadele eder. 1912 yılında ortaya çıkan oportünizm ve hizipçilikten arınmış Bolşevik Parti teori ve pratiğine karşı Menşevizm’in oportünist örgüt teori ve pratiği savunucusu olarak Leninizm’e karşı ilkesiz ve demagojik saldırının bayraktarlarından biri olur.
I. Emperyalist Dünya Savaşı yıllarında, merkezci oportünist tutum takınarak, Lenin ve partiyle arasına açık bir sınır çeker ve sosyal şoven bir cephede mevzilenerek Marksizm’e ve Bolşevizm’e karşı mücadele yürütür.
II. Enternasyonalin batkısına karşı III. Enternasyonali kurma mücadelesine ön gelen aşamada, Lenin’e karşı Kautskyci oportünist merkezci saflarda yer alarak bir kez daha Bolşevizm’e karşı savaşır.
Leninist emperyalizm teorisini kavrayamama, proleter devrimlerin emperyalizmin en zayıf halkası ya da halkalarının kırılmasıyla zafere erişeceğini ve bu ülke ya da ülkeler geri de olsa sosyalizmi başarıyla inşa edebileceğini anlayamama, II. Enternasyonal oportünizminin “proleter devrim” teorisine sıkı sıkıya bağlılık, yarı-Menşevik emperyalizm teorisinin savunuculuğunu yapma, bu temelde Bolşevizm’e karşı saldırgan duruşu bu dönemde Troçkizm’in temel özelliklerinden birisidir.
Aşırı sol çığırtkanlık, ilkesiz ve pragmatik bir kafa yapısı, dar bir aydın çevre olarak kalma, mülteci oportünizmi, Bolşevizm’e (Leninizm’e) karşı ısrarlı küçük burjuva saldırı, bu yıllarda Troçkizm’i belirleyen karakteristik özelliklerdir. Şu sözler, Troçki’den başkasına ait değildir:
“Leninizmin tüm yapısı bugün yalan ve tahrifat üzerine kurulmuştur ve kendi yıkımının zehirli tohumunu içinde taşımaktadır.” (Aktaran Stalin, Muhalefet Üzerine, C. I, s. 105)
Leninizm’i, “devrim karşıtı özellikler” gösteren bir teori olarak gören Troçki, 1913 yılında, Çaydze’ye yazdığı mektubunda, yukarıdaki çok bilimsel (!) Lenin ve Leninizm çözümlemesine şunları da ekler:
“Lenin’in bu işlerin ustasının, Rus işçi hareketindeki her türlü geri kalmışlığı profesyonelce sömüren bu adamın, sistematik olarak kışkırttığı alçakça kavga, insana delice bir şeytanlık gibi geliyor.” (age, C. II, s. 329)
Troçki’ye ait bu satırlar, Ekim Devrimi öncesi tarih kesitinde, bay Troçki’nin Marksizm-Leninizm karşısında hangi saflarda yer alarak mücadele ettiğinin çarpıcı kanıtıdır.
                                              II
1917 burjuva demokratik devriminin patlak verip zafere erişmesinden sonra, Nisan ‘a doğru, Troçki, parti program ve disiplinini kabul ettiğini açıklayarak, partiye katılmak için başvurur. Stalin’in önerisiyle, Troçki ve dar aydın çevresi parti tüzüğünün gereklerine bağlı olarak RSDİP (B)’e kabul edilir. Lenin ve Parti, Partiye katılan Troçki’ye MK’da görev verir. Özel bir rol oynamamakla birlikte, Troçki, burjuva demokratik devrimin sosyalist devrime dönüşmesi ve sonrasında devrime önemli hizmetler sunar. Ama O, gerçekte Bolşevizm’i ve Partiyi biçimsel bakımdan benimsemiştir. Devrimciliği, maceracı ruhu, kariyerizm hastalığı, ordusuz general olması, devrim yıllarında Partiye katılmasını getirmiştir. Tarihsel deneyim, Troçki’nin Bolşevizm’i ve Bolşevik Parti’yi sadece biçimsel olarak kabul ettiğini olanca açıklığı ile daha sonraki yıllarda) berrak bir tarzda kanıtlayacaktı. Ayrıca vurgulamak ve hatırlatmak gerekir: Lenin “Vasiyeti”nde, Troçki’nin bir Bolşevik olmadığını açık ve kesin bir tarzda belirtir. Lenin’in ölümünden sonra kendisini Lenin’in temsilcisi ve doğal mirasçısı, giderek hakkı yenmiş mazlumu oynayan ve kendisini de böyle lanse eden ve yandaşları tarafından da böyle lanse edilen Troçki’nin ve Troçkizm’in bu sahtekarlığını görmek bakımından Lenin’in “Vasiyet”i daima anımsanmalıdır.
Proletarya diktatörlüğünün ağır bir yenilgi tehlikesiyle yüz yüze geldiği ve Partinin ciddi bir taktik manevrayla bu tehlikeyi savuşturmakla karşı karşıya kaldığı Brest Litowski görüşmeleri sırasında (1918), devrimci sözcüklere ( dünya devrimi vs.) bürünmüş “sol” çığırtkanlıkla, Lenin’e ve Partiye karşı mücadele yürütür ama yenilir. Buna rağmen görüşmelerde yetkilerini de aşarak SSCB’nin ağır kayıplar vermesine yol açar.
Troçki ve muhalefet tarafından Lenin’e ve Partiye dayatılan “Sendikalar Üzerine” tartışmada Troçki, bir kez daha Lenin’e, Partiye ve Leninist çizgiye karşı mücadele ederek sendikaların askeri disiplin ve yöntemlerle yönetilmesini, sendikaların askerileşmesini savunur. “Bürokratların şahı” Troçki bu tartışmada da ağır bir yenilgiye uğrar.
Troçki, partide hizip özgürlüğü isteyerek Lenin’e ve Partiye karşı mücadeleye tutuşur. Ama bir kez daha yenilir.
NEP ve sosyalist sanayileşme döneminde, bir kez daha partiyle kapışır ve kaçınılmaz kaderi O’nu bir kez daha yenilgi ve teşhir direğine çiviler. O’na göre Parti, aşırı hızlı bir sanayileşme politikasıyla, sanayileşmenin yükünü özellikle emekçi köylülüğe yıkarak ekonomik inşa yolunda ilerlemeliydi. Burjuva demokratik devrimde köylülüğün devrimci rolünü reddetmiş olan Troçki, proletarya diktatörlüğü koşullarında, orta köylülükle sağlam bir ittifak kurarak, kulaklara (zengin köylü) karşı mücadele etme Leninist politikasına da karşı çıkarak, gerçekte önerdiği çizgiyle, emekçi köylülüğü devrilmiş gericiliğin, kır burjuvazisinin ve uluslararası sermayenin kucağına atacak bir politik çizgi izlenmesini Partiye dayatır. Ama O,  Marksizm-Leninizm’e ve Partiye karşı mücadelesinde yeni ve ağır bir yenilgi daha alır.
Troçki’ye, IV. Enternasyonal’e ve Troçkistlere göre, gerçekte çağımızda Marksizm’i geliştiren Lenin değil, Troçki’dir. Lenin bir dehadır ama Troçki kadar da değil! Çağımızın Marksizm’i Leninizm değil, Troçkizm’dir. Troçki, kendisinin örgütlenme sorunlarında vb. yanıldığını ama Lenin’in de devrim teorisinde yanıldığını ileri sürer. Troçki, 1905 yılında yayınlanmış olan “Sonuçlar ve Olasılıklar” broşürünün 1919 yılında yayınlanması dolayısıyla yazdığı “Yeni Baskısına Önsöz”de, Ekim Devrimi’nin “sürekli devrim” teorisini kanıtladığını,” temel çizgileriyle “15 yıl” öncesinden Ekimle pratik olarak kanıtlanan teoriyi ortaya koyduğunu ileri sürer (Rusya’da Sürekli Devrim Sonuçlar ve Olasılıklar, s.13).
Troçki ve Troçkistler, Leninizm’i ikiye ayırırlar: Ekim Devrimi’nden önceki Leninizm ve Ekim Devrimi’nden sonraki Leninizm. Yine bu ayrıma bağlı olarak, Ekim’den önceki Leninizm’i oportünizm ve Menşevizmin bir biçimi olarak ilan ederken, Ekim’den sonraki Leninizm’i Troçkizm olarak lanse ederler. Bunu da Troçkizm’e özgü revizyonist tahrifat ve demagoji eşliğinde yaparlar. Yani Troçki ve Troçkizm her dönemde, Leninizm’e-Bolşevizm’e-Marksizm’e karşı sınır tanımayan bir burjuva saldırganlıkla şekillenmiştir; hem Ekim öncesi hem de Ekim sonrası. Ekim öncesi Lenin’e, Leninizm’e karşı açıkça ve küstahça mücadele ederken, Ekim’den sonra bu mücadeleyi, doğrudan Lenin’e ve partiye karşı o gün öne çıkan sorunlar üzerinden açıktan geliştirirken, Lenin’in ölümünden sonra, bu savaşımını, “Leninist-Bolşevik” kamuflajına bürünerek, “Stalinizme”, “tek ülkede sosyalizm gerici teorisine”, “bürokrasiye” karşı mücadele sloganları, demagojisi ve manipülasyonu eşliğinde yürütmüştür ve geliştirmiştir.
Troçki, “Rus Devriminin Üç Kavranışı” başlıklı makalesinde ise, şöyle yazar:
“Farklılıklar devrimin genel perspektifine ve oradan çıkan stratejiye ilişkindi. Menşevizmin perspektifi iliğine kadar yanlıştı: Proletaryaya büsbütün değişik bir yol izliyordu. Bolşevizmin perspektifi tam değildi: Mücadelenin genel yönünü doğru olarak gösteriyor ama aşamalarını yanlış karakterize ediyordu. Bolşevizmin perspektifinin yetersizliği 1905’te ortaya çıkmadıysa, bu, yalnızca devrimin daha ileri gelişim göstermemesindendi. Ama 1917 başında Lenin, partinin eski kadrolarına karşı doğrudan bir mücadele içinde, perspektifini değiştirmeye zorlandı.” (age, s. 137)
Sahtekar Troçki’ye ve ardıllarına inanacak olursak, Ekim Devrimi, Troçki’nin 15 yıl öncesinde ortaya koyduğu teoriyi doğruladığı gibi, Lenin de 15 yıl sonra, Partiye ve eski Bolşevik kadrolara karşı mücadele içinde, eski fikirlerini değiştirerek, Troçki’nin “sürekli devrim” teorisini benimsemiş(tir). Yani böylece Lenin’in eski fikirlerini terk ederek Troçkistleştiğini dillendirirler. Doğal olarak bu durumda, en büyük olan Lenin değil, Troçki’dir, Troçkizm’dir ve Ekim Sosyalist Devrimi’nin lideri de Troçki’dir. Kendisine ve yardakçılarına inanacak olursak, zaten Ekim Ayaklanması’nın mimarı da Troçki’ydi… Bu değerlendirmeye göre Lenin, 15 yıl sonra Troçki’nin teorisini, Troçkizm’i benimseyerek kendisine gelmiş! Üstelik Lenin’nin, kendi “Vasiyeti”nde, net sözlerle, Troçki’nin bir Bolşevik olmadığını açık ve kesin bir tarzda vurgulayarak Partiyi özellikle uyarma gereksinimi duyduğu halde!!! Fakat bu gerçeğe karşın Troçki, Lenin’in ölümünün ardından kendisini, Lenin sadık izleyicisi, doğal mirasçısı, hakkı kötü adam Stalin ve “Stalinistler” tarafından yenmiş, mağdur edilmiş mazlum rolünü, üstelik sınırsız bir iki yüzlülükle kendisini “Leninist-Bolşevik” olarak lanse ederek, oynamaya devam etmiştir. Şu yüzsüzlüğe, şu demagoji ve manipülasyona bakın siz hele! Ama Troçkizm aynı zamanda bu demektir zaten.
İlkesizlik, demagoji, gerçeklerin aşırı çarpıtılması, siyasal sahtekarlık vb. Troçkizm’in tipik özelliklerinin bir kısmıdır sadece. Okuyucunun bir an için bile olsun bu gerçeği unutmaması gerekir. Tahrifatçılığın ve demagojinin üstadı Troçki ve Troçkistler Lenin’in Şubat Devrimi ile, Nisan Tezleriyle, Uzaktan Mektuplar’la, Ekimle kendisini aşarak Troçkistleştiği sahte iddiasını Lenin yaşarken değil, Lenin’in ölümünden sonra ileri sürmüştür. Bunun tesadüfi olmadığı ve olmayacağı ise son derece açıktır… Stalin, eski Troçkizm ile yeni Troçkizm arasındaki ayrımları ortaya koyarken şunları söylerken tümüyle haklıdır: “…Yeni troçkizm leninizme karşı militan bir kuvvet olarak çıkmayı göze almıyor, leninizmin ortak sancağı altında çalışmayı ve leninizmi yorumlamak ve iyileştirmek sloganı altında ortaya çıkmayı yeğ tutuyor. Bu, onun zayıflığındandır. Yeni troçkizmin Lenin’in ölümü ile zamandaşlığı, rastlantı sayılamaz. Lenin’in sağlığında bu cüretli adımı atmaya karar vermemişti.” (Troçkizm mi? Leninizm mi?, s. 33, Sol Yay.)
Troçki,  “sürekli devrim anlayışının” Ekim Devrimi ile doğrulandığını,“Sovyet düzeninin ilk yıllarında bunu hiç kimse inkar etmiyordu; tersine bu gerçek bir dizi resmi yayında kabul gör”üyordu, “Ama Sovyet toplumunun durgun ve kemikleşmiş doruklarında Ekim’e karşı bürokratik gericilik baş gösterdiğinde, daha baştan yöneldiği şey, tarihte ilk proleter devrimini ötekilerden daha tam olarak yansıtan ve aynı zamanda onun eksik, sınırlı ve kısmi karakterini açıkça ortaya koyan bu teori oldu.  Böylece tepki yoluyla, Stalinizmin temel dogması olan tek ülkede sosyalizm teorisi ortaya çıktı.” (age, s. 137) iddiasını ileri sürüyor.
Troçkizm’in “sürekli devrim” teorisi, emperyalizm öncesi Marksizm aşamasında, Marksizm’in o döneme özgü proleter devrimi aşamasında kalmıştır. Dahası, o dönemin proleter devrim teorisinin de açık revizyonuna dayanır. Örneğin Marks, hiçbir zaman ve hiçbir yerde, her ülkede devrimin doğrudan sosyalist devrim olarak gelişeceği anlayışında değildi; Almanya’da, İtalya’da devrimin burjuva demokratik devrimlerin zaferinin sosyalist devrimlere dönüşerek zafer kazanacağını, İngiltere, Fransa ve ABD’de ise devrim aşamasının sosyalist devrim olacağını açıkça ortaya koymuştur…
Troçkizm, emperyalizm teorisini, emperyalizm ve proleter devrimler çağını ve bu çağda proleter devrimler teorisini hiçbir zaman anlayamamıştır; bundan dolayıdır ki, daima Bolşevizm’e (Marksizm-Leninizm’e ) dur durak bilmeden saldırmıştır. Marksizm-Leninizm’e karşı saldırısını, Büyük Ekim Devrimi sonrası ve Lenin’in ölümünden sonra da, “Stalinizme” karşı mücadele adı altında azgınca yürütmüştür. Partinin yozlaştığı, bürokratik gericilik çağının başladığı, demokrasiye son verildiği, Stalin’in diktatörlüğünü kurduğu, Stalin’in Ekim Devrimini boğazladığı, dünya devriminden vazgeçildiği, Sovyet bürokrasinin çıkarları uğruna dünya devriminin çıkarlarının feda edildiği, Stalinci diktatörlüğün Thermidorcu gericilik ve Bonapartist diktatörlük olduğu, yozlaşmış ve ayrıcalıklarla donanmış Stalinci gericiliğin işçi sınıfı ve halk üzerinde canavarca bir dikta ve sömürü rejimi kurduğunu, milyonlarca komünist ve emekçiyi katlettiğini, sürekli devrime karşı burjuvazi ile birlikte ittifak kurduğunu, Lenin’i revize ederek tanınmaz hale getirdiğini, Marksizm’i dogmatikleştirdiğini vb. vb. fütursuzca yaymıştır.
“…Lenin’in hastalığı ve ölümü ile eşanlı olan Thermidor gericiliği yıllarında başladı…Uluslararası devrim teorisinin yerine tek ülkede sosyalizm teorisini koyan Stalin..” “…Ekim Devrimi’ne kadar, ya da daha doğrusu 1924’e kadar Marksist kampta olan kimsenin -en azından Lenin’in köylülükte bir sosyalist gelişme etkenini görmediği tartışma götürmez. Batıda proleter devrimin yardımı olmadan Rusya’da geri dönüşün kaçınılmaz olduğunu tekrarlıyordu Lenin. Yanılmamıştı: Stalinist bürokrasi, burjuva geri dönüşün ilk evresinden başka bir şey değil” (age, s.128)
“…1924’ten sonra” Stalin, “birdenbire değişiverdi. Çünkü bürokratik gericilik ve geçmişin köklü revizyonu çağı başlamıştır artık.” (age, s. 115-116)
“…Rus işçi sınıfı, Avrupa proletaryasının doğrudan devlet desteği olmaksızın iktidarda kalamaz ve geçici egemenliğini sürekli bir sosyalist diktatörlüğe dönüştüremez. Bu kesindir…” (age, s. 92)
“Kendi kaynakları ile baş başa bırakıldığında Rus işçi sınıfı, köylülük kendisine sırtını döndüğü anda, karşı devrim tarafından kaçınılmaz olarak ezilecektir. Politik devrimin yönetiminin kaderini, dolayısıyla Rus devriminin tüm kaderini, Avrupa’daki sosyalist devrimin kaderine bırakmaktan başka bir seçeneği olmayacaktır…” (age, s. 102-103)
Troçki, “1905 Yılı” isimli kitaba 1922 yılında yazdığı “önsöz”de, Troçkist “sürekli devrim” teorisini anlatırken, proletarya diktatörlüğünün yalnızca feodal mülkiyet ilişkilerini değil aynı zamanda “burjuva mülkiyete de derinlemesine müdahale etmek” zorunda kalacağını söyler ve şöyle devam eder:
“Bunu yaparken, onun devrimci mücadelesinin başlangıcında desteklemiş olan yalnızca tüm burjuva gruplaşmalara değil, fakat aynı zamanda destekleri ile iktidara gelmiş olduğu köylülüğün geniş kitleleri ile de düşmanca çatışmalara girecekti. Ezici çoğunluğu köylü bir nüfusa sahip geri bir ülkedeki işçi hükümetinin konumundaki çelişkiler, ancak uluslararası ölçekte, proletaryanın dünya devrimi arenasında çözümünü bulabilecekti.” (Aktaran Stalin, Muhalefet Üzerine, C. I, s. 118)
Bunlar Troçki’nin görüşleri. Bu görüşleri kısa da olsa değerlendirmeye geçmeden önce, bir hatırlatma yararlı olacaktır. Bolşevikler kesintisiz devrim anlayışına başından beri sahiptiler. Emperyalist dünya savaşının Avrupa çapında devrimci bir duruma yol açacağını, devrimin önce Rusya’da zafere erişeceğini, Rus devriminin devrim yangınını Avrupa’ya yayacağını, Avrupa devriminin patlak vererek Rusya devrimine yardıma geleceği, Avrupa proletaryasının sosyalist devletsel desteği ile Rusya proletaryasının sosyalizme geçip sosyalizmi inşa edebileceğini savunuyorlardı. Henüz Lenin’in emperyalizm teorisini geliştirmediği bir aşamaydı bu aşama. Ama Lenin, 1915’te Marksist-Leninist emperyalizm teorisini geliştirdi. Böylece yeniçağın, emperyalizm ve proleter devrimler çağının proleter devrim teorisini ortaya koydu ve eski bakış açısını, Marks-Engels’in kendi dönemlerinde doğru olan proleter devrim teorisini yenileyerek aştı. Bütün dünyanın oportünistleri o zaman Lenin’i Marksizm’den kopmakla ve Marksizm’i reddetmekle suçladılar.
Lenin ve partisi, Avrupa devriminin zaferini beklemeden, burjuva demokratik devrimi kesintisiz sosyalist devrime dönüştürdü; proletarya diktatörlüğünü kurarak sosyalizmin inşası yolunda ilk adımları atarak ilerlemeye başladı. Ön görüldüğü gibi, Avrupa’da devrimci bir durum ortaya çıktı ama burjuvazi, oportünist enternasyonalin ve partilerinin ihaneti sayesinde Avrupa’ya yayılan devrim yangınını söndürmesini bildi. Burjuvazi, Alman devrimini (1918) kan ve ateşle ezdi; ardından 1923 yılında patlak verip zafer kazanan ve kısa bir süre proletarya diktatörlüğü kurmayı başaran Macar Devrimi’ni de boğmayı başardı. Böylece, tarihi bir fırsat kaçırılmış, Avrupa devrimi yenilgiye uğramış, kapitalist emperyalizm, yeni bir göreli istikrar dönemine girmeyi başarmıştı. Ama Lenin ve Bolşevikler, emperyalizm teorisinin tahliline bağlı olarak, proleter devrimin önce bir veya birkaç ülkede, emperyalizmin en zayıf halkasının veya halkalarının kırılması ile bu ülke ya da ülkeler az gelişmiş ülke ya da ülkeler de olsa, zafer kazanabileceğini ve dünya proletaryası ve halklarının aktif desteğinde sosyalizmi inşa edebileceğini düşündüklerinden, proleter devrim teorisini yeni koşullarda yenileyip geliştirmiş olduklarından sosyalizmi inşa etme yoluna girmekte tereddüt göstermediler.
Buna karşın Menşevikler, dünya oportünistleri, Troçkistler, Avrupa devrimi yenildiği için Rusya devriminin yenilmeye mahkum olduğunu, geri bir ülke olan Rusya’da, üretici güçler sosyalizmi kurmaya elverişli olmadığı için yenilginin bir kader olduğunu vb. ileri sürdüler. Ama Bolşevikler (Marksist-Leninistler) bu burjuva ve küçük burjuva sızlanmalara aldırmadan, tam bir kararlılıkla, sosyalist inşa yolunda ilerlemeye devam ettiler…
Bu hatırlatmadan sonra gelelim Troçki’ye ve derin(!) teorisine.
Troçki diyor ki, “bir teorinin nihai ölçüsü deneydir”, çok güzel; peki acaba tarihsel deney, Troçkizm’i ne ölçüde doğruladı? Hep birlikte inceleyelim.
Ne demişti Troçki; Avrupa devrimi zafer kazanıp sosyalist devletsel yardımı ile Rusya devrimine yardıma gelmezse, Rus devriminin yenilgisi kaçınılmaz bir kaderdir. Peki, ne oldu?
 Avrupa’da devrim yenildi. Avrupa proletaryası devletsel yardımıyla Rusya devrimine yardım edemedi değil mi? Evet!
 Peki, tipik bir idealizmin temsilcisi olan kaderci Troçki’nin kehaneti gerçekleşti mi? Elbette ki hayır!
Peki, gerçekleşen şey neydi? Elbette ki SSCB’de sosyalizmin başarıyla inşası. Bu uğurda (yenilgi tehlikesine karşın) büyük bedellerle sosyalist inşanın zaferi.
Demek ki, Troçki’nin ve Troçkizm’in yanı sıra, Avrupa burjuvazisi ve oportünistlerinin de beklentisi olan proletarya diktatörlüğünün ve sosyalizmin yenilgisi ve tasfiyesi uğursuz ön görüsü gerçekleşmedi.
Kaderci Troçki, durmaksızın “yenilgi kaçınılmazdır” deyip sızlanırken ve bu militan(!) bilinç ve ruh haliyle SSCB proletaryası ve halklarını silahlandırırken(!) ve yenilmemiz bir kaderdir uğraşmayın diyerek Marksizm-Leninizm’e, Parti’ye, Stalin yoldaşa, proletarya diktatörlüğüne karşı azgınca savaşırken ve uğurda her türlü aşağılık iftira ve çarpıtmadan kaçınmazken, tarihsel deneyin de kanıtladığı gibi, Troçki, hem Parti’yle tutuştuğu gerici savaşında yenildi, hem de başarısız bir öğrenci olarak sınıfta kaldı. Zaten hayatının her döneminde, bıkmadan, usanmadan sınıfta kalan bir öğrenci oldu hep Troçki ve iktidarsız ve bozguncu teorisi Troçkizm.
Troçki, “bir teorinin nihai ölçüsü deneydir”, diyor. Çok güzel; peki tarihsel deney acaba hangi noktada Troçki’yi ve Troçkizm’i doğruladı dersiniz?
Ne demişti Troçki; Avrupa devrimi yardıma gelmezse ezici bir çoğunluğu köylü olan Rusya’da köylülüğün geniş kesimlerinin proletarya diktatörlüğüne karşı ayaklanması, böylece de Ekim Devrimi’nin ve proletarya diktatörlüğünün yenilmesi kaçınılmaz bir kaderdir!
 Bu kehanetin gerçekleşmesi, Troçki’nin yanı sıra tüm dünya burjuvazisi ve oportünistlerinin uğursuz beklentisiydi.
 Peki, ne oldu? Avrupa devrimi yenildiğinden özlenen ve beklenen yardım gelemedi. Ama Rusya proletaryası, emekçi köylülükle sıkı bir bağlaşma içerisinde, kır burjuvazisini ikinci bir Ekim Devrimi ile tasfiye ederek, tarımda sosyalist kolhozcu ekonomiyi başarıyla inşa ederek, sosyalizmin inşası yolunda başarıyla yürüdü.
Yani, ne emekçi köylülük ayaklanarak sosyalizmi yıktı ne de hainler cephesinin, düşman kampın SSCB’nin kaderi olarak gördükleri o uğursuz beklenti ve bu beklentinin gerçekleşmesi için yürüttükleri kirli savaş başarı kazanabildi.
 Demek ki Troçkizm, bir kez daha tarihsel deneyim tarafından tu kaka edildi. Troçki ve Troçkizm’in gerçekte burjuvazinin kuyruğu olduğu bir kez daha açığa çıkmış oldu.
SSCB proletaryası, halkları, SBKP(B) ve Stalin önderliğinde sosyalizmi sınırsız bir inanç, kararlılık ve feda ruhuyla ve ağır bedellerle, alın teriyle kurarken, Troçkizm, hayır sosyalizmi kuramazsınız, yenilgimiz bir kaderdir, durun yapmayın sızlanmasıyla, “Stalinizm”e karşı gerici bir savaşım yürütüyordu. Partiyi bölmek, iktidarı ele geçirmek için hizip üzerine hizip kuruyor, partinin eski kadrolarını yozlaşmakla suçluyor, gençliği, genç kadroları kışkırtarak yedeklemeye çalışıyordu.
Lenin’e, Leninizm’e karşı açık bir savaş yürütme yetenek ve yürekliliğinden uzak olan Troçki ve Troçkistler, sözde Lenin’i savunurken, Leninizm karakteri düşmanlıklarını “Stalinizme”, “bürokrasiye” karşı savaş vs sloganlar altında kamufle etmeye çalışmışlardır. Ama bilindiği gibi, bu mızrak bu çuvala sığmıyordu ve sığmadı da…
Ekim Devrimi’nden önceki yaşamını Bolşevizm’e karşı mücadeleye adayan Troçkizm, Ekim Devriminden sonra da aynı kirli kavgasını, yeni koşullar içerisinde yürütmeye devam ediyordu. Sosyalizme, proletaryaya, kitlelere, Marksizm-Leninizm’e, dünya devrimine inançsızlık, iflah olmaz bir hizipçilik, kariyerist dizginsiz hırs, Makyavelizm, militan demagoji, genç kadroların parti ve deneyimli yöneticilerine karşı alçakça kışkırtmak Troçki ve teorisini belirleyen tipik özellikler olmuştur hep. Küçük burjuva aydının elitist, kariyerist karakteri ve aydın istikrarsızlığı, Troçki ve teorisinin sefil karakter özellikleri olarak göz çıkarmış, kafa yarmıştır daima.
Troçki ve Troçkizm, SSCB’de ağır bir yenilgiye uğrayarak, teşhir olur. “Eceli gelen köpek cami duvarına işer”miş; nitekim Troçki, partiden atılır, 1929 yılında sosyalist anavatandan kovulur. Marksizm-Leninizm, proletarya diktatörlüğü, parti ve Stalin karşısında durmaksızın peş peşe aldığı yenilgiler, Troçki’yi daha da kinlendirir. SSCB’den kovulan Troçki, “Muhalefetin herkesçe kabul edilmiş lideri olduğuna göre o da Lenin gibi eylemi yurd dışından yönetecekti. Muhalefet adına oldukça özgür şartlar altında konuşabilecek ve sesini uzaklara kadar duyurabilecek tek insandı.” (Isaac Deutscher, Troçki, Kovulan Sosyalist, s. 19, Ağaoğlu Yayınevi) “Troçki, klasik Marksizmin ve aynı zamanda Leninizmin meşru mirasçısı olarak ortaya çıkacaktı…Lenin’den başka hiç kimse bu konuda kendisi kadar otorite ile konuşamazdı. O bu otoriteyi hem kuramcı olmasından ve hem de bir devrimin zafer kazanmış komutanı olmasından alıyordu. Ve hiç kimse de bu konuda onun kadar zor durumda değildi, çünkü dört bir yanı amansız düşmanlarla sarılmıştı, ihtilalden çıkmış bir devletle mücadele ediyordu.” (age., s. 22, iba.) Nitekim “muhalefetin sürgündeki lideri” olarak, sözde “Lenin gibi” sürgünde “Stalinist bürokratik diktatörlüğü”, SBKP (B)’yi, SSCB’yi yıkma mücadelesine girişir.  Yurtdışında, uluslararası burjuvazinin enerjik destek ve işbirliği ile SSCB’ye ve Stalin’e karşı azgın karşı-devrimci ve kirli savaşı daha üst düzeye çıkararak geliştirir. Ama O, verdiği ciddi zararlara karşın bu savaşımında da başarılı olamaz; çünkü “eğri cetvelden doğru çizgi çıkmaz!”. Yenilgi,  O’nun kaderi olmuştur. Teorisi, hep iktidarsızlık teorisi olarak anılmıştır. Başlangıçta, küçük burjuva devrimci karaktere sahip olan Troçkizm, eşyanın doğası gereği,  sınıf mücadelesinin gelişim seyrine bağlı olarak, bir iç evrim geçirerek bu dönemini de geride bırakarak, sosyalizmi yıkma savaşımı içerisinde, devrilmiş gericiliğin ve uluslararası burjuvazinin saflarında savaşan tümüyle karşı devrimci bir akıma dönüşmüştür.
Devam etmeden, illegal, yasadışı anti-Sovyetik, anti-Marksist-Leninist partilerini daha 1926 yılında kurmuş olan (dahası, bu oluşumun kökleri daha eskiye uzanıyordu) Troçkist-Zinovyevist muhalefetin sefil durumunu, itibarsızlığını sergileyen somut bir gerçeği hatırlatmak isteriz.
“Sol Muhalefet” sürekli yenilgilerine karşın, sınırsız bir iki yüzlülükle Parti’yi yeni bir tartışmaya zorlar. Hikayesi bir yana, tartışma Ekim 1927’de, XV. Parti Kongresi’ne bağlı olarak gerçekleştirilir. Sonuç mu? Sonuç şudur:
“Tartışmanın sonuçları Troçkistler ve Zinovyevciler bloku için acınacaktan da öte oldu; 724 000 Parti üyesi, Merkez Komitesi’nin politikası lehinde; 4 000 ya da yüzde 1’den daha az Parti üyesi de Troçkistler ve Zinovyevciler bloku lehinde oy kullandı. Parti düşmanı blok hezimete uğratıldı. Böylece Parti, ezici çoğunluğu itibariyle, blokun platformunu oybirliğiyle reddetti.
“Yargısına, blok yandaşlarının bizzat başvurduğu Partinin açıkça ifade edilen iradesi buydu.” (Stalin, Eserler C. 15, s.324)
Burada özel bir yoruma gerek olmadığı açık. Ya da “Anlayana sivri sinek saz, anlamayana davul zurna az!” O halde geçiyoruz.
Troçkizm, 30’lu yıllarda, proletarya diktatörlüğüne karşı, bir politik devrim stratejisi ile ortaya çıkar. “Mücadelesinin ilk on yılı içinde Sol Muhalefet, Parti’ye karşı iktidarı ele geçirmek uğruna Parti’nin ideolojik olarak ele geçirilmesi programını terk etmedi. Sloganı: Devrim değil, reforumdu.” (Troçki, İhanete Uğrayan Devrim, s. 259). Ama o günler artık geride kalmıştı. Artık “Gelişme açıkça devrim yolunu göstermektedir.” “Ne olursa olsun bürokrasi ancak devrimci bir kuvvetle yerinden atılabilir. Ve her zamanki gibi saldırı ne denli yürekli, ne denli kararlı olursa, kurban o denli az olacaktır. Bunu hazırlamak ve olumlu tarihsel bir durumda kitlelerin başında yer almak: Dördüncü Enternasyonalin Sovyet seksiyonu’nun ödevi budur.” (agk., s. 266) Zaten VI. Enternasyonal’in “Sovyet seksiyonu”, “Termidor bürokrasisine” karşı “illegal Bolşevik-Leninist partisi” aracılığıyla “onu devirmek” amacıyla savaşmaktadır. Fakat bu kez bu devrim, “1917 yılının Ekim Devrimi gibi bir toplumsal devrim olmayacaktır. Bu kez sorun toplumun ekonomik temellerini değiştirmek ya da belli mülkiyet biçimlerini başkalarıyla değiştirmek değildir.” (agk., s. 267) Burada, bu kez geçerli olan devrim “toplumsal değil, politik bir devrim” olacaktır. Çünkü “Sovyet bürokrasisi kendi yöntemleriyle toplumsal kazanımları korumak için proletaryayı politik olarak mülksüzleştirmiştir.” (agk., s. 234) ama “üretim araçları devlete ait” olmaya devam etmektedir. Stalinist bürokrasi”, “Kendi iktidarının ve gelirinin kaynağı olarak devlet mülkiyetini korumak zorundadır.” (s. 234)
Gerçekte bu karşı devrimci stratejinin temelleri, illegal, yasadışı partileriyle birlikte, Troçki henüz SBKP(B) içerisindeyken, 20’li yılların ikinci yarısında atılmış, formüle edilerek geliştirilmeye, pratikleştirilmeye çalışılmıştır. Daha o dönemde Stalin, haklı olarak, sosyalizme ve proletarya iktidarına karşı “Chamberlain’den Troçki’ye kadar uzanan bir tür birleşik cephe kurulmakta” olduğunu vurgulamıştı. 30’lu yıllarda ise bu stratejiyi açıkça ilan edilerek, uluslararası sermayenin açık desteğinde pratikleştirilmiştir. O’na göre, Stalinizm, bürokratik bir karşı-devrimdi. “Siyasal bakımdan atomize edilmiş bir toplum üzerinde yükselen, polis ve subay birliklerine dayan ve hiçbir biçimde denetime izin vermeyen Stalin rejimi, açıkça Bonapartizmin bir çeşitlemesidir; tarihte daha önce görülmemiş, yeni tip Bonapartizm.” (Troçki, İhanete Uğrayan Devrim, s. 258) Böylece proletarya iktidarını kaybetmiş ve Ekim Devrimi, Stalinist karşı devrimci bürokratik diktatörlük eliyle boğazlanmıştı. Totaliter Stalinci diktatörlük rejimi kurulmuştur. Proletaryanın ve komünistlerin görevi, Stalinci diktatörlüğü proletaryanın ayaklanması ile yıkarak Troçkizm’i iktidara getirmekti. “Stalinizm ve faşizm, toplumsal temellerindeki derin farklılıklara karşın simetrik olaylardır. Özelliklerinin çoğunda ölümcül bir benzerlik gösterirler. Avrupa’da başarılı olacak bir devrimci hareket (ki, Troçki’nin bu sözleri yazdığı yıl, 1936’dır-bn.) yalnızca faşizmi değil, Sovyet Bonapartizmini de derhal sarsacaktır.”(agk., s.258) Troçki’nin politik devrim teorisi buydu işte.
 Okuyucuya tekrar hatırlatalım; ne demişti Troçki: ““Ne olursa olsun bürokrasi ancak devrimci bir kuvvetle yerinden atılabilir. Ve her zamanki gibi saldırı ne denli yürekli, ne denli kararlı olursa, kurban o denli az olacaktır. Bunu hazırlamak ve olumlu tarihsel bir durumda kitlelerin başında yer almak: Dördüncü Enternasyonalin Sovyet seksiyonu’nun ödevi budur.” Bu sözler, unutulmamalıdır. Unutulmamalı, çünkü bu sözler, Troçki’nin, Troçkizm’in, SSCB’yi, sosyalizmi, proletarya diktatörlüğünü yıkmak için her türlü aracı kullanarak yürüttüğü kirli savaşının teorik-politik temeli ya da arka planıdır. SSCB’ye, III. Enternasyonal’e, tek tek komünist partilere karşı Troçkist bozgunculuğun, bölücülüğünün, iftiraların, terörün, sızma çalışmasının, dünya burjuvazisi ile birleşik yürüttüğü gerici, karşı devrimci savaşının nasıl teorize edilerek meşrulaştırılmaya çalışıldığının kanıtıdır.

Konuyla ilgili yaklaşımı, hep birlikte, Troçkizm’in dilinden okuyalım.
“Troçki ve sol muhalefet mücadelenin parti içerisinde yürütülmesi kısıtlanmasından bürokratik baskıların niteliksel olarak arttığı ve artık bu mücadelenin devam ettirilmesinin mümkün olmadığı anda vazgeçtiler. Muhalefet ilk kez Ekim Devrimi’nin 10. yıldönümünde Moskova’da bir gösteri düzenledi… Muhalefet, aynı zamanda, Stalinci fraksiyonunun, muhalefetin metinlerinin basılması leninist ilkesine uymaktan kaçınması nedeniyle, yazılarını illegal matbaalar aracılığıyla yayınlamayı deniyordu. Ama bürokrasiye karşı politik eylemlerle devlet düşmanı eylemler arasındaki sınırı her zaman koruyordu. Ve bürokratlara karşı her türlü terörü kesinlikle yasaklıyordu.
“ Muhalefetin, çalışmalarında parti çerçevesi dışına çıkmasının organizasyon açısından zorunluluğu, bu değişikliğin açıklanmasına yönelik çok daha önemli politik bir kararla birleşiyordu. Sovyet toplumunu tehdit eden tehlikeler niteliksel olarak artmıştı. Sovyet bürokrasisi Ekim Devrimi’nin mirasının önemli kesimlerini -özellikle üstyapıda ama sadece orada değil- tasfiye etmek üzereydi. İzlediği yol gittikçe daha baskıcı hale geliyordu ve baskı sadece seçici olarak muhalefet gruplarına değil, aynı zamanda yoğun olarak işçilere, köylülere yöneliyordu. Bürokrasinin devrilmesi Sovyetler Birliği için gittikçe ölüm-kalım sorunu haline gelmişti. Bürokrasiyi devirmek artık reformlar yoluyla mümkün değildi, yeni bir devrim gerekiyordu. Yeni bir devrim ancak yeni bir devrimci partinin yardımıyla mümkündü. Troçki, 1933 yılı ilkbaharından itibaren Sovyet muhalefetinin sadece eski partinin içinde bir fraksiyon olarak kalması pozisyonundan vazgeçti. İzlenecek yeni yol, yeni bir Bolşevik-Leninist parti kurulmasıydı. Anti-Stalinist tarihçiler şimdi bu değişimde çok geç kalınıp kalınmadığını tartışıyorlar.” ( Ernest Mandel, Alternatif Olarak Troçki, s. 64-65-66)
“Troçki’nin mükemmel teorik başarısı pratik olarak başlangıçtan itibaren -1923’ten sonra- toplumsal yozlaşmayı, Sovyet bürokrasisinin özel maddi çıkarlar temelinde belli bir toplumsal tabaka haline geldiğini kavraması ve bu kör düğümü kesmesidir.” (age, s. 59)
“Parti içindeki soysuzlaşma sürecinin kavranmaması trajedisinde aslında Sovyet Thermidoru’nun temel işaretlerinden biri yansımasını bulur -tam da Fransız Thermidoru’nda olduğu gibi. Çünkü Thermidor sadece karşı devrim anlamına gelmez. Thermidor, milyonlarca insanı sarsan ve coşturan büyük bir devrimin hemen ardından gelen politik bir karşı devrimdir.” (age, s. 60)
“ Troçki’nin Stalinizme ve bürokratik diktatörlüğe karşı mücadelesi, 1934’den itibaren, Stalin’in cürümlerinin gerçekten korkunç bir karaktere bürünmesinden sonra iyice sertleşti… Bu temizlik harekatının (Kirov’un katliyle başlatılan büyük temizlik harekatı –bn.) boyutları dehşet vericiydi ve modern tarihte işlenmiş en korkunç suçlardan biriydi. Milyonlarca işçi, köylü, aydın ve komünist celladın kurbanı oldu. …bir milyondan fazla komünist ölüm makinesinin kurbanı olmuştu. Kurbanlar toptan halk düşmanı, terörist, yabancı ajanlar, kapitalizmin restorasyonun taraftarları olarak karalanıyor ve suçlanıyorlardı. Dehşet verici işkenceler altında itiraflara zorlanıyorlardı.
“Vardığı boyutlar kavranmakta güçlük çekilen bu yetkin ölüm ve yalan makinesi hiçbir direnişle karşılaşmadı. Sovyetler Birliği’nde korku ve dehşet içindeki halk felç olmuştu…” (age, s. 70)
Son paragraflara dikkat edin, çizilen tabloyu okuduğunuzda sanırsınız ki, SSCB, ikinci bir Hitler Almanya’sı! Bu aşağılık iftiralar emperyalistlerin, faşistlerin, Troçkistlerin öteden beri sürdüre geldikleri kara propagandadır. Troçkizm’in hangi yolun yolcusu olduğunu ve Troçkistlerin kimlerin hizmetinde olduklarını çarpıcı bir tarzda kanıtlamaktadır. İşte Troçkizm’in gerçeği budur.
Proletarya diktatörlüğünün halk düşmanlarını, beyaz terör ve kızıl maskeli beyaz Troçkist terör uygulayanları, yabancı casuslarını, kapitalizmin restorasyonu yandaşlarını cezalandırması ise, çok doğaldı; proletarya diktatörlüğünden ölümüne nefret eden Troçkistlerin bundan dehşete düşmelerini ise zaten anlayacak durumdayız. Öyle ya, proletarya diktatörlüğünü yıkmak için burjuvazi ve faşizmle işbirliği yaparak “politik devrimi” örgütlemeye çalışanların bu sonuçlara hazırlıklı olması gerekirdi, çünkü “Gülü seven dikenine katlanır” değil mi!
Emperyalist ve gerici dünya, öteden beri, iğrenç bir kurnazlık ve sınır tanımaz ikiyüzlülükle, Stalin ve Hitler’in adını yan yana getirerek, her ikisini de cani, katil, kan içici, kan dökücü, canavar, psikopat, soykırımcı, işkenceci vs. olarak anmaya özel bir dikkat ve özen gösterirler. (Emperyalist bir birlik olan AB’nin geçtiğimiz yıllarda Hitler ve Stalin’i birlikte, insanlık suçu vs. işledikleri gerekçesiyle mahkum ettirme operasyonu hatırlansın!) Burjuvazinin dostu olan Troçkist hilebazlar takımı da aynı aşağılık taktiği öteden beri kullana gelmektedirler. Tarihte ilk kez, kapitalizmi, sömürüyü ortadan kaldırarak sosyalizmi başarıyla kuran Stalin’e (ve Sovyet proletaryasına ve halklarına karşı) Troçkistlerin duyduğu kin, adeta şuursuzdur; onlar her taşın altında Stalin’i aramakta, her kötülükten Stalin’i sorumlu tutmakta, burjuvazinin korkulu rüyası Stalin’i şeytan ilan etmektedirler. Stalin, Troçkizmin günah keçisidir. Troçkist burjuva aydın kini çok ünlü olan deve kinini de geçmiştir. Ama asla unutmamalıyız ki söz konusu Troçkist kin, ne sınıflar üstü ne de salt bireysel yenilgiden kaynaklanan bir kindir, bu kin ve intikam arzusu sınıf bilinçli burjuvazinin kinidir.
Öncelikle şunu vurgulamakta yarar bulunmaktadır: Troçki, SBKP(B)’den ısrarla hizip özgürlüğü tanınmasını ister. Parti bunu kesin bir tarzda reddeder. Bunun üzerine sayısız defa parti tüzüğünü çiğneyerek hizipler kurar. Parti içerisindeki hizipçileri, hizipleri hep kışkırtır. Giderek tüm Zinovyenist-Kamenevyenist (daha sonraki yıllarda Buharinistler de dahil) vb. muhalifleri/hizipleri Parti içerisinde, illegal temelde örgütleyerek sözde “Bolşevik-Leninist partisi”ni kurar. Ayrı bir merkezi, disiplini, programı ve yer altı matbaaları olan bir Troçkist partidir söz konusu olan. Hain Troçki, daha ülkedeyken, henüz SBKP(B) üyesiyken bu partiyi kurmuştur.
Troçki ve Troçkizm, 30’lu yıllarda bir yandan “antrizm” (sızma) taktiği aracılığıyla SBKP(B)’de, III. Enternasyonal’de örgütlenirken, öte yandan da SBKP (B) dışında Troçkist gizli/komplocu partisini geliştirmeye çalışmıştır. Zaten Bolşevik Parti, uzun bir ideolojik ve siyasi evrim geçirip siyasal bakımdan tümden yozlaşarak bir ilkesizler topluluğu, bir siyasal sahtekarlar çetesi haline gelen sözde muhalefetten kurtulduğu içindir ki, bu koşullarda Troçkist çete, Bolşevik Parti’de açık muhalefet yürütme şansına da sahip değildi.
  Yukarıdaki alıntılardan da görülebileceği gibi, ikinci nokta, proletarya diktatörlüğünün “bürokratik karşı devrimci bir diktatörlük” ilan edilmesidir. İşte Troçkizm ve ardılları “sürekli devrim”, “uluslararası devrim”, “bürokrasiye” karşı mücadele sloganları altında, dünya proletaryasını böyle bilinçlendirip(!) militan(!)mücadelelere hazırlıyorlardı. Uluslararası işçi sınıfı, halklar, ezilenler yerküremizin dört bir yanında, “Yaşasın SSCB!”, “Yaşasın sosyalizm’”, “Yaşasın Stalin!” sloganlarını haykırarak bir büyük umut ve azimle mücadele ederken, Troçkist hainler devrim ve sosyalizm cephesinin karşısında faşizm ve sermayeyle kol kola, SSCB’yi işte böyle yıkmaya, gözden düşürmeye çalışıyorlardı.
  Üçüncü nokta, Troçkizm, iç ve uluslararası proletaryanın asli görevinin, SSCB’deki proletaryanın diktatörlüğünü “devrimci kuvvet”le, “zor”la yıkmak olduğunu saptıyordu. Troçkizm’e göre, işçi sınıfı ayaklanmalı ve devrimci zorla bürokratik diktatörlüğü yıkmalı (“politik devrim”le), iktidarı yeniden ele geçirmeliydi, bir diğer ifadeyle, açık anlamıyla, iktidarı, dünya burjuvazisine, Hitler faşizmine ve Troçkist çeteye vermeliydiler.  Troçki ve çetesi burjuvazinin desteğinde bütün enerji ve yeteneğini, proletarya diktatörlüğünü yıkmaya adamıştı. Sızmalar, komplolar, suikastlar, iftiralar, cinayetler vb. gibi araçlar Troçkizm’in kullandığı kirli araçlardı.
  Dördüncü nokta, Mandel, özellikle 1934 yılından itibaren Troçki’nin tavrını sertleştirdiğini vurgular. Bu noktanın üzerinde durmadan geçemeyeceğiz. Ayrıca okuyucunun dikkatini bu noktaya da özellikle çekmek isteriz.
  Neydi 1934’lerde dünyanın gerçekleri? Özetleyelim:
SSCB’de, tarımda “İkinci Ekim Devrimi” olan kolektifleştirme atılımı büyük bir başarıyla istim üzerinde ilerliyordu. SSCB’de sosyalizmin inşası her bakımdan gelişiyordu. SSCB, artık Çarlık döneminin o geri ülkesi değildi. SSCB’nin dünya işçi ve emekçileri, ezilenleri üzerindeki devrimci etkisi devleşerek büyüyordu. Kapitalizmin genel ekonomik krizinin en yıkıcısı olan 1929-33 ekonomik krizinin etkisi hala çok canlıydı ve küresel ölçekte anti kapitalist devrimci tepkiler güçlüydü. Dünya ölçeğinde faşizm tehlikesi hızla yükseliyordu. Üçlü faşist kamp, Nazi Almanya’sının önderliğinde yeni bir emperyalist savaş kışkırtıcılığını hızla tırmandırıyordu. Emperyalist dünya ve Nazi Almanya’sı ve faşist kamp, SSCB’yi emperyalist ve faşist savaş ve işgal yoluyla yıkmada ortak bir iradeye sahipti. Dünya devrim dalgası yavaş yavaş geri çekiliyordu. SSCB etrafındaki faşist çember gitgide daralıyordu. SSCB’ye geniş çaplı sızmalar vardı ve bu sızmalar, daha sonra açığa çıktığı gibi, Kızıl Ordu’nun genelkurmayına dek ulaşmıştı vb.
  İşte bu koşullarda, her ne hikmetse(!), hain Troçki’nin de tavrı daha da sertleşiyordu! Büyük temizlik harekatının ve kamuoyuna açık yapılan ünlü yargılamaların kanıtladığı gibi, Hitler faşizmiyle işbirliği içerisinde Troçkizm, söz konusu “sertleşme” politikasına bağlı olarak “politik devrim” için fedakarca(!) çalışıyordu.
  Yeridir, sorunun şu boyutları da ortaya konulmalıdır:
   Menşevikler, burjuva demokratik devrimin zaferiyle devrimci-demokratik özelliğini tüketerek, devrilmiş gericilikle, burjuvazi ve emperyalizm ile birleşmiş, Bolşevizm’e, devrime, sosyalizme karşı elde silah savaşmışlardı. Onlara göre, Rusya sosyalizm için olgunlaşmamıştı. Ekim Devrimi ile Lenin’in kişisel diktatörlüğü, Bolşevik azınlığın diktatörlüğü kurulmuş ve demokrasi boğazlanmıştı. Bolşevizm bir devrim değil, bir karşı-devrimdi. Bolşevik bürokratik dikta rejiminin yıkılması ve demokrasinin kurtarılması gerekiyordu ve bu yüce amaç için, her yol mubahtı.
  Troçkizm ise bu yola daha sonra girdi. Lenin’in ölümü ile Stalinci bürokratik karşı devrimin başladığını, dünya devrimi zafer kazanıp yardıma gelmeksizin Rusya’da sosyalizmin kurulamayacağını, yenilginin kesin bir kader olduğunu, Stalinist dikta yönetimini devirmek için “politik bir devrime” gerek olduğunu, sosyalist bir demokrasi rejiminin ancak “politik devrim”le yeniden kurulabileceğini vb. ileri sürerek, Bolşevizm’e, proletarya diktatörlüğüne, sosyalizme karşı mücadelede daha geç bir tarihte Menşeviklerle, devrilmiş gericilikle, burjuvazi ve uluslararası burjuvazi ile birleşerek, her türlü beyaz ve kızıl renklere bürünmüş terör dahil kirli burjuva mücadele biçimlerini kullanır hale geldi.
  Rusya’nın sosyalizm için olgunlaşmadığı, sosyalizmi kuramayacağı ve Avrupa proleter devriminin devletsel yardımı olmaksızın yıkılacağı üzerinde birleşerek, Bolşevizm’i ve sosyalizmi, proletarya diktatörlüğünü yıkma teori ve politikası, Troçkizm ve Menşevizm’in, II. Enternasyonal oportünizminin ortak paydası olmuştur. Unutmamalıyız ki, Troçkizm, ter yüz edilmiş Menşevizmdir. Lenin’in, Stalin’in bu vurgusu boşuna değildi.
  Lenin, devrim sürecindeki teorik ayrılıkların, gün gelir veya devrimin zaferiyle silahla çözülebilecek pratik-siyasal sorunlara dönüşebileceğini vurgulamıştır. Menşevizm ve ters yüz edilmiş Menşevizm olan Troçkizm ile Bolşevizm arasındaki ayrılıklarda bu türden ayrılıklardı. Menşevizm’e göre, Rusya devrimi burjuva demokratik bir devrim olduğu için, iktidar burjuvazinin olacaktı, olmalıydı. Üreci güçler yeterince gelişince, proletarya nüfusun büyük bir çoğunluğu haline gelince, proletarya iktidarı almalı ve sosyalizmi kurmalıydı. Tabii ki, burada da, zafere erişecek olan Avrupa devrimi Rusya’ya devlet yardımıyla gelerek, Rusya devriminin yenilgisini önleyecektir vb.
Nitekim Menşevikler, burjuva demokratik devrimin zaferiyle iktidarın burjuvaziye verilmesi gerektiğini savunarak, pratiklerinde de buna uygun davrandılar. Bolşeviklerin devrimi kesintisiz sosyalist devrime dönüştürerek proletarya diktatörlüğünü kurup, sosyalizmin inşasına girişmelerine karşı çıktılar ve giderek, sözde “Bolşevik karşı-devrime ve Bolşevik diktatörlüğe karşı” elde silah, burjuvazinin ve emperyalizmin kuyruğunda, proletaryanın ve halkların kanını dökmeye başladılar.
  Menşevizm, proletaryanın en geri kesimlerine dayanan küçük burjuva sınıf karakterine bağlı olarak, geçici ve göreli devrimci-demokratik rolünü devrimin birinci aşaması zafere eriştikten sonra hızla tüketerek, burjuvaziye yedeklendi, tipik bir kapitalist düzen savunucusu haline gelerek, proletaryanın sosyalist devrimine karşı, barikatın öteki tarafında mevzilendi.
Troçkizm de aynı kaderi biraz daha farklı yaşadı. Başlangıçta küçük burjuva devrimci karaktere sahip olan Troçki, devrimci niteliğinden dolayı, Bolşevik saflara katılarak Ekim Devrimi için savaştı. Bolşevikler Troçki’ye (ama teorisine değil) yeni bir fırsat tanımaktan geri durmadılar. En yetkili yerlere kadar yükselttiler. Ama ne var ki, Troçki, Bolşevizm’i özümsemiş biri değildi. Aksine Partiye katıldığı tarih kesitine kadar, Bolşevizm karşı savaşmıştı. Troçkizm, ne proletaryanın ne de emekçi köylülüğün devrimci potansiyeline, proletaryanın sınıf niteliğine güven duymuyordu. Küçük burjuva aydının kendini aşırı önemseyen, partiyi, sınıfı, kitleleri aşırı küçümseyen, tarihin kitlelerin değil de bireysel kahramanların eseri olduğunu düşünen sınıf tavrı, bu sübjektif idealizmi, Troçkizm’in tipik karakter özelliğiydi.
 Troçki, Avrupa devrimi zafer kazanmadan ve Rusya devrimine devletsel desteği ile yardıma koşmadan, SSCB’nin, proletarya diktatörlüğünün ayakta kalabileceğine bile inanmıyor ve yenilgiyi kaçınılamayacak bir kader olarak görüyordu. O’nun bu kafa yapısı (sürekli devrim teorisi ve siyaseti), kendini aşırı beğenen ve tapınan aydın bireyci karakteriyle birleştiğinde, Troçkizm, Bolşevizm’le bir kez daha savaşa tutuştu. Lenin’in prestiji o koşullarda o kadar yüksekti ki bay Troçki, Lenin’i doğrudan hedef alıp reddederek Leninizm’e karşı savaşa girme cüretini gösteremedi ve gösteremezdi de. Lenin’in ölümüyle birlikte, meydanı boş sanarak, Leninizm’e karşı açık ama “Stalinizm” söyleminin arkasına gizlenerek, yeniden kirli bir savaş başlattı.
SSCB’nin yaşamak ve ilerlemekle ölüm arasında bir tercih yapma sorunu bütün keskinliği ile gündemleştiği koşullarda, sosyalist anavatana, proletaryaya ve öncüsüne ölüm tercihini dayattı. İşte O, bu tercihiyle kendi ölüm fermanını da imzalamış oluyordu. 1923 ile başlayan süreçte, SBKP(B)’yi, Stalin’i, sosyalizmi ve proletarya diktatörlüğünü karşı-devrim olarak ilan etti. Ve tüm yeteneklerini proletarya diktatörlüğünün yenilgisi, sosyalist inşanın çökmesi üzerinde yoğunlaştırdı. O, bu teori ve eylem çizgisiyle, Parti’nin ve Stalin’in inanılmaz kazanma çabası ve esnekliğine karşın, inatla karşı devrim yoluna girme ve giderek burjuvazi ve faşizmle birleşme çizgisinde ilerledi. Troçkizm’le Bolşevizm arasındaki teorik ayrılıklar, sosyalist inşa ve proletarya diktatörlüğü koşullarında, pratik-siyasal sorunlar haline geldi; bu süreçte Troçkizm, devrimci karakterini hızla tüketerek, burjuvazinin cephesine geçti. Böylece tüm yaşamını sosyalizmi yıkma kavgasına adayarak, burjuvazinin elinde kirli/paslı bir silah olarak kullanılageldi.
İktidarsızlık ve yaygaracılık, Troçkizm’in ve IV. Enternasyonal’in karakteridir. 100 yıllık emperyalizm ve proleter devrimler çağına bakın: Bu tarihte, Troçkist hareketin, hemen hemen, hiçbir yerde, hiçbir önemli dönemeçte vb. ciddi bir yer ve ağırlığa sahip olmadığını göreceksiniz. Derin mi derin(!) teorileri ile övünen Troçkizm (ve hempalarının), genel olarak, bir aydın çevresi, bir ideolojik akım, akademik tartışmalar yapan bir burjuva kulübü olarak kaldığını, amip gibi sürekli bölündüğünü ve ciddi bir siyasal harekete dönüşemediğini herkes görmektedir. (Bkz, Ernest Mandel, Kent Ake Andersson, John Ross, Enternasyonalizm ve Dördüncü Enternasyonal, Sosyalizmin Geleceği, “ Dördüncü Enternasyonal’in Kısa Tarihi”) Tipik bir dogmatizm ve sınır tanımayan bir Stalin düşmanlığı, Troçkizm’e damgasını basmaktadır. Yaşamı, sözde bürokrasiye karşı mücadeleyle geçmesine ve bürokrasi üzerine sayısız konuşma yapmasına, demeç vermesine ve yazmasına karşın Troçki, gerçekten de bürokratların şahıdır. Öyle ki, sendikaları bile bir askeri orduyu yönetir gibi yönetmek gerektiğini ateşli bir biçimde savunabilmiştir. Demek ki, iki lafın birinde “bürokratizm” e çatmakla, hiç kimse ve hiçbir siyasal akım bürokratizmden kurtulamaz, yaman bir Leninist olamaz. Troçki, Troçkizm ve Troçkistler daima kendisine ve kendilerine en aşırı liberalizmi, Leninizm’e ve muhaliflerine karşı en sınır tanımaz sektarizmi uygulayan ve uygulayarak gelmiş ve böyle de devam eden bir akımdır. Hatırlatmak gereksizdir ki, Troçki ve Troçkistler çifte standardın ustalarıdır.
Troçkistler, II. Dünya Savaşı’nın çıkmasının suçlusunun Stalin olduğunu ileri sürebilmektedirler. Bu cümleleri okuyan okuyucular belki şaka yaptığımızı, belki de aşırı bir öfke nöbeti anında bu sözleri yazdığımızı sanabilir veya düşünebilirler. Hayır, söylediklerimiz ne bir şaka ne de bir öfke anında yazılmış satırlardır. Buyurun, hep birlikte okuyalım IV. Enternasyonalin ideolojik önderi Mandel’den; kendisine sorulan “Stalin bir tarihsel zorunluluk muydu?” sorusunu yanıtlarken Mandel, şunları söyler:
“Hayır. Stalin bir tarihsel zorunluluk değildi….Stalin’in zaferi aynı zamanda Hitler’in zaferine yol açtı. 1930-33 arasında Almanya’da Hitler’in zaferi bal gibi engellenebilirdi. Stalin’in Üçüncü Enternasyonal’e ve Alman örgütüne dayattığı canice politika Hitler’in iktidara gelmesinde birinci derecede sorumludur. Ki, bu Hitler’in zaferi gerek tüm insanlığa gerek Sovyetler Birliği’ne çok pahalıya mal olmuştur. Stalin’in zaferinin bir diğer sonucu da İspanyol devriminin yenilgiye uğraması olmuştur. Ve neredeyse kazanmak üzere olan İspanyol devrimi eğer zafere ulaşabilseydi, hem İkinci Dünya Savaşı’nı engelleyebilirdi hem de hemen hemen aynı anda İtalyan faşizminin yıkılmasına yol açardı.” (İstanbul Konferansı, s. 32)
Ki bu iftiralar, başta Troçki olmak üzere oportünistler tarafından üretilmiş ve öteden beri propagandası edilegelen iftiralardır. Bu değerlendirmelerin aşırı demagojik karakteri bir yana, Troçkizm’in sosyalizm ve Stalin düşmanlığını göstermesi bakımından da çok çarpıcı bir örnektir. Bu iğrenç değerlendirmelerden de görebileceği gibi, “Deveye binen çalı arkasına gizlenemez!”
II. Dünya Savaşı’nın sorumlusu olan emperyalizmi ve faşizmi, emperyalist savaşların ve faşizmin kaynağı olan emperyalizmi aklayarak (ki, Troçkistlerin burjuvazi ve kapitalizm savunuculuğu birde bu noktadan çıplak görülüyor), emperyalizm ve faşizmin suçlarını da Stalin’e yıkan Toçki ve Troçkistler, II. Dünya Savaşı’nı proletarya diktatörlüğünü yıkmanın bir tarihi fırsatı olarak görür ve değerlendirirler. Konuyla ilgili ( bazı ayrılıklarına rağmen kendisi de bir Troçkist olan) Orhan Dilber, şunları yazar:
“…üstelik Troçki’nin doğrulanmayan bir çok tahmini de vardır; ve Troçki’nin  bu konudaki asıl beklentisi, görünenin aksine doğru çıkmamıştır. Troçki’nin ve Dördüncü Enternasyonal militanlarının asıl beklentileri, SSCB’deki rejimin II. Dünya Savaşı’nın ardından, dünya devriminin yeni bir atılımıyla ve işçi sınıfının bir ayaklanmasıyla yıkılmasıydı. Üstelik bunun Dördüncü Enternasyonal’in bayrağı altında gerçekleşeceğini iddia etmişlerdi. Bunu istemek ve beklemekle kalmayıp bunun için zor koşullarda çok sınırlı güçlerle tek başlarına mücadele etmişlerdi de.” (İlker Aktükün, SSCB’den BDT’ye Nasıl Varıldı, Marksist Bir Tahlil İçin Saptamalar Kitabına Sunuş, s. 30)
Troçkistler, II. Dünya Savaşı’nın yeni bir “devrimci atılıma” yol açacağını bekliyorlardı. Ama söz konusu atılım, Troçki ve hempalarının beklediği türeden bir faşist ve Troçkist karşı devrim (yani “devrim”!) olmadı, aksine gerçekte devrimci atılım Stalin önderliğindeki SSCB tarafından yönlendirildi ve sosyalist bir kampın doğuşuyla sonuçlandı. Evet, Troçkist hainler, emperyalist ve faşist savaşta SSCB’nin yenilgisini ve böylece kendilerinin iktidara gelecekleri bir “atılım”ı kaçınılmaz görüyorlardı; eee, ne de olsa, “Aç tavuğun kendisini darı ambarında görür.”
Asıl önem taşıyan nokta ise, şudur: Troçki, proletarya diktatörlüğünün faşist kamp tarafından yenilgisini kaçınılmaz görüyor ve bekliyordu. 1938 yılında Troçki ve onun tarafından kurulan IV. Enternasyonal, SSCB’nin yenilgisiyle birlikte kendilerinin kukla bir sömürge yönetiminin başına getirilebileceklerini umuyor ve bekliyorlardı. Emperyalist ve faşist dünya, tıpkı Troçkistlerimiz gibi, SSCB’nin emperyalist savaş yoluyla nispeten kolay yenileceğini sanıyorlardı. Onlar, Stalinist dikta rejimi altında sözde inim inim inleyen(!) Sovyet halkı ve birlik üyesi ulusların içerden ayaklanarak, faşist işgalle birleşerek sosyalizmi kolayca tasfiye edebilecekleri beklentisi içerisindeydiler. Daha da önemlisi, Troçkistlerin benzer beklentisiydi. Faşizm ve Troçkizm, bu amaç için bir bağlaşma içerisindeydi. Ama gerek emperyalizm ve faşizm, gerekse de Troçkizm bir kez daha ağır ve rezil bir yenilgiye uğradılar. SSCB işçi sınıfı, kolhozcu köylülük, sosyalist uluslar ailesi Stalin önderliğinde diş ile tırnak ile savaşırken, milyonlarca komünist ve emekçi “Sosyalist Anavatan İçin!”, “Stalin İçin!” sloganları ile tetiğe basar ve şehit düşerken ve Sovyet halkının tarihte eşi görülmemiş bir fedakarlık ve kararlılıkla yürüttüğü Büyük Anti-Faşist Yurtsever Savaş, tüm dünya halkları ve işçi sınıfı, komünistler ve devrimciler ve anti-faşistler için muazzam bir ilham ve atılım kaynağı olurken, faşist canavarlarla birleşen Troçkist hainler, faşist düşman Moskova önlerine dayandığı bir kesitte, illegal basılmış “ Kahrolsun Hitler, Kahrolsun Stalin!” başlıklı bildirileri Moskova sokaklarında dağıtabiliyorlardı. İşte Troçkizm budur.
Evet, Troçki, Troçkizm, IV. Enternasyonal SSCB’nin yenilgisini kaçınılmaz görüyordu. Troçki ve Troçkizm Ekim Devrimi’nden sonra da SSCB’nin yenilgisini kaçınılmaz görüyordu. Dikkat edilsin, Troçki(zm) daima bir felaket tellalı durumunda! Bu bir rastlantı olabilir mi? Elbette ki olamaz. Proletarya adına proletaryanın yenilgisi için çalışmak Troçkizm’in burjuva karakterinden kaynaklanmaktadır. Troçkizm’in Marksizm-Leninizm’e, proletaryaya, proleter devrime, dünya proletarya devrimine, sosyalizm ve komünizme asla güveni yoktur ve olmamıştır. Nitekim bunun sonucudur ki;
“Troçki soruyordu: ‘Sovyetler Birliğinin yaklaşan büyük savaştan (II. Dünya Savaşı-bn.) yenilmeksizin çıkacağını umabilir miyiz? İçten gelen bu soruya yine içten gelen bir cevap verebiliriz: eğer savaş savaş olarak kalırsa, Sovyetler Birliğinin yenilmesi kaçınılmazdır.(Ki Troçki’nin tek inancı da daima bu olmuştur!!!bn.) Teknik, ekonomik ve askeri anlamda emperyalizm kat kat üstündür. (İşte size büyük “Bolşevik-Leninist” Troçki’nin emperyalizmin yenilmezliğine olan ‘içten’ inancı!!!bn.) Batıda çıkacak bir ihtilal emperyalizmi felce uğratamadığı taktirde emperyalizm Ekim ihtilalinin rejimini silip süpürür.’ (Ama “silip süpür”emedi değil mi!!! Üstelik Batı’da da devrim zafer kazanmadı!!!bn.) Gerçi Batı kendi arasında bölünmüştü ama, ‘Sovyetler Birliğine askeri zafer kazandırmamak için’ eninde sonunda aralarında birleşebilirlerdi. (Ama birleşemediler. İşte size Leninist emperyalizm teorisinden de hiçbir şey anlamamış bay derin (!) Troçki!bn.)” (Troçki’den aktaran I. Deutscher, Kovulan Sosyalist, s. 378)
Troçki, “muhalefetin” ve Troçkistlerin SSCB’deki utanç verici ve ölümcül yenilgisine rağmen, kendini darı ambarında sanan aç tavuk misali, II. Dünya Savaşı sayesinde, “Anti-Stalinist güçlerin bozulmamış bir şekilde, siyasi bakımdan güçlü olarak yine de ortaya çıkacaklarını, ve özellikle savaş sırasında Stalin’i devireceklerini, savaşı zaferle ve devrimci sonuçlarıyla birlikte bitireceklerini umuyordu.” (age., s. 491) Ve yalnızca umut etmekle kalmıyor, bu uğurda da çalışıyorlardı. Ama Troçkizm’in ve yandaşlarının umudu her zamanki gibi, bir kez daha kırılmıştır. Emperyalizmin, faşizmin, sosyal demokrasinin ve Troçkizm’in SSCB hakkındaki tüm umutları daima boşa çıkmıştır. SSCB proletaryası ve halkları, dünya proletaryası ve halklarının da desteğini alarak hem faşizmi ezmiş, hem dünyanın üçte birini emperyalist dünya sisteminden kopararak sosyalist kampın doğuşuna önderlik etmiş, hem de Troçkizm’i dünya çapında teşhir ve tecrit etmeyi bilmiştir. Stalin ise adını, tarihe daha güçlü ve asla silinemez bir komünist lider olarak yazdırmıştır.
Troçki, II. Dünya Savaşı sürecinde, bir kez daha, proleter devrimin Batıda, emperyalist merkezlerde, bu sefer, zafer kazanacağını düşünüyordu. Deutscher’e göre buna her zamankinden de fazla inanıyordu. “Bütün modern sınıf mücadelelerinde kentlerin ister istemez önder olması onun değişmez prensibi idi; kentleri dışarıdan-köyden- ele geçiren isyancı bir hareket fikri onun için hem bir hayal hem de gerici bir hareketti. Ona göre, Batıda olduğu gibi Doğuda da devrimin ya gerçek anlamda proleter olması, ya da hiçbir zaman olmaması gerekirdi.” (I. Deutscher, Troçki, Kovulan Sosyalist, s. 501, iba., Ekim 1974, Ağaoğlu Yayınevi) İşte size Troçki ve “derin teorisi”!..
Kendisine ihanet ettiği devrimi; ihanete ve yenilgiye, teslimiyete, dönekliğe zorladığı devrimi “İhanete Uğrayan Devrim” olarak lanse eden bay Troçki, evet, gerçekte, sahte solcu söylemle, açıkça uluslararası sermaye için çalışmıştır. Kapitalizmin, emperyalizmin yenilmezliğine inanmıştır. Devrimci lafazanlığın ardına gizlenerek proletaryaya, Marksizm-Leninizm’e karşı savaşmış, sosyalizm ve komünizmin zaferine ise asla inanmamıştır. Daima proletaryaya, komünistlere “yenilgi kaçınılmazdır!” kaderciliğini ve tasfiyeciliğini dayatmıştır. Bundandır ki ve Troçkizm’in sınırsız “Stalinizm” düşmanlığından dolayıdır ki, Troçkizm’den etkilenen, Troçkizm’i savunan pek çok aydın, militan kolayca çıplak anti-komünizme kaymış ya da kolayca kapağı Troçkizm’den açık burjuva saflara atmıştır. Troçkizm, burjuvazinin saflarına sürekli bir şekilde “taze kan” taşıyan bir kirli nehir, bir geçiş köprüsü olmuştur. Bu, Troçki hayattayken de ve ölümünden sonra da bilinen bir gerçektir. Neo-faşist Bush kliğinin “neo-con” ideologlarının bir kısmının eski Troçkist olması da bundandır. Troçki’nin insiyatif ve yönlendirmesiyle kurulan sözde Moskova Mahkemelerinin iftiralarına vs. karşı “Troçki’yi Savunma Komiteleri”nin “daha çok ünlü Stalin düşmanlarından ve eskidenberi komünizm düşmanlığı ile tanınmış kimselerden” (I. Deutscher) oluşması da bu konuda çok somut fikir veren olgulardan birisidir. Mandellerin, IV. Enternasyonal’in ve pek çok Troçkist çevrenin sayısız ülkede burjuva partileri desteklemesi, sosyal-demokrat, işçi partisi vb. gibi adlarla siyaset yapan burjuvazi ile seçim vb. ittifaklar kurması, hep burjuvazinin kuyruğu olması rastlantı değildir. C. Harman gibi Troçkistlerin uluslararası burjuvazinin enerjik desteğiyle, Lenin ve Stalin’in SSCB’sini daha baştan tekelci devlet kapitalizmi ilan ederek proletarya sosyalizmini dünya proletaryası ve halkları nezdinde teşhir etmesi, gözden düşürme sistematik çalışmasını yürütmesi rastlantısal değildir.
Troçki, Troçkizm ve sözde IV. Enternasyonal daima uluslararası sermayenin Marksizm-Leninizm’e, sosyalist SSCB’ye, III. Enternasyonal’e, dünya devrim ve sosyalizm mücadelesine karşı anti-komünist saldırı silahı olmuştur. Troçkizm, burjuvazinin proletaryaya, burjuva ideolojisinin proleter ideolojiye, kapitalizmin sosyalizme karşı anti-komünist mücadelesinin etkin bir silahı olmuş ve komünizm maskeli bir kirli provokasyon, ideolojik bozgunculuk ve kapsamlı saldırı aracı olarak işlevli roller oynamıştır. Emperyalizm ve gericilik, Ekim Devrimi’e katılmış, ilk sosyalist devletin yöneticilerinden biri olmuş Troçki gibi birinin ihanet ve dönekliğine, bulunmaz bir Hint kumaşı gibi sarılarak ve kullanarak, dünya çapında devrimi, sosyalizmi, SSCB’yi gözden düşürmede çok büyük bir olanak ele geçirerek tepe tepe kullanmıştır. Marksizm-Leninizm’e, devrim ve sosyalizme, SSCB’ye karşı bilinçli düşmanlık emperyalizm ile Troçki’nin, Troçkizm’in üzerinde sağlam bir ittifak kurdukları ortak payda olmuştur. Bu payda uluslararası sermayeyi ve Troçkizm’in birleşik cephesinin iç yüzünü de açıklamaktadır. Troçki’nin, sözde “G.P.U.nun kendisine ve taraftarlarına karşı yönelttiği kanlı faaliyetleri açıklamak” gerekçesi ile 1939 yılı sonuna doğru, Amerikan Temsilciler Meclisi’nin “Amerikan aleyhtarı faaliyetleri incelemekle” görevli “Dies Komitesi” önünde tanıklık yapmak için ABD’ye gitmeyi kabul etmesi de söz konusu niteliğinin çarpıcı bir yansımasıydı. Ki “Dies Komitesi” Amerikan emperyalist tekelci burjuvazisinin sınıf bilinçli saldırgan anti-komünist baskı ve saldırı silahıydı. Komite, Amerika Komünist Partisi’nin “yabancı bir devletin ajanı olduğu” gerekçesi ile SSCB ve III. Enternasyonal yanlısı partiyi kapatmak istiyordu. Dies Komitesi eğer vazgeçmeseydi, Troçki, komite önüne çıkacaktı. “Bu komite Senetör McCarthy’in bindokuzyüz ellilerde başkanlık ettiği ünlü solcu avı komitesinin başlangıcı olmuştur.” (I. Deutscher, age., s. 561, italikler bana aittir.) Kuşkusuz ki Troçki’nin başarısız kalan bu girişimi, Troçkizm’in sınırsız burjuva kin ve saldırganlığının çarpıcı ifadelerinden biri olarak tarihe kaydını düşmüştür.
İşte Troçkizm ve IV. Enternasyonal budur. Troçki’nin, Troçkizm’in, IV. Enternasyonal’in devrimci olduğunu, Marksizm’in eğilimlerinden birisini oluşturduğunu, Troçkistlerin “Marksizm tabanı üzerinde ve içerisinde” durduğunu savunanlar ya aklını yemişlerdir, ya cahildirler, ya Troçkizm’in ideolojik girdabına kapılmışlardır ya da Troçkist “antrizm taktiği”nin uzantıları ve uygulayıcılarıdırlar.
                                           III
Troçkizm’in tarihi, Marksizm-Leninizm’e karşı, proletarya diktatörlüğü ve sosyalist inşaya karşı, yıkıcı ve her bir aşamada uluslararası burjuvaziyle birleşerek yeniden ve yeniden yıkma savaşımının tarihidir. Troçkizm, teorik ve pratik olarak, dünya proletaryasına ve uluslararası proleter devrime karşı ve bunun bir parçası olarak tek tek geri ülkelerde kesintisiz devrime karşı ve sosyalizmin inşasına karşı cephenin öte tarafında, burjuvazinin cephesinde yer alan küçük burjuva karşı devrimci bir akımdır. Bu tarihsel siyasal gerçekleri bir an olsun bile asla unutamayız ve unutulmamalıdır.
Troçkistler başından sonuna dek, Uluslararası Komünist Hareket’ten ve Sosyalist Kamp’tan atılan emperyalizmin truva atı Titoizm’i desteklediler.  Stalin’i ve sosyalizmi tasfiye ederek kapitalizmi yeni bir yoldan kurmaya yönelen Kruşçev modern revizyonizmini ve yeni tip burjuvazinin revizyonist bürokratik karşı-devrimini desteklediler. Kruşçev modern revizyonizmine karşı başkaldıran Avro-komünizmi desteklediler. ÇKP ile Kruşçev arasında ortaya çıkan ayrılıklar karşısında Çin revizyonizmini desteklediler. Yaptıkları en iyi şey, daima burjuvazinin kuyruğu olmak, burjuvazinin bir kanadına yedeklenmek olmuştur Troçkistlerin. “Dünya devrimi”, “enternasyonalizm” vb. sahte söylemiyle bu niteliklerini örtmeye çalıştılar hep. Ama hiçbir zaman Troçkist mızrak, çuvala sığmadı ve sığamayacak da. Teorinin de, tarihsel deneyiminin de kanıtladığı ve kanıtlamaya devam edeceği bilimsel devrimci gerçek budur ve bu olacaktır.
 Troçkizm, devrimin değil karşı-devrimin bir parçasıdır. Troçkizm’i öven ve destekleyen ve itibarını iade eden daima burjuvazi ve yeni burjuvazi olmuştur. Burjuvazi ve revizyonist burjuvazinin demagojik sözde Troçkizm “eleştiri”lerine rağmen gerçek budur. Mandellerin, IV. Enternasyonal’in o çokça vurguladıkları geniş kitlelerin saflarında sosyalizme güven kaybının yarattığı yıkıcı sonuçların gelişmesinde Troçkizm’in  katkısı az olmamıştır ve daima bundan memnun kalan da burjuvazi olmuştur. Kapitalist-revizyonist kampın dağılmasını bulunmaz bir nimet olarak gören ve dizginsiz bir sevinçle hemen üzerine atlayan Troçkist hainler, bu kampın dağılışını “Stalinizmin iflası” olarak lanse etmişlerdir. Sosyal-emperyalist kampın dağılışını politik olarak güç toplayacaklarını düşünerek, dünya burjuvazisinin, söz konusu çözülüşe önderlik eden burjuvazinin enerjik destek ve kollayıcılığında, yeni bir anti-Stalinist kampanyaya girişmenin fırsatı haline getirdiler. Troçkizm ve Troçkistler, sosyal emperyalist kampın dağılışıyla, tarihte görülmemiş ölçekte ortaya çıkan yenilgi ve azgın karşı devrim döneminden beslenmeyi asli görevleri olarak görmüş ve fütursuzca yükselen gericilik dalgasına tutunmaya çalışmışlardır. Gerçi bu tablo Troçkizm’e çok da yakışmaktadır doğrusu. Şu sözler de bunun itirafıdır:
“ …Nitekim Dördüncü Enternasyonal komünizmin bunalımını aşabilmektedir, çünkü onu oluşturan gelenek ve kadrolar 70 yılı aşkın bir süredir Stalinizme karşı koymuşlardır ve dolayısıyla kararlı bir biçimde, Stalinizme karşı olan kitlelerin gözünde inandırıcılığını yitirmeyen, gerilemeyip hala gelişebilen de bir tek o vardır.” (Enternasyonalizm ve Dördüncü Enternasyonal- Sosyalizmin Geleceği, s. 113, Yazın Yay.)
Demek ki yalnız dünya burjuvazisi değil, bir de aynı kin ve nefretle, daima ve her saniye, Stalin’e, Marksizm-Leninizm’e, proleter devrime, sosyalizme (yani “Stalinizm”e) karşı mücadele eden Troçkizm varmış ve kuşkusuz bu, bir olgu. Çünkü Troçkizm daima dünya burjuvazisinin hizmetinde olmuştur. İşte bundandır ki emperyalizm ve gericilikle Troçkizm’i daima omuz omuza görmekteyiz. Dile kolay, kendilerinin ifadeleriyle 70 yıldır bu hizmeti sunagelmişlerdir! Vurgulamanın yeridir: Troçkizm’in stratejik çekirdeği antikomünisttir. Troçkizm’in antikomünizmi, dünya burjuvazisinin organik bileşenidir. Dünya burjuvazisi, başta da en önemli emperyalist devletler, Troçkizm kılık ve suretinde devrime, sosyalizme, komünizme, Marksizm-Leninizm’e karşı dizginsiz bir psikolojik savaş yürütmüştür, yürütmektedir, yürütmeye de devam edecektir. İşte “Stalinizm” düşmanlığının özü ve özeti budur!
Troçki’nin itibarı, bir zamanlar Troçkist saflarda yer almış olan Kruşçev tarafından (56 sonrası) iade edilmek istenmiş (Kaganoviç’in açıklaması) ama koşullar uygun görülmediğinden bu girişimden vazgeçilmiştir. Troçkistlerin de beklentisi bu doğrultudaydı ama beklentileri o gün için gerçekleşmedi. Kruşçevci modern revizyonist karşı devrimin Troçki’ye “itibar”ını iade etmeye çalışması anlaşılır olduğu gibi, Troçkizm’in, kızıl maskeli bir beyaz karşı devrim olan ve sosyalizmi her bakımdan tasfiye ederek kapitalizmi kurmayı amaçlayan Kruşçevizm’i desteklemesi de anlaşılırdır; çünkü aynı kampın, aynı sınıfın çıkarlarını temsil etmektedirler kendi işlevleri içinde. En nihayetinde sorun açık ve nettir: Sosyalizmi yıkmak, dünya devrimini önlemek! Kruşçevci ve Troçkici “anti-Stalinizm” denen şeyin kendisi de budur zaten.
Peki, acaba Troçki’ye “itibar”ı ne zaman ve en önemlisi kim veya kimler tarafından iade edildi? “Bana dostunu söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim!” atasözünün ışığında sorunu aydınlatan açıklamayı hep birlikte okuyalım bay Mandel’den:
“Ve sonunda Sovyetler Birliği’nde Glasnost ile bir sonraki belirleyici değişime gelindi…
“Aradan geçen sürede eski Sovyetler Birliği’nde gerçek zafere ulaştı. Moskova davalarının tüm sanıkları resmen mahkeme kararı ile itibarına kavuştular. Dava kararları gerekçesiz ve yalan bulunarak bir anlamda yargılandı. Stalin’in yalan makinesinin maskesi düştü. Ve daha da önemlisi: gerçek uğruna mücadele, özellikle tarihi gerçek uğruna mücadele artık demokratikleşme için, derin sistem krizine karşı ve uygun politik yöneliş yolunda mücadelenin vazgeçilmez bir unsuru olarak görülecektir.
“Troçki 1937  Ağustosu’nda şunları yazar: ‘büyük tarihi amaçlar uğruna sert önlemlere başvurulursa insan hafızası alicenaptır. Ama tarih, yeni doymak bilmez keyfilik ve çıkarlar uğruna kurban edilen bir tek damla kanı bile affetmeyecektir. Tarihin işlenen suçun boyutuna en uygun cezayı vereceğinin sarsılmaz bilinci ahlaki duygular için en büyük tatmindir. Devrim tüm gizli dolapları açacak, tüm davaları kontrol edecek, karalananları beraat ettirecek, keyfiliğin kurbanlarına anıtlar dikecek ve cellatların ismini sonsuz lanetle örtecektir.’
“Aradan geçen sürede bu öngörülerin hepsi gerçekleşti…” (AOT, s. 76-77)
Demek ki Troçki’nin “bu öngörüleri”nin “hepsi” gerçekleşmiş. Yani, SB’de bir devrim gerçekleşmiş, tüm gizli dolaplar açılmış, incelenmiş, kurbanların itibarları iade edilmiş vs. İşte size Troçki’nin, Mandellerin, IV. Enternasyonal’in “devrim” anlayışı! Böyle bir devrim bizden uzak olsun; ama bu devrim anlayışı Troçkizm’e doğrusu tam yakışıyor. Ama biz, burada da durmayacak, bu sefillerin gerçek yüzlerini sergilemeye ve burjuvazinin bilinçli uşakları olduklarını sergilemeye devam edeceğiz.
Birinci olarak, Gorbaçov ve kliği ve yeni tip burjuvazi, emperyalizmin desteğinde, Troçki gibilerinin itibarını iade ederek, bu unsurların devrim ve sosyalizm düşmanı karakterlerini bir kez daha çarpıcı olarak sergilemiş oldu. Affedilip itibarları iade edilenler sosyalizmin ve proletarya diktatörlüğünün düşmanları olmuştur. Bir devrimci bunu desteklemek bir yana nefretle anar ve karşı mücadele yürütür.
İkinci olarak, açılan(!) gizli dolaplar sadece revizyonist bürokratik burjuvaziye, hatta onun bile dar bir kısmına açılmıştır. Bir gün emperyalistlerin ve yeni burjuvazinin gizli kasaları elbette ki devrim tarafından açılacaktır. Ve inanıyoruz ki, bu gizli kirli kasalardan Troçkizm’in ihanet ve burjuvazi ile işbirliğinin çarpıcı belgeleri de bir lağım gibi ortaya saçılacaktır. Gorbaçovcuların yaptığı şey, yeni politik yönelişlerine bağlı olarak yeni bir tarih yazımıdır. Yoksa iddia edildiği gibi söz konusu olan ne devrim ne de gizli kasaların açılmasıdır. Troçkist hainler tüm bunları da işçi sınıfından gizleyerek, devrimcileri ve halkları aldatarak revizyonist burjuvazinin ve burjuvazinin kuyrukçuluğunu yapıyorlar.
Üçüncü olarak, sosyalizmin ve proletarya diktatörlüğünün düşmanlarını aklama taktiğini uygulayanların amaçlarına ve niteliklerine de kısaca göz gezdirmekte yarar bulunmaktadır. Troçki’ye itibarını iade eden yeni tip burjuvazinin Gorbaçovcu kliği, 56’da başlayan revizyonist karşı devrimin ve sosyal emperyalizmin son temsilcisidir ve revizyonist karşı-devrim içinde, daha koyu bir karşı-devrime geçişin ön koşullarını hazırlayan bir misyon üstlenmiştir. Gorbaçov eliyle gerçekleştirilen şey, bürokratik tekelci kapitalizmden klasik kapitalist yapıya temkinli geçiştir, bu geçişi en az kayıp çizgisinde kolaylaştırma ve gerçekleştirmedir. Biliyoruz ki, Gorbaçov’la başlayan süreçle birlikte, revizyonist karşı-devrimden daha koyu bir gericilik dönemine girilmiştir. İşte Troçki vb. proletarya düşmanlarının itibarları bu çerçevede iade edilmiştir. Herhalde bu süreçte ve bu sürecin temsilcilerinin eliyle itibar iadeleri, bir onur değil şerefsizlik olsa gerek. Elbette ki burjuvazi,  can düşmanı olan Stalin’i değil de, kendi can dostları ve müttefikleri olan Troçkistleri, Zinovyevistleri, Buharincileri vb. vb. onore edecekti. Ayrıca burjuvazi, Stalinist” bir sosyalizm yerine Troçkist vb. bir “sosyalizm” akımının gelişmesinden yanadır; ki, aklama faaliyetinin orta ve uzun vadeli hedeflerinden birisini ve asıl yanını da bu olgu oluşturmuştur, oluşturmaktadır.
Troçki’ye vb. gibilerine, devrim ve sosyalizm düşmanlarına “itibarlarını” iade eden ve Mandeller tarafından yoldaşça alkışlanan Gorbaçov’un şu sözlerini bir kez daha aktarıyoruz:
“Tüm arzum komünizmi, tüm halk üzerindeki diktatörlüğü tasfiye etmekti… Bunu ancak üst düzey makama gelerek yapabileceğimi biliyordum… Batıyı iyice tanıdıktan sonra kesin kararımı verdim. Tüm SBKP ve SSCB aygıtının yok edilmesi gerektiğine kara verdim. Aynı zamanda bunu tüm sosyalist ülkelerde de yapmalıydım. Benim tüm idealim sosyal demokrasiye giden yoldu. Ancak bu sistme halka yararlı olabilir. Bu arayışı sonuna kadar götürmeye karar verdim. Benimle aynı görüşte olan Yakovlev, Şevardnaze gibi bazı arkadaşlar buldum. Hepsi SSCB’de komünizmin dağıtılması işinde teşekkürü hak etmişlerdir.
“Komünizm olmadan dünya daha iyi gitmektedir. 2000 yılından sonra dünya daha iyi olacak, çünkü gelişecek ve zenginleşecek…
“Yeltsin SSCB’yi dağıttığında ben o sırada Kremlin’de değildim. Tüm gazetelerden muhabirler bana ağlayıp ağlamadığımı sordular. Ağlamamıştım, çünkü komünizmi yok etmeyi gerçekten başarmıştım ve Avrupaki sosyalist ülkelerde de. Ağlamadım çünkü esas amacıma ulaşmıştım, ki o da Avrupa’da komünizmin yenilgisiydi. Ama şunu da bilmeliyiz ki komünizm Asya’da da yenilmelidir. Tüm dünyada demokrasi ve özgürlüğe geçiş daha çabuk böyle mümkün olabilir.
“…şimdi tüm dünyada komünizmin son kalıntıları temizlenmeli.” (1995 yılında M. Gorbaçov’un Ankara’da gazetecilerle yaptığı toplantıda söylediği sözlerdir.)
Açık ki bilinçli bir anti-komünist, sınıf bilinçli bir burjuva olan, devrim ve sosyalizme, Marksizm-Leninizm’e ve komünizme sınırsız bir sınıf kini duyan Gorbaçov ve Gorbaçovlar, burjuva sınıf çıkarları ve dünya burjuvazisinin sınıfsal çıkarları ve kardeşliği gereği devrim ve sosyalizmin, Lenin ve Stalin’in düşmanlarının itibarlarını iade etmişlerdir. Troçki de bunlardan biri ve başta geleni. Gorbaçov(lar), söz konusu iade-i itibarları kendilerini hala “sosyalist”, “komünist” göstermeye gereksinim duyarken yapmışlardı. Gorbaçov’un yukarıdaki açıklamaları Troçki gibilerinin, Mandel gibilerinin neme nem “Marksist”ler “Bolşevik-Leninist”ler olduğunu da çok çarpıcı bir şekilde segilemektedirler. Eee, boşuna dememişler “Bana dostunu söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim!” Daha fazla söze gerek var mı!!! Bu gerçekler karşısında Troçkistlerin tavrı ve yanıtının ne olacağı da zaten açıktır: “Yalancının yüzüne tükürmüşler, ‘ohhh yağmur yağdı’demiş!” Geçmeden yeniden vurgulayalım: Troçkizm’in stratejik çekirdeği, evet, bilinçli anti-komünistlerden oluşmuştur, oluşmaktadır. Böyle gelmiş, böyle de gidecektir.
Yukarıdaki tablonun ardından, şimdi, hep birlikte Mandel’in Troçki hakkındaki şu değerlendirmesini okuyabiliriz:
“Ama tarihi deneyimlerin ışığında, tüm düşünürler ve sosyalist politikacılar arasında Troçki’nin yaşadığımız çağın önemli sorunlarını en açık biçimde kavrayan ve en uygun çözümleri üreten kişi olduğu kuşku götürmez.” (AOT, s. 10)
“Troçki 20. yüzyılın bütün önemli sosyalistleri arasında çağımızın büyük gelişme eğilimlerini ve karşıtlıklarını en iyi teşhis eden ve uluslararası işçi hareketinin buna denk düşen kurtuluş stratejisini en açık biçimde formüle eden kişidir.” (age., s. 11)
“…Troçki’nin teorik ve politik düşüncesinin bir eşi daha yoktur.” (s. 23)
Bu sözde değerlendirmeler üzerine yorumu okuyuculara bırakarak geçiyoruz.
                                     IV
Troçkizm’in SSCB’de yaşanan kapitalist restorasyon sürecine bakış açısını ve şu ünlü “bürokrasi” tahlilini artık daha yakından inceleyebiliriz.
Bu konuda Troçkist hareket içerisinde farklı eğilimler bulunmaktadır. Biz burada, Mandel tarafından temsil edilen IV. Enternasyonal’in görüşlerini eleştirmekle kendimizi sınırlayacağız. Çünkü Troçkizm’i en iyi temsil eden ve en örgütlü Troçkist akımı IV. Enternasyonal hareketi oluşturmaktadır. Ancak sorunun bu yanı hakkında bir fikir oluşması için, E. Mandel’in bir diğer Troçkist olan Chrıs üzerine yaptığı tartışmaları kitaplaştırmış olan IV. Enternasyonal’ci Phil Hearse’nin yazdığı “Giriş”de yer alan şu satırları yazımıza aktarıyoruz:
“Aşırı solun troçkist geleneğin hakimiyeti altında olduğu Britanya’daki çoğu sosyalist SSCB üzerine tartışmanın genel hatlarına aşinadır. Troçki’nin Sovyet bürokrasisi tahlilinden başlayarak SSCB’yi açıklamaya çalışan üç temel kuramsal çerçeve ortaya çıktı: “geçiş toplumu” veya “yozlaşmış işçi devleti” kuramı; Tony Cliff’le anılan “bürokratik devlet kapitalizmi” kuramı (Troçkist T. Cilff bu teziyle Ekim Devrimi’nden, özellikle Stalin döneminden sonraki süreçte SSCB’yi böyle tanımlıyor-bn.); ve öncelikle James Burnham, Max Schachtman ve Bruno Rizzi gibi yazarlarla anılan ‘bürokratik kolektivizm” kuramı.” ( Ernest Mandel-Chrıs Harman, SSCB Tartışması, s. 7)
Troçki bayağı bir demagoji ile “Stalinizmin” burjuva geri dönüşün ilk evresi olduğunu ve bu saptamanın da, Lenin’in Batı’da proleter devrimin yardıma gelmediği koşullarda Rusya’da geri dönüşün kaçınılmaz bir kader olduğu tezinin doğrulanması olduğunu söyler.
Stalin, sosyalist inşanın, proletarya diktatörlüğünün lideridir. Yaşamı boyunca yaptığı tek şey, komünizm için savaşmak olmuştur. Dolayısıyla, Stalin’in SSCB’de kapitalist restorasyonun ilk evresi olarak tanımlanması ve sözde Lenin’e atıfta bulunarak sözde tezini güçlendirmeye çalışması, kuşku yok ki, ünlü burjuva kuyrukçusu demagog Troçki’nin adi bir suçlamasından öte bir değeri yoktur.
Lenin’in, eğer Batı’da proleter devrim yardımımıza gelmezse, Rusya’da yenilgimiz kaçınılmazdır türünden saçma bir tezi de yoktur. Lenin’e atfedilen bu açıklama siyasal sahtekarlığı ve adi demagogluğu bir karakter özelliği haline getirmiş olan Troçki’nin bir diğer çarpıtma ve yalanıdır. Kaldı ki Lenin, o koşullarda proleter Ekim Devrimi’nin yenilgisi ve proletarya diktatörlüğünün tasfiyesi tehlikesini henüz ortaya çıkmamış yeni tip bir bürokrasiden de bekleyemezdi; Lenin zamanındaki bürokratik tehlike esas olarak eski tip bürokrasiden, onun gelenek, baskı ve etkisinden kaynaklanıyordu. Söz konusu baskının parti ve proletarya diktatörlüğüne sızmasından vs kaynaklanıyordu. Ve Lenin, bu tehlikeye karşı sürekli bir mücadele yükselterek Parti’yi, sınıf ve kitleleri sürekli aydınlatmaya ve seferber etmeye çalışmıştır.
Troçki ve Troçkistler, sözde Stalinist bürokratlaşma sürecinin ve bürokratik bir katmanın ortaya çıkmasının nedenini, tek ülkede sosyalizmin inşasına, tek ülkede sosyalizmi kurma tezine dayandırıyorlar. Onlara göre, tek ülkede sosyalizmi kurma teori ve pratiği gericidir, ulusal dar görüşlülük ve ulusalcı sosyalizm tezidir, dünya devrimi perspektifinin yok edilmesidir, vb.; Stalinist bürokrasi de bu tezin ve pratiğin ürünüdür. Zaten demagog Troçki’ye göre Lenin tek ülkede sosyalizm teorisine de karşıdır ve yine ona göre, “Avrupa proletaryasının büyük ölçekli yenilgileri ve Sovyetler Birliği’nin ilk, çok mütevazi ekonomik başarıları, 1924 sonbaharında Stalin’in aklına Sovyet bürokrasisinin tarihsel misyonunun tek ülkede sosyalizmi inşa etmek olduğu fikrini getirmişti.” (İhanete Uğrayan Devrim, s. 269, Yazın yay.). Yine Troçki’ye göre, “Petrov”un “yirmilerin ortasındaki bu anlaşmazlık anılarına” ekleyerek ifade ettiği gibi, “tek ülkede sosyalizmi kurma teorisi” “Stalinist buluştan ibaret”tir. Ki Troçki’ye göre de bu, “Tamamen doğru!”ymuş. (agk, s.270)
Konuyla ilgili teori ve tezleri doğrudan Troçkist baylardan aktaralım:
“ ‘Tek ülkede sosyalizm’ teorisinin bütünü yalnızca siyasi açıdan değil, doğrudan doğruya ekonomik açıdan da hem gerici ve hem de ütopiktir.” ( E ve DE, SG, “ Devrimci Bir Enternasyonal Örgütün Gerekliliği”, Ernest Mandel, John Ross, s. 11)
“1917-23 döneminde, Rus devriminin muzaffer bir şekilde, belirleyici nitelikteki sanayileşmiş ülkelere yayılmasındaki başarısızlık, onu görece olarak geri bir ülkede yalıtılmış bıraktı. Dolayısıyla Sovyetler Birliği KP’sinde ve Sovyet devletinde artan bir bürokratlaşma süreci başladı. Bu süreç Komünist Enternasyonal’in batmasına ve daha sonra da dünya devriminin aleti olarak yıkımına yol açtı. Siyasi ve ideolojik anlatımını Stalinizm’de bulmuş olan bu süreç yeni bir imtiyazlı tabakanın, Sovyet bürokrasisinin-ki yeni bir yönetici sınıf değildir- siyasal iktidarın kullanımını Sovyet işçi sınıfının elinden almasını, toplumsal artık ürünün denetimini elinde toplamasını ve buradan, Sovyet toplumunun bütün alanlarında iktidar tekeline alması olayını yansıtır.
“Sovyet bürokrasisi tarafından iktidarın bu gaspedilişini açıklayan marksizmin ilk temel revizyonu, dünya ile ilişkilerinde yalıtılmış Rusya’da sosyalist bir toplumun kuruluşunun tamamlanabileceğine (bu sahtekar sorunu tek ülkede sosyalizmin kuruluşunun mümkün olup olmamasından çıkararak, özellikle bilinçli bir şekilde sanki Troçki’nin bir ülkede sosyalizmin kurulmasını mümkün gördüğü ama bu kuruluşun tamamlanamayacağı tezini savunduğu gibi bir intiba yaratmaya çalışıyor, incelediğimiz yazılarında Mandel’in ısrarla sorunu bu şekilde formüle etmesi rastlantısal değildir-bn.) dair teorinin hazırlanmasıyla oldu. Söz konusu olan ‘tek ülkede sosyalizm teorisi’dir. Bu teori Sovyet bürokrasisinin tutuculuğunun esasını, uluslararası ‘statüko’yu koruma, yani emperyalizm ile barış içinde birlikte yaşama ya da dünyanın Sovyet bürokrasisi ve uluslararası kapitalizm arasında etki alanlarına bölüşülmesi lehine, dünya devriminden vazgeçişini açıkladı.” (E ve DE, SG, “ Devrimci Bir Enternasyonal Örgütün Gerekliliği”, Ernest Mandel, John Ross, s. 11, s. 26-27)
“Bürokrasi çizgisi, Rusya’da kapitalizmin yeniden doğuşunu da içeriyor muydu?
“Troçki böyle algılamıyordu. Üretim araçları tartışma götürmez bir biçimde sosyalleştirilmişti, serbest rekabet yoktu ve pazar ekonomisi devlet denetimi altındaydı. Kapitalizmin yeniden doğuşu tezinden farklı olarak Troçki, Sovyet toplumunda bürokratik yozlaşma olduğunu savunuyordu. Yani, işçi sınıfı toplumdaki karar hakkını yitirmişti fakat bu yeni tabaka(bürokrasi) üretim araçlarının sahibi değil sadece yöneticisiydi.
“Bu analizin getirdiği politik sonuçlar nelerdir?
“Sovyetler Birliği bürokratik bir şekilde yozlaşmış bir işçi devletiydi, fakat kapitalizmde erişilmiş gelişim düzeyine kıyasla ilerlemişti ve emperyalist saldırılara ve kapitalizmin yeniden doğma tehlikesine karşı korunması gerekirdi. Üstelik bu durumda, sosyal bir devrimde gerekmiyordu, çünkü ekonomik temel sosyalistti.” (age, “Dördüncü Enternasyonal’in Kısa Tarihi”, Kent-Ake-Andersson, s. 56-57)
“Troçki bu soruya her zaman olumlu cevap vermiştir. Onun için Sovyet Thermidoru kapitalizme, ne özel sektör ne de devlet kapitalizmine bir dönüş yaşamaksızın, toplumun tüm kesimlerinde ciddi bir gerileme anlamına gelmiştir. Ekim Devrimi tarafından yaratılan yeni sosyo-ekonomik temel büyük ölçüde korunacaktır. Tarihi açıdan ilerici karakteri olan bu yapı, kapitalizmin her türlü restorasyon girişimlerine karşı ve özellikle emperyalist ülkelerden biriyle savaş durumunda, gerek Sovyet gerekse uluslararası işçi sınıfı tarafından koşulsuz korunmalıdır…
“Ama bu Troçki’nin üretim ilişkilerindeki gerileme eğilimini görmediği anlamını kesinlikle gelmez. İşçilere ve köylülüğe yönelik kitlesel baskılar ekonomik büyümeyi tamamen frenlemese de, ciddi bir şekilde etkilemişti. Bu baskılara karşı politik mücadele gündemdeydi. Bu bağlamda Troçki’nin formüle ettiği ‘politik devrim’ sadece üstyapıya yönelik bir politik devrim değildi, aynı zamanda sosyo-ekonomik unsurlar da içeriyordu. ‘Politik devrim’ kavramı, Ekim Devrimi tarafından yaratılan yeni sosyo-ekonomik temeli değiştirmenin tamamen ötesinde, onu, tarihi olarak kesinlikle sağlamlaştıracak ve öncelikle olumlu gelişimini sağlayacak bir ‘ikinci devrim’ bağlamında-ve sadece bu bağlamda-haklılığa sahipti.
“Stalin diktatörlüğünün çok sayıda burjuva olmayan eleştirmeni ve Troçki’nin taraftarlarının önemli bir kısmı onun bu yargısını eleştirdiler. Sovyet toplumunun yapısını devlet kapitalizmi ve bürokrasiyi de ‘yeni sınıf’ olarak tanımlayan karşı tezlerin bugün bile çok sayıda taraftarı vardır. Bu tezler sosyal demokrat ve küçük burjuva çevrelerde kabul gören tek tezlerdir. Doğu Avrupa’daki Stalinist diktatörlüklerin çöküşü ve her yerde klasik özel sektör kapitalizminin restorasyonunun en azından eğilim olarak ortaya çıkması bu teorilerin inanırlığını kaybetmesine neden oldu. Bu, Troçki’nin bürokratik işçi devleti; kapitalizm ile sosyalizm arasındaki, kapitalizmin restorasyonu tehlikesini açıkça içeren geçiş toplumu teorisi için geçerli değildir. Troçki için, bürokratik diktatörlüğün, doğrudan işçi demokrasisi-sovyet demokrasisi- iktidarı ile ikame edilmedikçe, en azından uzun vadede kapitalizmin restorasyonuna yol açacak geçici bir tarihi olgu görülmesinin sonucunda, yeni bir devrime yöneliş tamamen meşruydu. Sovyet iktidarına ise hiçbir şekilde bürokrasinin yukardan reformu ile değil, ancak aşağıdan gerçek bir devrimle ulaşılabilirdi.” ( Mandel, AOT, s. 67-68-69, açy.)
“Stalinci ve Stalin sonrası bürokrasinin yeni bir sınıf olmadığını düşünüyoruz. Toplumda derin kökleri yok, ne de kendine has bir toplumsal meşruiyeti ne de böyle bir meşruiyetin bilinci (bu cereyan etmekte olan birçok şeyi açıklar).” (E .ve D.E., S.G., s. 101)
Şimdi sözde tarih tarafından haklı çıkmış olduğu söylenen yukarıdaki tezleri tek tek inceleyebiliriz.
 Troçkistlere göre, SSCB’de ortaya çıkan ayrıcalıklı ve tamamen asalak “Stalinist bürokrasi”, tek ülkede sosyalizm teorisinin ürünüdür.
Troçkizm’in, “Stalinist bürokrasi” olarak tanımladığı şey, Stalin’in önderliği döneminde proletarya diktatörlüğü (egemen sınıf olarak örgütlenmiş proletarya) ve bu diktatörlüğün temel yönetici gücü olan partidir. Bu tez, Leninizm’in düşmanı Menşevizm’in ve uluslararası sosyal demokrasinin Ekim Devrimi’ne ve proletarya diktatörlüğüne karşı, Troçki’den önce, ateşli bir şekilde ileri sürdüğü ve daha sonra Troçki tarafından benimsenip küstahça ileri sürülen karşı-devrimci tezdir. Okuyucuya bu gerçeği hatırlatmak isteriz.
İkinci olarak, Troçkizm bu tezle, 56 sonrası kapitalizmi restore eden yeni tip burjuvazinin bürokratik revizyonist burjuva diktatörlüğünü de “Stalinist bürokrasi” olarak tanımlayarak, Marksizm-Leninizm’e karşı savaşımını bir de bu açıdan yürüterek, revizyonist burjuvazinin sınıfsal karakterini ve gerçekleştirdiği kapitalist inşa gerçeğini gizleyerek, eski sosyalist ülke proleterlerini ve uluslararası proletaryayı alçakça yanıltmaya çalışmakta, Stalin dönemindeki sosyalizmin inşası ile, revizyonist burjuvazinin inşa ettiği kapitalizmi aynı kefeye koyma kurnazlığını sergilemektedir.
Üçüncü olarak, Troçkistlerin, eski sosyalist ülkelerdeki ve başta da SSCB’deki bürokratik yozlaşmanın kaynağı olarak gördükleri bir veya birkaç ülkede proleter devrimin zaferiyle, bu ülkeler geri de olsa, sosyalizme geçilebileceği, sosyalizmin inşa edilebileceği tezi/teorisi Stalin’e değil Lenin’e ait bir tezdir. Bilindiği gibi, Lenin, Leninist emperyalizm tahliline bağlı olarak, proleter devrim teorisini yenilemiş, eski bakış açısını aşmış; proleter devrimlerin, çağımızda emperyalizmin en zayıf halkalarının kırılması yoluyla zafere erişebileceğini ve Batı Avrupa’daki sosyalist devrimlerin zaferini beklemeden sosyalist gelişme yoluna girilebileceğini, olağanüstü zorluklara karşın, bu zorlukların yenilerek sosyalizmin inşa edilebileceğini ortaya koymuştu. Nitekim tarihsel deneyim de Leninist teoriyi doğruladı. Bu bağlamda, çağımızın, kapitalizmden komünizme geçiş çağı olan çağımızın Marksizm’i olan Leninizm, o günden bugüne enternasyonal proletaryanın kavgasına yol göstermeye devam etmiş ve devam edecektir. Troçkist hareket, burjuva siyasal sahtekarlar çetesidir. Troçkizm, bu çetenin ideolojisidir. Troçkizm’in elebaşı ise Troçki’dir. İşte bu güruh, Lenin’e, Ekim Devrimi’ne, Leninizm’e açıktan karşı çıkmaya cüret edemedikleri için söz konusu teoriyi Stalin’e mal ederek, “Stalinizme karşı mücadele” zırha bürünerek Leninizm’e ve Marksizm-Leninizm’in tek ülkede de sosyalizmin inşa edilebileceği teori ve pratiğini karşı savaşımını geliştirmektedir.
 SSCB’deki bürokratik yozlaşmanın gelişmesinde, emperyalist kuşatma altında olmanın ciddi bir rolü olmuştur. Keza tarihte ilk kez sosyalist kuruculuğa girişilmiş olmasının ve bundan kaynaklanan deneyim yokluğundan ileri gelen eksiklik ve zaafların rolü olmuştur. Teorinin yeni deneyim ışığında yenilenememesinin buradaki rolünün altının da özenle çizilmesi gerektiği de açıktır. Bu vb. koşullar ve nedenlerle olağanüstü zor koşullarda parti ve devletin giderek tutuculaştığı, kendini yenileyemediği açıktır. Ama burada bir “suç”lu aranacaksa suç Leninist teoride değil, “suç” deneyim eksikliğinde, teorinin eksikliğinde, Stalin ve Parti’nin bazı ciddi zaaflarındadır. Emperyalist okyanusta tek başına sosyalizmi inşa etmek zorunda kalınmış olması ve bu olgunun yozlaşmada ciddi etkisi ise ne Leninizm’in suçudur ne de tek başına Stalin’in suçudur. Stalin, tüm hata ve eksikliklerine karşın sosyalizmin inşasına başarıyla önderlik ederek, milyarlara, sosyalist bir gelecek umudunun idealist bir ütopya olmadığını pratik olarak kanıtlayarak, tarihe adını umudun türküsü olarak yazdırmıştır. Peki ya Troçki ve Troçkizm? Onlar ise, birer siyasal cüce olarak ısrarla sosyalizmin yenilgisi için burjuvazi ile birlikte her türlü kirli savaşı yürütmüş hainler ve alçaklar olarak tarihe adlarını yazdırmayı başarmışlardır, hepsi bu kadar.
Dördüncü olarak, Troçkistler, “Stalinist bürokrasi”ye karşı “politik devrim” için mücadele ettiklerini ama kapitalist restorasyona ve emperyalist savaşa karşı SSCB’yi savunmak gerektiğini ve savunduklarını ileri sürüyorlar. SSCB’de sosyalizmin inşasının mümkün olmadığını, yenilgi ve yıkımın kaçınılmaz olduğunu ve politik devrim(!) için çalışmak gerektiği tezleri ile birlikte ele alındığında Troçkistlerin bu tez ve iddialarının bir palavra, adi bir demagoji olduğu rahatlıkla görülebilir. Troçkizm ve Troçkist hainler eğer bu tip teoriler üretmek ve savunmak zorunda kalmışlarsa bunun nedeni Troçkizm’in devrimciliği değil, sosyalizmin dünya proletaryasının ve halklarının kalbinde ettiği derin yer ve sevgiyi karşılarına almaya cesaret edememeleri ve yıkıcı çalışmalarını “minareyi çalan kılıfı hazırlar” misali kızıl bir şala sarınma gereksinimi duymalarındandır. Çünkü çok iyi biliyoruz ki Toçkistler hep burjuvazinin safında yer alarak sosyalist anavatana saldırdılar, uluslararası burjuvazi, Troçkizm’in doğal müttefiki olageldi ve Troçkizm de burjuvaziye sadık hizmetler sunarak burjuvazinin dost ve müttefikliğini kazanmada son derece samimi davrandı. Bundan dolayıdır ki burjuvazi Troçkizm’e itibarını iade etti; işin Türkçesi, burjuvazi, sadık hizmetkarlarının oynadığı onursuz ve uğursuz rolü onayladığını bir de itibar iadesi ile ödüllendirerek gösterdi.
Troçkizm, ısrarla bürokratik yozlaşmadan bahsediyor, bürokratik bir katmana işaret ediyor. Peki, bu bürokrasi hangi sınıfı ya da sınıfları temsil ediyor? İşçi sınıfını mı?
 “Hayır” deniyor, çünkü bürokrasi iktidarı işçi sınıfından alarak onu siyasal bakımdan mülksüzleştirmiştir, deniyor.
Peki, bu bürokrasi yeni bir burjuva sınıf olmasın mı?
Yine, “hayır” yanıtı veriliyor; çünkü deniyor, bürokrasi bir sınıf değildir ve kapitalizmin restorasyonun ister klasik kapitalist isterse de devlet kapitalizmi formunda restorasyonundan bürokrasinin bir çıkarı yoktur ve bürokrasi zaten kapitalist restorasyona da karşıdır ve Ekim Devrimi’nin yarattığı sosyo-ekonomik temeli koruma işlevini de üstlenmiştir.
Güzel; peki şu Troçkistlerimizin ünlü bürokrasisi sakın küçük burjuvazinin temsilcisi olmasın mı!?
Troçkizm bu soruya da “hayır” yanıtını veriyor; çünkü diyor zaten SSCB’de küçük meta ekonomisi kolektifleştirilme hareketi ile ortadan kaldırılmıştır.
Tamam da bu bürokrasi hangi sınıfın ya da sınıfların temsilcisi beyler ve bayanlar!? Bu sorunun bir yanıtı olması gerekir değil mi? İşte size çok derin (!) teorik açılımlar yapan ve tarihin haklı (!) çıkardığı Troçkist teorinin derin bir açmazı daha.
Troçki’nin eşsiz (!) teorisini özetlerken, konuyla ilgili olarak şunları yazar bay Mandel:
“16. Proleter kitle örgütlerinin elde edilen zaferlerin korunması düzeyinde dondurulması, sınıfın kendi çıkarlarına değil, işçi bürokrasisinin ve muhafazakar liderlik tabakasının çıkarlarına uygundur. Bu kapitalist ülkelerde olduğu gibi, özellikle Sovyetler Birliği’nde de proletarya ve burjuvaziden ayrı çıkarlara sahip oldukça bağımsız toplumsal bir tabakanın yaratılmasına yol açar. Bürokrasi yeni bir sınıf değildir ve ekonomik temellere dayalı olarak kendini yeniden üretemez, ancak uzun bir tarih dönemi boyunca iktidarının ve çıkarlarının korunması ve genişletilmesini başarıyla sağlayabilir, görece tarihi özerklik düzeyine erişebilir…” (Alternatif Olarak Troçki., s.19)
“…1928-1933, 1941-1944 ve 1945-1948 derin bunalımları Sovyet toplumunu ve bürokrasinin iktidarını sarstığında her vesileyle bürokrasi hem burjuvaziye hem de işçi sınıfına darbe indirdi. Aynı şeyi Doğu Avrupa’da da yaptı. Sadece ‘işçi sınıfını aşırı-sömürmekle’ kalmadı, burjuvaziyi de mülksüzleştirdi. Tarihsel olarak özerk bir rol oynadı.” (SSCB Tartışması,  Olguların Sınavından Geçmeyen Bir Kuram, E. Mandel, s. 55)
Açıkça vurgulamak gerekiyor ki, Troçkist teori, SSCB’de yozlaşmış ve ayrıcalıklı bir katman olarak değerlendirdiği bürokrasiyi, sınıflar üstü bir olgu olarak görüyor. Burada durup, tam da Lenin’in şu sözlerini hatırlatmanın yeridir:
“Hem Avrupa’da, hem de Asya’daki deneyimden sonra, sınıf dışı siyaset ve sınıf dışı sosyalizmden söz eden bir kimseye yapılması gereken şey, hemen onu bir kafese koyup Avustralya Kangurusu ya da benzeri bir şeyle birlikte sergilemektir.” ( Lenin, Marks-Engels Marksizm, s. 95)
Evet, Lenin son derece haklı…
 Hepimiz biliyoruz ki, sınıflı toplumlarda sınıflar üstü ya da dışı bir toplumsal katmandan da, bürokrasiden de bahsedilemez; her kurum ve her toplumsal katman bir sınıf damgası taşır ve bir sınıfın parçası, sözcüsü olur. SSCB’de proletarya diktatörlüğü döneminde bürokrasi, proletaryanın hizmetinde olan, sınıfın damgasını taşıyan bir sınıfsal kurumdu. 30’larda, 40’larda giderek ayrıcalıklar kazanan yeni tipten bir küçük burjuva toplumsal katman ortaya çıkmakla birlikte, bu katman, henüz istikrarlı bir sınıfa dönüşmemiş olduğu gibi proletarya diktatörlüğünün siyasetini tayin edecek politik bir güce de ulaşamamıştı. Bu yeni tip küçük burjuva katman, 1956 ile politik iktidarı ele geçirerek yeni burjuva bir sınıfa dönüşmüştür.
Bilindiği gibi devlet, bir sınıfın diğer sınıf üzerindeki baskı aracıdır; bir diğer ifadeyle, devlet, egemen sınıfın egemenlik aracıdır.
Peki, bu durumda, Troçkizm’e göre, “bürokratik yozlaşmaya uğramış işçi devleti” hangi sınıfın devletidir?
Troçkizm’in, bu devletin bürokrasinin devleti olduğu, devletin ne proletaryanın ne burjuvazinin ne de küçük burjuvazinin devleti olmadığını savunduğunu biliyoruz. Eh, bürokraside bir sınıf değil, demek ki, bu tabaka sınıflar üstü bir tabaka. O halde, 1923-24 yıllarında devlet iktidarını ele geçirerek proletaryayı iktidardan tasfiye eden bu bürokrasinin devleti, o tarihten yıkılıncaya dek, sınıfsal içerikten yoksun, sınıflar üstü bir kurum olarak kalmıştır!
 Peki, sevgili okuyucu, bu tahlilin Marksizm-Leninizm’le, Marksist-Leninist devlet (ve devrim) teorisiyle en yakın bir ilişkisi olduğunu söyleyebilir miyiz? Elbette ki, yanıtımız hayır olacaktır. İşte size Troçkizm’in derin(!)teorileri ve tarih tarafından doğrulandığı(!) söylenen saçmalıkları!
                                                      V
Troçkizm, “bürokrasi”yi (yani sınıflar üstü gördüğü bu katmanı), işçi sınıfı ve emekçiler üzerinde kanlı bir diktatörlük ve sömürücü bir güç olarak görüyor. Üstelik toplumsal değil (çünkü toplumsal devrim Ekim Devrimi ile zaten yapılmıştır diyor Troçkizm) politik bir devrimle yıkılması gereken bir politik güç olarak görüyor. Ve vurguluyor: Bürokrasi, kapitalizmin restorasyonuna karşı olan bir katmandır. “Gerekçesi ne bu saptamanınız” diye sorulduğunda, çünkü diyorlar Troçkistlerimiz, “kapitalizmin restorasyonundan bürokrasinin bir çıkarı yoktur!”
Troçki’nin, Troçkizm’in, IV. Enternasyonal’in ve Mandellerin bu değerlendirmelerinde, altyapı ile üstyapı, ekonomik ilişkilerle politik ilişkiler arasındaki karşılıklı bağıntı, etki ve tepki bakımından diyalektik materyalist teorinin izi bile olduğu söylenebilir mi! Elbette ki bir kez daha hayır! SSCB’de “Stalinist bürokratik diktatörlük” değerlendirilmesi ekonomik temellerinden koparılarak ve bürokratik katmanın sosyalist altyapıda ciddi tahribat yapmasına karşın, esas olarak bu sosyalist altyapıyı koruma misyonunu yerine getirdiği savunarak tipik bir idealizme, subjektif idealizme boylu boyunca saplanmaktadır Troçki ve hempaları.
 Onlar, SSCB’de ve diğer sosyalist ülkelerde gerçekleşen süreci maddi bir süreç, maddi-politik bir süreç olarak ele alma ve çözümleme yeteneği göstermeksizin,  toplumsal maddi gerçeğin yerine zihinsel/düşünsel bir süreci geçiriyor ve bu süreçte gerçekleşen sözde değişiklikleri zihinsel bir süreç olarak, iktidarsız/hayali bir süreç olarak ele alıyor ve sözde bu bilimsel(!) teori ve tezlerinin tarih tarafından doğrulandığını küstahça ileri sürebiliyorlar. Bu, düpedüz felsefi idealizmdir, bu düpedüz metafizik bir yöntemdir. Aynı zamanda apaçık ekonomizmdir. Ama zaten Troçkizm’in felsefi temelini oluşturan felsefe,  diyalektik materyalizm değil subjektif idealizmdir. Dolayısıyla yukarda incelediğimiz Troçkist tahliller, Troçkizm’in felsefi temelleri ile tam bir uyum içindedir. Ama mekanik materyalist, eklektik değerlendirmeler de Troçkizm’de eksik değildir. Troçkizm’in eklektisizmi onun felsefi düalizminin de yansıma biçimlerinden birisidir. Dolayısıyla yukarda incelediğimiz Troçkist tahliller, Troçkizm’in felsefi temelleri ile tam bir uyum içindedir.
Stalin’in önderliği döneminde Ekim Devrimi ile kurulmuş üstyapı sosyalist bir üstyapıydı ve bu siyasal üstyapının merkezinde duran diktatörlük de, bürokratik çarpılmaya uğramış olsa da bir proletarya diktatörlüğüydü. Proletaryanın devrim yoluyla eski üstyapıyı ve devlet iktidarını yıkarak, yeni sosyalist üstyapıyı örgütlemesiyle birlikte, proletarya, devlet iktidarına dayanarak, süreç içerisinde, birleşik bir sosyalist ekonomi yaratmayı başarmıştır. Ve bu dönemde, sosyalist üretici güçlerle sosyalist üretim ilişkileri arasında bir uyum vardı. Bundan dolayıdır ki, sosyalist ekonomi tam istim üzerinde ilerliyordu.
Ancak, modern revizyonist karşı devrim yoluyla 56’da politik iktidarı ele geçiren yeni tip burjuvazi, gasp ettiği devlet iktidarına ve üstyapıya dayanarak, kapitalizmi yeni biçimlerde yeniden inşa etme programını yürürlüğe koydu. Yeni tip kapitalist programın yürürlüğe girmesiyle kapitalizmin nesnel ekonomik yasaları da harekete geçerek işlevselleşmiş ve giderek kapitalizm, yeni tipte tekelci devlet kapitalizmi olarak yeniden inşa edilmiştir. Sosyalizmin tasfiyesi, kapitalizmin yeniden kuruluşu sürecinde, üretici güçlerle üretim ilişkileri arasındaki uyum tamamen bozularak, kapitalizme has çelişkiler, yeni bir biçimde bir olguya dönüşmüştür…
Troçkizm ve Troçkistler, bürokrasinin proletaryadan iktidarı geri aldığını, ama temel üretim araçlarının sahibi olmadığını, sadece yönettiğini ileri sürmektedirler. Ekonomiyi siyasetten koparan idealist saçmalık bir kez daha karşımıza çıkıyor. Bu, tipik bir dogmatizmdir ve Marksizm-Leninizm’le de bir ilişkisi bulunmamaktadır. Açık ki, “…Konuşmamda, siyasetin ekonominin yoğunlaştırılmış bir ifadesi olduğunu tekrar belirttim… Siyaset ekonomiye öncelik taşır. Aksini iddia etmek, Marksizmin alfabesini unutmaktır.” (Sendikalar, Bugünkü Durum ve Troçki’nin Hataları, s.51) diyen Lenin yadsınıyor Troçkistler tarafından.
 Siyasi iktidar kimin elinde? “Bürokrasinin”. Peki, temel üretim araçları devlet mülkiyetinde değil mi? Evet. Peki, o halde, siyasi iktidarı gasp eden bürokrasi neden devlet mülkiyetinin sahibi değil de sadece yöneticisi olabiliyor? Açık ki, söz konusu Troçkist değerlendirme nereden bakarsanız bakın, çarpıcı çelişkiler, tutarsızlıklar taşıyor. Madem devlet, bürokrasinin devletidir o halde devlet mülkü de bürokrasinin mülkü olmalıdır değil mi! Devletin sahibi kimse, devlet mülkünün sahibi de odur. Siyasal iktidarın patronu devlet mülkünün de, ekonominin de patronudur. Devlet mülkiyetinin karakterini belirleyen devletin sınıfsal karakteridir. 56 öncesi, sosyalizm döneminde devlet proletaryanın devleti, dolayısıyla devlet mülkiyetinin sahibi ve sosyalist ekonominin  “patron”u da proletarya idi. 56 sonrası ise proletarya diktatörlüğü tasfiye edilerek yerine revizyonist burjuvazinin diktatörlüğü kuruldu. Böylece devlet mülkü de el değiştirdi, kapitalizmin inşasına bağlı olarak, devlet mülkiyeti de yeni tipte kapitalist nitelikte bir mülkiyete, yeni tipte tekelci devlet kapitalizmine dönüştü.
 Bilimsel devrimci gerçekler bunlardır. Ayrıca 56 sonrası yeniden inşa edilen kapitalist/revizyonist ekonomiyi sosyalist göstermekle Troçkizm, bir de bu açıdan kapitalizme ve sosyalizm maskeli kapitalizme değerli bir hizmet sunmakta, yanı sıra proletaryayı yanıltmakta, sosyal emperyalist ekonominin tüm kötülüklerini gerçekte sosyalizme mal ederek, Marksizm-Leninizm’e, sosyalizme ve sınıfa düşman karakterini sergilemektedirler.
Açık ki sorun, burada da biçimsel açıdan, hukuki görünüş açısında ele alınamaz ve sonuçlar çıkarılamaz. Ama Troçki ve “derin teorisi” ve “derin” Troçkistlerimiz sorunu hukuksal ilişkiler ve görüngüler üzerinde ele almakta, böylece diyalektik materyalizmle bir ilişkilerinin olmadığını ele vermektedirler bir kez daha. Biçimden içeriğe inen, içeriği diyalektik materyalist, sınıfsal açıdan bilince çıkaran bir yöntem, bakış açısı, soyutlama yeteneği gerekiyor. Marx’ın dediği gibi, biçimle öz bire bir çakışsaydı bilime gerek kalmazdı. Kaba bir idealizm ve metafizik burada da karşımıza dikiliyor. Ama bunlar Troçkizm’in özellikleri.
 Ayrıca, 56 sonrası yeniden inşa edilen kapitalist/revizyonist ekonomiyi sosyalist göstermekle Troçkizm, bir de bu açıdan kapitalizme ve sosyalizm maskeli kapitalizme değerli bir hizmet sunmaktadır. Böylece proletaryayı yanıltmakta, revizyonist/kapitalist sistemin, sosyal emperyalist ekonominin tüm kötülüklerini sosyalist olarak lanse etmekle de Marksizm-Leninizm’e, sosyalizme işçi sınıfına düşman karakterini sergilemektedir
Deveye sormuşlar: “Boynun neden eğri? Deve”, yanıtlamış: “Nerem doğru ki!” Troçkizm’in de o hesap. Neresine el atıyorsanız, orasından dökülüyor!
Troçki ve Troçkistler, SSCB’nin ve benzeri ülkelerin kapitalizm sonrası, kapitalizmden sosyalizme geçiş toplumu olduğunu saptıyorlar. Bu geçiş toplumlarında öngördükleri devrimin toplumsal(sosyalist) değil politik bir devrim (yozlaşmış bürokrasinin iktidarını yıkmak) olduğunu söylüyorlar.
Bu tahlilin anlamı nedir? Bu tahlille Troçkizm, birinci olarak, sosyalist diktatörlüğü yıkma görevini önüne koyuyor. Proletarya diktatörlüğünü yıkma görevini önüne koyan bir akımın, devrimci değil karşı devrimci olacağı herkes için açık olmalı. Bu tahlil ikinci olarak, 56 sonrası kurulan kapitalizme ve revizyonist burjuva diktatörlüğüne karşı yeni bir Ekim Devrimi (sosyalist devrim) gündemleşmiş olmasına karşın ve proletaryanın asli ve temel görevi yeni bir sosyalist devrimi örgütleme göreviyken, bu temel devrimci görevi yok sayarak, proletaryaya sosyalist devrimi yapma ve proletarya diktatörlüğünü ve sosyalizmi yeniden kurma görevini hem yasaklamakta, hem hedef saptırmakta ve hem de proletaryayı revizyonist burjuvazi karşısında silahsızlandırarak burjuvaziye değerli bir politik hizmet sunmaktadır. Bu perspektifin tümüyle reformist bir perspektif olduğu, reformist oportünizm olduğu açıktır. Ki, bu da, Troçkizm’in reformist karakterini sergileyen bir diğer temel olgudur.
Troçkizm, bir yandan bürokratik ve yozlaşmış ilan ettiği devletlerde, işçi sınıfının iktidarı kaybettiğini saptıyor ve bu devletleri politik devrimle yıkma görevini önüne koyuyor, diğer yandan da bu devletleri işçi devleti ilan ediyor. Burada açık bir çelişki yok mu? Eğer işçi sınıfı devlet iktidarını kaybetmişse, nasıl oluyor da bu devletler hala proleter devletler olarak kalabiliyor ve tanımlanabiliyor?
 Proleter devlet demek, proletarya diktatörlüğü demektir ve biz bu tartışmayı emperyalizm ve proletarya devrimleri çağı olan bir çağda yapıyoruz. Hem yozlaşmış bürokratik ve halk üzerinde kanlı bir diktatörlük olarak nitelenecek bu devletler, hem de işçi devleti olarak tanımlanacak! Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu! Örneğin, Stalin döneminde, önemli bir bürokratik yozlaşma gelişmişti parti ve devlet aygıtında. Ama buna rağmen bu devlet bir işçi devletiydi. Neden? Çünkü o dönem ortaya çıkmış olan bürokratik ayrıcalıklı katman henüz devleti ele geçirerek, devletin siyasetini bu yeni tip küçük burjuva katmanın çıkarlarına uygun bir şekilde biçimlendirerek devleti yönetecek bir iktidar odağı haline gelmemişti. Bundan dolayıdır ki, biz komünistler, bu devleti ciddi bürokratik çürümeye uğramış olmakla birlikte, bir proletarya diktatörlüğü olarak tanımlamaktayız. Marksizm-Leninizm’de, hem işçi sınıfı ve emekçiler üzerinde diktatörlük olan, hem de işçi karakterine sahip olan bir proleter devlet tezi bulunmamaktadır. Söz konusu Troçkist tez, Marksist-Leninist teoriye ve devlet teorisine her bakımdan aykırıdır ve tipik bir revizyonist tezdir. Tarihte de bunun bir örneği yok. Ama zaten sözde “Bolşevik-Leninist” olduğunu iddia eden Troçki’den ve Troçkizm’den farklı bir şeyi beklemek saçmalıktır.
Troçki ve Troçkistlerimiz, yozlaşmış bürokratik devletlerin ve bürokrasinin Ekim Devrimi’nin yarattığı sosyo-ekonomik temeli büyük ölçüde koruduklarını ve koruyacaklarını, zaten bürokrasinin kapitalizmin restorasyonundan çıkarı olmadığını savunuyorlar.
Ekim Devrimi ile yaratılan sosyalist ekonomik temeli koruyan bir bürokrasi olsa olsa sosyalist olabilir, sosyalist diktatörlüğün aracı olabilir. Oysa Troçkistler, hem “Stalinist bürokrasi”yi sosyalist olarak görmüyorlar, hem de bu sosyalist olmayan bürokrasinin sosyalist temeli koruduğunu, kapitalizmin restorasyonuna karşı savaştığını ilan ediyorlar! Çelişki ve tutarsızlık, ilkesizlik, demagoji, teorik sefalet Troçkizm’in karakter özelliğidir. Burada da karşımıza çıkan şey, tam da bu bozuk karakterdir. Bu tez, sosyalist olmayan bir üstyapı ile sosyalizmin korunacağını ileri sürmekle, politikanın ekonominin yoğunlaşmış ifadesi olduğu Leninist teorisini de açıkça yadsıyor. Ekonomi ile politika, altyapı ile üstyapı arasına, bir Çin Setti örüyor, keyfiliği bir erdem katına çıkararak tipik bir idealist bataklıkta debelenip duruyor. Ama debelendikçe, bataklığa daha da derinden gömülüyor. İlke ve istikrarı “Stalinizm” düşmanlığı olan Troçkizm’in gerçeği işte budur.
Troçkizm ve IV. Enternasyonal, “Stalinist yozlaşmış bürokratik” toplumları, kapitalizm sonrası, kapitalizmden sosyalizme “geçiş toplumu” olarak ilan etmektedir. Eğer buradaki sosyalizme geçişle komünizme geçişi (ki Troçki’nin, Mandel’in, Troçkistlerin dilinde böyledir, çünkü onlar, tek ülkede sosyalizmi gerçekleşmesi mümkün olmayan gerici bir teori ve pratik olarak görüyorlar!) kastediyorlarsa, bu durumda, söz konusu toplumlar, komünizmin alt evresinde olan sosyalist toplumlar olarak görülüyor demektir. Yani bu toplumlar, kapitalizmi aşmış ve zalim mi zalim (!) Stalinist diktatörlükler aracılığıyla iyi-kötü sosyalizmi inşa ederek komünizme doğru ilerleyen toplumlardır. Bu durumda, gerçekte sözü edilen zalim “Stalinist diktatörlükler” yalnızca sosyalist temeli korumakla kalmıyorlar, yarattıkları tüm tahribatlara karşın, iyi-kötü bir de sosyalizmi inşa etmeye çalışıyorlar demektir. Ama ne tarih böyle bir geçiş toplumuna tanık olmuştur ne de teori böyle bir sosyalizm anlayışına, geçiş toplumu anlayışına sahiptir. Komünizm öncesi “geçiş toplumu” komünizmin alt evresi olan, kapitalizmden komünizme geçiş evresine tekabül eden toplum biçimidir ve bu da sosyalizmdir. Dolayısıyla, SSCB’de söz konusu olan tek ülkede sosyalizmin inşasıdır ve bu, geçiş toplumu olan sosyalist toplumun (olgunlaşmamış komünizm) kendisidir. Bu koşullarda, “Stalinist bürokratik diktatörlük”, gerçekte, sosyalist altyapıyı koruyan bir diktatörlük olmuş oluyor. İşte size sözde tarih tarafından doğrulandığı söylenen ve çağımızı tam bir tutarlılıkla açıkladığı ve çok derin bir teori olduğu söylenen Troçkist teori ve tahlillerin ideolojik/teorik sefaleti!
Geçerken belirtelim, Troçki’ye ve Troçkizm’e göre, sosyalizm tek bir ülkede kurulamaz. Sosyalizm ancak dünya çapında kurulabilir. Dünya çapında kurulacak sosyalist toplum komünizmdir. Tek ülkede iktidarı ele geçirecek proletarya, dünya devrimi yardıma gelinceye dek, dayanmalıdır. İşte bu dünya devriminin gerçekleştiği aşamaya kadar, iktidarı erken ele geçirmiş ülkedeki proletarya, bir yandan kapitalizmin öte yandan sosyalizmin unsurlarının yan yana, iç içe yaşadığı bir geçiş sürecini yaşayacaktır. Bu durumda proletarya diktatörlüğü bir yandan kapitalizmin gelişimini dizginlemeye, öte yanda da sosyalizmin unsurlarını geliştirmeye çalışmalıdır. Bu süreçte, “proletarya dünya proleter devriminin gelecekteki zaferine kadar, tek ülkede proletarya diktatörlüğünün iktisaden güçlenmesine yönelik” (Troçki) çalışmalıdır. İşte Troçkizm’e göre, bu toplum biçimine “geçiş toplumu” denir. Troçki, bir yandan kapitalizmden komünizme geçmek için sosyalizmi zorunlu bir aşama ilan ederken öte yandan da, bu aşamayı, sosyalizmi, Marks’ın, Engels’in, Lenin’in, Stalin’in anladığı veya ortaya koyduğu teoriyi Troçkist revizyona ve tasfiyeye tutarak, onu Troçkist “geçiş toplumu” içeriğiyle yeniden şekillendirerek, sosyalizmle komünizmle bir tutar; “geçiş toplumu”nu sosyalizm olarak değil, proletaryanın iktidarda olduğu, kapitalizm ve sosyalizmin yan yana yaşadığı bir toplum biçimi olarak lanse eder.
Oysa örneğin, Marks’ın “Gotha Programının Eleştirisi”nde, Lenin’in “Devlet ve Devrim”inde ve onlara ait bir dizi kaynaktan, Ekim Devrimi’nin ardı sıra patlak veren parti içerisindeki tartışmalarda Lenin’in Troçki vb.lerinin muhalefetine karşı verdiği ideolojik mücadelenin belgelerinden de açık, net, çarpıcı bir şekilde görülebileceği gibi, Marksizm-Leninizm’in söz konusu Troçkist sosyalizm teorisi ile zerre kadar bir ilişkisi yoktur. Troçki’nin söz konusu sosyalizm ve geçiş toplumu anlayışı, Troçkizm’in eşitsiz gelişme yasasını reddeden, bir veya birkaç ülkede devrimin zaferini, sosyalizme geçişi ve sosyalizmin kuruluşunu olanaklı görmeyen ve reddeden, sosyalizmin ancak dünya devriminin zaferi koşullarında olanaklı olabileceğini ileri süren (ki o koşullarda da herhalde bir çırpıda sosyalizme geçilemeyeceğine göre, demek ki Troçkizm’e göre o koşullarda bile sosyalizme geçebilmek için daha çok beklenecek), tasfiyeci revizyonist teorisiyle bağlıdır. Yani onun sosyalizm-komünizm-geçiş toplumu teorisi Troçkizmin sözde dünya devrimi teorisinin çok temel bir bileşenidir.
Bugün de bir ya da birkaç ülkede sosyalizmin zaferini, bir veya birkaç ülkede sosyalizmin kuruluşunu, tek bir ülkede sosyalizmin inşasını reddeden teoriler, tezler, propagandalar, tartışmasız Troçki’nin, Troçkizm’in, IV. Enternasyonalin damgasını taşır ve Troçkist ideolojinin etki gücünü ve bu etki gücünün propagandasını ifade eder sadece ve sadece. Lenin’in, bir veya birkaç ülkede veya tek ülkede sosyalizmin zaferi ve inşası teorisinin “küreselleşme”yle ortaya çıkan değişikliklere dayanarak, daha doğrusu söz konusu “değişiklikler”in ardına gizlenerek reddeden veya bu reddi, dün doğruydu ama bugün geçersizdir, artık “bölgesel devrimler” olanaklıdır diyerek meşrulaştırmaya çalışan teoriler de kaynağını, ilhamını, teşvikini Troçkizm’den alan ve Troçkist ve yarı-Troçkist propagandadan ibarettir. Değer yasasının, Marks ve Lenin’in koyduğu sınırların ötesinde, sosyalizmde işlediğini, sosyalizmde işgücünün meta olduğu ya da hem meta hem de olmadığı, sosyalizmin sınıfsız toplum olduğu ya da bu anlama geldiği, işçi sınıfının egemen sınıf olarak örgütlenmesinden sonra, sosyalizme-sınıfsız topluma- geçmek için bir “geçiş programı” izlemesi gerektiği vb. gibi fikirler, Marksist-Leninist Komünist hareketin teorisi ve programının reddi doğrultusundaki tasfiyeci revizyonist fikirler olduğu gibi, kaynağını da Troçkizm’den almaktadır. Bu gerçeğin de ayrıca ve özellikle vurgulanması gerekir.
Devam edecek olursak.
Troçkizm’e göre, “Stalinist bürokrasi" bir sınıf değil toplumsal bir tabakadır. Peki neden? Troçkizm’e göre bürokrasi üretim araçlarının sahibi değil sadece yöneticisidir de ondan. Bunun çelişkili ve tutarsız bir neden olduğunu yukarda işlemiştik. “Bürokrasi” iktidarı elinde tuttuğuna göre, devlet mülkiyetinin hem gerçek sahibi ve hem de yöneticisidir. Sosyalizm döneminde söz konusu sahip ve yöneticilik proletaryada, sosyalizmin tasfiyesi döneminde ise yeni burjuvazideydi. Bu, yeni tarihsel deneyin ortaya çıkardığı yeni bir olgudur. Yeni olguların eleştirel analiz ve sentezinden yeni bilimsel sonuçlar çıkarmak, teoriyi zenginleştirerek eski formülleri aşmak bilimin bir gereğidir. Ama Troçkizm her yerde olduğu gibi burada da sınıfta kalmış, doktriner, dogmatik karakterini burada da sergilemiş olmaktadır.
Troçkizm “bürokrasi”nin bir sınıf olmamasını dayandırdığı bir diğer unsur ise, bu katmanın “toplumda derin kökleri”nin olmaması ve kendine has toplumsal meşruiyetinin ve toplumsal meşruiyet bilincinin olmaması, gerekçesidir.
Stalin dönemini (sosyalizm dönemini) geçiyoruz, yeni burjuvazinin egemenlik dönemi söz konusu olduğunda, revizyonist burjuvazinin toplumdaki derin kökleri,  uzun bir tarihsel geçmişe sahip uluslararası burjuvazide; emperyalizmin baskısı ve bu baskıdan güç ve taze enerji alan her türlü olguda; tarihten gelen eşitsizliklerde (kentle kır, kafa ile kol emeği, yöneten ve yönetilen vb. vb. gibi); sosyalizmin inşa sürecinde ortaya çıkan ve toplumsal meşruiyeti de kendine özgü bir tarzda sağlamayı başaran yeni tip küçük burjuvazide; politik iktidarı gasp ederek sağlamlaştırmasında; modern revizyonist ideoloji ve programda, kapitalizmin yeniden inşasında, bir yanılsama da olsa, sosyalizm adına emekçi kitlelerin şöyle ya da böyle desteğinde somutlaşmaktaydı. Onun bu köklerinin derinliği ne kadar yüzeysel olursa olsun, hiç olmazsa kapitalizmi sosyalizmin bağrında inşa edecek derinlikte de olduğu gerçeğinin es geçilmesi, sadece, gerçeğe gözleri kapamak anlamına gelmektedir. Ama gerçeğin kavranmaması, revize edilmesi ve demagojik yöntem, bakış açısı ve sözde tahlilcilik Troçkizm’in karakterinde vardır zaten. Burada da karşımıza çıkan şey, tam da Troçkizm’in bu gerçekleridir.
Aslında Troçkistlerimizin anlatmak istedikleri şey şudur: Kapitalist dünyada burjuvazi uzun bir tarihsel geçmişe sahiptir ve bu tarihte burjuvazi istikrarlı ve toplumsal meşruiyetini kitlelere de dayatarak kazanmış bir sınıf yapısına sahiptir. Oysa “Stalinist bürokratik geçiş toplumlarında” böyle bir tarihi geçmişi göremiyoruz. O halde sözü edilen katman da bir sınıf olamaz. Bu bakış açısı ve tahlil, mekanik bir tarihsel paralellik bağıntısı kurarak sorunu çözmeye kalkmayı ifade etmektedir. Çünkü 500 yıllık bir tarihsel evrimin ürünü olan bir sınıfın sözü edilen tarihini, benzer bir biçimde, “bürokrasi”de arayıp bulmaya çalışmak, bulmayınca da “bürokrasi” bir sınıf değildir demek, ortaya çıkan yeni ve tarihsel nesnel bir gerçeği görmemek ve anlamaya çalışmamak demektir.
 Tartışılan sorun, kapitalizmden komünizme geçiş sürecinin alt evresinde olan bir sosyalist toplum biçiminden vazgeçerek kapitalizmi yeniden kurma ve bu restorasyon sürecinde hem siyasal iktidarı, hem ekonomik iktidarı ve hem de entelektüel iktidarı ele geçirerek yeni kapitalist ekonomiyi örgütleyen bir sınıf gerçeğidir. Burada söz konusu olan, feodalizm, kapitalizm gibi temel bir toplum biçimi değil, kendi bağımsız temelleri üzerinde yükselmeyen bir geçiş toplumudur (komünizmin alt evresi/aşaması). 56 öncesi küçük burjuva toplumsal bir tabaka olan bu katmanın 56 ile iktidarı ele geçirmesinden sonra, yeni burjuva bir sınıf haline gelişidir. Kaldı ki, Troçkizm’in teorisi ve tahlili ışığında aynı iddiaları ileri sürerek, rahatlıkla sözü edilen bürokrasinin de bürokrasi olmadığı ilan edilebilir, ama buna gerek yok. Ayrıca eklemek gerekir ki, sosyal emperyalist ekonominin çözülerek klasik kapitalist bir ekonomiye dönüşmesinden sonra, sözü edilen bürokrasi, bu yeni dönemde de en büyük kapitalist girişimciler, en büyük siyasetçiler vs. olarak yine öne çıkarak suyun başını tuttular. Bu olgu da bürokratik burjuvazinin bir sınıf özelliği kazanmış olduğunu ve açık kapitalizmle birlikte açık burjuva kimlikleri ile ortaya çıkarak yollarına devam ettiklerini kanıtlamıştır.
Kuşkusuz ki, sorun, yeni dönemde eski ayrıcalıklarını kaybeden “bürokrasi”nin alt tabakalarının varlığı sorunu değildir veya açık kapitalist biçimlere geçiş döneminde suyun başını tutmuş bazı kesimlerin tasfiye edilmiş olması da doğal bir gelişme süreci olarak kavranmalı ve bu tasfiye olan kesimlerin varlığı da “bürokrasi”nin bir sınıf olmadığının da bir kanıtı olarak ileri sürülemez.
SB’de, temel üretim araçlarını elinde tutan burjuvazi yeni tip bir burjuvaziydi. Bürokratik kolektif karaktere sahip bir burjuvaziydi.  Parti ve devlet bürokrasisi, bu yeni sınıfı oluşturuyordu. Tipik kapitalist ülkelere bakıp, oradaki biçimleriyle kapitalist özel sektörü, kapitalist pazarı, tek tek kapitalistler, kapitalist tekeller arasındaki rekabeti görmeyince ya da Marks’ın Kapital’ine bakarak Marks’ın orda incelediği kapitalizmin biçimsel formlarını göremeyince, Troçkistlerimiz de basıyorlar yaygarayı: “Bürokrasi” bir sınıf değildir. SB kapitalist bir ülke değildir vb.
56 sonrası, kapitalizmin yeniden inşası programı yürürlüğe koyulmuştur. Doğal olarak bu program, sosyalizm koşullarında, sosyalizmden kapitalizme geri dönüşü örgütleme gibi bir olgudan yola çıkarak şekillendirilmişti. Dolayısıyla hemen ve doğrudan tipik/çıplak kapitalist bir inşa programıyla sosyalist toplumun emekçilerinin karşısına çıkılamazdı ve çıkılmadı da. Bunu ummak veya buna göre SSCB ve sosyalist kamp ülkelerinde kapitalizmin inşasını beklemek en hafif deyimiyle, saflık olacaktır. Kale içten fethedildi ve yeni kapitalist program sosyalizm ve komünizm adına yürürlüğe konuldu. Yeni burjuvazi, demagojik söylemine karşın yeni ekonomik programının kar için üretim amacına bağlı olduğunu, tüm üretim araçların meta olduğunu, değer yasasının üretimin düzenleyici yasası olarak tüm ekonomi çapında pratikleştirildiğini ve işlediğini, “Stalinist” planlamanın tasfiye edildiğini, bütçe gelirlerinin esasının karlardan geldiğini vb. açıkça ilan etti. Ekonomiye damgasını yeni burjuvazi bastı. Toplumsal artık ürünü gasp ederek dağıtımını kendi sınıfsal çıkarlarına uygun tarzda yeniden şekillendirdi vb. vb. 70’li yıllara gelindiğinde tablo buydu. Bu tablodan da görülebileceği gibi, tüm bunları gerçekleştiren burjuvazi, yeni tip bir burjuvaziydi ve bu “bürokrasi” yeni bir sınıftı.
Sınıflı toplumlarda bürokrasinin bir sınıf değil, egemen sınıfın egemenlik araçlarından biri olmasından da yola çıkan Troçkistler, bu örneği de bizlere hatırlatarak, bu nedenden dolayı da bürokrasinin bir sınıf olmadığını ispatlamaya çalışıyorlar.
Sömürücü sınıflı toplumlarda, örneğin tipik kapitalist ülkelerde, bürokrasinin devlet örgütlemesinin bir parçası olduğu ve doğrudan egemen sınıfın kendisi olmadığı doğrudur. Ama tarihte, örneğin Asyatik feodal toplum biçiminde, egemen sınıfın Batı feodalizminde olduğu gibi özel feodal oligarklar, senyörler vb. biçiminde karşımıza çıkmadığını biliyoruz. Buna rağmen, Asyatik feodal toplum biçimi, ne sınıfsız bir toplumdu ne de sınıflar üstü bir toplum biçimiydi. Orada egemen sınıf, feodal sınıftı, sömürülen ve ezilen temel güç, köylülüktü. Artı ürüne el koyan sınıf, feodal sınıftı. Ama küçücük(!) bir farkı vardı Batı feodalizminden ayrı olarak: Bu toplumda egemen sınıf olan feodaller, bir “devlet sınıfı”ydı. Burada asker ve sivil feodal sınıf, devlet bürokrasisi biçiminde örgütlenmişti. Hem bürokrasi ve hem de egemen sınıfın kendisiydi. Siyasi iktidarı feodal sınıf elde tutuyordu ve ekonominin de patronuydu. Toplumsal artık ürüne el koyuyordu.
“Bürokrasiyi dogmatik ve gerçek dışı bir biçimde ‘kapitalist sınıf’ olarak tanımlayarak SWP’li yoldaşlar tarihteki herhangi bir bürokrasiden daha çok Sovyet bürokrasisinde özgül olan şeyi kavramaktan aciz kalıyorlar. Bürokrasi burjuva sınıfından, gerçekte tarihteki tüm diğer yönetici sınıflardan, bu sınıfların gelirlerinin (toplumsal artık-üründeki payı) değişken, ama bürokratlarınkinin sabit olmasıyla ayrılır. Burjuvazinin yıllık karları kar ve üretimdeki yıllık dalgalanmalara bağlıdır. Feodal yıllık rant hasatlarının yıllık dalgalanmalarına bağlıydı. Bürokratın yıllık geliriyse onun hiyerarşideki mevkiine bağlıdır. Bu mevki değişmezse gelir de değişmez (marjinal değişmeler hariç).” (SSCB Tartışmaları, Mandel, s. 57)
 “SWP’li” Troçkistlerin Lenin ve Stalin dönemini, sosyalist SSCB döneminin sosyalist diktatörlüğünü kapitalist olarak lanse etmesi çirkefliğini geçiyoruz, ama yukarıdaki izah, bürokrasinin bir kapitalist sınıf olmadığını kanıtlamak amacıyla yapılıyor.  Stalin’in önderliği dönemini, 56 öncesi sosyalizm dönemini dışta tutarak, sorunu incelemeye devam edelim. Örneğin bu yorumun (bürokrasinin bir sınıf olmadığı yorumunun), (tarihsel ve sosyo-ekonomik farklılığı unutmadan) “Asyatik Üretim Tarzı” örneğinde hiç de doğru olmadığını görebiliyoruz. Ama yalnızca bu değil, bu yorumun doğru olmadığını kapitalist restorasyonla birlikte SB’de de görüyoruz. Revizyonist/kapitalist sistemde, bürokrat burjuvazinin gelirleri hiç de sabit ve salt hiyerarşideki yeriyle sınırlı değildir. Birinci nokta olarak şunu vurgulamalıyız: Yeni tip burjuvazi ulusal gelirin dağılımını örgütlerken sürekli bir şekilde kendi lehine ulusal gelirdeki payını yükseltmektedir. Örneğin, işletme bazında karların %60’ı merkeze giderken %40’ı işletmeye kalmaktaydı. Yanı sıra, plan hedefinin aşılması durumunda elde edilen karın %60 işletmeye bırakılmakta %40’ı merkeze gitmekteydi.  Yani sorun salt resmi olarak belirlenmiş ücret ve gelirler değildi. Ayrıca resmen hiyerarşiye bağlı belirlenmiş ücret ve gelirlerden de önem taşıyan şey, eldeki bir dizi fonun hile yoluyla soyulması ve bir de SB ekonomisinin %25’ne tekabül eden mafya ekonomisinden gelen kazançlardır. Tüm bunlar birleştiğinde bürokratların yıllık gelirleri görünenin de ötesindedir ve bu gelirler sürekli olarak artmaktadır. Ayrıca reforme edilmiş sisteme göre çalışan sanayi işletmelerinde maddi teşvik fonlarında 1966 yılında, işçiler %50.7 alırken, yönetici tabakanın payı ise %49.3’dür; bu dönemde yönetim personeli diyelim ki, en fazla % 4-5 civarındadır, işçilerin oranı ise %95 civarındadır. Dolayısıyla, tarihte herhangi bir yönetici sınıftan ayrı olarak, SB’de bürokrasinin gelirlerinin sabit olduğu saptamasından hareketle, SB’de bürokrasinin yeni kapitalist bir sınıf olmadığını kanıtlama çabası keyfi ve hem tarihi hem de SB’deki kapitalist restorasyon sürecinin gerçeklerine aykırı bir dogmadır. Açık ki Mandel burada da yeni burjuvaziyi pek masum göstermenin şövalyeliğine soyunmuş, ama itiraf edelim ki, bu O’na pek de yakışıyor.
Bürokrasinin, bürokratların gelirlerinin hiyerarşideki yerine/mevkine bağlı olması ve bunun, “bürokrasinin bir sınıf” olmadığına kanıt olarak ileri sürülmesi; sorunun, ortaya çıkan yeni durum ve olgular üzerinde incelenmesi yerine klasik feodal ya da kapitalist sınıflı toplumlar örnekleri ile, bu toplumların “klasik” kabul edilen görüngelerini temel alarak çözümlemeye çalışmak bilimsel değildir. Her olgu kendi objektif temelleri üzerinde yükselir. O halde yapılması gereken kaba mekanik tarihsel paralelliklerle, kaba biçimsel görüngülerle yetinmek vb. değil, olguları kendi hareketli varlık koşulları içerisinde incelemek ve aydınlatmak olmalıdır. Dolayısıyla, 56 sonrası ortaya çıkan süreci ve yeni olguyu kendine özgü tarihsel temelleriyle; sosyalizmin temel bir toplum/temel üretim tarzı olmadığı, kapitalizmden komünizme bir geçiş toplumu olduğu gerçeğiyle; sosyalizmden kapitalizme geri dönüşün gerici iç savaş, emperyalist müdahale vb. yoluyla değil de yeni tip bürokratik çürüme ve yeni tip burjuvazinin ortaya çıkışı yoluyla gerçekleştiği gerçeğine göre ele almak gerekmektedir.
Bu durumda karşımıza çıkan olgunun yeni tip bir burjuvazi ve yeni tip tekelci devlet kapitalizmi olduğunu görürüz. Bu durumda karşımıza çıkanın, yeni sınıfın egemen sınıf olarak örgütlenmiş kolektif bürokratik yeni burjuvazi olduğunu anlarız. Bu durumda, karşımıza çıkan yeni sınıfın bürokrasideki hiyerarşik konumuna uygun olarak toplumsal artı ürünü, artı-değer ve karı bölüştüğünü bilince çıkarabiliriz. Şu veya bu bürokratın, şu ya da bu bürokrat kliğin yükselmesi ya da düşmesi, mevkilerini koruyamaması, yükselişi veya gerilemesi, onların gelirlerinin de bu duruma uygun eğriler çizmesi, bu durumda eşyanın tabiatına uygundur. Üretim dalgalanmalarına, gelişme hızının düşmesine vb. rağmen yeni burjuvazinin/bürokratik kolektif kapitalist sınıfın genelde bu gelişmeden etkilenmediğini, yasal, yarı-yasal, yasadışı biçimlerde ortaya çıkan gelirlerinin sürekli, genel bir yönelim olarak arttığını; kapitalist restorasyon sürecinde bu sınıfın gitgide daha fazla servete, gelire sahip hale gelerek zenginleştiğini biliyoruz. Toplumsal gelir dağılımının, hem mutlak hem de göreli olarak egemen sınıf olan yeni burjuvazi lehine, proletarya ve emekçiler aleyhine bozulduğunu, yeni tip bir sınıfsal yapılanmanın ortaya çıktığını somut verilerden saptayabiliyoruz. Burada önemli olan biçimsel/görüngüsel süreçler değil, bunların tahlilinden başlayarak arka plana, içeriğe, öze inen bir perspektiften sorunların incelenmesi, nesnel ve bilimsel olarak tanımlanmasıdır. Süreçleri yöneten nesnel hareket yasalarının bulunup ortaya çıkarılmasıdır.
Tarihten verdiğimiz bu örneği geçerek (ki amacımız tarihsel parelik kurak sorunu izah etmek değildir, somut tarihsel sınırlar gerçeği unutulamaz hiçbir zaman), sosyalist toplumda bürokrasi sorununa geliyoruz. Proletarya devrimi yoluyla zafere erişen ve proletarya diktatörlüğü olarak örgütlenen proletarya, isteğinden bağımsız olarak, nesnel bir olgu olarak, kapitalizmden devraldığı eşitsizlikleri, bu eşitsizliklerden biri olan yöneten yönetilen ayrımını hemen ortadan kaldıramaz. Bu eşitsizliklerin ortadan kalkması uzun bir süreci gerektirir; iktisadi ve kültürel olarak gelişme düzeyinin bu ayrımı ortadan kaldırmaya elverecek denli yüksek bir gelişme aşamasına ulaşılması ile bu hedefe ulaşılacaktır. Bu bağlamda, proletarya egemen sınıf olarak örgütlenmekle beraber, henüz bu, tüm sınıfın doğrudan/aracısız devleti yönetmesi olarak karşımıza çıkmamaktadır. Proletarya sınıf olarak önderliğini partisi aracılığıyla gerçekleştirmekte ve diktatörlüğü yönetmektedir. Kuşkusuz sıradan proleter yığınlar, başta Sovyetler olmak üzere sayısız örgüt biçimiyle bu diktatörlüğün uygulanmasına katılmaktadır. Ama böyle de olsa, henüz işçi sınıfı aracısız devleti yönetememektedir. Bunun politik-pratik sonuçlardan biri, proletaryanın, partisi ve devleti aracılığıyla ülkeyi yönetmesidir. Dolayısıyla parti, sınıfın yerine geçirilemez, parti burada sınıfın öncü örgütlenmesi ve proletaryanın en yüksek örgüt biçimidir. Ve proletarya adına tüm örgüt ve mücadele biçimlerini yöneten bir genelkurmaydır. Komünizme doğru gidiş sürecinde giderek bu farklılıklar da zayıflayarak silinecektir. Devlet var oldukça bürokrasi de bir biçimde olacaktır. Bu, kaçınılmaz bir tarihsel “kötülük”tür. Sınıflar var oldukça, kafa emeğiyle kol emeği ayrımı sürdükçe, yöneten yönetilen ayrımı sürdükçe bir devlet olgusu, bir devlet bürokrasisi olacaktır. Ama sosyalist devlet devlet olmaktan çıkmaya başlayan bir devlettir, bir yarı-devlettir, ama yine de bir devlettir. Komünizme geçiş süreci ilerleyerek olgunlaştıkça, doğal olarak, yönetilen yöneten ayrımı artan oranda zayıflayıp sönümlenmeye doğru gidildikçe, devlet de, sosyalist devlet bürokrasisi de zayıflayıp sönümlenecektir. Yani soyut bir bürokrasi düşmanlığı ile ya da bir kararnameyle vs. devlete, bürokratik kurumlara, bürokrasiye son veremeyiz.
Demek ki, proletarya diktatörlüğünün başlıca sınıfsal dayanağı işçi sınıfıdır ve işçi sınıfı önderliğini partisi aracılığıyla gerçekleştirir, partisi aracılığıyla devleti yönetir. Devlet bürokrasisi, sınıfın hizmetinde olan egemenlik aracının sadece temel bir parçasıdır ve sınıfın hizmetçisidir. Peki, bu durumda, proletaryanın sınıfsal önderliğini ret mi etmeliyiz? Bu durumda işçi sınıfı tüm kitlesi ile doğrudan doğruya/aracısız devleti yönetemiyor diye,  devleti bir avuç azınlığın diktatörlüğü mü ilan edeceğiz? Kazara ellerine iktidar geçse bir azınlığın aşırı bürokratik diktatörlüğünü kuracaklarından hiçbir kuşkumuz olmayan Troçkistler, anarşist gevezeliklerle bu sorulara, gerçekte olumlu yanıtlar vermekte ya da demagojik söylemlerle çarpıtmaktadırlar.
                                      V
Aynı çelişkili, tutarsız, keyfi değerlendirmeleri ve burjuva kuyrukçuluğunu Gorbaçov dönemine ilişkin yapılan tahlillerde de görmekteyiz.
“Çok temel ihtiyaçların, beslenme, gıda gibi sağlık eğitim gibi çok temel ihtiyaçların karşılanmasından sonra, 1955’ten itibaren Sovyetler Birliği’ndeki kadın erkek tüketiciler, Batı Avrupa ülkelerinde var olan tüm genel tüketim araçlarına sahip olmak istediler… Milyonlarca, on milyonlarca Sovyet ya da Doğu Avrupalı kadın erkek tüketici, Batı Avrupa’daki ya da Amerika’daki tüketim araçlarının, bu süslü oyuncakların tümüne sahip olmak istiyorlardı. Sovyet yöneticileri üzerinde bu talep çok ağır bir baskı oluşturmaya başladı. Sovyet yöneticileri de bu yeni talebe yanıt vermekte kesinkes zayıf kaldılar. Çünkü Sovyet ekonomisinin kaynakları son derece sınırlıydı. Bu yüzden de bu sorunun çözümünün pazar ekonomisinde bulunacağını düşünmeye başladılar…” (Mandel, İstanbul Konferansı, s. 35-36)
Önce bir hatırlatma: Faşizmin iktidara gelmesinin ve II. Dünya Savaşı’nın çıkmasının suçlusu kimdi? Tabii ki Stalin’di! Stalin söz konusu olunca en aşağılık saldırıları yapmaktan geri durmayan Mandel ve Troçkistler, sıra modern revizyonist burjuva yöneticilere gelince ne kadar da yumuşak ve anlayışlılar!!! Alıntıyı biraz dikkatle okuyan her okur ve yoldaş hemen farkına varmıştır; Mandel, Sovyet halkını suçluyor ve yeni burjuvaziyi aklıyor. Diyor ki, halk Batı türü tüketim istedi, halkın bu talebi gariban Sovyet yöneticileri üzerinde öyle “çok ağır” bir baskıya yol açtı ki, ne yapsın mazlum mu mazlum “Sovyet yöneticileri”, onlar da halkı tatmin etmek için (dikkat edin, 1955’ten sonra!) “pazar ekonomisi”ne yöneldiler vs. Bu açıklama ile revizyonist burjuvazi aklanırken işçi ve emekçiler küstahça suçlanıyor; tipik bir aydın kibir ve tavrıyla halka tepeden bakılıyor. Stalin’e azgın bir düşmanlık ile revizyonist yöneticilere ılımlı ve koruyucu yaklaşım birbirini tamamlıyor ve Troçkizm’i ele veriyor.
Şimdi de Gorbaçov döneminin derin(!) değerlendirmelerini Troçkist ağızdan birlikte izleyelim.
“Kaba hatlarıyla, komünizmi temsil ettiğini şöyle ya da böyle iddia eden üç uluslararası eğilimin var olduğunu söyleyebiliriz: Glasnostu, perestroykayı ve emperyalizmle ‘yerel uzlaşmalar’ı kabul eden Gorbaçov yanlısı eğilim; glasnostu reddeden ama perestroykayı ve ‘yerel uzlaşmalar’ı kabul eden muhafazakar eğilim; ve glasnostu kabul eden ama perestroykayı ve ‘yerel uzlaşmalar’ı reddeden devrimci Marksist eğilim.”
“Glasnost bu kilit sorunlar (kastedilen sosyalizmin sorunlarıdır-bn.) etrafında samimi ve açık bir tartışmanın başlangıcıdır…” (Doğu Avrupa’da Neler Oluyor? Glasnost ve Siyasal Devrim, Glasnost ve Komünist Partilerin Krizi, E. Mandel, s. 13)
Hatırlatmaya gerek var mı: Mandellerin “samimi ve açık tartışma” olarak yücelttikleri “glasnost”u başlatan Gorbaçov, glasnostu da “komünizmi” yer yüzünden kaldırmak için izlediği “samimi ve açık” çizgisinin bir stratejik sac ayağı olarak pratikleştirdiğini ama hedeflerine varmak için komünizm kılığına bürünmeye devam ettiğini söylemişti…
Devam edelim.
“Devrimci Marksistlerin glasnosta yönelttikleri eleştiri, glasnostun fazla ileri gitmeyişidir…” (s. 26)
“Ama buna paralel olarak glasnosta yönelik somut tehditler varken, yani bugün işçilerin pratikte kullandıkları gerçek demokratik özgürlüklere yönelik tehditler varken, daha baskıcı bir rejimin gelişini önlemek için, ‘Gorbaçovcular’da dahil, harekete geçmeye hazır bütün güçlerle eylem birliği yapmaya da hazır olunmalıdır.
“Böyle bir birleşik cephenin reddedilmesi, Stalinizmin Üçüncü dönemiyle benzeşen sorumsuz bir sekter tavır olur.” (s. 26)
Şimdi bu değerlendirmeleri ele alabiliriz.
Birinci olarak, Troçkist Mandelci klik ve IV. Enternasyonal, yani bu sözde “devrimci Marksist eğilim”, tüm revizyonist burjuvazinin üzerinde birleştikleri perestroykaya karşı çıkarken glasnostu desteklediklerini ilan ediyorlar. Dahası daha baskıcı bir rejimin gelme olasılığı karşısında yeni burjuvazinin Gorbaçovcu kanadıyla vb.leri ile eylem birliğini savunuyorlar. Bu büyük işçi sınıfı devrimcileri(!) işçi sınıfını da böyle bilinçlendirip sözde harekete geçirmeye çalışıyorlar. Üstelik bu burjuva işbirlikçi politikalarını, günah keçisi haline getirdikleri ve bir öcüye çevirdikleri Stalinci (!) sekterliğe düşmeme gerekçesiyle de besliyorlar. Bu sözler dolaylı ama açık olarak, Stalin’in burjuvazinin uzlaşmaz düşmanı olduğunun itirafıdır. Ama biz devam edelim.
Sovyet proletaryasının görevi, bürokratik tekelci burjuvazinin bir kanadının peşine takılmak değil, bir bütün olarak revizyonist burjuvaziye, bu burjuvazinin “muhazafakar” ve “liberal” kanatlarına karşı bağımsız devrimci eylemini yeni bir sosyalist devrim hedefine bağlı kılarak, burjuva diktatörlüğünü yıkmak, kapitalizmi tasfiye etmek, proletarya diktatörlüğünü kurarak sosyalist inşa yolunda, uluslararası proleter devrimin öncü gücü ve üssü olarak, dünya proletaryası ve halklarının enerjik desteğini alarak, dünya devrimini kışkırtmak ve bu uğurda savaşmaktır. Ama Troçkistlerin böylesine devrimci bir perspektifinin olması bir yana, işçi sınıfı ve halkları Gorbaçov kliğinin kuyruğuna takılmaya, sınıf işbirliğine çağırıyorlar. Burjuvazinin kuyruğu olmak, Troçkizm’in elinden kurtulamayacağı kaderidir, çünkü bu onun ruhunda var…
İkinci olarak, ekonomik programla siyasal programı birbirinden kopararak, ikisi arasına bir Çin setti örerek ele alma alışkanlığı ve felsefi idealizmi bir kez de bu noktadan karşımıza çıkıyor. Neymiş efendim, Troçkist beylerimiz, bayanlarımız perestroykaya ve emperyalizmle yerel uzlaşmalara (aman ne uzlaşmaz bir sınıf tavrı canım!) karşı çıkıyorlarmış ama glasnostu destekliyorlarmış! Peki, sormazlar mı: Perestroyka ve glasnost, sosyal emperyalist sistemin krizine, bürokrat burjuvazinin önder kesiminin çözüm programıdır. Burjuvazinin önder kliğinin bu çözüm programı her şeyiyle kriz içerisinde debelenen sistemin ömrünü uzatmayı hedefleyen ve tümüyle emek düşmanı karaktere sahip, krizin tüm yükünü halkın sırtına yıkarak krizi atlatma programıdır. Buna rağmen, programın bir sacayağını desteklerim ama diğer sacayağına karşı çıkarım demek açık bir aldatmaca değil mi? Gorbaçov’un “çözüm programı”, sosyalizm maskeli kapitalizmden klasik kapitalizme geçişi de, inisiyatifi yitirmeden, kontrollü bir şekilde hazırlayan bir program değil mi? “Glastnost” da bunun bir temel sacayağı değil mi? Ve nitekim SSCB’nin dağılışıyla birlikte “Glastnost”un kimlere hizmet ettiği de apaçık ortaya çıkmadı mı!!!
Nedir perestroyka? Perestroyka, bürokrat burjuvazinin, ekonomiyi yeniden yapılandırma programıdır. Tekelci devlet kapitalizmini “pazar ekonomisi”ne doğru daha fazla açarak, krizi bu yolla atlatma programıdır. Peki, nedir glasnost? Glastnost, ekonominin yeniden yapılandırmasına yanıt verecek tarzda siyasal üstyapıyı yeniden şekillendirme, aşırı baskıcı ortamı görece yumuşatarak, işçi ve emekçilerin toplumsal desteğini kazanma yoluyla, kitlelerin birikmiş tepkisinin devrimci bir patlamaya dönüşmesine fırsat vermeden elimine etme ve krizi aşmanın payandası yapma program ve manevrasıdır. Tabloyu tam olarak sunmasa da sorunu şöyle anlatabiliriz: Ben AKP Hükümeti’nin ekonomik programına karşıyım ama siyasal programını destekliyorum ve örneğin askeri kliğe karşı AKP’yle eylem birliği yaparım. İşçi ve emekçileri de bu doğrultuda bilinçlendirir ve eyleme çağırırım…
Perestroyka ve glasnost, kapitalist içeriktedir. İster ikisini isterse de birini (glasnost) destekleyin fark etmez, ikisi ve her biri SB’de kapitalizmi daha da geliştiren politikalardır. Bu politikanın proletarya ve emekçiler lehine, nesnel karakteri itibari ile açtığı unsurlar varsa, elbette ki komünistler bunu ikircimsiz ve kesiksiz egemen sınıfa ve kapitalist düzene karşı azami derecede kullanırlar. Ama bu farklı bir şeydir, glasnostu destekleyip Gorbaçov’la eylem birliği yapmak bambaşka bir şeydir. İkincisi sınıf işbirlikçisi, reformcu gerici sınıfsal tutumu temsil eder. Birincisi ise,  strateji kavramında geçen dolaylı yedeklerden (burjuva gerici kampın iç çelişki ve çatışmalarından, parçalanmışlığından) yararlanma politikasını ifade eder. Kaldı ki, dolaylı yedeklerden yaralanmak burjuvaziye veya bir kanadına yamanmaktan değil, devrimci program ve taktiğe dayalı olarak, işçi sınıfının ve emekçilerin bağımsız siyasal devrimci harekatını geliştirmekten, bu güce dayanarak, pratik mücadele yoluyla burjuvaziyi darbeleyerek geriletmekten geçer, tabii asıl devrimci hedefi unutmadan ve ona tabi olarak. Mandelci revizyonistlerin bu bakış açısı ile uzaktan yakından hiçbir ilişkisi yoktur. Onlar ilkesiz  pragmatikler(“reel politikacı”), oportünist reformistler olarak, her zaman bir biçimde burjuvaziye yamanmış ve yaltaklanmışlardır.
“Marksizm açısından glasnostu reddedişin hiçbir ‘ortodoks’ yanı yoktur. Hele grev ve örgütlenme hakkını, her şeyden çok işçilerin sendika ve öz savunma organları kurma özgürlüğünü ya da ifade özgürlüğünü, kültürel çoğulculuğu ve gösteri-yürüyüş özgürlüğünü reddedişin hiçbir ‘ortodoks’ yanı yoktur. Bu özgürlükleri ‘burjuva demokrasisi ile bir tutmak, bu açıdan, bizzat Marx ve Engels’in açıkça ifade edilmiş görüşlerinden başlayıp tüm Marksist gelenekle çelişir” (s. 15)
Mandel’e inanacak olursak, glasnostu savunmamak Marksizm’e, Ortodoks Marksizm’e ve tüm Marksist geleneğe aykırıdır. Marksizm-Leninizm’in bu bilinçli düşmanı, proletaryanın grev, sendikalaşma, örgütlenme, gösteri hakkını savunmakla “glasnost”u  savunmayı bir ve aynı şeymiş gibi gösterme kurnazlığı yoluyla, Gorbaçovcu burjuva kanadın gönüllü uşaklığını yaptığını gizlemeye çalışıyor. Hile yolu, hile ve demagoji Troçkist ideolojinin ruhu ve Troçkistlerin burjuva yöntemlerindendir. Bunu her yerde ve tekrar tekrar görüyoruz. Onlar hem haram yiyor, hem de harama hile katıyorlar. Geçerken, Troçki ve Troçkistlerin, Stalin ve III. Enternasyonal’in, 30’lu yıllardaki faşizme karşı, işçi sınıfının demokratik hak ve özgürlüklerini savunma taktiğini azgın bir çarpıtma ve demagojiyle “sermayeyle sınıf işbirliği” olarak mahkum ettiklerini de hatırlatarak vurgulayalım. “Glastnost” karşısındaki tutumları ile 30’lu yıllardaki komünist taktik politikalara yaklaşımı, Troçkistlerin ikiyüzlülüğünü çarpıcı bir şekilde sergileyen örneklerden bir diğeridir. Bu bir.
Bu sözde burjuvaziyle uzlaşmaz ruha sahip baylarımızın ve ataları Troçki’nin ve Troçkizm’in tarihi sefalet ve üç kağıdını, geçmeden hatırlamak ve hatırlatmak gekmektedir: Troçki, III. Enternasyonal’i eleştirirken, “Nasyonal Sosyalizm”i (Hitler faşizmini) ve faşizmi “çılgınlaşan küçük burjuvazinin hareketi ve ideolojisi”, “karşı-devrimci umutsuzluk partisi”, “toplumun derinliklerinden gelen yoksul sınıfların hareketleri” olarak tanımlar. “1929”dan itibaren “Nasyonal Sosyalizm”e karşı, bu parti dışında kalan başta sosyal demokrat burjuvazi olmak üzere tüm burjuvaziyle ittifak/birleşik cephe kurulması gerektiğini, faşizmin zaferini önlemenin yalnızca bu ittifaka bağlı olduğunu ileri sürer.
Troçki ve Troçkizm, III. Enternasyonalin, faşizmin koltuk değneği olan, bilakis hükümet olarak aldıkları faşist tedbirlerle faşizmin gelişip güçlenmesinin önünü açan, kolaylaştıran; Almanya’da gelişip güçlenmekte ve milyonlara ulaşmakta olan Almanya Komünist Partisi’ni durdurmak ve Almanya’da olası bir proleter devrimin zaferini önlemek için Nazizm ile yakınlaşma politikasını izleyen sosyal demokratlarla birleşik cephe kurulması politikasını ısrarla önerir. III. Enternasyonalin, Alman sosyal-demokrasinin AKP’ye, sosyalizme, proleter devrime yönelen işçi sınıfını ve emekçi kitleleri sosyal reformcu politikalarıyla sisteme bağlayan, faşizmin gelişip güçlenmesinin önünü bilinçli bir şekilde açan, kendi etkisi altındaki geniş işçi kitlelerinin yalnız kapitalizme değil, güncel faşist tehlikeye karşı da mücadeleye atılmasını önleyen anti-komünist, anti-Sovyet Alman sosyal-demokrasisine karşı geliştirdiği mücadeleyi de mahkum eden Troçki ve Troçkizm, böylece emek ve sermayenin birleşik cephesi politikasının mimarlığını da soyunmuştu. Ki vurgulamak gerekir ki, Alman sosyal demokrasisi AKP ile bir ittifaka yanaşmak bir yana, oldukça bilinçli bir anti-komünist politik duruşla böyle bir ittifaka, birleşik cephe eylemine, her türden eylem birliği politikasına karşı bir mücadele yürütmekteydi. Onlar hem tepeden hem de tabandan böyle bir eylem birliğini önlemek için her türlü sabotörlüğü yapmaktaydılar. III. Enternasyonal ve Almanya Komünist Partisi ise, Alman sosyal demokrasisinin bu gerici, karşı-devrimci politikasına karşı kaçınılmaz olarak, tabandan bir eylem birliği politikası ile sosyal demokrasinin gerici ve sosyal faşist yönelimini açığa çıkararak sosyal demokrasinin etkisi altında olan geniş kitleleri anti-faşist mücadeleye çekmeye çalışmaktaydı.
Sosyal demokrasi bu politikayı izlerken, Troçki, onları, Nazizm tehlikesi ile korkutarak, “Hitler’e karşı komünizmle birleşecekleri yerde ‘ehven şer’ diye Hindenburg-Brüning kliğine” yanaşacakları yerde, “‘Ehven şer’e yapışmakla, Nazizm denen daha büyük ‘şer’e kapıları açmaktan başka bir yapmadıklarını Troçki onlara durmadan göstermeye” (I. Deutscher), sözde ikna etmeye çalışıyordu. Troçki’ye göre, “Soyal demokratlarla kurulacak bir savaş birliği zaferi kazanabilir ancak.” Başka bir yol ise yoktu!
Yine geçmeden belirtelim, Troçki, eğer Hitler iktidara gelirse, SSCB’nin derhal Almanya’ya savaş açarak Hitler iktidarını yıkmasını istiyordu. Tabii ki yine enternasyonalizm, dünya devrimi, Leninizm, Bolşevizm adına! Eee, ne de olsa bayımız sırtında yumurta küfesi taşımıyordu ve böylece “Stalinizm”in yıkılacağını, yerine Troçkizm’in iktidarının kestirmeden geçeceğinin hesabını yapıyordu. Savaş kışkırtıcılığını da bundan dolayı yapıyordu. Onun, eğer Hitler iktidara gelirse, SSCB’nin derhal Almanya’ya karşı savaş açması talebinin tek anlamı buydu işte. Burada, Troçki’nin bu yöntem ve politikasının daha çarpıcı görülmesine hizmet edeceğinde, burada durup şu gerçekleri de okuyucuya sunmak istiyoruz.
 Sözde burjuvaziye karşı uzlaşmaz savaşçı Troçki, sözde Ekim Devrimi’nin önderi Troçki, sözde Bolşevik-Leninist Troçki, Stalin ve SBKP (B)önderliğinde başlatılan ve ikinci bir Ekim Devrimini ifade eden tarımın kolektifleştirilmesini, kır burjuvazisini tasfiye tarihsel eylemini, yani “ ‘kulak’ların tasfiyesini’ bir felaket sayıyordu.” Tarımın kolektifleştirilmesini Stalinci bürokrasinin köylülüğü hedef alan gerici zor ve şiddet eylemi olarak lanse ediyordu. “Kolektif çiftlik yapısının ikide birde çökme tehlikesiyle karşılaştığına inanmaktaydı.” “Troçki sürgün yerinden boyuna Stalinci Politbüro’ya sesleniyor, bu yaban teşebbüsten vazgeçilmesini, köylerdeki barbarlığa karşı yine barbarca yapılan savaşın durdurulmasını, Marksist-Leninist geleneğin zorunlu kıldığı daha uygar bir yol seçilmesini istiyordu: Politbüro, köylü ile geniş bir anlaşmaya (ki, siz kulak sınıfı ile diye okuyun-bn.) doğru gitmeli, köylüyü kolektifleştirmeye zorlamakla (yani ikinci bir Ekim Devrimi yapmakla diye okuyun-bn.) bir hata işlediklerini bütün ulus (siz kulak sınıfı ve dünya burjuvazisi karşısında diye okuyun-bn.) karşısında itiraf etmeli ve kolektif çiftliklerden ayrılmak, özel çiftçiliğe dönmek isteyenlerin bunu yapmakta serbest olduklarını ilan etmeliydi. Troçki böyle bir davranışın birçok kolektif çiftliğin ve belki de çoğunluğunun dağılmasıyla sonuçlanacağını elbette biliyordu;…Troçki Muhalefetin iktidara geçmesi halinde bu politikayı uygulayacağını söylüyordu.” İşte size kapitalizmin ve burjuvazinin sözde amansız düşmanı Troçki’nin gerçek yüzü!!!
Ama sadece bu kadar da değil; peki Troçki, uluslararası sermayenin ve devrilmiş gericiliğin SSCB’deki öncü birliği, en önemli sınıfsal dayanağı durumunda olan kır burjuvazisini bu şekilde destekler ve tarımın sosyalistleştirilmesine karşı böylesine gerici, karşı-devrimci, sınıf işbirlikçisi bir politika izler ve çağrı yaparken acaba hedefi neydi? Onu da, yine I. Deutscher’den birlikte okuyalım: “Stalinci Politbüro’ya göre, köylü ile (köylü ile değil, kulaklar!-bn.) böyle bir uzlaşmaya gitmenin artık vakti geçmişti. 1929 sonbaharından beri parti ve devlet bütün gücüyle bu mücadeleye katılmıştı; derinlemesine bir geri çekilme büyük bir bozgunla sona erebilirdi…imkansızdı. Hükümet, köylülerin kolektif çiftliklerden ayrılmasını serbest bırakmış olsaydı bütün bir tarım yapısı birdenbire çöker ve ortada kolektif çiftlik diye bir şey kalmazdı. Sonra da özel çiftliğin eski biçimine girebilmesi ve alışılagelen yolda işlemeye başlaması için de zaman lazımdı. Bu arada üretim ve yiyecek maddeleri arzı yeniden azalır ve sanayi kalkınması da birdenbire gerilerdi…Kolektifleştirmeden vazgeçme hareketi kolektifleştirme zamanındaki kadar çılgınca ve şiddetli hareketlere yol açardı.” Yani tam bir kaos ve yıkım! Devrilmiş gericiliğin ayaklanması! Muhtemelen proletarya diktatörlüğünün yıkımı ve yenilgisi! İşte Troçki’nin istediği şey de bu!!! Deutscher, devamla şunları yazar: “Belki de, ülkeyi karşı-ihtilale kadar gitmeden yatıştırabilmek için, geçmişi temiz insanlardan ve Muhalefetten kurulu bir hükümetin iş başına gelmesi gerekirdi: İşte Troçki buna inanıyordu.” (Troçki, Kovulan Sosyalist, s.133-134-135, iba.)
Demek ki Troçki’nin derdi iktidarı ele geçirebilmek. Demek ki Troçki için iktidar her şeydir. Proletarya diktatörlüğünün ve sosyalizmin yıkılması için derin bir kriz çıkartmak, bunun için her türlü provokasyon, manipülasyon, entrika, vs. vs., işte makyavelist Troçki’nin ve Troçkizm’in gerçek yüzü! Fazla söze gerek var mı!
Kaldığımız yerden devam edelim.
III. Enternasyonal’in VII. Kongresi ile birlikte, faşizme ve emperyalist savaşa karşı birleşik cephe politikasının ortaya konulmasından sonra ise, makyavelist Troçki ve Troçkizm, bu sefer de, “Stalinizm”i, III. Enternasyonali, tümüyle ilkesiz ve demagojik bir tarzda, sermayeyle, burjuvaziyle uzlaşmak ve işbirliği yapmakla, proleter devrimi önlemekle vs. ile suçlayarak karşı saldırıya geçmiştir. Yani duruma göre davranma Troçkizm’in karakter özelliğidir. “Stalinizm’e karşı mücadele” kılıfıyla devrim ve sosyalizm mücadelesini sekteye uğratma, faşizm ve savaşa karşı devrimci mücadeleyi darbeleme ve III. Enternasyonal’in ve SSCB’nin itibarını düşürme strateji ve taktiği, sözde “Leninist-Bolşevik” Troçki’nin ve hempalarının karakteristiği olmuştur daima ve olmaya da devam etmektedir. Bu iki.
Dizginsiz bir kin ve intikamla Stalin’i, SBKP’yi, III. Enternasyonali burjuvaziyle uzlaşmakla, dünya devrimine karşı işbirliği yapmakla, faşizmi iktidara getirmekle vs. vs. suçlayan Troçki ve Troçkizm, öte yandan da Hitler iktidarına karşı “Daha 1933’de Batılı Devletlerin Sovyetler Birliği ile (siz kendisi ile diye okuyunuz-bn.) bir ittifak kurmalarını istiyordu.” (I. Deutscher) Dahası, yukarıdaki iftiraları doludizgin savuran Troçki, 1930’ların ilk yıllarından itibaren Troçkistlerin (“antrizm”) burjuva sosyal-demokrat partilere katılarak çalışmaları direktifini verir. Troçkizm’in ve Troçkist hareketin, IV. Enternasyonal taraftarlarının burjuvazinin sosyal demokrat partilerine katılmaları, hem Troçkizm’in bilinçli anti-komünist karakterini göstermekte, hem de anti-komünist, anti-Sovyet, anti-Stalinist burjuva partiler olan ve bu çizgi temelinde devrime, sosyalizme, III. Enternasyonal’e, SSCB’ye, “Stalinizm”e karşı savaşan sosyal demokrat partilerle bir birleşik cephe kurarak, sosyal demokrasiyle tek ses halinde daha sistematik ve yaygın bir gerici, karşı-devrimci savaşım çizgisinde, bu çizgiyi güçlendirme çizgisini ifade etmekteydi. Okuyucu bu konu üzerinde de dikkatle durmalıdır kanımızca.
Görüldüğü gibi, hem burjuvaziyle bu denli birleşmek hem de tüm bunlar yokmuş gibi “Stalinizm”i burjuvaziyle birleşerek dünya devrimini önlemekle vs. itham etmek Troçki ve Troçkistlerin ne yaman iki yüzlüler ve siyasi sahtekarlar kliği olduğunu göstermektedir; ki, “Komintern’den Kominform’a” başliklı iki ciltlik iftiranameyi kaleme alan Fernando Claudin gibi Soğuk Savaş dönemi devşirmeleri de aynı aşağılık kara propagandayı Troçki’nin, Troçkizm’in ayak izlerine basarak tekrarlamaktan öte yeni bir şey yapmamışlardır.
Kaldığımız yerden devam edecek olursak, ayrıca, glasnostun, grev, sendika, söz ve örgütlenme özgürlüğü, kültürel çoğulculuk vb. gibi hakların burjuva demokrasisi ile bir tutulamayacağını ve bunun Marksizm’e vb. aykırı olduğu ileri sürülüyor.
 Peki, bu saptamanın anlamı ne? Bu, bu özgürlükler burjuva demokrasisi değil anlamına geliyor; o halde, demek ki, söz konusu özgürlükler burjuva demokrasisinden daha ileri özgürlüklerdir.
 Peki, sözü edilen özgürlükler acaba devrimci –demokratik diktatörlüğe tekabül eden özgürlükler olabilir mi? Belli ki, değil, çünkü bu tez  “aşamalı devrim”, asgari ve azami program ayrımları yapan “Stalinist” bir tezdir ve Troçkistlerimizin lügatında böyle lekeli(!) sözlere yer yoktur ve olamaz da.
Peki, o halde bu özgürlükler sakın sosyalist özgürlükler olmasın mı? Evet, açıkça olmasa da, dolaylı olarak böyle düşünülüyor olmalı. Öyle ya, ya burjuva demokrasisi ya da proletarya demokrasisi, ortası yok değil mi! Zaten Troçkizm de bunu böyle koyar. O halde, Mandel glasnostu sosyalist özgürlükler olarak lanse etmekte ve burjuvaziyle sınıf işbirliği politikasına demagojik örtü çekmeye çalışmaktadır..
Sözü edilen özgürlükler, kısmi burjuva demokratik özgürlüklerdir, bir diğer ifadeyle, burjuva demokrasisine tekabül eden özgürlüklerdir. Üstelik revizyonist burjuva diktatörlüğün dipten gelen toplumsal baskının etkisiyle ve burjuvazinin iki kanadı arasındaki mücadelede Gorbaçovcu kanada durumunu sağlamlaştırma olanağı sunacağı için, kitlelerin birikmiş tepkisini nötralize ederek yeni burjuva programın payandası haline getirme politikasının ifadesi olan söz konusu kısmi demokratik hak ve özgürlükler, aşırı abartılarak kutsanıyor ve önünde diz çökülerek tapılıyor, ısrarla bu özgürlükler burjuva demokrasisi ile bir tutulamaz deniyor. Zaten Troçkistlerin sosyalist demokrasi anlayışı burjuva demokrasisi anlayışıdır. Onlar proletarya diktatörlüğünü çok partili bir burjuva demokrasisi olarak kavrıyorlar. Belli ki, Troçkistler SB ve vb. ülkelerde gerçekleşen çöküşleri, kendileri her ne kadar iktidara gelemediyseler de, “politik devrim” olarak değerlendiriyorlar. Evet, açık ve net: Revizyonist/kapitalist sistem ve kampın çöküşü, yani çıplak kapitalist yapıya geçilmesini “politik devrim”ler olarak alkışladılar. Dünya burjuvazisi, IV. Enternasyonal, Mandeller omuz omuza sözde “Stalinizm”in çözülüp çöküşünü dizginsiz bir zevk ve sevinç çığlıklarıyla kutladılar. Emperyalist burjuvazi, dünya gericiliği “demokrasinin” zaferi, Troçkizm “Stalinizmin yenilgisi” ve Troçki’nin, Troçkizm’in zaferi adına gözü dönük karşı devrimci propaganda ve ajitasyona gömüldüler. Söz konusu çöküşün altında ise, dünya proletaryası, halkları, devrim ve sosyalizm davası kaldı. Emperyalizm, Troçkizm, Titoizm, Kruşçevizm, modern revizyonizmin değişik türevleri, “Batı Marksizmi”, vb. kuvvetler bu tarihsel süreci el birliğiyle hazırladılar.
Troçkistler, glasnostu destekliyorlar. Bunun anlamı var:  Bürokrat burjuvazinin “reformcu” kanadını desteklemek. Bu birinci noktadır. “Bürokrasi Kapitalist Restorasyona Karşı” başlığı altında bu tez işlenmiş. Bunun anlamı, hem “bürokrasi”nin “Stalinist muhafazakar” kesiminin, hem de “reformcu” kanadının, yani bir bütün olarak bürokrat tekelci burjuvazinin Gorbaçov döneminde de izledikleri politikalarla, kapitalist gelişim sürecini hızlandırdıkları olgusunu reddetmektir. Bu da şu demektir: Bir kez daha işçi ve emekçiler aldatılıyor. Bir kez daha burjuvaziye kuyruk olunuyor. Bir kez daha somut gerçeğin yerine dogmalar, hayali saptamalar geçirilerek, idealist gevezelikler yapılıyor. İkinci nokta da budur.
Troçkistlere göre, SB’de bürokrasi zaten kapitalist restorasyona karşıdır. Bunu varsaymak, “onun kristalleşmiş bir toplumsal kast olarak harakiri yapmaya hazır olduğunu varsaymak demektir.” (s. 24) Yalnızca bu kadar da değil; SB’de kapitalizmi geri getirebilecek kapitalistler de zaten yok. Demek ki, bu durumda, kısa sürede, SB’de kapitalizmi inşa etme tehlikesi de yoktur. Böyle bir tehlike uzun vadeli bir tehlikedir ve bu da emperyalist işgalle gerçekleşebilir. Mandel, bu düşüncelerini şöyle dile getiriyor:
“SSCB’de kapitalizmi Sovyet ‘kapitalistleri’nin ‘restore’ edeceği beklenmemeli. Gorbaçova…atfedilen sinsi bir plandır bu.” (s.23)
Ne dersiniz, iyi bir Gorbaçov yaltakçılığı ve savunusu değil mi! Bakın Mandellerin hayranı oldukları Gorbaçov hakkında Willy Brandt neler demiş, hep birlikte okuyalım:
“ Eski sosyal demokrat Alman Başbakanı Willy Brandt’ın ifşası daha da çarpıcı olmuştu. ‘L’Humanite’nin Almanya muhabiri Yves Moreau, ‘1985 Mayısı’nda’, diye anlatıyor, ‘Gorbaçov tarafından SSCB’ye davet edilen Willy Brandt, döndüğünde yakınlarından birine güvenip, şöyle söylemiş: Hayatımda çok şey gördüm, ama şimdiye dek Kremlin’in başında bir antikomünist hiç görmemiştim!’” (age, s. 160)
Biz devam edelim; bay Mandel şöyle diyor.
“Süregiden politik mücadelelerdeki ana sorun, kapitalizmin restorasyonu değildir. Esas sorun, bu mücadelelerin anti-bürokratik bir politik devrim doğrultusunda mı, yoksa glasnost çerçevesinde kitlelerin kazandığı demokratik özgürlüklerin kısmi veya topyekün bertaraf oluşu yönünde mi olduğudur. Esas mücadele kapitalizm yanlısı güçlerle anti-kapitalist güçler arasında değildir. Bürokrasi ile çalışan kitleler arasında, yani Çin ve Vietnam hariç, esas olarak bürokrasi ile işçi sınıfı arasındadır.” ( s. 22-23)
1985 sonrası, Gorbaçov’la içerisine girilen süreçte asıl mücadelenin kapitalist güçlerle anti-kapitalist güçler arasında olmadığı bizce açıktır. Ama bay Troçkistin bu izahla kastettiği şey farklıdır. Ona göre, “Stalinist bürokrasi”nin tüm kesimleri kapitalizmin inşasına karşı çıkıp Ekim Devrimi ile yaratılan sosyo-ekonomik temeli korumada zaten anlaşmaktadır ve zaten bu koruma misyonu onların doğal misyonudur; böyle olunca “bürokrasi”nin başlıca iki kanadı arasındaki mücadelenin kapitalizmi restore edip etmeme mücadelesiyle bir ilgisi bulunmamaktadır. Bizlere anlatılmak istenen budur. Nitekim Gorbaçov’un kapitalizme geri dönüşü örgütlediğini ileri sürenlerin mahkum edilmesi ve bu yaklaşımı ileri sürenlerin sinsice(!)  “reformcu” Gorbaçov’a iftira ettiklerini söylemesinden de bu görülebilir.
1989-91 olayları döneminde, revizyonist burjuvazinin iki kanadı arasında temel ayrılık perestroykada ortaya çıkmıyordu. Ayrılık, glanostun benimsenip benimsenmemesinde ortaya çıkıyordu. Peki, bu ayrılıkların nedeni hakkında ne söylenebilir? Burada sorun şudur: Revizyonist burjuvazinin birinci kanadı (“Stalinist muhafazakar” kanadı), glasnostun, iktidarda olan sınıfın dizginleri elinde kaçırmasına yol açabileceğini düşünüyordu. Nefes aldırmaz bir diktatörlük döneminin ardından kitlelerin birikmiş öfkesinin patlak vererek devrimci bir patlamaya ya da Batı kapitalizmine yedeklenmesine yol açarak tepe-taklak yuvarlanmalarına yol açabileceğini düşünüyordu. Ama glasnostun Gorbaçov kliğinin de güçlenmesine ve kendilerinin yıpranarak mevzi kaybetmelerine yol açabileceğini de görüyorlardı. Oysa revizyonist burjuvazinin “tutucu” kanadı, hem burjuvazinin ortak sınıf çıkarları bakımından, hem de özgün kesimsel çıkarları bakımından en az kayıp çizgisiyle, perestroyka aracılığıyla, sistemin derin toplumsal krizine çare bularak aradan sıyrılmaya çalışıyordu.
Revizyonist burjuvazinin ikinci (“reformcu”) kanadı ise, sistemin derin ve keskin krizine derinliğine etkin bir yanıt verilmezse, bunun hem bürokrat burjuvazinin, hem de kendi özgün kliksel kanadının sonunu getirebileceğini düşünüyordu. Bu kanat, hem “muhafazakar” kanadı geriletmek, iktidar içerisinde yerleşik bir politik kuvvet haline gelebilmek, hem kitlelerin birikmiş tepkisini elimine edebilmek, yeni ekonomik programın payandası haline getirebilmek, gerekse de ABD başta olmak üzere Batılı emperyalist devletlerin mali, politik, manevi desteğini arkalayarak programını uygulayabilmek için glasnostu da içeren bir programın yürürlüğe girmesinden yanaydı.
Yani, burjuvazinin iki kanadı da kapitalist karaktere sahipti, proletarya ve halka en az taviz çizgisinde durarak ayrıcalıklarını koruyarak krizden sıyrılmaya çalışıyorlardı. Her iki kanadın çizgisi kapitalist sistemi bazı değişikliklerle (“reform”larla) koruyarak, burjuva diktatörlüğünü koruma ve pekiştirmekti. Aralarındaki farklılık uygulanacak programın kapsamı ve yöntemlerine ilişkindi. Onların bir kanadı ilerici, bir diğer kanadı gerici falan değildi. İkisi de proleter devrimin dolaysız hedefiydiler. Her ikisi de dolaysız güncel mücadelenin hedefi olmalıydılar. Onlar arasındaki çelişki ve çatışmaları keskinleştirmenin güncel aracı da bağımsız devrimci kitle mücadelesini geliştirmek ve at başı ilerletmekti, yoksa bir kanadın kuyruğuna takılarak onların iç çelişkilerinden de yaralanılamazdı…
Ama bu bakış açısı ve politik değerlendirmenin izi bile yoktur Mandel ve Troçkistlerde. Ayrıca dikkat ediniz, onlar temel mücadele bürokrasi ile işçi sınıfı arasındadır derken çok açık bir şekilde, bu mücadelenin kapsamını burjuva reformist karakterlerine uygun olarak, olabildiğine daraltarak, “esas sorunun”,  “antibürokratik politik devrim doğrultusunda mı, yoksa glasnost çerçevesinde kitlelerin kazandığı demokratik özgürlüklerin kısmi veya topyekün bertaraf oluşu yönünüde mi” olacağı mücadelesi olduğunu saptayarak, açıkça, glasnostçu burjuvazinin kuyruğuna takılmayı haklı çıkaracak bir duruş sergiliyorlar. “Glasnosta yönelik somut tehditler varken…daha baskıcı bir rejimin gelişini önlemek için, ‘Gorbaçovcular’ da dahil, harekete geçmeye  hazır bütün güçlerle eylem birliği yapmaya hazır olunmalıdır” derken bu gerçeği dile getirmiş oluyorlar. Kaldı ki, emperyalizmle yerel uzlaşmalara karşı olduğunu söyleyen bu sahtekarlar, emperyalist burjuvazinin de “Stalinist muhafazakar” kanada karşı, “reformcu”, “glasnostçu” Gorbaçov kanadını enerjik bir şekilde desteklediklerine ve tıpkı Toçkistler gibi “daha baskıcı bir rejimin” gelmesine karşı olduklarına göre, gerçekte demek oluyor ki, Troçkistlerimizin eylem birliği cephesi emperyalistleri de kapsıyor demektir; kendi sözlerinden başka bir anlam da çıkmıyor zaten. Evet, Troçkizm, emperyalizmin elindeki ideolojik saldırı gücü olagelmiştir öteden beri. Troçkizm bu uğursuz rolü Gorbaçov ve Yeltsinciliğinde de çarpıcı yansımıştır. İşte size bir kez daha Troçkizm’in sefil yüzü…
  “Bürokrasi ancak bir başka toplumsal gücün, ya gerçek bir burjuva sınıf ya da gerçek bir işçi sınıfının bilinçli politik eylemiyle devrildiğinde sahneden silinip gidecektir.
“Bugün en azından SSCB’de varolan güçler ilişkisine bakıldığında, bürokrasinin yeni bir burjuvazi tarafından çok işçi sınıfı tarafından bertaraf edileceği çok daha muhtemeldir.” (s. 24-25)
Paul Sweezy’i eleştiren Mandel, “Bu ülkelerin hiç birinde, işçi sınıfının baş rolü oynadığı şiddetli toplumsal çatışmalar olmadan, sistemde bir değişiklik mümkün olmaz. Çıkarlarını savunacaktır. Bu çatışmalar sonucunda acı bir yenilgi almadıkça, kapitalizmin restorasyonu mümkün değildir.” (s. 25) saptamasında bulunuyor. Yani Mandel’e göre, bürokratik burjuvazi ve tüm kanatları kapitalizmin restorasyonuna karşıdır ve buna da izin vermeyecek, kapitalizmi restore edecek güçlere karşı elindeki iktidar güçlerini kullanacaktır. Yine Mandel’e göre, kapitalizmi restore edecek güçlere karşı işçi sınıfı şiddetli toplumsal çatışmalara girmeden ve acı bir yenilgi almadan asla kapitalizmin kurulmasına izin vermeyecektir.
 Peki, tarihsel deneyim bu tezleri kanıtladı mı? Hayır!
İlkin, SB’de tekelci devlet kapitalizminden klasik kapitalist yapıya geçişe önderlik edenler, bilakis bu geçişi perestroykayla ve glasnostla hazırlayıp süreci hızlandıran her iki kanadıyla revizyonist burjuvazi oldu. İkincisi, Mandel’in beklediği gibi, kapitalist restorasyona karşı baş rolünü işçi sınıfının oynadığı “şiddetli toplumsal çatışmalar” yaşanmadı. Dahası, işçi sınıfı, yanılsamaların etkisi ve yönlendirmesi altında, “bürokratik rejimlerin” çöküşü ve tipik/çıplak kapitalist düzene geçişin başta gelen payandası oldu. SB’de ve Doğu Avrupa’daki revizyonist/kapitalist ülkelerdeki işçi yığınları burjuva demokratik sloganlarla karşı-devrim içinde karşı-devrime enerjik bir güç kattı, emperyalizmin ve burjuvazinin yedeği olarak kötü bir rol oynadı. Troçkist hainler bu gerçeği gizledikleri gibi, revizyonist/kapitalist rejimlerin çöküşünü “politik devrim” olarak tanımlamaktan da geri durmadılar. Karşı-devrim içinde karşı-devrimi “politik devrim”, “anti-bürokratik devrim” olarak tanımlayıp kutsayan Troçkistlerin devrim anlayışı budur işte! Bu onların maskesini de yırtan açık bir olgudur.
 Troçkizm burjuvazinin kuyruğu değildir sadece, bir de kendiliğinden işçi hareketini yücelterek hem kitle kuyrukçuluğu yapmakta ve hem de bu yolla, yani kendiliğinden harekete övgü ve yaltaklanma yoluyla, sınıfa ekonomizmi de önererek bir de bu açıdan burjuvaziye hizmet sunmaktadırlar. İşte bunun birkaç örneği:
“2. Devrimci Marksistler, işçi sınıfının çıkarlarına ters olan ve onun reddettiği veya kuşkuyla yaklaştığı bütün perestroyka önlemlerine karşı mücadele ederler.” (s. 27)
Oysa komünistler esasen işçilerin kuşku duyduğu ve karşı çıktığı perestroyka önlemlerine karşı çıkmakla yetinmezler, dahası komünistler, perestroykanın kapitalist saldırgan karakterini ortaya koyarak, işçi sınıfını anti-kapitalist bir perspektiften, bir tüm olarak perestroykaya karşı mücadeleye seferber ederler.
“4. Öte yandan bizzat işçiler, hizmetler alanında piyasa mekanizmalarına başvurulması halinde günlük yaşamın sorunlarının çözümünün kolaylaşacağını ifade ettikleri sürece devrimci Marksistler bu görüşü kabul ederler.” (s. 27)
Oysa komünistler arı-duru işçi sınıfının geriliğinin ürünü olan açık kapitalist yoldan (piyasacı) hizmetler sorunun çözümü talebini desteklemezler. Sınıfın bu geriliğine karşı, cesur bir politik çalışmayla sınıfı ve kitleleri aydınlatırlar. Güncel mücadele bakımından, Ekim Devrimi’yle gelen sosyalist kuruculuk ve inşa aşamasında kitlelerin kazanımı olan ve kapitalizmin yeni tipten inşasına karşın ortadan kaldırılamamış tüm sosyal hizmetlerin, işçi sınıfından bir kesinti yapılmaksızın, kaliteli, adil ve eşit bir dağılımından ve örgütlenmesinden yana olur ve mücadele ederler.
Burada, Troçkizmin kitle kuyrukçusu karakterini, kendiliğindencilik önünde secdeye kapaklanmasını, yeni burjuvaziyi destekleyen tavrını, devrimci öncülük fikrini yadsıyan Menşevik ruhunu açık seçik görmekteyiz bir kez daha. Daima hatırlanmalıdır: Troçkizm, ters yüz edilmiş Menşevizmdir, II. Enternasyonal oportünizmidir.
   Mandel ve IV. Enternasyonal, 89-91 arası dönemde, “bürokratik” rejimlerde kapitalizmin restorasyon tehlikesinin yakın bir tehlike olmadığını, uzun vadeli bir tehlike olabileceğini tekrarlayıp durdular. Ama ne var ki, “Atı alan Üsküdarı” çoktan geçmişti. Bu saptamaların üzerinden fazla bir zaman geçmeden, Batı emperyalizminin aktif ve her yönlü destek ve kışkırtmasıyla birlikte çeşitli biçimlerde el ele hareket eden revizyonist burjuvazi, 91’e gelindiğinde tepe-taklak oluverdi. SB’de “muhafazakar kanat”ın önderliğinde örgütlenen askeri darbe başarısız olunca, SBKP MK ve SB eski üyesi faşizan Yeltsin iti, bir tankın üstüne çıkartılarak, tüm dünyaya demokrasi(!) kahramanı olarak lanse edilerek sözde demokrasinin de zaferi ilan edildi…
Mandel, bürokrasinin kapitalizmin restorasyonuna karşı olduğundan o kadar emindir ki, bu saptamasını güçlü kavramlarla ifade eder, 1989 yılındaki saptamalarında. Ama 1990-91’e gelindiğinde, C. Harman’la SSCB üzerine yaptığı tartışmada, özeleştiriden yoksun bir şekilde, bu kez farklı şeyler söylemeye başlar. Birlikte okuyalım:
“Chris Harman ve SWP’nin mantığının tersine, bizim için, böyle bir sonuç dünya emperyalizmin büyük zaferi anlamına gelir. Kapitalizm ancak işçi sınıfına büyük yenilgiler tattırarak yeniden kurulabilir. Şekilsiz ve yozlaşmış işçi devletlerindeki bürokrasiler kapitalist yeniden kuruluşa karşı direnme yeteneğinden yoksundur; gerçekten, bürokrasinin hemen tüm kesimleri kah kapitalist, kah yeniden inşa edilen bir kapitalist sistemin devlet aygıtının üyeleri olarak eski işlerine devam etme peşindedirler.” (age., s. 97)
İşte size, yine Mandel’in kaleminden, kapitalist restorasyona karşı direneceği söylenen “bürokrasi”nin tablosu…
Troçkistler, proletarya diktatörlüğü kavramı yerine ısrarla “sosyalist demokrasi”, “işçi demokrasisi”  kavramını kullanırlar. Diktatörlük kavramı söz konusu olunca, bu kavramı Stalin’in ve “bürokrasi”nin teşhirinde kullanırlar (“Stalinist diktatörlük”, “bürokratik diktatörlük” vb.).
 Troçkizm’in bu tavrı, rastlantı eseri ortaya çıkmıyor. Aksine bilinçli bir tercihin ürünüdür. Troçkistler, tüm küçük burjuva oportünistleri gibi diktatörlük kavramına korku ve öfkeyle bakarlar. Troçkizm’in anarşizan yaklaşımı da bunun ifadesi. Onlar, her demokrasinin bir diktatörlük, her diktatörlüğün bir demokrasi olduğu gerçeğini bir biçimde reddediyorlar. Burjuvazinin saflarında yer alan Troçkist hareket, Ekim Devrimi sonrası, proletaryanın diktatörlüğünün ne anlama geldiğini yaşayarak gördü.  Burjuvazi ile birleşerek proletarya diktatörlüğünü yıkma kavgasını veren Troçkizm, proletaryanın diktatörlüğü karşısında yenilgiye uğrayarak, ezildi. Böylece Troçkist hareket, proletaryanın diktatörlüğünün amansız kindar düşmanı olarak, diktatörlük kavramından nefretini her fırsatta dile getirmeye, kendilerinin kuracağı iktidarın bir diktatörlük değil bir “işçi demokrasisi” olacağını dile vurgulamaya başladılar.
 Kısa bir hatırlatma: Burjuvazi ve sosyal demokrasi de devrimci-demokratik ve sosyalist iktidarları, dahası revizyonist burjuva iktidarları ve hedef aldıkları gerici rejimleri bile diktatörlükle suçlarken kendilerinin daima demokrasiyi savunduklarını, demokratik iktidarları temsil ettiklerini, en kötü demokrasinin bile dikta rejimlerinden iyi olduğunu, kendilerinin “hür dünyayı” savunduklarını ısrarla açıklayarak, devrim ve sosyalizm düşmanı bir ideolojik ve siyasi mücadele yürüte gelmişlerdir…
Ne dersiniz, sizce burjuvazi ve Troçkizm’in bu paralelliği ve çakışması  bir tesadüf mü!..Bakın konuyla ilgili Lenin, ne söylüyor:
“Sınıf savaşımı teorisini anlamayan, siyasal alanda burjuvazinin çeşitli çevre ve zümrelerinin çekişmesinden başka bir şey görmemeye alışmış bulunan burjuva, diktatörlük denince, tüm demokratik özgürlük ve inancaların kaldırılmasını, keyfe bağlı yönetimi, diktatörün kişisel çıkarına göre iktidarın her türlü kullanılmasını düşünür…” (Aktaran G. Altınoğlu, Alia Revizyonizmi Üzerine, s. 63, Sun Yayıncılık)
Artık fazla söze gerek var mı! “Troçkizm hangi saflarda” sorusu artık gereksiz değil mi!
Pek derin Troçki’nin pek derin öğrencisi, IV. Enternasyonal’in “ideolojik önderi” Mandel, bir diğer Troçkist akımın (Uluslararası Sosyalist Akım) ideolojik liderliğini yapanlardan biri olan Chris Harman’la yürüttüğü tartışmada, açık bir şekilde, “…bu koşullarda (proletaryanın iktidarı kaybettiği ve işçilerin tüketimlerinin çok büyük miktarda sınırlandığı-bn.) sadece bürokratların acil maddi çıkarları bürokratik planın gerçekleştirilmesinin dolaysız motoru olabilir” (s. 113), diyor. “Bu öncelikler kar arayışlarıyla değil, bürokrasinin iktidarını ve imtiyazlarını korumak ve genişletmek arzusuyla belirlenir…bürokrasinin devlet ve işletmelerdeki tekeline sıkı sıkıya bağlı olan tüketim malları alanındaki imtiyazları onun iktisadi davranışını esinler.” (s. 108) düşüncesini savunur.
Mandel’e göre,  “yozlaşmış işçi devleti”nde ekonominin temel itici gücü, bürokrasinin acil maddi çıkarlarıdır. Stalin dönemi söz konusu olunca, bu sav, boş bir palavra ve adi bir demagojiden ibarettir; sosyalizm döneminde, ekonominin temel itici gücü, toplumun maddi ve kültürel gereksinmelerinin azami derecede doyurulması, bunun için ekonominin en ileri tekniğe dayalı geliştirilmesidir. Stalin önderliğindeki devsel ekonomik başarıların ve hızlı gelişme temposunun ve halkın maddi ve kültürel durumunun hızla düzelmesinin temelinde işte, bu temel itici güç duruyordu. Kapitalizmin inşa döneminde ise, ekonominin temel itici gücü kar, daha fazla kardı. Kruşçev ve Brejnev dönemlerinde parti ve devlet politikası olarak belirlenen ve pratikleştirilen ekonomi politika ve güncel ekonomik politikaya damgasını basan şey, tam da kar için üretimdi. İşçi başına ortalama kar, 1965 yılında, 1485; 1969 yılına geldiğin de ise 2549’a çıkmıştır. Sosyalizm döneminde, devletin asıl gelir kaynağı, işlem vergisidir(satış üzerinden vergi). Fakat bu uygulama kapitalizmin inşasına bağlı olarak değişti. Devletin asıl gelirini kar oluşturmaya başladı. 1950’de 3.3 milyar ruble olan “kar”, 1970 yılına gelindiğinde, 87 milyar rubleye yükselmişti. 1940’dan 1950’ye “kar”ın büyüme oranı %57. 5 iken, 1950’den 1960’a kadar %384. 6 oranına varmıştır. Aynı dönemde, işlem vergisi tutarı 1940’ta 10.6 milyar rubleden 1950’de 23.6, 1960’da 31.3 ve1970’te de 49.4 milyar rubleye çıkmıştır. 1950-1960 arasında işlem vergisinin artış oranı ise sadece 32.6’dır. 1969 yılı sonunda 36 bin endüstri işletmesi yeni kapitalist politikaya bağlı işler hale getirilir. Bu işletmeler, toplam üretimin % 83.6’sına ve karın % 91’ne sahip olur. Kosigin, XXIV. Parti Kongresi’de açıkça,”Kar ve karlılığa, üretim verimliliğinin önemli karakteristikleri olarak bakmaktayız. Aynı zamanda kar yalnızca işletmelerin ve birliklerin işletme muhasebesine dayanan fonların ana kaynağı değil, ayrıca, devlet bütçesinin en önemli gelir kaynağıdır.” diyerek Mandellerin aksine gerçeği açıklar.
 Mandel ve IV. Enternasyonal, dogmalarını haklı çıkarmak için bu gerçekleri inatla gizlemekten geri durmazlar. Revizyonist/kapitalist sistemin ekonomisinin itici gücünü yeni burjuvazinin tüketim gereksinimi ile izah etmek tarihe, teoriye, somut gerçeğe aykırıdır ve ama Troçkizm’in yüzündeki sahte Marksist maskeyi indirmede de bizce elverişli bir açıklamadır.
                                   VI
Troçkizm’le hesaplaşmamızı üç sorunla noktalayalım.
Birinci sorun, Kirov cinayeti ile ilgilidir. Mandel, konuyla ilgili şunları yazar:
“Bugün Sovyetler Birliği’nde neredeyse istisnasız olarak, Kirov cinayetinin herhangi bir gençlik grubu tarafından değil, Stalin tarafından kişisel olarak, hem kitlesel temizlik harekatını haklı göstermek, hem de SBKP’nin 17. Kongresi’ndeki Merkez Komite seçiminde yapılan gizli oylamada Kirov’a kendisinden fazla oy çıkmasının intikamını almak için organize edildiğine inanılmaktadır.” (AOT, s.65)
Sorunla ilgili bir değerlendirmeyi de Mandellerin sınıf işbirliği yaptığı ve hayran olduğu Gorbaçov’un sağ kollarından biri olan ve “Stalincilik Kurbanlarının İtibarını İade Komisyonu” Başkanı Aleksandır Yakovlev’den dinleyelim hep birlikte:
“Kirov olayına gelince, işler daha karmaşık. Bu olayı oluşturmakta olduğumuz hukuk devleti anlayışına uygun olarak aydınlatmalıyız. Bu olayın üstüne eğilen komisyon henüz çalışmalarını  tamamlamadı…Ancak mevcut belgelere göre, elimde Stalin’in cinayete ortak olduğunu gösteren hiç kanıt yok….” (Sovyetler Birliğinde Ne Yapmak İstiyoruz?, s.34-35)
“Kruşçev, suikastın Stalin’in emriyle Yagoda tarafından düzenlendiğini iddia etti. O zaman elinde yeni veriler olduğunu sanmıştık. Ne var ki, Kruşçev’in atadığı komisyonun hazırladığı raporda, NKVD’nin suikasta katıldığı kabul edilmiyor. Nikolayev’in (Kirov’u katleden Troçkist-bn.) arkasında kimin olduğunu ortaya çıkarmak için hiçbir şey yapılmadı.” (age, s. 36)
Burada özel bir tahlile gerek yok. Tablo açık! Tabii ki Mandellerin demagoji ve manipülasyonunun nedenleri de açık!
İkinci sorun ise, Tuhaçevsk meselesidir. Tuhaçevsk, Stalin ve Parti tarafından 1936 yılında mareşalliğe terfi ettirilen Kızıl Ordu’nun güçlü generallerinden birisidir. Parti ve devletin, 36-38 yargılamaları döneminde ortaya çıkardığı veriler göstermiştir ki, Tuhaçevsky, Hitler Almanya’sı ile işbirliği içinde bir askeri darbe hazırlığı içindedir. Stalin yoldaşın önderliğinde bu hain klik açığa çıkarılır ve hak ettikleri şekilde cezalandırılırlar. Mandel, IV. Enternasyonal, Troçkistler, tıpkı Kruşçevler gibi Tuhaçevsky’i aklar ve bunu bir Stalin cinayeti sayarlar (ki, Troçkistler emperyalist propaganda aygıtıyla birlikte Stalin’in Kızıl Ordu subaylarının % 90’nını zalimce yok ettiği yalanını ısrarla tekrarlarlar).
Konuyla ilgili ünlü Troçkist tarihçi Isaac Deutscher’in tanıklığına başvuralım (her okuyucuyu Stalin döneminde yazılmış olan SBKP Tarihi eserini Deutscher’in, 2 ciltlik “ STALİN-Bir Devrimcinin Hayatı” isimli eseriyle birlikte okumaya davet ediyoruz. Böyle bir okuma ve inceleme çalışmasının okuyucuya çok şey öğreteceğini özellikle vurgulamak isteriz.):
“Ama gerçek komplo, ordu liderleriyle, Tukaçevski ve arkadaşları ile başladı…Tukaçevski komplosunun ve başarısızlığa uğrayışının hangi hal ve şartlar içinde gerçekleştiği de iyice bilinmemektedir. Ama, Stalinist resmi açıklamaların dışında, bu konuya ilişkin olarak anlatılanların tümü şu hususlar üzerinde birleşmektedir: Generallerin, bir hükümet darbesi planladıkları doğrudur. Ama herhangi bir yabancı devletle anlaşarak değil, kendi başlarına ve kendi kararlarıyla yapmak istemişlerdi bunu. Hükümet darbesinin en önemli kısmı, Kremlin’de yapılacak olan bir saray ihtilaliydi. Bu ihtilalin sonu, Stalin’in öldürülmesiydi. Kremlin dışında yapılacak askeri harekat ve G.U.P. binalarına yöneltilecek saldırı da hazırlanmıştı. Komplonun yöneticisi Tukaçevski’ydi…” ( C. II, s. 125)
Yoruma gerek var mı?!!! Böyle bir darbenin emperyalizm ve faşizmle birlikte organize edildiği noktası dışında, elbette ki yoktur.
Üçüncü sorun, Troçkizm’in “antrizm taktiği”yle ilgilidir. Konuyla ilgili alıntıları aşağıya aktarıyoruz.
“…Bölünme eğilimlerini etkileyen bir başka şey de 1952’de Enternasyonal tarafından benimsenen taktik oldu: Antrizm. Buna göre bağımsız parti perspektifi daha uzak bir geleceğe bırakılıyordu. Böylece eski perspektifin yerine, öbür işçi örgütlerinin içine fraksiyon olarak girip, bu örgütlerin damgası altında işçileri devrimci cepheye çalışıp bu şekilde bir sosyal cephe kazanmak perspektifi geldi. 1968’e kadar uygulanan bu taktik bazı durumlarda enternasyonal için yeni bir örgütlenmeye, bazı yerlerde de geniş katılımlara yol açtı (örneğin Fransa), fakat öbür taraflarda da örgütlerin zayıflamasını getirip ulusal seksiyonların yıpranmasını içerdi (İsviçre). Gruplar arasındaki ilişkiler kayboldu, dışarıya doğru bağımsız çalışma son buldu ve troçkizm, son derece talihsiz bir şey, politik plandaki yokluğu ile tanımlanacak hale geldi.” (Enternasyonalizm Ve 4. Enternasyonal, Sosyalizmin geleceği, 4. Enternasyonal’in Kısa tarihi, Kent Ake Andersson, s. 74) 
“Bu yeni durumun bir sonucu olarak 9. Dünya Kongresi’nde ‘antrist’ taktikten vazgeçildi ve onun yerine radikalize tabakaları çekebilecek öz devrimci çekirdekler oluşturmaya başlandı. 15 yıllık antrizm politikasının bilançosunu yaparsak iki yönlü olduğunu görürüz: olumlu ve olumsuz. Olumsuz tarafından birçok seksiyonunun antrizmi taktik olarak kullanmayı başaramadıkları tam tersine devrimci çalışma yapma niyetiyle girdikleri bu aygıtlar tarafından yutulmaları; ve antrizmi hatalı bir perspektife ve yanlış varsayımlara dayanması sayılabilir. Aynı olumlu yönüne baktığımızda da çeşitli hallerde antrizm ve bağımsız hareket arasındaki doğru köprünün kurulduğunu ve ana parti ile çelişkiye düşen Stalinist gençlik örgütlerinin içinde oluşan radikalleşmenin toplanabildiği görülüyor. Antrist taktik sayesinde elde edilen en önemli ve en açık örnek bütün Enternasyonal açısından merkezi önemde olan Fransa’daki gelişmelerdir. 9. Dünya Kongresi’nde sonuç aşikar oldu, Ligeu Communist Fransız seksiyonu olarak onandı…” (age, s.83-84)
Öncelikle belirtmek gerekir: Hizipçilik, tasfiyecilik Troçkizm’in ve Troçkist hareketin karakteristik özelliklerindendir. Troçkizm’in bu özelliklerinden birincisi, dar bir akademik çevre, burjuva bir tartışma kulübü, aydınların bir kısmının toplandıkları bir çevre olması ile ilgilidir. Troçkizm’in özelliklerinden ikincisi, Marksizm-Leninizm’e, sosyalist inşaya, proletarya diktatörlüğüne ve büyük Stalin’e karşı yürüttüğü gerici mücadeleyle ve her seferinde yenilmesiyle ilgilidir. Yukarıda alıntıladığımız makaleyi inceleyecek her okur bu olguları çarpıcı bir biçimde görecektir. Troçkizm’in bu özelliklerinden üçüncüsü, “Stalinizme karşı mücadele” maskesiyle Marksizm-Leninizm’e, sosyalist SSCB’ye, sosyalizm ve komünizme karşı yürüttüğü kirli savaşla, sayısız insanın, aydınının, militanının emperyalizmin, burjuvazinin, sistemin saflarına geçişte bir köprüsü olmasıdır. Konuyla ilgili İ. Deutscher’nin “Troçki” adlı kitabı da bu konuda bir hayli aydınlatıcıdır.
İkincisi, alıntıda  “antrizm taktiği”nin 1952 yılında benimsendiği söylenir. Bu doğru değildir. Troçki, bu “taktiği”, “Stalinizm”e karşı mücadelede baştan beri kullanmıştır. Troçki’nin ve Troçkistlerin antrizm taktiğini (sızma, iç kargaşalığı kışkırtma, iç krizler yaratma, örtülü operasyonlarla örgüt içerisinde Troçkist düşünceleri yayma, uygun fırsatı yakalayarak kaleyi içerden ele geçirme taktiği) en etkili kullandıkları başlıca alan, SBKP(B), III. Enternasyonal, komünist partilerin çalıştığı ele geçirdikleri kitle örgütleri ve sosyalist ülkelerin her türlü kurum ve kuruluşu alanları olmuştur.
Uluslararası komünist harekete, yerel seksiyonlarına, sosyalist devlete vb. sızma, sızarak sosyalizmi, proletarya diktatörlüğünü tasfiye etme, Marksizm-Leninizm’i çarpıtma, örgütleri içerden ele geçirme taktiği uluslararası burjuvazinin siyasi polisinin öteden beri uygulaya geldiği bir yöntemdir. Troçkizm, burjuvazinin proletaryaya karşı kirli savaş aygıtlarından biri olarak, burjuvazinin gerici savaş yöntemlerini kullanarak devrime karşı savaşmaktadır. Söylendiği gibi, antrizm taktiğinden de vazgeçilmiş değildir. 1968’de “eleştirel” değerlendirmeye tabi tutularak açıklanan şey, mızrak çuvala sığmadığı için yapılan ve aynı zamanda kendi politik varlıklarını bitme noktasına getirdiği için yapılan bir değerlendirmedir. 68’de vazgeçildiği söylenen antrizm taktiği ise, antrizmi örtmek amacıyla yapılan bir manevra, teşhir olmadan bu taktiği gizleyerek uygulama manevrasıdır. Bunun en yakın kanıtlarından birisi, 1984-85 yılı olsa gerek, Ernest Agust önderliğindeki kardeş parti olan KPD’nin (Almanya Komünist Partisi) Troçkist antrizm taktiği ile ele geçirilişidir. KPD’nin Troçkistlerce ele geçirilmesinden sonra bu partiden kopan ve KPD adına hareket eden küçük çevreler ise bir araya bile gelme başarısını gösteremediler…
Tanınmayan bir düşmana karşı mücadele yürütülemez. Troçkizm’e karşı da her bakımdan donanımlı olmak olmazsa olmaz bir görevidir. Kuşkusuz ki, Troçkist propaganda ve ajitasyondan etkilenerek Troçkizm’in saflarına katılan devrimci insanlar da her zaman olmuştur ve olacaktır. Sözümüz bu samimi devrimcilere değildir elbette ki. Ama onlara da gerçekleri göstermek komünistlerin vazgeçilmez bir görevidir.
*Yayınlanacak Kesintisiz Devrim ve İktidar Sorunu başlıklı kitabımızda Troçkizm’in dünya devrim anlayışı ve Marks-Engelsi, Lenin’i, Leninizm’i tahrif ve tasfiye eden teorisi ve politik tarihi üzerinde ayrıntılı olarak durulmaktadır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder