TROÇKİZM VE
IV. ENTERNASYONAL…
Revizyonist/kapitalist sistem ve kampın çözülerek
dağılmasıyla birlikte, Troçkistler, tarihin Troçki’yi ve teorisini haklı
çıkardığını gürültülü bir biçimde ilan ettiler. Onlara göre,
revizyonist/kapitalist kampın dağılışıyla, “Stalinizm” iflas ederek çökmüş,
Stalin, tarih tarafından tartışmasız bir şekilde mahkum edilmiştir.
“Marksizm’in dogmatikleştirilmesi de olan Stalinizm”’in bu yenilgisi ,
“yaratıcı Marksizm’in önündeki barikat”ları kaldırmıştır. Artık arena Troçkizm
için temizlenmiştir. Şimdi gün, Troçkizm’in günüdür…
Peki, gerçekte, sosyal-emperyalist kampın çöküşü ile
Troçkist teori haklı mı çıktı? Bizce bu iddiayı, ya cehaletten kaynaklanan
cesaretle davrananlar ya Troçkizm’in ideolojik yörüngesine girenler ya da Marksizm-Leninizm
karşısında Troçkizm’in gelişip güçlenmesini bilinçli olarak isteyen ve teşvik
eden emperyalizm ve savunucuları savunabilir. Çünkü tarihsel deney Troçkist
akımı mahkum ettiği gibi, bir de inceleyeceğimiz sorunda, Troçkizm’in ne denli
derin tutarsızlıklar içerisinde debelendiğini ve teorik sefaletini aşağıda hep
birlikte göreceğiz.*
I
Troçkizm’in,
“bürokrasi”, “Stalinizm” üzerine teori ve tezlerini incelemeye geçmeden önce,
kısaca da olsa, Troçki ve Troçkizm’in tarihsel evriminin bazı temel
gerçeklerini hatırlatmanın hafızaları canlandırmak bakımından yararlı olacağına
inanıyoruz. Bu hatırlatmanın Troçkizm’i tanımak bakımından son derece gerekli olduğunu
düşünüyoruz. Bu hatırlatmanın özellikle kapitalist/revizyonist kampın
dağılışından sonra yeniden atağa geçmeye çalışan Troçkizm’in gerçek yüzünü
göstermek bakımından son derece yararlı olacağına inanıyoruz. Sosyal
emperyalizmin çöküşünden sonra, Troçkizm’in ve Troçkistlerin, yanı sıra uluslararası
revizyonist akımın, postMarksizmin ve burjuvazinin Troçkizm’in kirli tarihini unutturarak
aklama duruşunu deşifre edebilmek
bakımından da bunun gerekli olduğuna inanıyoruz. Yani sorun, salt tarihsel
boyutun hatırlatılmasıyla ilgili değildir; aksine, daha da önemlisi, güncel
olgular, gelişmeler ve tahliller bağlamıyla bağlıdır.
1903 yılında toplanan II. Kongre’sinde, RSDİP
içerisinde ortaya çıkan “Bolşevik”, “Menşevik” ayrışmasında Lenin’in saflarında
yer alan Troçki, kısa bir süre sonra, Plekhanov’un (Menşevizm) saflarına geçer
ve Leninizm’e karşı etkin bir mücadele sürdürür.
Troçki, 1904-05 yılları itibari ile, Leninist
kesintisiz devrim teori ve programına karşı, Parvus’un “sürekli devrim” teorisini sahiplenir ve Lenin’e karşı
etkin bir mücadele geliştirmeye çalışır.
Troçki, Stolipin gericiliği döneminde, RSDİP
saflarında ortaya çıkan tasfiyecilerle (likidatörler, otzovistler) ünlü
anti-parti “Ağustos Blogu”nu kurar, Leninizm’e ve partiye karşı mücadele eder.
1912 yılında ortaya çıkan oportünizm ve hizipçilikten arınmış Bolşevik Parti
teori ve pratiğine karşı Menşevizm’in oportünist örgüt teori ve pratiği
savunucusu olarak Leninizm’e karşı ilkesiz ve demagojik saldırının
bayraktarlarından biri olur.
I. Emperyalist Dünya Savaşı yıllarında, merkezci
oportünist tutum takınarak, Lenin ve partiyle arasına açık bir sınır çeker ve
sosyal şoven bir cephede mevzilenerek Marksizm’e ve Bolşevizm’e karşı mücadele
yürütür.
II. Enternasyonalin batkısına karşı III.
Enternasyonali kurma mücadelesine ön gelen aşamada, Lenin’e karşı Kautskyci
oportünist merkezci saflarda yer alarak bir kez daha Bolşevizm’e karşı savaşır.
Leninist emperyalizm teorisini kavrayamama, proleter
devrimlerin emperyalizmin en zayıf halkası ya da halkalarının kırılmasıyla
zafere erişeceğini ve bu ülke ya da ülkeler geri de olsa sosyalizmi başarıyla
inşa edebileceğini anlayamama, II. Enternasyonal oportünizminin “proleter
devrim” teorisine sıkı sıkıya bağlılık, yarı-Menşevik emperyalizm teorisinin
savunuculuğunu yapma, bu temelde Bolşevizm’e karşı saldırgan duruşu bu dönemde
Troçkizm’in temel özelliklerinden birisidir.
Aşırı sol çığırtkanlık, ilkesiz ve pragmatik bir
kafa yapısı, dar bir aydın çevre olarak kalma, mülteci oportünizmi, Bolşevizm’e
(Leninizm’e) karşı ısrarlı küçük burjuva saldırı, bu yıllarda Troçkizm’i
belirleyen karakteristik özelliklerdir. Şu sözler, Troçki’den başkasına ait
değildir:
“Leninizmin tüm yapısı bugün yalan ve tahrifat
üzerine kurulmuştur ve kendi yıkımının zehirli tohumunu içinde taşımaktadır.” (Aktaran
Stalin, Muhalefet Üzerine, C. I, s. 105)
Leninizm’i, “devrim karşıtı özellikler” gösteren bir
teori olarak gören Troçki, 1913 yılında, Çaydze’ye yazdığı mektubunda,
yukarıdaki çok bilimsel (!) Lenin ve Leninizm çözümlemesine şunları da ekler:
“Lenin’in bu işlerin ustasının, Rus işçi
hareketindeki her türlü geri kalmışlığı profesyonelce sömüren bu adamın,
sistematik olarak kışkırttığı alçakça kavga, insana delice bir şeytanlık gibi
geliyor.” (age, C. II, s. 329)
Troçki’ye ait bu satırlar, Ekim Devrimi öncesi tarih
kesitinde, bay Troçki’nin Marksizm-Leninizm karşısında hangi saflarda yer
alarak mücadele ettiğinin çarpıcı kanıtıdır.
II
1917 burjuva demokratik devriminin patlak verip
zafere erişmesinden sonra, Nisan ‘a doğru, Troçki, parti program ve disiplinini
kabul ettiğini açıklayarak, partiye katılmak için başvurur. Stalin’in
önerisiyle, Troçki ve dar aydın çevresi parti tüzüğünün gereklerine bağlı
olarak RSDİP (B)’e kabul edilir. Lenin ve Parti, Partiye katılan Troçki’ye
MK’da görev verir. Özel bir rol oynamamakla birlikte, Troçki, burjuva
demokratik devrimin sosyalist devrime dönüşmesi ve sonrasında devrime önemli
hizmetler sunar. Ama O, gerçekte Bolşevizm’i ve Partiyi biçimsel bakımdan
benimsemiştir. Devrimciliği, maceracı ruhu, kariyerizm hastalığı, ordusuz
general olması, devrim yıllarında Partiye katılmasını getirmiştir. Tarihsel
deneyim, Troçki’nin Bolşevizm’i ve Bolşevik Parti’yi sadece biçimsel olarak
kabul ettiğini olanca açıklığı ile daha sonraki yıllarda) berrak bir tarzda
kanıtlayacaktı. Ayrıca vurgulamak ve hatırlatmak gerekir: Lenin “Vasiyeti”nde, Troçki’nin bir Bolşevik olmadığını açık
ve kesin bir tarzda belirtir. Lenin’in ölümünden sonra kendisini Lenin’in
temsilcisi ve doğal mirasçısı, giderek hakkı yenmiş mazlumu oynayan ve
kendisini de böyle lanse eden ve yandaşları tarafından da böyle lanse edilen
Troçki’nin ve Troçkizm’in bu sahtekarlığını görmek bakımından Lenin’in
“Vasiyet”i daima anımsanmalıdır.
Proletarya diktatörlüğünün ağır bir yenilgi
tehlikesiyle yüz yüze geldiği ve Partinin ciddi bir taktik manevrayla bu
tehlikeyi savuşturmakla karşı karşıya kaldığı Brest Litowski görüşmeleri
sırasında (1918), devrimci sözcüklere ( dünya devrimi vs.) bürünmüş “sol” çığırtkanlıkla,
Lenin’e ve Partiye karşı mücadele yürütür ama yenilir. Buna rağmen görüşmelerde
yetkilerini de aşarak SSCB’nin ağır kayıplar vermesine yol açar.
Troçki ve muhalefet tarafından Lenin’e ve Partiye
dayatılan “Sendikalar Üzerine” tartışmada Troçki, bir kez daha Lenin’e, Partiye
ve Leninist çizgiye karşı mücadele ederek sendikaların askeri disiplin ve
yöntemlerle yönetilmesini, sendikaların askerileşmesini savunur. “Bürokratların
şahı” Troçki bu tartışmada da ağır bir yenilgiye uğrar.
Troçki, partide hizip özgürlüğü isteyerek Lenin’e ve
Partiye karşı mücadeleye tutuşur. Ama bir kez daha yenilir.
NEP ve sosyalist sanayileşme döneminde, bir kez daha
partiyle kapışır ve kaçınılmaz kaderi O’nu bir kez daha yenilgi ve teşhir
direğine çiviler. O’na göre Parti, aşırı hızlı bir sanayileşme politikasıyla,
sanayileşmenin yükünü özellikle emekçi köylülüğe yıkarak ekonomik inşa yolunda
ilerlemeliydi. Burjuva demokratik devrimde köylülüğün devrimci rolünü reddetmiş
olan Troçki, proletarya diktatörlüğü koşullarında, orta köylülükle sağlam bir
ittifak kurarak, kulaklara (zengin köylü) karşı mücadele etme Leninist
politikasına da karşı çıkarak, gerçekte önerdiği çizgiyle, emekçi köylülüğü
devrilmiş gericiliğin, kır burjuvazisinin ve uluslararası sermayenin kucağına
atacak bir politik çizgi izlenmesini Partiye dayatır. Ama O, Marksizm-Leninizm’e ve Partiye karşı
mücadelesinde yeni ve ağır bir yenilgi daha alır.
Troçki’ye, IV. Enternasyonal’e ve Troçkistlere göre,
gerçekte çağımızda Marksizm’i geliştiren Lenin değil, Troçki’dir. Lenin bir
dehadır ama Troçki kadar da değil! Çağımızın Marksizm’i Leninizm değil,
Troçkizm’dir. Troçki, kendisinin örgütlenme
sorunlarında vb. yanıldığını ama Lenin’in de devrim teorisinde yanıldığını ileri sürer. Troçki, 1905 yılında
yayınlanmış olan “Sonuçlar ve Olasılıklar” broşürünün 1919 yılında yayınlanması
dolayısıyla yazdığı “Yeni Baskısına Önsöz”de, Ekim Devrimi’nin “sürekli devrim”
teorisini kanıtladığını,” temel çizgileriyle “15 yıl” öncesinden Ekimle pratik
olarak kanıtlanan teoriyi ortaya koyduğunu ileri sürer (Rusya’da Sürekli Devrim
Sonuçlar ve Olasılıklar, s.13).
Troçki ve Troçkistler, Leninizm’i ikiye ayırırlar:
Ekim Devrimi’nden önceki Leninizm ve Ekim Devrimi’nden sonraki Leninizm. Yine
bu ayrıma bağlı olarak, Ekim’den önceki Leninizm’i oportünizm ve Menşevizmin
bir biçimi olarak ilan ederken, Ekim’den sonraki Leninizm’i Troçkizm olarak
lanse ederler. Bunu da Troçkizm’e özgü revizyonist tahrifat ve demagoji
eşliğinde yaparlar. Yani Troçki ve Troçkizm her dönemde, Leninizm’e-Bolşevizm’e-Marksizm’e
karşı sınır tanımayan bir burjuva saldırganlıkla şekillenmiştir; hem Ekim
öncesi hem de Ekim sonrası. Ekim öncesi Lenin’e, Leninizm’e karşı açıkça ve
küstahça mücadele ederken, Ekim’den sonra bu mücadeleyi, doğrudan Lenin’e ve
partiye karşı o gün öne çıkan sorunlar üzerinden açıktan geliştirirken, Lenin’in
ölümünden sonra, bu savaşımını, “Leninist-Bolşevik” kamuflajına bürünerek,
“Stalinizme”, “tek ülkede sosyalizm gerici teorisine”, “bürokrasiye” karşı
mücadele sloganları, demagojisi ve manipülasyonu eşliğinde yürütmüştür ve
geliştirmiştir.
Troçki, “Rus Devriminin Üç Kavranışı” başlıklı
makalesinde ise, şöyle yazar:
“Farklılıklar devrimin genel perspektifine ve oradan
çıkan stratejiye ilişkindi. Menşevizmin perspektifi iliğine kadar yanlıştı:
Proletaryaya büsbütün değişik bir yol izliyordu. Bolşevizmin perspektifi tam
değildi: Mücadelenin genel yönünü doğru olarak gösteriyor ama aşamalarını
yanlış karakterize ediyordu. Bolşevizmin perspektifinin yetersizliği 1905’te
ortaya çıkmadıysa, bu, yalnızca devrimin daha ileri gelişim göstermemesindendi.
Ama 1917 başında Lenin, partinin eski kadrolarına karşı doğrudan bir mücadele
içinde, perspektifini değiştirmeye zorlandı.” (age, s. 137)
Sahtekar Troçki’ye ve ardıllarına inanacak olursak,
Ekim Devrimi, Troçki’nin 15 yıl öncesinde ortaya koyduğu teoriyi doğruladığı
gibi, Lenin de 15 yıl sonra, Partiye ve eski Bolşevik kadrolara karşı mücadele
içinde, eski fikirlerini değiştirerek, Troçki’nin “sürekli devrim” teorisini
benimsemiş(tir). Yani böylece Lenin’in eski fikirlerini terk ederek
Troçkistleştiğini dillendirirler. Doğal olarak bu durumda, en büyük olan Lenin
değil, Troçki’dir, Troçkizm’dir ve Ekim Sosyalist Devrimi’nin lideri de
Troçki’dir. Kendisine ve yardakçılarına inanacak olursak, zaten Ekim
Ayaklanması’nın mimarı da Troçki’ydi… Bu değerlendirmeye göre Lenin, 15 yıl
sonra Troçki’nin teorisini, Troçkizm’i benimseyerek kendisine gelmiş! Üstelik
Lenin’nin, kendi “Vasiyeti”nde, net sözlerle, Troçki’nin bir Bolşevik olmadığını açık ve kesin bir tarzda vurgulayarak
Partiyi özellikle uyarma gereksinimi duyduğu halde!!! Fakat bu gerçeğe karşın
Troçki, Lenin’in ölümünün ardından kendisini, Lenin sadık izleyicisi, doğal mirasçısı,
hakkı kötü adam Stalin ve “Stalinistler” tarafından yenmiş, mağdur edilmiş
mazlum rolünü, üstelik sınırsız bir iki yüzlülükle kendisini “Leninist-Bolşevik”
olarak lanse ederek, oynamaya devam etmiştir. Şu yüzsüzlüğe, şu demagoji ve
manipülasyona bakın siz hele! Ama Troçkizm aynı zamanda bu demektir zaten.
İlkesizlik, demagoji, gerçeklerin aşırı
çarpıtılması, siyasal sahtekarlık vb. Troçkizm’in tipik özelliklerinin bir
kısmıdır sadece. Okuyucunun bir an için bile olsun bu gerçeği unutmaması
gerekir. Tahrifatçılığın ve demagojinin üstadı Troçki ve Troçkistler Lenin’in
Şubat Devrimi ile, Nisan Tezleriyle, Uzaktan Mektuplar’la, Ekimle kendisini
aşarak Troçkistleştiği sahte iddiasını Lenin yaşarken değil, Lenin’in ölümünden
sonra ileri sürmüştür. Bunun tesadüfi olmadığı ve olmayacağı ise son derece
açıktır… Stalin, eski Troçkizm ile yeni Troçkizm arasındaki ayrımları ortaya
koyarken şunları söylerken tümüyle haklıdır: “…Yeni troçkizm leninizme karşı
militan bir kuvvet olarak çıkmayı göze almıyor, leninizmin ortak sancağı
altında çalışmayı ve leninizmi yorumlamak ve iyileştirmek sloganı altında
ortaya çıkmayı yeğ tutuyor. Bu, onun zayıflığındandır. Yeni troçkizmin Lenin’in
ölümü ile zamandaşlığı, rastlantı sayılamaz. Lenin’in sağlığında bu cüretli
adımı atmaya karar vermemişti.” (Troçkizm mi? Leninizm mi?, s. 33, Sol Yay.)
Troçki,
“sürekli devrim anlayışının” Ekim Devrimi ile doğrulandığını,“Sovyet
düzeninin ilk yıllarında bunu hiç kimse inkar etmiyordu; tersine bu gerçek bir
dizi resmi yayında kabul gör”üyordu, “Ama Sovyet toplumunun durgun ve
kemikleşmiş doruklarında Ekim’e karşı bürokratik gericilik baş gösterdiğinde,
daha baştan yöneldiği şey, tarihte ilk proleter devrimini ötekilerden daha tam
olarak yansıtan ve aynı zamanda onun eksik, sınırlı ve kısmi karakterini açıkça
ortaya koyan bu teori oldu. Böylece
tepki yoluyla, Stalinizmin temel dogması olan tek ülkede sosyalizm teorisi
ortaya çıktı.” (age, s. 137)
iddiasını ileri sürüyor.
Troçkizm’in “sürekli devrim” teorisi, emperyalizm
öncesi Marksizm aşamasında, Marksizm’in o döneme özgü proleter devrimi
aşamasında kalmıştır. Dahası, o dönemin proleter devrim teorisinin de açık revizyonuna dayanır. Örneğin Marks,
hiçbir zaman ve hiçbir yerde, her ülkede devrimin doğrudan sosyalist devrim
olarak gelişeceği anlayışında değildi; Almanya’da, İtalya’da devrimin burjuva
demokratik devrimlerin zaferinin sosyalist devrimlere dönüşerek zafer
kazanacağını, İngiltere, Fransa ve ABD’de ise devrim aşamasının sosyalist
devrim olacağını açıkça ortaya koymuştur…
Troçkizm, emperyalizm teorisini, emperyalizm ve
proleter devrimler çağını ve bu çağda proleter devrimler teorisini hiçbir zaman
anlayamamıştır; bundan dolayıdır ki, daima Bolşevizm’e (Marksizm-Leninizm’e )
dur durak bilmeden saldırmıştır. Marksizm-Leninizm’e karşı saldırısını, Büyük
Ekim Devrimi sonrası ve Lenin’in ölümünden sonra da, “Stalinizme” karşı
mücadele adı altında azgınca yürütmüştür. Partinin yozlaştığı, bürokratik
gericilik çağının başladığı, demokrasiye son verildiği, Stalin’in
diktatörlüğünü kurduğu, Stalin’in Ekim Devrimini boğazladığı, dünya devriminden
vazgeçildiği, Sovyet bürokrasinin çıkarları uğruna dünya devriminin
çıkarlarının feda edildiği, Stalinci diktatörlüğün Thermidorcu gericilik ve
Bonapartist diktatörlük olduğu, yozlaşmış ve ayrıcalıklarla donanmış Stalinci
gericiliğin işçi sınıfı ve halk üzerinde canavarca bir dikta ve sömürü rejimi
kurduğunu, milyonlarca komünist ve emekçiyi katlettiğini, sürekli devrime karşı
burjuvazi ile birlikte ittifak kurduğunu, Lenin’i revize ederek tanınmaz hale
getirdiğini, Marksizm’i dogmatikleştirdiğini vb. vb. fütursuzca yaymıştır.
“…Lenin’in hastalığı ve ölümü ile eşanlı olan
Thermidor gericiliği yıllarında başladı…Uluslararası devrim teorisinin yerine
tek ülkede sosyalizm teorisini koyan Stalin..” “…Ekim Devrimi’ne kadar, ya da
daha doğrusu 1924’e kadar Marksist kampta olan kimsenin -en azından Lenin’in
köylülükte bir sosyalist gelişme etkenini görmediği tartışma götürmez. Batıda
proleter devrimin yardımı olmadan Rusya’da geri dönüşün kaçınılmaz olduğunu
tekrarlıyordu Lenin. Yanılmamıştı: Stalinist bürokrasi, burjuva geri dönüşün
ilk evresinden başka bir şey değil” (age, s.128)
“…1924’ten sonra” Stalin, “birdenbire değişiverdi.
Çünkü bürokratik gericilik ve geçmişin köklü revizyonu çağı başlamıştır artık.”
(age, s. 115-116)
“…Rus işçi sınıfı, Avrupa proletaryasının doğrudan
devlet desteği olmaksızın iktidarda kalamaz ve geçici egemenliğini sürekli bir sosyalist
diktatörlüğe dönüştüremez. Bu kesindir…” (age, s. 92)
“Kendi kaynakları ile baş başa bırakıldığında Rus
işçi sınıfı, köylülük kendisine sırtını döndüğü anda, karşı devrim tarafından
kaçınılmaz olarak ezilecektir. Politik devrimin yönetiminin kaderini,
dolayısıyla Rus devriminin tüm kaderini, Avrupa’daki sosyalist devrimin
kaderine bırakmaktan başka bir seçeneği olmayacaktır…” (age, s. 102-103)
Troçki, “1905 Yılı” isimli kitaba 1922 yılında yazdığı “önsöz”de, Troçkist
“sürekli devrim” teorisini anlatırken, proletarya diktatörlüğünün yalnızca
feodal mülkiyet ilişkilerini değil aynı zamanda “burjuva mülkiyete de
derinlemesine müdahale etmek” zorunda kalacağını söyler ve şöyle devam eder:
“Bunu yaparken, onun devrimci mücadelesinin
başlangıcında desteklemiş olan yalnızca tüm burjuva gruplaşmalara değil, fakat
aynı zamanda destekleri ile iktidara gelmiş olduğu köylülüğün geniş kitleleri
ile de düşmanca çatışmalara girecekti. Ezici çoğunluğu köylü bir nüfusa sahip
geri bir ülkedeki işçi hükümetinin konumundaki çelişkiler, ancak uluslararası
ölçekte, proletaryanın dünya devrimi arenasında çözümünü bulabilecekti.” (Aktaran
Stalin, Muhalefet Üzerine, C. I, s. 118)
Bunlar Troçki’nin görüşleri. Bu görüşleri kısa da
olsa değerlendirmeye geçmeden önce, bir hatırlatma yararlı olacaktır.
Bolşevikler kesintisiz devrim anlayışına başından beri sahiptiler. Emperyalist
dünya savaşının Avrupa çapında devrimci bir duruma yol açacağını, devrimin önce
Rusya’da zafere erişeceğini, Rus devriminin devrim yangınını Avrupa’ya yayacağını,
Avrupa devriminin patlak vererek Rusya devrimine yardıma geleceği, Avrupa
proletaryasının sosyalist devletsel desteği ile Rusya proletaryasının
sosyalizme geçip sosyalizmi inşa edebileceğini savunuyorlardı. Henüz Lenin’in
emperyalizm teorisini geliştirmediği bir aşamaydı bu aşama. Ama Lenin, 1915’te
Marksist-Leninist emperyalizm teorisini geliştirdi. Böylece yeniçağın,
emperyalizm ve proleter devrimler çağının proleter devrim teorisini ortaya
koydu ve eski bakış açısını, Marks-Engels’in kendi dönemlerinde doğru olan
proleter devrim teorisini yenileyerek aştı. Bütün dünyanın oportünistleri o
zaman Lenin’i Marksizm’den kopmakla ve Marksizm’i reddetmekle suçladılar.
Lenin ve partisi, Avrupa devriminin zaferini
beklemeden, burjuva demokratik devrimi kesintisiz sosyalist devrime dönüştürdü;
proletarya diktatörlüğünü kurarak sosyalizmin inşası yolunda ilk adımları
atarak ilerlemeye başladı. Ön görüldüğü gibi, Avrupa’da devrimci bir durum
ortaya çıktı ama burjuvazi, oportünist enternasyonalin ve partilerinin ihaneti
sayesinde Avrupa’ya yayılan devrim yangınını söndürmesini bildi. Burjuvazi,
Alman devrimini (1918) kan ve ateşle ezdi; ardından 1923 yılında patlak verip
zafer kazanan ve kısa bir süre proletarya diktatörlüğü kurmayı başaran Macar
Devrimi’ni de boğmayı başardı. Böylece, tarihi bir fırsat kaçırılmış, Avrupa
devrimi yenilgiye uğramış, kapitalist emperyalizm, yeni bir göreli istikrar
dönemine girmeyi başarmıştı. Ama Lenin ve Bolşevikler, emperyalizm teorisinin
tahliline bağlı olarak, proleter devrimin önce bir veya birkaç ülkede,
emperyalizmin en zayıf halkasının veya halkalarının kırılması ile bu ülke ya da
ülkeler az gelişmiş ülke ya da ülkeler de olsa, zafer kazanabileceğini ve dünya
proletaryası ve halklarının aktif desteğinde sosyalizmi inşa edebileceğini
düşündüklerinden, proleter devrim teorisini yeni koşullarda yenileyip
geliştirmiş olduklarından sosyalizmi inşa etme yoluna girmekte tereddüt
göstermediler.
Buna karşın Menşevikler, dünya oportünistleri,
Troçkistler, Avrupa devrimi yenildiği için Rusya devriminin yenilmeye mahkum olduğunu, geri bir ülke
olan Rusya’da, üretici güçler sosyalizmi kurmaya elverişli olmadığı için
yenilginin bir kader olduğunu vb. ileri sürdüler. Ama Bolşevikler
(Marksist-Leninistler) bu burjuva ve küçük burjuva sızlanmalara aldırmadan, tam
bir kararlılıkla, sosyalist inşa yolunda ilerlemeye devam ettiler…
Bu hatırlatmadan sonra gelelim Troçki’ye ve derin(!)
teorisine.
Troçki diyor ki, “bir teorinin nihai ölçüsü
deneydir”, çok güzel; peki acaba tarihsel deney, Troçkizm’i ne ölçüde
doğruladı? Hep birlikte inceleyelim.
Ne demişti Troçki; Avrupa devrimi zafer kazanıp
sosyalist devletsel yardımı ile Rusya devrimine yardıma gelmezse, Rus
devriminin yenilgisi kaçınılmaz bir kaderdir. Peki, ne oldu?
Avrupa’da
devrim yenildi. Avrupa proletaryası devletsel yardımıyla Rusya devrimine yardım
edemedi değil mi? Evet!
Peki, tipik
bir idealizmin temsilcisi olan kaderci Troçki’nin kehaneti gerçekleşti mi?
Elbette ki hayır!
Peki, gerçekleşen şey neydi? Elbette ki SSCB’de
sosyalizmin başarıyla inşası. Bu uğurda (yenilgi tehlikesine karşın) büyük
bedellerle sosyalist inşanın zaferi.
Demek ki, Troçki’nin ve Troçkizm’in yanı sıra,
Avrupa burjuvazisi ve oportünistlerinin de beklentisi olan proletarya
diktatörlüğünün ve sosyalizmin yenilgisi ve tasfiyesi uğursuz ön görüsü
gerçekleşmedi.
Kaderci Troçki, durmaksızın “yenilgi kaçınılmazdır” deyip sızlanırken ve bu militan(!) bilinç ve
ruh haliyle SSCB proletaryası ve halklarını silahlandırırken(!) ve yenilmemiz
bir kaderdir uğraşmayın diyerek Marksizm-Leninizm’e, Parti’ye, Stalin yoldaşa,
proletarya diktatörlüğüne karşı azgınca savaşırken ve uğurda her türlü aşağılık
iftira ve çarpıtmadan kaçınmazken, tarihsel deneyin de kanıtladığı gibi,
Troçki, hem Parti’yle tutuştuğu gerici savaşında yenildi, hem de başarısız bir
öğrenci olarak sınıfta kaldı. Zaten hayatının her döneminde, bıkmadan,
usanmadan sınıfta kalan bir öğrenci
oldu hep Troçki ve iktidarsız ve bozguncu teorisi Troçkizm.
Troçki, “bir teorinin nihai ölçüsü deneydir”, diyor.
Çok güzel; peki tarihsel deney acaba hangi noktada Troçki’yi ve Troçkizm’i
doğruladı dersiniz?
Ne demişti Troçki; Avrupa devrimi yardıma gelmezse
ezici bir çoğunluğu köylü olan Rusya’da köylülüğün geniş kesimlerinin
proletarya diktatörlüğüne karşı ayaklanması, böylece de Ekim Devrimi’nin ve
proletarya diktatörlüğünün yenilmesi kaçınılmaz bir kaderdir!
Bu kehanetin
gerçekleşmesi, Troçki’nin yanı sıra tüm dünya burjuvazisi ve oportünistlerinin
uğursuz beklentisiydi.
Peki, ne
oldu? Avrupa devrimi yenildiğinden özlenen ve beklenen yardım gelemedi. Ama
Rusya proletaryası, emekçi köylülükle sıkı bir bağlaşma içerisinde, kır
burjuvazisini ikinci bir Ekim Devrimi ile tasfiye ederek, tarımda sosyalist
kolhozcu ekonomiyi başarıyla inşa ederek, sosyalizmin inşası yolunda başarıyla yürüdü.
Yani, ne emekçi köylülük ayaklanarak sosyalizmi
yıktı ne de hainler cephesinin, düşman kampın SSCB’nin kaderi olarak gördükleri
o uğursuz beklenti ve bu beklentinin gerçekleşmesi için yürüttükleri kirli
savaş başarı kazanabildi.
Demek ki
Troçkizm, bir kez daha tarihsel deneyim tarafından tu kaka edildi. Troçki ve
Troçkizm’in gerçekte burjuvazinin kuyruğu
olduğu bir kez daha açığa çıkmış oldu.
SSCB proletaryası, halkları, SBKP(B) ve Stalin
önderliğinde sosyalizmi sınırsız bir inanç, kararlılık ve feda ruhuyla ve ağır
bedellerle, alın teriyle kurarken, Troçkizm, hayır sosyalizmi kuramazsınız,
yenilgimiz bir kaderdir, durun yapmayın sızlanmasıyla, “Stalinizm”e karşı
gerici bir savaşım yürütüyordu. Partiyi bölmek, iktidarı ele geçirmek için
hizip üzerine hizip kuruyor, partinin eski kadrolarını yozlaşmakla suçluyor,
gençliği, genç kadroları kışkırtarak yedeklemeye çalışıyordu.
Lenin’e, Leninizm’e karşı açık bir savaş yürütme
yetenek ve yürekliliğinden uzak olan Troçki ve Troçkistler, sözde Lenin’i savunurken,
Leninizm karakteri düşmanlıklarını “Stalinizme”, “bürokrasiye” karşı savaş vs
sloganlar altında kamufle etmeye
çalışmışlardır. Ama bilindiği gibi, bu mızrak bu çuvala sığmıyordu ve sığmadı
da…
Ekim Devrimi’nden önceki yaşamını Bolşevizm’e karşı
mücadeleye adayan Troçkizm, Ekim Devriminden sonra da aynı kirli kavgasını,
yeni koşullar içerisinde yürütmeye devam ediyordu. Sosyalizme, proletaryaya,
kitlelere, Marksizm-Leninizm’e, dünya devrimine inançsızlık, iflah olmaz bir
hizipçilik, kariyerist dizginsiz hırs, Makyavelizm, militan demagoji, genç
kadroların parti ve deneyimli yöneticilerine karşı alçakça kışkırtmak Troçki ve
teorisini belirleyen tipik özellikler olmuştur hep. Küçük burjuva aydının
elitist, kariyerist karakteri ve aydın istikrarsızlığı, Troçki ve teorisinin
sefil karakter özellikleri olarak göz çıkarmış, kafa yarmıştır daima.
Troçki ve Troçkizm, SSCB’de ağır bir yenilgiye
uğrayarak, teşhir olur. “Eceli gelen köpek cami duvarına işer”miş; nitekim
Troçki, partiden atılır, 1929 yılında sosyalist anavatandan kovulur.
Marksizm-Leninizm, proletarya diktatörlüğü, parti ve Stalin karşısında
durmaksızın peş peşe aldığı yenilgiler, Troçki’yi daha da kinlendirir. SSCB’den
kovulan Troçki, “Muhalefetin herkesçe kabul edilmiş lideri olduğuna göre o da Lenin
gibi eylemi yurd dışından yönetecekti. Muhalefet adına oldukça özgür şartlar
altında konuşabilecek ve sesini uzaklara kadar duyurabilecek tek insandı.”
(Isaac Deutscher, Troçki, Kovulan Sosyalist, s. 19, Ağaoğlu Yayınevi) “Troçki,
klasik Marksizmin ve aynı zamanda Leninizmin meşru mirasçısı olarak ortaya
çıkacaktı…Lenin’den başka hiç kimse bu konuda kendisi kadar otorite ile
konuşamazdı. O bu otoriteyi hem kuramcı olmasından ve hem de bir devrimin zafer
kazanmış komutanı olmasından alıyordu. Ve hiç kimse de bu konuda onun kadar zor
durumda değildi, çünkü dört bir yanı amansız düşmanlarla sarılmıştı, ihtilalden çıkmış bir devletle mücadele
ediyordu.” (age., s. 22, iba.) Nitekim “muhalefetin sürgündeki lideri” olarak,
sözde “Lenin gibi” sürgünde “Stalinist bürokratik diktatörlüğü”, SBKP (B)’yi,
SSCB’yi yıkma mücadelesine girişir. Yurtdışında,
uluslararası burjuvazinin enerjik destek ve işbirliği ile SSCB’ye ve Stalin’e
karşı azgın karşı-devrimci ve kirli savaşı daha üst düzeye çıkararak
geliştirir. Ama O, verdiği ciddi zararlara karşın bu savaşımında da başarılı
olamaz; çünkü “eğri cetvelden doğru çizgi çıkmaz!”. Yenilgi, O’nun kaderi
olmuştur. Teorisi, hep iktidarsızlık
teorisi olarak anılmıştır. Başlangıçta, küçük burjuva devrimci karaktere
sahip olan Troçkizm, eşyanın doğası gereği,
sınıf mücadelesinin gelişim seyrine bağlı olarak, bir iç evrim geçirerek bu dönemini de geride
bırakarak, sosyalizmi yıkma savaşımı içerisinde, devrilmiş gericiliğin ve
uluslararası burjuvazinin saflarında savaşan tümüyle karşı devrimci bir akıma dönüşmüştür.
Devam etmeden, illegal, yasadışı anti-Sovyetik, anti-Marksist-Leninist
partilerini daha 1926 yılında kurmuş olan (dahası, bu oluşumun kökleri daha
eskiye uzanıyordu) Troçkist-Zinovyevist muhalefetin sefil durumunu, itibarsızlığını
sergileyen somut bir gerçeği hatırlatmak isteriz.
“Sol Muhalefet” sürekli yenilgilerine karşın,
sınırsız bir iki yüzlülükle Parti’yi yeni bir tartışmaya zorlar. Hikayesi bir
yana, tartışma Ekim 1927’de, XV. Parti Kongresi’ne bağlı olarak gerçekleştirilir.
Sonuç mu? Sonuç şudur:
“Tartışmanın sonuçları Troçkistler ve Zinovyevciler
bloku için acınacaktan da öte oldu; 724 000 Parti üyesi, Merkez Komitesi’nin
politikası lehinde; 4 000 ya da yüzde 1’den daha az Parti üyesi de Troçkistler
ve Zinovyevciler bloku lehinde oy kullandı. Parti düşmanı blok hezimete
uğratıldı. Böylece Parti, ezici çoğunluğu itibariyle, blokun platformunu
oybirliğiyle reddetti.
“Yargısına, blok yandaşlarının bizzat başvurduğu
Partinin açıkça ifade edilen iradesi buydu.” (Stalin, Eserler C. 15, s.324)
Burada özel bir yoruma gerek olmadığı açık. Ya da
“Anlayana sivri sinek saz, anlamayana davul zurna az!” O halde geçiyoruz.
Troçkizm, 30’lu yıllarda, proletarya diktatörlüğüne
karşı, bir politik devrim stratejisi ile
ortaya çıkar. “Mücadelesinin ilk on yılı içinde Sol Muhalefet, Parti’ye karşı
iktidarı ele geçirmek uğruna Parti’nin ideolojik olarak ele geçirilmesi
programını terk etmedi. Sloganı: Devrim değil, reforumdu.” (Troçki, İhanete
Uğrayan Devrim, s. 259). Ama o günler artık geride kalmıştı. Artık “Gelişme
açıkça devrim yolunu göstermektedir.” “Ne olursa olsun bürokrasi ancak devrimci
bir kuvvetle yerinden atılabilir. Ve her zamanki gibi saldırı ne denli yürekli,
ne denli kararlı olursa, kurban o denli az olacaktır. Bunu hazırlamak ve olumlu
tarihsel bir durumda kitlelerin başında yer almak: Dördüncü Enternasyonalin
Sovyet seksiyonu’nun ödevi budur.” (agk., s. 266) Zaten VI. Enternasyonal’in
“Sovyet seksiyonu”, “Termidor bürokrasisine” karşı “illegal Bolşevik-Leninist
partisi” aracılığıyla “onu devirmek” amacıyla savaşmaktadır. Fakat bu kez bu
devrim, “1917 yılının Ekim Devrimi gibi bir toplumsal devrim olmayacaktır. Bu
kez sorun toplumun ekonomik temellerini değiştirmek ya da belli mülkiyet
biçimlerini başkalarıyla değiştirmek değildir.” (agk., s. 267) Burada, bu kez
geçerli olan devrim “toplumsal değil, politik bir devrim” olacaktır. Çünkü
“Sovyet bürokrasisi kendi yöntemleriyle toplumsal kazanımları korumak için
proletaryayı politik olarak mülksüzleştirmiştir.” (agk., s. 234) ama “üretim
araçları devlete ait” olmaya devam etmektedir. Stalinist bürokrasi”, “Kendi
iktidarının ve gelirinin kaynağı olarak devlet mülkiyetini korumak zorundadır.”
(s. 234)
Gerçekte bu karşı devrimci stratejinin temelleri,
illegal, yasadışı partileriyle birlikte, Troçki henüz SBKP(B) içerisindeyken,
20’li yılların ikinci yarısında atılmış, formüle edilerek geliştirilmeye,
pratikleştirilmeye çalışılmıştır. Daha o dönemde Stalin, haklı olarak,
sosyalizme ve proletarya iktidarına karşı “Chamberlain’den
Troçki’ye kadar uzanan bir tür birleşik cephe kurulmakta” olduğunu
vurgulamıştı. 30’lu yıllarda ise bu stratejiyi açıkça ilan edilerek, uluslararası sermayenin açık desteğinde
pratikleştirilmiştir. O’na göre, Stalinizm, bürokratik bir karşı-devrimdi.
“Siyasal bakımdan atomize edilmiş bir toplum üzerinde yükselen, polis ve subay
birliklerine dayan ve hiçbir biçimde denetime izin vermeyen Stalin rejimi,
açıkça Bonapartizmin bir çeşitlemesidir; tarihte daha önce görülmemiş, yeni tip
Bonapartizm.” (Troçki, İhanete Uğrayan Devrim, s. 258) Böylece proletarya
iktidarını kaybetmiş ve Ekim Devrimi, Stalinist karşı devrimci bürokratik
diktatörlük eliyle boğazlanmıştı. Totaliter Stalinci diktatörlük rejimi
kurulmuştur. Proletaryanın ve komünistlerin görevi, Stalinci diktatörlüğü proletaryanın ayaklanması ile yıkarak Troçkizm’i iktidara getirmekti. “Stalinizm ve faşizm, toplumsal
temellerindeki derin farklılıklara karşın simetrik olaylardır. Özelliklerinin
çoğunda ölümcül bir benzerlik gösterirler. Avrupa’da başarılı olacak bir
devrimci hareket (ki, Troçki’nin bu sözleri yazdığı yıl, 1936’dır-bn.) yalnızca
faşizmi değil, Sovyet Bonapartizmini de derhal sarsacaktır.”(agk., s.258)
Troçki’nin politik devrim teorisi buydu işte.
Okuyucuya
tekrar hatırlatalım; ne demişti Troçki: ““Ne olursa olsun bürokrasi ancak devrimci bir kuvvetle yerinden
atılabilir. Ve her zamanki gibi saldırı
ne denli yürekli, ne denli kararlı olursa, kurban o denli az olacaktır.
Bunu hazırlamak ve olumlu tarihsel
bir durumda kitlelerin başında yer almak: Dördüncü Enternasyonalin Sovyet
seksiyonu’nun ödevi budur.” Bu
sözler, unutulmamalıdır. Unutulmamalı, çünkü bu sözler, Troçki’nin,
Troçkizm’in, SSCB’yi, sosyalizmi, proletarya diktatörlüğünü yıkmak için her
türlü aracı kullanarak yürüttüğü kirli savaşının teorik-politik temeli ya da
arka planıdır. SSCB’ye, III. Enternasyonal’e, tek tek komünist partilere karşı
Troçkist bozgunculuğun, bölücülüğünün, iftiraların, terörün, sızma
çalışmasının, dünya burjuvazisi ile birleşik yürüttüğü gerici, karşı devrimci
savaşının nasıl teorize edilerek meşrulaştırılmaya çalışıldığının kanıtıdır.
Konuyla ilgili yaklaşımı, hep birlikte, Troçkizm’in
dilinden okuyalım.
“Troçki ve sol muhalefet mücadelenin parti
içerisinde yürütülmesi kısıtlanmasından bürokratik baskıların niteliksel olarak
arttığı ve artık bu mücadelenin devam ettirilmesinin mümkün olmadığı anda
vazgeçtiler. Muhalefet ilk kez Ekim Devrimi’nin 10. yıldönümünde Moskova’da bir
gösteri düzenledi… Muhalefet, aynı zamanda, Stalinci fraksiyonunun, muhalefetin
metinlerinin basılması leninist ilkesine uymaktan kaçınması nedeniyle,
yazılarını illegal matbaalar aracılığıyla yayınlamayı deniyordu. Ama
bürokrasiye karşı politik eylemlerle devlet düşmanı eylemler arasındaki sınırı
her zaman koruyordu. Ve bürokratlara karşı her türlü terörü kesinlikle
yasaklıyordu.
“ Muhalefetin, çalışmalarında parti çerçevesi dışına
çıkmasının organizasyon açısından zorunluluğu, bu değişikliğin açıklanmasına
yönelik çok daha önemli politik bir kararla birleşiyordu. Sovyet toplumunu
tehdit eden tehlikeler niteliksel olarak artmıştı. Sovyet bürokrasisi Ekim
Devrimi’nin mirasının önemli kesimlerini -özellikle üstyapıda ama sadece orada
değil- tasfiye etmek üzereydi. İzlediği yol gittikçe daha baskıcı hale
geliyordu ve baskı sadece seçici olarak muhalefet gruplarına değil, aynı
zamanda yoğun olarak işçilere, köylülere yöneliyordu. Bürokrasinin devrilmesi
Sovyetler Birliği için gittikçe ölüm-kalım sorunu haline gelmişti. Bürokrasiyi
devirmek artık reformlar yoluyla mümkün değildi, yeni bir devrim gerekiyordu.
Yeni bir devrim ancak yeni bir devrimci partinin yardımıyla mümkündü. Troçki,
1933 yılı ilkbaharından itibaren Sovyet muhalefetinin sadece eski partinin
içinde bir fraksiyon olarak kalması pozisyonundan vazgeçti. İzlenecek yeni yol,
yeni bir Bolşevik-Leninist parti kurulmasıydı. Anti-Stalinist tarihçiler şimdi
bu değişimde çok geç kalınıp kalınmadığını tartışıyorlar.” ( Ernest Mandel,
Alternatif Olarak Troçki, s. 64-65-66)
“Troçki’nin mükemmel teorik başarısı pratik olarak
başlangıçtan itibaren -1923’ten sonra- toplumsal yozlaşmayı, Sovyet
bürokrasisinin özel maddi çıkarlar temelinde belli bir toplumsal tabaka haline
geldiğini kavraması ve bu kör düğümü kesmesidir.” (age, s. 59)
“Parti içindeki soysuzlaşma sürecinin kavranmaması
trajedisinde aslında Sovyet Thermidoru’nun temel işaretlerinden biri
yansımasını bulur -tam da Fransız Thermidoru’nda olduğu gibi. Çünkü Thermidor
sadece karşı devrim anlamına gelmez. Thermidor, milyonlarca insanı sarsan ve
coşturan büyük bir devrimin hemen ardından gelen politik bir karşı devrimdir.” (age,
s. 60)
“ Troçki’nin Stalinizme ve bürokratik diktatörlüğe
karşı mücadelesi, 1934’den itibaren, Stalin’in cürümlerinin gerçekten korkunç
bir karaktere bürünmesinden sonra iyice sertleşti… Bu temizlik harekatının
(Kirov’un katliyle başlatılan büyük temizlik harekatı –bn.) boyutları dehşet
vericiydi ve modern tarihte işlenmiş en korkunç suçlardan biriydi. Milyonlarca
işçi, köylü, aydın ve komünist celladın kurbanı oldu. …bir milyondan fazla
komünist ölüm makinesinin kurbanı olmuştu. Kurbanlar toptan halk düşmanı,
terörist, yabancı ajanlar, kapitalizmin restorasyonun taraftarları olarak
karalanıyor ve suçlanıyorlardı. Dehşet verici işkenceler altında itiraflara
zorlanıyorlardı.
“Vardığı boyutlar kavranmakta güçlük çekilen bu
yetkin ölüm ve yalan makinesi hiçbir direnişle karşılaşmadı. Sovyetler
Birliği’nde korku ve dehşet içindeki halk felç olmuştu…” (age, s. 70)
Son paragraflara dikkat edin, çizilen tabloyu
okuduğunuzda sanırsınız ki, SSCB, ikinci bir Hitler Almanya’sı! Bu aşağılık
iftiralar emperyalistlerin, faşistlerin, Troçkistlerin öteden beri sürdüre geldikleri
kara propagandadır. Troçkizm’in hangi yolun yolcusu olduğunu ve Troçkistlerin
kimlerin hizmetinde olduklarını çarpıcı bir tarzda kanıtlamaktadır. İşte
Troçkizm’in gerçeği budur.
Proletarya diktatörlüğünün halk düşmanlarını, beyaz
terör ve kızıl maskeli beyaz Troçkist terör uygulayanları, yabancı casuslarını,
kapitalizmin restorasyonu yandaşlarını cezalandırması ise, çok doğaldı;
proletarya diktatörlüğünden ölümüne nefret eden Troçkistlerin bundan dehşete
düşmelerini ise zaten anlayacak durumdayız. Öyle ya, proletarya diktatörlüğünü
yıkmak için burjuvazi ve faşizmle işbirliği yaparak “politik devrimi”
örgütlemeye çalışanların bu sonuçlara hazırlıklı olması gerekirdi, çünkü “Gülü
seven dikenine katlanır” değil mi!
Emperyalist ve gerici dünya, öteden beri, iğrenç bir
kurnazlık ve sınır tanımaz ikiyüzlülükle, Stalin ve Hitler’in adını yan yana
getirerek, her ikisini de cani, katil, kan içici, kan dökücü, canavar,
psikopat, soykırımcı, işkenceci vs. olarak anmaya özel bir dikkat ve özen
gösterirler. (Emperyalist bir birlik olan AB’nin geçtiğimiz yıllarda Hitler ve
Stalin’i birlikte, insanlık suçu vs. işledikleri gerekçesiyle mahkum ettirme
operasyonu hatırlansın!) Burjuvazinin dostu olan Troçkist hilebazlar takımı da
aynı aşağılık taktiği öteden beri kullana gelmektedirler. Tarihte ilk kez,
kapitalizmi, sömürüyü ortadan kaldırarak sosyalizmi başarıyla kuran Stalin’e
(ve Sovyet proletaryasına ve halklarına karşı) Troçkistlerin duyduğu kin, adeta
şuursuzdur; onlar her taşın altında Stalin’i aramakta, her kötülükten Stalin’i
sorumlu tutmakta, burjuvazinin korkulu rüyası Stalin’i şeytan ilan
etmektedirler. Stalin, Troçkizmin günah keçisidir. Troçkist burjuva aydın
kini çok ünlü olan deve kinini de
geçmiştir. Ama asla unutmamalıyız ki söz konusu Troçkist kin, ne sınıflar üstü
ne de salt bireysel yenilgiden kaynaklanan bir kindir, bu kin ve intikam arzusu sınıf
bilinçli burjuvazinin kinidir.
Öncelikle şunu vurgulamakta yarar bulunmaktadır:
Troçki, SBKP(B)’den ısrarla hizip özgürlüğü tanınmasını ister. Parti bunu kesin
bir tarzda reddeder. Bunun üzerine sayısız defa parti tüzüğünü çiğneyerek hizipler kurar. Parti içerisindeki hizipçileri,
hizipleri hep kışkırtır. Giderek tüm Zinovyenist-Kamenevyenist (daha sonraki
yıllarda Buharinistler de dahil) vb. muhalifleri/hizipleri Parti içerisinde, illegal temelde örgütleyerek sözde
“Bolşevik-Leninist partisi”ni kurar. Ayrı bir merkezi, disiplini, programı ve
yer altı matbaaları olan bir Troçkist partidir söz konusu olan. Hain Troçki,
daha ülkedeyken, henüz SBKP(B) üyesiyken bu partiyi kurmuştur.
Troçki ve Troçkizm, 30’lu yıllarda bir yandan “antrizm” (sızma) taktiği aracılığıyla
SBKP(B)’de, III. Enternasyonal’de örgütlenirken, öte yandan da SBKP (B) dışında
Troçkist gizli/komplocu partisini geliştirmeye çalışmıştır. Zaten Bolşevik
Parti, uzun bir ideolojik ve siyasi evrim geçirip siyasal bakımdan tümden
yozlaşarak bir ilkesizler topluluğu, bir siyasal sahtekarlar çetesi haline
gelen sözde muhalefetten kurtulduğu içindir ki, bu koşullarda Troçkist çete,
Bolşevik Parti’de açık muhalefet yürütme şansına da sahip değildi.
Yukarıdaki
alıntılardan da görülebileceği gibi, ikinci nokta, proletarya diktatörlüğünün
“bürokratik karşı devrimci bir diktatörlük” ilan edilmesidir. İşte Troçkizm ve
ardılları “sürekli devrim”, “uluslararası devrim”, “bürokrasiye” karşı mücadele
sloganları altında, dünya proletaryasını böyle bilinçlendirip(!)
militan(!)mücadelelere hazırlıyorlardı. Uluslararası işçi sınıfı, halklar, ezilenler
yerküremizin dört bir yanında, “Yaşasın SSCB!”, “Yaşasın sosyalizm’”, “Yaşasın
Stalin!” sloganlarını haykırarak bir büyük umut ve azimle mücadele ederken,
Troçkist hainler devrim ve sosyalizm cephesinin karşısında faşizm ve sermayeyle
kol kola, SSCB’yi işte böyle yıkmaya, gözden düşürmeye çalışıyorlardı.
Üçüncü nokta,
Troçkizm, iç ve uluslararası proletaryanın asli
görevinin, SSCB’deki proletaryanın diktatörlüğünü “devrimci kuvvet”le, “zor”la yıkmak
olduğunu saptıyordu. Troçkizm’e göre, işçi sınıfı ayaklanmalı ve devrimci zorla
bürokratik diktatörlüğü yıkmalı (“politik devrim”le), iktidarı yeniden ele
geçirmeliydi, bir diğer ifadeyle, açık anlamıyla, iktidarı, dünya
burjuvazisine, Hitler faşizmine ve Troçkist çeteye vermeliydiler. Troçki ve çetesi burjuvazinin desteğinde
bütün enerji ve yeteneğini, proletarya diktatörlüğünü yıkmaya adamıştı.
Sızmalar, komplolar, suikastlar, iftiralar, cinayetler vb. gibi araçlar
Troçkizm’in kullandığı kirli araçlardı.
Dördüncü
nokta, Mandel, özellikle 1934 yılından itibaren Troçki’nin tavrını sertleştirdiğini vurgular. Bu noktanın
üzerinde durmadan geçemeyeceğiz. Ayrıca okuyucunun dikkatini bu noktaya da
özellikle çekmek isteriz.
Neydi
1934’lerde dünyanın gerçekleri? Özetleyelim:
SSCB’de, tarımda “İkinci Ekim Devrimi” olan
kolektifleştirme atılımı büyük bir başarıyla istim üzerinde ilerliyordu.
SSCB’de sosyalizmin inşası her bakımdan gelişiyordu. SSCB, artık Çarlık
döneminin o geri ülkesi değildi. SSCB’nin dünya işçi ve emekçileri, ezilenleri
üzerindeki devrimci etkisi devleşerek büyüyordu. Kapitalizmin genel ekonomik
krizinin en yıkıcısı olan 1929-33 ekonomik krizinin etkisi hala çok canlıydı ve
küresel ölçekte anti kapitalist devrimci tepkiler güçlüydü. Dünya ölçeğinde
faşizm tehlikesi hızla yükseliyordu. Üçlü faşist kamp, Nazi Almanya’sının
önderliğinde yeni bir emperyalist savaş kışkırtıcılığını hızla tırmandırıyordu.
Emperyalist dünya ve Nazi Almanya’sı ve faşist kamp, SSCB’yi emperyalist ve
faşist savaş ve işgal yoluyla yıkmada ortak bir iradeye sahipti. Dünya devrim
dalgası yavaş yavaş geri çekiliyordu. SSCB etrafındaki faşist çember gitgide
daralıyordu. SSCB’ye geniş çaplı sızmalar vardı ve bu sızmalar, daha sonra
açığa çıktığı gibi, Kızıl Ordu’nun genelkurmayına dek ulaşmıştı vb.
İşte bu
koşullarda, her ne hikmetse(!), hain Troçki’nin de tavrı daha da sertleşiyordu!
Büyük temizlik harekatının ve kamuoyuna
açık yapılan ünlü yargılamaların kanıtladığı gibi, Hitler faşizmiyle
işbirliği içerisinde Troçkizm, söz konusu “sertleşme” politikasına bağlı olarak
“politik devrim” için fedakarca(!) çalışıyordu.
Yeridir,
sorunun şu boyutları da ortaya konulmalıdır:
Menşevikler,
burjuva demokratik devrimin zaferiyle devrimci-demokratik özelliğini tüketerek,
devrilmiş gericilikle, burjuvazi ve emperyalizm ile birleşmiş, Bolşevizm’e,
devrime, sosyalizme karşı elde silah savaşmışlardı. Onlara göre, Rusya
sosyalizm için olgunlaşmamıştı. Ekim Devrimi ile Lenin’in kişisel diktatörlüğü,
Bolşevik azınlığın diktatörlüğü kurulmuş ve demokrasi boğazlanmıştı. Bolşevizm
bir devrim değil, bir karşı-devrimdi. Bolşevik bürokratik dikta rejiminin
yıkılması ve demokrasinin kurtarılması gerekiyordu ve bu yüce amaç için, her
yol mubahtı.
Troçkizm ise
bu yola daha sonra girdi. Lenin’in
ölümü ile Stalinci bürokratik karşı devrimin başladığını, dünya devrimi zafer
kazanıp yardıma gelmeksizin Rusya’da sosyalizmin kurulamayacağını, yenilginin
kesin bir kader olduğunu, Stalinist dikta yönetimini devirmek için “politik bir
devrime” gerek olduğunu, sosyalist bir demokrasi rejiminin ancak “politik devrim”le
yeniden kurulabileceğini vb. ileri sürerek, Bolşevizm’e, proletarya
diktatörlüğüne, sosyalizme karşı mücadelede daha geç bir tarihte Menşeviklerle,
devrilmiş gericilikle, burjuvazi ve uluslararası burjuvazi ile birleşerek, her
türlü beyaz ve kızıl renklere bürünmüş terör dahil kirli burjuva mücadele
biçimlerini kullanır hale geldi.
Rusya’nın
sosyalizm için olgunlaşmadığı, sosyalizmi kuramayacağı ve Avrupa proleter
devriminin devletsel yardımı olmaksızın yıkılacağı üzerinde birleşerek,
Bolşevizm’i ve sosyalizmi, proletarya diktatörlüğünü yıkma teori ve politikası,
Troçkizm ve Menşevizm’in, II. Enternasyonal oportünizminin ortak paydası olmuştur. Unutmamalıyız ki, Troçkizm, ter yüz edilmiş
Menşevizmdir. Lenin’in, Stalin’in bu vurgusu boşuna değildi.
Lenin, devrim
sürecindeki teorik ayrılıkların, gün gelir veya devrimin zaferiyle silahla
çözülebilecek pratik-siyasal sorunlara dönüşebileceğini vurgulamıştır.
Menşevizm ve ters yüz edilmiş Menşevizm olan Troçkizm ile Bolşevizm arasındaki
ayrılıklarda bu türden ayrılıklardı. Menşevizm’e göre, Rusya devrimi burjuva
demokratik bir devrim olduğu için, iktidar burjuvazinin olacaktı, olmalıydı.
Üreci güçler yeterince gelişince, proletarya nüfusun büyük bir çoğunluğu haline
gelince, proletarya iktidarı almalı ve sosyalizmi kurmalıydı. Tabii ki, burada
da, zafere erişecek olan Avrupa devrimi Rusya’ya devlet yardımıyla gelerek,
Rusya devriminin yenilgisini önleyecektir vb.
Nitekim Menşevikler, burjuva demokratik devrimin
zaferiyle iktidarın burjuvaziye verilmesi gerektiğini savunarak, pratiklerinde
de buna uygun davrandılar. Bolşeviklerin devrimi kesintisiz sosyalist devrime
dönüştürerek proletarya diktatörlüğünü kurup, sosyalizmin inşasına
girişmelerine karşı çıktılar ve giderek, sözde “Bolşevik karşı-devrime ve Bolşevik diktatörlüğe karşı” elde silah,
burjuvazinin ve emperyalizmin kuyruğunda, proletaryanın ve halkların kanını
dökmeye başladılar.
Menşevizm,
proletaryanın en geri kesimlerine dayanan küçük burjuva sınıf karakterine bağlı
olarak, geçici ve göreli devrimci-demokratik rolünü devrimin birinci aşaması
zafere eriştikten sonra hızla tüketerek, burjuvaziye yedeklendi, tipik bir
kapitalist düzen savunucusu haline gelerek, proletaryanın sosyalist devrimine
karşı, barikatın öteki tarafında mevzilendi.
Troçkizm de aynı kaderi biraz daha farklı yaşadı.
Başlangıçta küçük burjuva devrimci karaktere sahip olan Troçki, devrimci
niteliğinden dolayı, Bolşevik saflara katılarak Ekim Devrimi için savaştı.
Bolşevikler Troçki’ye (ama teorisine değil) yeni bir fırsat tanımaktan geri
durmadılar. En yetkili yerlere kadar yükselttiler. Ama ne var ki, Troçki,
Bolşevizm’i özümsemiş biri değildi. Aksine Partiye katıldığı tarih kesitine
kadar, Bolşevizm karşı savaşmıştı. Troçkizm, ne proletaryanın ne de emekçi
köylülüğün devrimci potansiyeline, proletaryanın sınıf niteliğine güven
duymuyordu. Küçük burjuva aydının kendini aşırı önemseyen, partiyi, sınıfı,
kitleleri aşırı küçümseyen, tarihin kitlelerin değil de bireysel kahramanların
eseri olduğunu düşünen sınıf tavrı, bu sübjektif idealizmi, Troçkizm’in tipik
karakter özelliğiydi.
Troçki,
Avrupa devrimi zafer kazanmadan ve Rusya devrimine devletsel desteği ile
yardıma koşmadan, SSCB’nin, proletarya diktatörlüğünün ayakta kalabileceğine
bile inanmıyor ve yenilgiyi kaçınılamayacak bir kader olarak görüyordu. O’nun
bu kafa yapısı (sürekli devrim teorisi ve siyaseti), kendini aşırı beğenen ve
tapınan aydın bireyci karakteriyle birleştiğinde, Troçkizm, Bolşevizm’le bir
kez daha savaşa tutuştu. Lenin’in prestiji o koşullarda o kadar yüksekti ki bay
Troçki, Lenin’i doğrudan hedef alıp reddederek Leninizm’e karşı savaşa girme
cüretini gösteremedi ve gösteremezdi de. Lenin’in ölümüyle birlikte, meydanı
boş sanarak, Leninizm’e karşı açık ama “Stalinizm” söyleminin arkasına gizlenerek, yeniden kirli bir savaş başlattı.
SSCB’nin yaşamak
ve ilerlemekle ölüm arasında bir
tercih yapma sorunu bütün keskinliği ile gündemleştiği koşullarda, sosyalist
anavatana, proletaryaya ve öncüsüne ölüm
tercihini dayattı. İşte O, bu tercihiyle kendi ölüm fermanını da imzalamış
oluyordu. 1923 ile başlayan süreçte, SBKP(B)’yi, Stalin’i, sosyalizmi ve
proletarya diktatörlüğünü karşı-devrim olarak ilan etti. Ve tüm yeteneklerini proletarya diktatörlüğünün
yenilgisi, sosyalist inşanın çökmesi üzerinde yoğunlaştırdı. O, bu teori ve
eylem çizgisiyle, Parti’nin ve Stalin’in inanılmaz kazanma çabası ve
esnekliğine karşın, inatla karşı devrim yoluna girme ve giderek burjuvazi ve
faşizmle birleşme çizgisinde ilerledi. Troçkizm’le Bolşevizm arasındaki teorik
ayrılıklar, sosyalist inşa ve proletarya diktatörlüğü koşullarında, pratik-siyasal
sorunlar haline geldi; bu süreçte Troçkizm, devrimci karakterini hızla
tüketerek, burjuvazinin cephesine geçti. Böylece tüm yaşamını sosyalizmi yıkma
kavgasına adayarak, burjuvazinin elinde kirli/paslı bir silah olarak
kullanılageldi.
İktidarsızlık ve yaygaracılık, Troçkizm’in ve IV.
Enternasyonal’in karakteridir. 100 yıllık emperyalizm ve proleter devrimler
çağına bakın: Bu tarihte, Troçkist hareketin, hemen hemen, hiçbir yerde, hiçbir
önemli dönemeçte vb. ciddi bir yer ve ağırlığa sahip olmadığını göreceksiniz.
Derin mi derin(!) teorileri ile övünen Troçkizm (ve hempalarının), genel
olarak, bir aydın çevresi, bir ideolojik akım, akademik tartışmalar yapan bir
burjuva kulübü olarak kaldığını, amip gibi sürekli bölündüğünü ve ciddi bir
siyasal harekete dönüşemediğini herkes görmektedir. (Bkz, Ernest Mandel, Kent
Ake Andersson, John Ross, Enternasyonalizm ve Dördüncü Enternasyonal,
Sosyalizmin Geleceği, “ Dördüncü Enternasyonal’in Kısa Tarihi”) Tipik bir
dogmatizm ve sınır tanımayan bir Stalin düşmanlığı, Troçkizm’e damgasını
basmaktadır. Yaşamı, sözde bürokrasiye karşı mücadeleyle geçmesine ve bürokrasi
üzerine sayısız konuşma yapmasına, demeç vermesine ve yazmasına karşın Troçki,
gerçekten de bürokratların şahıdır.
Öyle ki, sendikaları bile bir askeri orduyu yönetir gibi yönetmek gerektiğini
ateşli bir biçimde savunabilmiştir. Demek ki, iki lafın birinde “bürokratizm” e
çatmakla, hiç kimse ve hiçbir siyasal akım bürokratizmden kurtulamaz, yaman bir
Leninist olamaz. Troçki, Troçkizm ve Troçkistler daima kendisine ve kendilerine
en aşırı liberalizmi, Leninizm’e ve muhaliflerine karşı en sınır tanımaz
sektarizmi uygulayan ve uygulayarak gelmiş ve böyle de devam eden bir akımdır.
Hatırlatmak gereksizdir ki, Troçki ve Troçkistler çifte standardın ustalarıdır.
Troçkistler, II. Dünya Savaşı’nın çıkmasının suçlusunun Stalin olduğunu ileri
sürebilmektedirler. Bu cümleleri okuyan okuyucular belki şaka yaptığımızı,
belki de aşırı bir öfke nöbeti anında bu sözleri yazdığımızı sanabilir veya
düşünebilirler. Hayır, söylediklerimiz ne bir şaka ne de bir öfke anında
yazılmış satırlardır. Buyurun, hep birlikte okuyalım IV. Enternasyonalin
ideolojik önderi Mandel’den; kendisine sorulan “Stalin bir tarihsel zorunluluk
muydu?” sorusunu yanıtlarken Mandel, şunları söyler:
“Hayır. Stalin bir tarihsel zorunluluk
değildi….Stalin’in zaferi aynı zamanda Hitler’in zaferine yol açtı. 1930-33
arasında Almanya’da Hitler’in zaferi bal gibi engellenebilirdi. Stalin’in
Üçüncü Enternasyonal’e ve Alman örgütüne dayattığı canice politika Hitler’in
iktidara gelmesinde birinci derecede sorumludur. Ki, bu Hitler’in zaferi gerek
tüm insanlığa gerek Sovyetler Birliği’ne çok pahalıya mal olmuştur. Stalin’in
zaferinin bir diğer sonucu da İspanyol devriminin yenilgiye uğraması olmuştur.
Ve neredeyse kazanmak üzere olan İspanyol devrimi eğer zafere ulaşabilseydi,
hem İkinci Dünya Savaşı’nı engelleyebilirdi hem de hemen hemen aynı anda
İtalyan faşizminin yıkılmasına yol açardı.”
(İstanbul Konferansı, s. 32)
Ki bu iftiralar, başta Troçki olmak üzere
oportünistler tarafından üretilmiş ve öteden beri propagandası edilegelen
iftiralardır. Bu değerlendirmelerin aşırı demagojik karakteri bir yana,
Troçkizm’in sosyalizm ve Stalin düşmanlığını göstermesi bakımından da çok
çarpıcı bir örnektir. Bu iğrenç değerlendirmelerden de görebileceği gibi, “Deveye
binen çalı arkasına gizlenemez!”
II. Dünya Savaşı’nın sorumlusu olan emperyalizmi ve
faşizmi, emperyalist savaşların ve faşizmin kaynağı olan emperyalizmi aklayarak (ki, Troçkistlerin burjuvazi
ve kapitalizm savunuculuğu birde bu noktadan çıplak görülüyor), emperyalizm ve
faşizmin suçlarını da Stalin’e yıkan Toçki ve Troçkistler, II. Dünya Savaşı’nı
proletarya diktatörlüğünü yıkmanın bir tarihi fırsatı olarak görür ve
değerlendirirler. Konuyla ilgili ( bazı ayrılıklarına rağmen kendisi de bir Troçkist
olan) Orhan Dilber, şunları yazar:
“…üstelik Troçki’nin doğrulanmayan bir çok tahmini
de vardır; ve Troçki’nin bu konudaki
asıl beklentisi, görünenin aksine doğru çıkmamıştır. Troçki’nin ve Dördüncü
Enternasyonal militanlarının asıl beklentileri, SSCB’deki rejimin II. Dünya
Savaşı’nın ardından, dünya devriminin yeni bir atılımıyla ve işçi sınıfının bir
ayaklanmasıyla yıkılmasıydı. Üstelik bunun Dördüncü Enternasyonal’in bayrağı
altında gerçekleşeceğini iddia etmişlerdi. Bunu istemek ve beklemekle kalmayıp
bunun için zor koşullarda çok sınırlı güçlerle tek başlarına mücadele
etmişlerdi de.” (İlker Aktükün, SSCB’den BDT’ye Nasıl Varıldı, Marksist Bir
Tahlil İçin Saptamalar Kitabına Sunuş, s. 30)
Troçkistler, II. Dünya Savaşı’nın yeni bir “devrimci
atılıma” yol açacağını bekliyorlardı. Ama söz konusu atılım, Troçki ve
hempalarının beklediği türeden bir faşist ve Troçkist karşı devrim (yani
“devrim”!) olmadı, aksine gerçekte devrimci atılım Stalin önderliğindeki SSCB
tarafından yönlendirildi ve sosyalist bir kampın doğuşuyla sonuçlandı. Evet,
Troçkist hainler, emperyalist ve faşist savaşta SSCB’nin yenilgisini ve böylece
kendilerinin iktidara gelecekleri bir “atılım”ı kaçınılmaz görüyorlardı; eee,
ne de olsa, “Aç tavuğun kendisini darı ambarında görür.”
Asıl önem taşıyan nokta ise, şudur: Troçki,
proletarya diktatörlüğünün faşist kamp tarafından yenilgisini kaçınılmaz görüyor ve bekliyordu. 1938
yılında Troçki ve onun tarafından kurulan IV. Enternasyonal, SSCB’nin
yenilgisiyle birlikte kendilerinin kukla bir sömürge yönetiminin başına
getirilebileceklerini umuyor ve bekliyorlardı. Emperyalist ve faşist dünya, tıpkı
Troçkistlerimiz gibi, SSCB’nin emperyalist savaş yoluyla nispeten kolay
yenileceğini sanıyorlardı. Onlar, Stalinist dikta rejimi altında sözde inim
inim inleyen(!) Sovyet halkı ve birlik üyesi ulusların içerden ayaklanarak,
faşist işgalle birleşerek sosyalizmi kolayca tasfiye edebilecekleri beklentisi
içerisindeydiler. Daha da önemlisi, Troçkistlerin benzer beklentisiydi. Faşizm
ve Troçkizm, bu amaç için bir bağlaşma
içerisindeydi. Ama gerek emperyalizm ve faşizm, gerekse de Troçkizm bir kez
daha ağır ve rezil bir yenilgiye uğradılar. SSCB işçi sınıfı, kolhozcu köylülük,
sosyalist uluslar ailesi Stalin önderliğinde diş ile tırnak ile savaşırken,
milyonlarca komünist ve emekçi “Sosyalist Anavatan İçin!”, “Stalin İçin!”
sloganları ile tetiğe basar ve şehit düşerken ve Sovyet halkının tarihte eşi
görülmemiş bir fedakarlık ve kararlılıkla yürüttüğü Büyük Anti-Faşist Yurtsever
Savaş, tüm dünya halkları ve işçi sınıfı, komünistler ve devrimciler ve
anti-faşistler için muazzam bir ilham ve atılım kaynağı olurken, faşist
canavarlarla birleşen Troçkist hainler, faşist düşman Moskova önlerine
dayandığı bir kesitte, illegal basılmış “ Kahrolsun Hitler, Kahrolsun Stalin!”
başlıklı bildirileri Moskova sokaklarında dağıtabiliyorlardı. İşte Troçkizm
budur.
Evet, Troçki, Troçkizm, IV. Enternasyonal SSCB’nin
yenilgisini kaçınılmaz görüyordu. Troçki ve Troçkizm Ekim Devrimi’nden sonra da
SSCB’nin yenilgisini kaçınılmaz görüyordu. Dikkat edilsin, Troçki(zm) daima bir
felaket tellalı durumunda! Bu bir rastlantı olabilir mi? Elbette ki olamaz.
Proletarya adına proletaryanın yenilgisi için çalışmak Troçkizm’in burjuva
karakterinden kaynaklanmaktadır. Troçkizm’in Marksizm-Leninizm’e, proletaryaya,
proleter devrime, dünya proletarya devrimine, sosyalizm ve komünizme asla
güveni yoktur ve olmamıştır. Nitekim bunun sonucudur ki;
“Troçki soruyordu: ‘Sovyetler Birliğinin yaklaşan
büyük savaştan (II. Dünya Savaşı-bn.) yenilmeksizin çıkacağını umabilir miyiz?
İçten gelen bu soruya yine içten gelen bir cevap verebiliriz: eğer savaş savaş
olarak kalırsa, Sovyetler Birliğinin yenilmesi kaçınılmazdır.(Ki Troçki’nin tek
inancı da daima bu olmuştur!!!bn.) Teknik, ekonomik ve askeri anlamda
emperyalizm kat kat üstündür. (İşte size büyük “Bolşevik-Leninist” Troçki’nin
emperyalizmin yenilmezliğine olan ‘içten’ inancı!!!bn.) Batıda çıkacak bir
ihtilal emperyalizmi felce uğratamadığı taktirde emperyalizm Ekim ihtilalinin
rejimini silip süpürür.’ (Ama “silip süpür”emedi değil mi!!! Üstelik Batı’da da
devrim zafer kazanmadı!!!bn.) Gerçi Batı kendi arasında bölünmüştü ama,
‘Sovyetler Birliğine askeri zafer kazandırmamak için’ eninde sonunda aralarında
birleşebilirlerdi. (Ama birleşemediler. İşte size Leninist emperyalizm
teorisinden de hiçbir şey anlamamış bay derin (!) Troçki!bn.)” (Troçki’den
aktaran I. Deutscher, Kovulan Sosyalist, s. 378)
Troçki, “muhalefetin” ve Troçkistlerin SSCB’deki
utanç verici ve ölümcül yenilgisine rağmen, kendini darı ambarında sanan aç
tavuk misali, II. Dünya Savaşı sayesinde, “Anti-Stalinist güçlerin bozulmamış
bir şekilde, siyasi bakımdan güçlü olarak yine de ortaya çıkacaklarını, ve özellikle
savaş sırasında Stalin’i devireceklerini, savaşı zaferle ve devrimci
sonuçlarıyla birlikte bitireceklerini umuyordu.” (age., s. 491) Ve yalnızca
umut etmekle kalmıyor, bu uğurda da çalışıyorlardı. Ama Troçkizm’in ve
yandaşlarının umudu her zamanki gibi, bir kez daha kırılmıştır. Emperyalizmin,
faşizmin, sosyal demokrasinin ve Troçkizm’in SSCB hakkındaki tüm umutları daima
boşa çıkmıştır. SSCB proletaryası ve halkları, dünya proletaryası ve
halklarının da desteğini alarak hem faşizmi ezmiş, hem dünyanın üçte birini
emperyalist dünya sisteminden kopararak sosyalist kampın doğuşuna önderlik
etmiş, hem de Troçkizm’i dünya çapında teşhir ve tecrit etmeyi bilmiştir.
Stalin ise adını, tarihe daha güçlü ve asla silinemez bir komünist lider olarak
yazdırmıştır.
Troçki, II. Dünya Savaşı sürecinde, bir kez daha,
proleter devrimin Batıda, emperyalist merkezlerde, bu sefer, zafer kazanacağını
düşünüyordu. Deutscher’e göre buna her zamankinden de fazla inanıyordu. “Bütün
modern sınıf mücadelelerinde kentlerin ister istemez önder olması onun değişmez
prensibi idi; kentleri dışarıdan-köyden- ele geçiren isyancı bir hareket fikri
onun için hem bir hayal hem de gerici bir hareketti. Ona göre, Batıda
olduğu gibi Doğuda da devrimin ya gerçek
anlamda proleter olması, ya da hiçbir zaman olmaması gerekirdi.” (I.
Deutscher, Troçki, Kovulan Sosyalist, s. 501, iba., Ekim 1974, Ağaoğlu
Yayınevi) İşte size Troçki ve “derin teorisi”!..
Kendisine ihanet ettiği devrimi; ihanete ve
yenilgiye, teslimiyete, dönekliğe zorladığı devrimi “İhanete Uğrayan Devrim”
olarak lanse eden bay Troçki, evet, gerçekte, sahte solcu söylemle, açıkça
uluslararası sermaye için çalışmıştır. Kapitalizmin, emperyalizmin
yenilmezliğine inanmıştır. Devrimci lafazanlığın ardına gizlenerek
proletaryaya, Marksizm-Leninizm’e karşı savaşmış, sosyalizm ve komünizmin
zaferine ise asla inanmamıştır. Daima proletaryaya, komünistlere “yenilgi
kaçınılmazdır!” kaderciliğini ve tasfiyeciliğini dayatmıştır. Bundandır ki ve
Troçkizm’in sınırsız “Stalinizm” düşmanlığından dolayıdır ki, Troçkizm’den
etkilenen, Troçkizm’i savunan pek çok aydın, militan kolayca çıplak
anti-komünizme kaymış ya da kolayca kapağı Troçkizm’den açık burjuva saflara
atmıştır. Troçkizm, burjuvazinin saflarına sürekli bir şekilde “taze kan”
taşıyan bir kirli nehir, bir geçiş köprüsü olmuştur. Bu, Troçki hayattayken de
ve ölümünden sonra da bilinen bir gerçektir. Neo-faşist Bush kliğinin “neo-con”
ideologlarının bir kısmının eski Troçkist olması da bundandır. Troçki’nin
insiyatif ve yönlendirmesiyle kurulan sözde Moskova Mahkemelerinin iftiralarına
vs. karşı “Troçki’yi Savunma Komiteleri”nin
“daha çok ünlü Stalin düşmanlarından ve
eskidenberi komünizm düşmanlığı ile tanınmış kimselerden” (I. Deutscher)
oluşması da bu konuda çok somut fikir veren olgulardan birisidir. Mandellerin,
IV. Enternasyonal’in ve pek çok Troçkist çevrenin sayısız ülkede burjuva
partileri desteklemesi, sosyal-demokrat, işçi partisi vb. gibi adlarla siyaset
yapan burjuvazi ile seçim vb. ittifaklar kurması, hep burjuvazinin kuyruğu
olması rastlantı değildir. C. Harman gibi Troçkistlerin uluslararası
burjuvazinin enerjik desteğiyle, Lenin ve Stalin’in SSCB’sini daha baştan
tekelci devlet kapitalizmi ilan ederek proletarya sosyalizmini dünya
proletaryası ve halkları nezdinde teşhir etmesi, gözden düşürme sistematik
çalışmasını yürütmesi rastlantısal değildir.
Troçki, Troçkizm ve sözde IV. Enternasyonal daima
uluslararası sermayenin Marksizm-Leninizm’e, sosyalist SSCB’ye, III.
Enternasyonal’e, dünya devrim ve sosyalizm mücadelesine karşı anti-komünist saldırı silahı olmuştur.
Troçkizm, burjuvazinin proletaryaya, burjuva ideolojisinin proleter ideolojiye,
kapitalizmin sosyalizme karşı anti-komünist mücadelesinin etkin bir silahı
olmuş ve komünizm maskeli bir kirli
provokasyon, ideolojik bozgunculuk ve kapsamlı saldırı aracı olarak işlevli
roller oynamıştır. Emperyalizm ve gericilik, Ekim Devrimi’e katılmış, ilk
sosyalist devletin yöneticilerinden biri olmuş Troçki gibi birinin ihanet ve
dönekliğine, bulunmaz bir Hint kumaşı gibi sarılarak ve kullanarak, dünya
çapında devrimi, sosyalizmi, SSCB’yi gözden düşürmede çok büyük bir olanak ele
geçirerek tepe tepe kullanmıştır. Marksizm-Leninizm’e, devrim ve sosyalizme,
SSCB’ye karşı bilinçli düşmanlık
emperyalizm ile Troçki’nin, Troçkizm’in üzerinde sağlam bir ittifak kurdukları
ortak payda olmuştur. Bu payda uluslararası sermayeyi ve Troçkizm’in birleşik
cephesinin iç yüzünü de açıklamaktadır. Troçki’nin, sözde “G.P.U.nun kendisine
ve taraftarlarına karşı yönelttiği kanlı faaliyetleri açıklamak” gerekçesi ile
1939 yılı sonuna doğru, Amerikan Temsilciler Meclisi’nin “Amerikan aleyhtarı
faaliyetleri incelemekle” görevli “Dies
Komitesi” önünde tanıklık yapmak için ABD’ye gitmeyi kabul etmesi de söz
konusu niteliğinin çarpıcı bir yansımasıydı. Ki “Dies Komitesi” Amerikan
emperyalist tekelci burjuvazisinin sınıf bilinçli saldırgan anti-komünist baskı
ve saldırı silahıydı. Komite, Amerika Komünist Partisi’nin “yabancı bir
devletin ajanı olduğu” gerekçesi ile SSCB ve III. Enternasyonal yanlısı partiyi
kapatmak istiyordu. Dies Komitesi eğer vazgeçmeseydi, Troçki, komite önüne
çıkacaktı. “Bu komite Senetör McCarthy’in
bindokuzyüz ellilerde başkanlık ettiği ünlü solcu avı komitesinin başlangıcı
olmuştur.” (I. Deutscher, age., s. 561, italikler bana aittir.) Kuşkusuz ki
Troçki’nin başarısız kalan bu girişimi, Troçkizm’in sınırsız burjuva kin ve
saldırganlığının çarpıcı ifadelerinden biri olarak tarihe kaydını düşmüştür.
İşte Troçkizm ve IV. Enternasyonal budur.
Troçki’nin, Troçkizm’in, IV. Enternasyonal’in devrimci olduğunu, Marksizm’in
eğilimlerinden birisini oluşturduğunu, Troçkistlerin “Marksizm tabanı
üzerinde ve içerisinde” durduğunu savunanlar ya aklını yemişlerdir, ya
cahildirler, ya Troçkizm’in ideolojik girdabına kapılmışlardır ya da Troçkist
“antrizm taktiği”nin uzantıları ve uygulayıcılarıdırlar.
III
Troçkizm’in tarihi, Marksizm-Leninizm’e karşı,
proletarya diktatörlüğü ve sosyalist inşaya karşı, yıkıcı ve her bir aşamada
uluslararası burjuvaziyle birleşerek yeniden ve yeniden yıkma savaşımının
tarihidir. Troçkizm, teorik ve pratik olarak, dünya proletaryasına ve
uluslararası proleter devrime karşı ve bunun bir parçası olarak tek tek geri
ülkelerde kesintisiz devrime karşı ve sosyalizmin inşasına karşı cephenin öte
tarafında, burjuvazinin cephesinde yer alan küçük burjuva karşı devrimci bir
akımdır. Bu tarihsel siyasal gerçekleri bir an olsun bile asla unutamayız ve
unutulmamalıdır.
Troçkistler başından sonuna dek, Uluslararası
Komünist Hareket’ten ve Sosyalist Kamp’tan atılan emperyalizmin truva atı
Titoizm’i desteklediler. Stalin’i ve
sosyalizmi tasfiye ederek kapitalizmi yeni bir yoldan kurmaya yönelen Kruşçev
modern revizyonizmini ve yeni tip burjuvazinin revizyonist bürokratik
karşı-devrimini desteklediler. Kruşçev modern revizyonizmine karşı başkaldıran
Avro-komünizmi desteklediler. ÇKP ile Kruşçev arasında ortaya çıkan ayrılıklar
karşısında Çin revizyonizmini desteklediler. Yaptıkları en iyi şey, daima
burjuvazinin kuyruğu olmak, burjuvazinin bir kanadına yedeklenmek olmuştur
Troçkistlerin. “Dünya devrimi”, “enternasyonalizm” vb. sahte söylemiyle bu
niteliklerini örtmeye çalıştılar hep. Ama hiçbir zaman Troçkist mızrak, çuvala
sığmadı ve sığamayacak da. Teorinin de, tarihsel deneyiminin de kanıtladığı ve
kanıtlamaya devam edeceği bilimsel devrimci gerçek budur ve bu olacaktır.
Troçkizm,
devrimin değil karşı-devrimin bir parçasıdır. Troçkizm’i öven ve destekleyen ve
itibarını iade eden daima burjuvazi
ve yeni burjuvazi olmuştur. Burjuvazi
ve revizyonist burjuvazinin demagojik sözde Troçkizm “eleştiri”lerine rağmen
gerçek budur. Mandellerin, IV. Enternasyonal’in o çokça vurguladıkları geniş
kitlelerin saflarında sosyalizme güven kaybının yarattığı yıkıcı sonuçların
gelişmesinde Troçkizm’in katkısı az
olmamıştır ve daima bundan memnun kalan da burjuvazi olmuştur.
Kapitalist-revizyonist kampın dağılmasını bulunmaz bir nimet olarak gören ve
dizginsiz bir sevinçle hemen üzerine atlayan Troçkist hainler, bu kampın
dağılışını “Stalinizmin iflası” olarak lanse etmişlerdir. Sosyal-emperyalist
kampın dağılışını politik olarak güç toplayacaklarını düşünerek, dünya
burjuvazisinin, söz konusu çözülüşe önderlik eden burjuvazinin enerjik destek
ve kollayıcılığında, yeni bir
anti-Stalinist kampanyaya girişmenin fırsatı
haline getirdiler. Troçkizm ve Troçkistler, sosyal emperyalist kampın
dağılışıyla, tarihte görülmemiş ölçekte ortaya çıkan yenilgi ve azgın karşı devrim
döneminden beslenmeyi asli görevleri olarak görmüş ve
fütursuzca yükselen gericilik dalgasına tutunmaya çalışmışlardır. Gerçi bu
tablo Troçkizm’e çok da yakışmaktadır doğrusu. Şu sözler de bunun itirafıdır:
“ …Nitekim Dördüncü Enternasyonal komünizmin
bunalımını aşabilmektedir, çünkü onu oluşturan gelenek ve kadrolar 70 yılı aşkın
bir süredir Stalinizme karşı koymuşlardır ve dolayısıyla kararlı bir biçimde, Stalinizme
karşı olan kitlelerin gözünde inandırıcılığını yitirmeyen, gerilemeyip hala
gelişebilen de bir tek o vardır.” (Enternasyonalizm ve Dördüncü Enternasyonal-
Sosyalizmin Geleceği, s. 113, Yazın Yay.)
Demek ki yalnız dünya burjuvazisi değil, bir de aynı
kin ve nefretle, daima ve her saniye, Stalin’e, Marksizm-Leninizm’e, proleter
devrime, sosyalizme (yani “Stalinizm”e) karşı mücadele eden Troçkizm varmış ve
kuşkusuz bu, bir olgu. Çünkü Troçkizm daima dünya burjuvazisinin hizmetinde
olmuştur. İşte bundandır ki emperyalizm ve gericilikle Troçkizm’i daima omuz
omuza görmekteyiz. Dile kolay, kendilerinin ifadeleriyle 70 yıldır bu hizmeti
sunagelmişlerdir! Vurgulamanın yeridir: Troçkizm’in
stratejik çekirdeği antikomünisttir. Troçkizm’in antikomünizmi, dünya
burjuvazisinin organik bileşenidir. Dünya burjuvazisi, başta da en önemli
emperyalist devletler, Troçkizm kılık ve suretinde devrime, sosyalizme,
komünizme, Marksizm-Leninizm’e karşı dizginsiz bir psikolojik savaş yürütmüştür,
yürütmektedir, yürütmeye de devam edecektir. İşte “Stalinizm” düşmanlığının özü
ve özeti budur!
Troçki’nin itibarı, bir zamanlar Troçkist saflarda
yer almış olan Kruşçev tarafından (56
sonrası) iade edilmek istenmiş (Kaganoviç’in açıklaması) ama koşullar uygun
görülmediğinden bu girişimden vazgeçilmiştir. Troçkistlerin de beklentisi bu
doğrultudaydı ama beklentileri o gün için gerçekleşmedi. Kruşçevci modern
revizyonist karşı devrimin Troçki’ye “itibar”ını iade etmeye çalışması
anlaşılır olduğu gibi, Troçkizm’in, kızıl maskeli bir beyaz karşı devrim olan
ve sosyalizmi her bakımdan tasfiye ederek kapitalizmi kurmayı amaçlayan
Kruşçevizm’i desteklemesi de anlaşılırdır; çünkü aynı kampın, aynı sınıfın
çıkarlarını temsil etmektedirler kendi işlevleri içinde. En nihayetinde sorun
açık ve nettir: Sosyalizmi yıkmak, dünya devrimini önlemek! Kruşçevci ve
Troçkici “anti-Stalinizm” denen şeyin kendisi de budur zaten.
Peki, acaba Troçki’ye “itibar”ı ne zaman ve en
önemlisi kim veya kimler tarafından iade edildi? “Bana
dostunu söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim!” atasözünün ışığında sorunu
aydınlatan açıklamayı hep birlikte okuyalım bay Mandel’den:
“Ve sonunda Sovyetler Birliği’nde Glasnost ile bir
sonraki belirleyici değişime gelindi…
“Aradan geçen sürede eski Sovyetler Birliği’nde
gerçek zafere ulaştı. Moskova davalarının tüm sanıkları resmen mahkeme kararı
ile itibarına kavuştular. Dava kararları gerekçesiz ve yalan bulunarak bir
anlamda yargılandı. Stalin’in yalan makinesinin maskesi düştü. Ve daha da önemlisi:
gerçek uğruna mücadele, özellikle tarihi gerçek uğruna mücadele artık
demokratikleşme için, derin sistem krizine karşı ve uygun politik yöneliş
yolunda mücadelenin vazgeçilmez bir unsuru olarak görülecektir.
“Troçki 1937
Ağustosu’nda şunları yazar: ‘büyük tarihi amaçlar uğruna sert önlemlere
başvurulursa insan hafızası alicenaptır. Ama tarih, yeni doymak bilmez keyfilik
ve çıkarlar uğruna kurban edilen bir tek damla kanı bile affetmeyecektir.
Tarihin işlenen suçun boyutuna en uygun cezayı vereceğinin sarsılmaz bilinci
ahlaki duygular için en büyük tatmindir. Devrim tüm gizli dolapları açacak, tüm
davaları kontrol edecek, karalananları beraat ettirecek, keyfiliğin
kurbanlarına anıtlar dikecek ve cellatların ismini sonsuz lanetle örtecektir.’
“Aradan geçen sürede bu öngörülerin hepsi
gerçekleşti…” (AOT, s. 76-77)
Demek ki Troçki’nin “bu öngörüleri”nin “hepsi”
gerçekleşmiş. Yani, SB’de bir devrim gerçekleşmiş, tüm gizli dolaplar açılmış,
incelenmiş, kurbanların itibarları iade edilmiş vs. İşte size Troçki’nin, Mandellerin,
IV. Enternasyonal’in “devrim” anlayışı! Böyle bir devrim bizden uzak olsun; ama
bu devrim anlayışı Troçkizm’e doğrusu tam yakışıyor. Ama biz, burada da
durmayacak, bu sefillerin gerçek yüzlerini sergilemeye ve burjuvazinin bilinçli
uşakları olduklarını sergilemeye devam edeceğiz.
Birinci olarak, Gorbaçov ve kliği ve yeni tip
burjuvazi, emperyalizmin desteğinde, Troçki gibilerinin itibarını iade ederek,
bu unsurların devrim ve sosyalizm düşmanı karakterlerini bir kez daha çarpıcı
olarak sergilemiş oldu. Affedilip itibarları iade edilenler sosyalizmin ve
proletarya diktatörlüğünün düşmanları olmuştur. Bir devrimci bunu desteklemek
bir yana nefretle anar ve karşı mücadele yürütür.
İkinci olarak, açılan(!) gizli dolaplar sadece
revizyonist bürokratik burjuvaziye, hatta onun bile dar bir kısmına açılmıştır.
Bir gün emperyalistlerin ve yeni burjuvazinin gizli kasaları elbette ki devrim
tarafından açılacaktır. Ve inanıyoruz ki, bu gizli kirli kasalardan Troçkizm’in
ihanet ve burjuvazi ile işbirliğinin çarpıcı belgeleri de bir lağım gibi ortaya
saçılacaktır. Gorbaçovcuların yaptığı şey, yeni politik yönelişlerine bağlı
olarak yeni bir tarih yazımıdır. Yoksa iddia edildiği gibi söz konusu olan ne
devrim ne de gizli kasaların açılmasıdır. Troçkist hainler tüm bunları da işçi
sınıfından gizleyerek, devrimcileri ve halkları aldatarak revizyonist
burjuvazinin ve burjuvazinin kuyrukçuluğunu yapıyorlar.
Üçüncü olarak, sosyalizmin ve proletarya
diktatörlüğünün düşmanlarını aklama taktiğini uygulayanların amaçlarına ve
niteliklerine de kısaca göz gezdirmekte yarar bulunmaktadır. Troçki’ye
itibarını iade eden yeni tip burjuvazinin Gorbaçovcu kliği, 56’da başlayan
revizyonist karşı devrimin ve sosyal emperyalizmin son temsilcisidir ve
revizyonist karşı-devrim içinde, daha koyu bir karşı-devrime geçişin ön
koşullarını hazırlayan bir misyon üstlenmiştir. Gorbaçov eliyle
gerçekleştirilen şey, bürokratik tekelci kapitalizmden klasik kapitalist yapıya
temkinli geçiştir, bu geçişi en az kayıp çizgisinde kolaylaştırma ve
gerçekleştirmedir. Biliyoruz ki, Gorbaçov’la başlayan süreçle birlikte,
revizyonist karşı-devrimden daha koyu bir gericilik dönemine girilmiştir. İşte
Troçki vb. proletarya düşmanlarının itibarları bu çerçevede iade edilmiştir.
Herhalde bu süreçte ve bu sürecin temsilcilerinin eliyle itibar iadeleri, bir
onur değil şerefsizlik olsa gerek. Elbette ki burjuvazi, can düşmanı olan Stalin’i değil de, kendi can
dostları ve müttefikleri olan Troçkistleri, Zinovyevistleri, Buharincileri vb. vb.
onore edecekti. Ayrıca burjuvazi, “Stalinist” bir sosyalizm yerine Troçkist vb.
bir “sosyalizm” akımının gelişmesinden
yanadır; ki, aklama faaliyetinin orta ve uzun vadeli hedeflerinden birisini ve asıl
yanını da bu olgu oluşturmuştur, oluşturmaktadır.
Troçki’ye vb. gibilerine, devrim ve sosyalizm
düşmanlarına “itibarlarını” iade eden ve Mandeller tarafından yoldaşça alkışlanan
Gorbaçov’un şu sözlerini bir kez daha aktarıyoruz:
“Tüm arzum komünizmi, tüm halk üzerindeki
diktatörlüğü tasfiye etmekti… Bunu ancak üst düzey makama gelerek
yapabileceğimi biliyordum… Batıyı iyice tanıdıktan sonra kesin kararımı verdim.
Tüm SBKP ve SSCB aygıtının yok edilmesi gerektiğine kara verdim. Aynı zamanda
bunu tüm sosyalist ülkelerde de yapmalıydım. Benim tüm idealim sosyal
demokrasiye giden yoldu. Ancak bu sistme halka yararlı olabilir. Bu arayışı
sonuna kadar götürmeye karar verdim. Benimle aynı görüşte olan Yakovlev,
Şevardnaze gibi bazı arkadaşlar buldum. Hepsi SSCB’de komünizmin dağıtılması
işinde teşekkürü hak etmişlerdir.
“Komünizm olmadan dünya daha iyi gitmektedir. 2000
yılından sonra dünya daha iyi olacak, çünkü gelişecek ve zenginleşecek…
“Yeltsin SSCB’yi dağıttığında ben o sırada
Kremlin’de değildim. Tüm gazetelerden muhabirler bana ağlayıp ağlamadığımı
sordular. Ağlamamıştım, çünkü komünizmi yok etmeyi gerçekten başarmıştım ve
Avrupaki sosyalist ülkelerde de. Ağlamadım çünkü esas amacıma ulaşmıştım, ki o
da Avrupa’da komünizmin yenilgisiydi. Ama şunu da bilmeliyiz ki komünizm
Asya’da da yenilmelidir. Tüm dünyada demokrasi ve özgürlüğe geçiş daha çabuk
böyle mümkün olabilir.
“…şimdi tüm dünyada komünizmin son kalıntıları
temizlenmeli.” (1995 yılında M. Gorbaçov’un Ankara’da gazetecilerle yaptığı
toplantıda söylediği sözlerdir.)
Açık ki bilinçli bir anti-komünist, sınıf bilinçli
bir burjuva olan, devrim ve sosyalizme, Marksizm-Leninizm’e ve komünizme
sınırsız bir sınıf kini duyan Gorbaçov ve Gorbaçovlar, burjuva sınıf çıkarları
ve dünya burjuvazisinin sınıfsal çıkarları ve kardeşliği gereği devrim ve
sosyalizmin, Lenin ve Stalin’in düşmanlarının itibarlarını iade etmişlerdir.
Troçki de bunlardan biri ve başta geleni. Gorbaçov(lar), söz konusu iade-i
itibarları kendilerini hala “sosyalist”, “komünist” göstermeye gereksinim
duyarken yapmışlardı. Gorbaçov’un yukarıdaki açıklamaları Troçki gibilerinin,
Mandel gibilerinin neme nem “Marksist”ler “Bolşevik-Leninist”ler olduğunu da
çok çarpıcı bir şekilde segilemektedirler. Eee, boşuna dememişler “Bana dostunu
söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim!” Daha fazla söze gerek var mı!!! Bu
gerçekler karşısında Troçkistlerin tavrı ve yanıtının ne olacağı da zaten
açıktır: “Yalancının yüzüne tükürmüşler, ‘ohhh yağmur yağdı’demiş!” Geçmeden
yeniden vurgulayalım: Troçkizm’in stratejik çekirdeği, evet, bilinçli
anti-komünistlerden oluşmuştur, oluşmaktadır. Böyle gelmiş, böyle de
gidecektir.
Yukarıdaki tablonun ardından, şimdi, hep birlikte Mandel’in
Troçki hakkındaki şu değerlendirmesini okuyabiliriz:
“Ama tarihi deneyimlerin ışığında, tüm düşünürler ve
sosyalist politikacılar arasında Troçki’nin yaşadığımız çağın önemli
sorunlarını en açık biçimde kavrayan ve en uygun çözümleri üreten kişi olduğu
kuşku götürmez.” (AOT, s. 10)
“Troçki 20. yüzyılın bütün önemli sosyalistleri
arasında çağımızın büyük gelişme eğilimlerini ve karşıtlıklarını en iyi teşhis
eden ve uluslararası işçi hareketinin buna denk düşen kurtuluş stratejisini en
açık biçimde formüle eden kişidir.” (age., s. 11)
“…Troçki’nin teorik ve politik düşüncesinin bir eşi
daha yoktur.” (s. 23)
Bu sözde değerlendirmeler üzerine yorumu okuyuculara
bırakarak geçiyoruz.
IV
Troçkizm’in SSCB’de yaşanan kapitalist restorasyon
sürecine bakış açısını ve şu ünlü “bürokrasi”
tahlilini artık daha yakından inceleyebiliriz.
Bu konuda Troçkist hareket içerisinde farklı
eğilimler bulunmaktadır. Biz burada, Mandel tarafından temsil edilen IV.
Enternasyonal’in görüşlerini eleştirmekle kendimizi sınırlayacağız. Çünkü
Troçkizm’i en iyi temsil eden ve en örgütlü Troçkist akımı IV. Enternasyonal
hareketi oluşturmaktadır. Ancak sorunun bu yanı hakkında bir fikir oluşması
için, E. Mandel’in bir diğer Troçkist olan Chrıs üzerine yaptığı tartışmaları
kitaplaştırmış olan IV. Enternasyonal’ci Phil Hearse’nin yazdığı “Giriş”de yer
alan şu satırları yazımıza aktarıyoruz:
“Aşırı solun troçkist geleneğin hakimiyeti altında
olduğu Britanya’daki çoğu sosyalist SSCB üzerine tartışmanın genel hatlarına
aşinadır. Troçki’nin Sovyet bürokrasisi tahlilinden başlayarak SSCB’yi
açıklamaya çalışan üç temel kuramsal çerçeve ortaya çıktı: “geçiş toplumu” veya
“yozlaşmış işçi devleti” kuramı; Tony Cliff’le anılan “bürokratik devlet
kapitalizmi” kuramı (Troçkist T. Cilff bu teziyle Ekim Devrimi’nden, özellikle
Stalin döneminden sonraki süreçte SSCB’yi böyle tanımlıyor-bn.); ve öncelikle
James Burnham, Max Schachtman ve Bruno Rizzi gibi yazarlarla anılan ‘bürokratik
kolektivizm” kuramı.” ( Ernest Mandel-Chrıs Harman, SSCB Tartışması, s. 7)
Troçki bayağı bir demagoji ile “Stalinizmin” burjuva
geri dönüşün ilk evresi olduğunu ve bu saptamanın da, Lenin’in Batı’da proleter
devrimin yardıma gelmediği koşullarda Rusya’da geri dönüşün kaçınılmaz bir
kader olduğu tezinin doğrulanması olduğunu söyler.
Stalin, sosyalist inşanın, proletarya
diktatörlüğünün lideridir. Yaşamı boyunca yaptığı tek şey, komünizm için
savaşmak olmuştur. Dolayısıyla, Stalin’in SSCB’de kapitalist restorasyonun ilk
evresi olarak tanımlanması ve sözde Lenin’e atıfta bulunarak sözde tezini
güçlendirmeye çalışması, kuşku yok ki, ünlü burjuva kuyrukçusu demagog
Troçki’nin adi bir suçlamasından öte bir değeri yoktur.
Lenin’in, eğer Batı’da proleter devrim yardımımıza
gelmezse, Rusya’da yenilgimiz kaçınılmazdır türünden saçma bir tezi de yoktur.
Lenin’e atfedilen bu açıklama siyasal sahtekarlığı ve adi demagogluğu bir
karakter özelliği haline getirmiş olan Troçki’nin bir diğer çarpıtma ve
yalanıdır. Kaldı ki Lenin, o koşullarda proleter Ekim Devrimi’nin yenilgisi ve
proletarya diktatörlüğünün tasfiyesi tehlikesini henüz ortaya çıkmamış yeni tip bir bürokrasiden de
bekleyemezdi; Lenin zamanındaki bürokratik tehlike esas olarak eski tip
bürokrasiden, onun gelenek, baskı ve etkisinden kaynaklanıyordu. Söz konusu
baskının parti ve proletarya diktatörlüğüne sızmasından vs kaynaklanıyordu. Ve
Lenin, bu tehlikeye karşı sürekli bir mücadele yükselterek Parti’yi, sınıf ve
kitleleri sürekli aydınlatmaya ve seferber etmeye çalışmıştır.
Troçki ve Troçkistler, sözde Stalinist bürokratlaşma
sürecinin ve bürokratik bir katmanın ortaya çıkmasının nedenini, tek ülkede
sosyalizmin inşasına, tek ülkede sosyalizmi kurma tezine dayandırıyorlar.
Onlara göre, tek ülkede sosyalizmi kurma teori ve pratiği gericidir, ulusal dar
görüşlülük ve ulusalcı sosyalizm tezidir, dünya devrimi perspektifinin yok
edilmesidir, vb.; Stalinist bürokrasi de bu tezin ve pratiğin ürünüdür. Zaten
demagog Troçki’ye göre Lenin tek ülkede sosyalizm teorisine de karşıdır ve yine
ona göre, “Avrupa proletaryasının büyük ölçekli yenilgileri ve Sovyetler
Birliği’nin ilk, çok mütevazi ekonomik başarıları, 1924 sonbaharında Stalin’in
aklına Sovyet bürokrasisinin tarihsel misyonunun tek ülkede sosyalizmi inşa
etmek olduğu fikrini getirmişti.” (İhanete Uğrayan Devrim, s. 269, Yazın yay.).
Yine Troçki’ye göre, “Petrov”un “yirmilerin ortasındaki bu anlaşmazlık
anılarına” ekleyerek ifade ettiği gibi, “tek ülkede sosyalizmi kurma teorisi”
“Stalinist buluştan ibaret”tir. Ki Troçki’ye göre de bu, “Tamamen doğru!”ymuş.
(agk, s.270)
Konuyla ilgili teori ve tezleri doğrudan Troçkist
baylardan aktaralım:
“ ‘Tek ülkede sosyalizm’ teorisinin bütünü yalnızca
siyasi açıdan değil, doğrudan doğruya ekonomik açıdan da hem gerici ve hem de
ütopiktir.” ( E ve DE, SG, “ Devrimci Bir Enternasyonal Örgütün Gerekliliği”,
Ernest Mandel, John Ross, s. 11)
“1917-23 döneminde, Rus devriminin muzaffer bir
şekilde, belirleyici nitelikteki sanayileşmiş ülkelere yayılmasındaki
başarısızlık, onu görece olarak geri bir ülkede yalıtılmış bıraktı. Dolayısıyla
Sovyetler Birliği KP’sinde ve Sovyet devletinde artan bir bürokratlaşma süreci
başladı. Bu süreç Komünist Enternasyonal’in batmasına ve daha sonra da dünya devriminin
aleti olarak yıkımına yol açtı. Siyasi ve ideolojik anlatımını Stalinizm’de
bulmuş olan bu süreç yeni bir imtiyazlı tabakanın, Sovyet bürokrasisinin-ki
yeni bir yönetici sınıf değildir- siyasal iktidarın kullanımını Sovyet işçi
sınıfının elinden almasını, toplumsal artık ürünün denetimini elinde
toplamasını ve buradan, Sovyet toplumunun bütün alanlarında iktidar tekeline
alması olayını yansıtır.
“Sovyet bürokrasisi tarafından iktidarın bu
gaspedilişini açıklayan marksizmin ilk temel revizyonu, dünya ile ilişkilerinde
yalıtılmış Rusya’da sosyalist bir toplumun kuruluşunun tamamlanabileceğine (bu
sahtekar sorunu tek ülkede sosyalizmin kuruluşunun mümkün olup olmamasından
çıkararak, özellikle bilinçli bir şekilde sanki Troçki’nin bir ülkede sosyalizmin
kurulmasını mümkün gördüğü ama bu kuruluşun tamamlanamayacağı tezini savunduğu
gibi bir intiba yaratmaya çalışıyor, incelediğimiz yazılarında Mandel’in
ısrarla sorunu bu şekilde formüle etmesi rastlantısal değildir-bn.) dair
teorinin hazırlanmasıyla oldu. Söz konusu olan ‘tek ülkede sosyalizm
teorisi’dir. Bu teori Sovyet bürokrasisinin tutuculuğunun esasını, uluslararası
‘statüko’yu koruma, yani emperyalizm ile barış içinde birlikte yaşama ya da
dünyanın Sovyet bürokrasisi ve uluslararası kapitalizm arasında etki alanlarına
bölüşülmesi lehine, dünya devriminden vazgeçişini açıkladı.” (E ve DE, SG, “
Devrimci Bir Enternasyonal Örgütün Gerekliliği”, Ernest Mandel, John Ross, s.
11, s. 26-27)
“Bürokrasi çizgisi, Rusya’da kapitalizmin yeniden
doğuşunu da içeriyor muydu?
“Troçki böyle algılamıyordu. Üretim araçları
tartışma götürmez bir biçimde sosyalleştirilmişti, serbest rekabet yoktu ve
pazar ekonomisi devlet denetimi altındaydı. Kapitalizmin yeniden doğuşu
tezinden farklı olarak Troçki, Sovyet toplumunda bürokratik yozlaşma olduğunu
savunuyordu. Yani, işçi sınıfı toplumdaki karar hakkını yitirmişti fakat bu
yeni tabaka(bürokrasi) üretim araçlarının sahibi değil sadece yöneticisiydi.
“Bu analizin getirdiği politik sonuçlar nelerdir?
“Sovyetler Birliği bürokratik bir şekilde yozlaşmış
bir işçi devletiydi, fakat kapitalizmde erişilmiş gelişim düzeyine kıyasla
ilerlemişti ve emperyalist saldırılara ve kapitalizmin yeniden doğma
tehlikesine karşı korunması gerekirdi. Üstelik bu durumda, sosyal bir devrimde
gerekmiyordu, çünkü ekonomik temel sosyalistti.” (age, “Dördüncü
Enternasyonal’in Kısa Tarihi”, Kent-Ake-Andersson, s. 56-57)
“Troçki bu soruya her zaman olumlu cevap vermiştir.
Onun için Sovyet Thermidoru kapitalizme, ne özel sektör ne de devlet
kapitalizmine bir dönüş yaşamaksızın, toplumun tüm kesimlerinde ciddi bir
gerileme anlamına gelmiştir. Ekim Devrimi tarafından yaratılan yeni
sosyo-ekonomik temel büyük ölçüde korunacaktır. Tarihi açıdan ilerici karakteri
olan bu yapı, kapitalizmin her türlü restorasyon girişimlerine karşı ve
özellikle emperyalist ülkelerden biriyle savaş durumunda, gerek Sovyet gerekse uluslararası
işçi sınıfı tarafından koşulsuz korunmalıdır…
“Ama bu Troçki’nin üretim ilişkilerindeki gerileme
eğilimini görmediği anlamını kesinlikle gelmez. İşçilere ve köylülüğe yönelik
kitlesel baskılar ekonomik büyümeyi tamamen frenlemese de, ciddi bir şekilde
etkilemişti. Bu baskılara karşı politik mücadele gündemdeydi. Bu bağlamda
Troçki’nin formüle ettiği ‘politik devrim’ sadece üstyapıya yönelik bir politik
devrim değildi, aynı zamanda sosyo-ekonomik unsurlar da içeriyordu. ‘Politik
devrim’ kavramı, Ekim Devrimi tarafından yaratılan yeni sosyo-ekonomik temeli
değiştirmenin tamamen ötesinde, onu, tarihi olarak kesinlikle sağlamlaştıracak
ve öncelikle olumlu gelişimini sağlayacak bir ‘ikinci devrim’ bağlamında-ve
sadece bu bağlamda-haklılığa sahipti.
“Stalin diktatörlüğünün çok sayıda burjuva olmayan
eleştirmeni ve Troçki’nin taraftarlarının önemli bir kısmı onun bu yargısını
eleştirdiler. Sovyet toplumunun yapısını devlet kapitalizmi ve bürokrasiyi de
‘yeni sınıf’ olarak tanımlayan karşı tezlerin bugün bile çok sayıda taraftarı
vardır. Bu tezler sosyal demokrat ve küçük burjuva çevrelerde kabul gören tek
tezlerdir. Doğu Avrupa’daki Stalinist diktatörlüklerin çöküşü ve her yerde
klasik özel sektör kapitalizminin restorasyonunun en azından eğilim olarak
ortaya çıkması bu teorilerin inanırlığını kaybetmesine neden oldu. Bu,
Troçki’nin bürokratik işçi devleti; kapitalizm ile sosyalizm arasındaki,
kapitalizmin restorasyonu tehlikesini açıkça içeren geçiş toplumu teorisi için geçerli değildir. Troçki için,
bürokratik diktatörlüğün, doğrudan işçi demokrasisi-sovyet demokrasisi-
iktidarı ile ikame edilmedikçe, en azından uzun vadede kapitalizmin
restorasyonuna yol açacak geçici bir tarihi olgu görülmesinin sonucunda, yeni
bir devrime yöneliş tamamen meşruydu. Sovyet iktidarına ise hiçbir şekilde
bürokrasinin yukardan reformu ile değil, ancak aşağıdan gerçek bir devrimle
ulaşılabilirdi.” ( Mandel, AOT, s. 67-68-69, açy.)
“Stalinci ve Stalin sonrası bürokrasinin yeni bir
sınıf olmadığını düşünüyoruz. Toplumda derin kökleri yok, ne de kendine has bir
toplumsal meşruiyeti ne de böyle bir meşruiyetin bilinci (bu cereyan etmekte
olan birçok şeyi açıklar).” (E .ve D.E., S.G., s. 101)
Şimdi sözde tarih tarafından haklı çıkmış olduğu
söylenen yukarıdaki tezleri tek tek inceleyebiliriz.
Troçkistlere
göre, SSCB’de ortaya çıkan ayrıcalıklı ve tamamen asalak “Stalinist bürokrasi”,
tek ülkede sosyalizm teorisinin ürünüdür.
Troçkizm’in, “Stalinist bürokrasi” olarak
tanımladığı şey, Stalin’in önderliği döneminde proletarya diktatörlüğü (egemen
sınıf olarak örgütlenmiş proletarya) ve bu diktatörlüğün temel yönetici gücü
olan partidir. Bu tez, Leninizm’in düşmanı Menşevizm’in ve uluslararası sosyal
demokrasinin Ekim Devrimi’ne ve proletarya diktatörlüğüne karşı, Troçki’den
önce, ateşli bir şekilde ileri sürdüğü ve daha sonra Troçki tarafından
benimsenip küstahça ileri sürülen karşı-devrimci tezdir. Okuyucuya bu gerçeği
hatırlatmak isteriz.
İkinci olarak, Troçkizm bu tezle, 56 sonrası
kapitalizmi restore eden yeni tip burjuvazinin bürokratik revizyonist burjuva
diktatörlüğünü de “Stalinist bürokrasi” olarak tanımlayarak, Marksizm-Leninizm’e
karşı savaşımını bir de bu açıdan yürüterek, revizyonist burjuvazinin sınıfsal
karakterini ve gerçekleştirdiği kapitalist inşa gerçeğini gizleyerek, eski
sosyalist ülke proleterlerini ve uluslararası proletaryayı alçakça yanıltmaya
çalışmakta, Stalin dönemindeki sosyalizmin inşası ile, revizyonist burjuvazinin
inşa ettiği kapitalizmi aynı kefeye koyma kurnazlığını sergilemektedir.
Üçüncü olarak, Troçkistlerin, eski sosyalist
ülkelerdeki ve başta da SSCB’deki bürokratik yozlaşmanın kaynağı olarak
gördükleri bir veya birkaç ülkede proleter devrimin zaferiyle, bu ülkeler geri
de olsa, sosyalizme geçilebileceği, sosyalizmin inşa edilebileceği tezi/teorisi
Stalin’e değil Lenin’e ait bir tezdir. Bilindiği gibi, Lenin, Leninist
emperyalizm tahliline bağlı olarak, proleter devrim teorisini yenilemiş, eski
bakış açısını aşmış; proleter devrimlerin, çağımızda emperyalizmin en zayıf
halkalarının kırılması yoluyla zafere erişebileceğini ve Batı Avrupa’daki
sosyalist devrimlerin zaferini beklemeden sosyalist gelişme yoluna
girilebileceğini, olağanüstü zorluklara karşın, bu zorlukların yenilerek
sosyalizmin inşa edilebileceğini ortaya koymuştu. Nitekim tarihsel deneyim de
Leninist teoriyi doğruladı. Bu bağlamda, çağımızın, kapitalizmden komünizme
geçiş çağı olan çağımızın Marksizm’i olan Leninizm, o günden bugüne enternasyonal
proletaryanın kavgasına yol göstermeye devam etmiş ve devam edecektir. Troçkist
hareket, burjuva siyasal sahtekarlar çetesidir. Troçkizm, bu çetenin
ideolojisidir. Troçkizm’in elebaşı ise Troçki’dir. İşte bu güruh, Lenin’e, Ekim
Devrimi’ne, Leninizm’e açıktan karşı çıkmaya cüret edemedikleri için söz konusu
teoriyi Stalin’e mal ederek, “Stalinizme karşı mücadele” zırha bürünerek
Leninizm’e ve Marksizm-Leninizm’in tek ülkede de sosyalizmin inşa edilebileceği
teori ve pratiğini karşı savaşımını geliştirmektedir.
SSCB’deki
bürokratik yozlaşmanın gelişmesinde, emperyalist kuşatma altında olmanın ciddi
bir rolü olmuştur. Keza tarihte ilk kez sosyalist kuruculuğa girişilmiş
olmasının ve bundan kaynaklanan deneyim yokluğundan ileri gelen eksiklik ve
zaafların rolü olmuştur. Teorinin yeni deneyim ışığında yenilenememesinin buradaki
rolünün altının da özenle çizilmesi gerektiği de açıktır. Bu vb. koşullar ve
nedenlerle olağanüstü zor koşullarda parti ve devletin giderek tutuculaştığı,
kendini yenileyemediği açıktır. Ama burada bir “suç”lu aranacaksa suç Leninist
teoride değil, “suç” deneyim eksikliğinde, teorinin eksikliğinde, Stalin ve
Parti’nin bazı ciddi zaaflarındadır. Emperyalist okyanusta tek başına
sosyalizmi inşa etmek zorunda kalınmış olması ve bu olgunun yozlaşmada ciddi
etkisi ise ne Leninizm’in suçudur ne de tek başına Stalin’in suçudur. Stalin,
tüm hata ve eksikliklerine karşın sosyalizmin inşasına başarıyla önderlik
ederek, milyarlara, sosyalist bir gelecek umudunun idealist bir ütopya
olmadığını pratik olarak kanıtlayarak, tarihe adını umudun türküsü olarak
yazdırmıştır. Peki ya Troçki ve Troçkizm? Onlar ise, birer siyasal cüce olarak
ısrarla sosyalizmin yenilgisi için burjuvazi ile birlikte her türlü kirli
savaşı yürütmüş hainler ve alçaklar olarak tarihe adlarını yazdırmayı
başarmışlardır, hepsi bu kadar.
Dördüncü olarak, Troçkistler, “Stalinist
bürokrasi”ye karşı “politik devrim” için mücadele ettiklerini ama kapitalist
restorasyona ve emperyalist savaşa karşı SSCB’yi savunmak gerektiğini ve savunduklarını
ileri sürüyorlar. SSCB’de sosyalizmin inşasının mümkün olmadığını, yenilgi ve
yıkımın kaçınılmaz olduğunu ve politik devrim(!) için çalışmak gerektiği
tezleri ile birlikte ele alındığında Troçkistlerin bu tez ve iddialarının bir palavra, adi bir demagoji olduğu
rahatlıkla görülebilir. Troçkizm ve Troçkist hainler eğer bu tip teoriler
üretmek ve savunmak zorunda kalmışlarsa bunun nedeni Troçkizm’in devrimciliği
değil, sosyalizmin dünya proletaryasının ve halklarının kalbinde ettiği derin
yer ve sevgiyi karşılarına almaya cesaret edememeleri ve yıkıcı çalışmalarını
“minareyi çalan kılıfı hazırlar” misali kızıl bir şala sarınma gereksinimi
duymalarındandır. Çünkü çok iyi biliyoruz ki Toçkistler hep burjuvazinin
safında yer alarak sosyalist anavatana saldırdılar, uluslararası burjuvazi,
Troçkizm’in doğal müttefiki olageldi ve Troçkizm de burjuvaziye sadık hizmetler
sunarak burjuvazinin dost ve müttefikliğini kazanmada son derece samimi davrandı. Bundan dolayıdır ki
burjuvazi Troçkizm’e itibarını iade etti; işin Türkçesi, burjuvazi, sadık
hizmetkarlarının oynadığı onursuz ve uğursuz rolü onayladığını bir de itibar
iadesi ile ödüllendirerek gösterdi.
Troçkizm, ısrarla bürokratik yozlaşmadan bahsediyor,
bürokratik bir katmana işaret ediyor. Peki, bu bürokrasi hangi sınıfı ya da sınıfları temsil ediyor?
İşçi sınıfını mı?
“Hayır”
deniyor, çünkü bürokrasi iktidarı işçi sınıfından alarak onu siyasal bakımdan
mülksüzleştirmiştir, deniyor.
Peki, bu bürokrasi yeni bir burjuva sınıf olmasın mı?
Yine, “hayır” yanıtı veriliyor; çünkü deniyor,
bürokrasi bir sınıf değildir ve kapitalizmin restorasyonun ister klasik
kapitalist isterse de devlet kapitalizmi formunda restorasyonundan bürokrasinin
bir çıkarı yoktur ve bürokrasi zaten kapitalist restorasyona da karşıdır ve
Ekim Devrimi’nin yarattığı sosyo-ekonomik temeli koruma işlevini de
üstlenmiştir.
Güzel; peki şu Troçkistlerimizin ünlü bürokrasisi
sakın küçük burjuvazinin temsilcisi olmasın mı!?
Troçkizm bu soruya da “hayır” yanıtını veriyor;
çünkü diyor zaten SSCB’de küçük meta ekonomisi kolektifleştirilme hareketi ile
ortadan kaldırılmıştır.
Tamam da bu bürokrasi hangi sınıfın ya da sınıfların
temsilcisi beyler ve bayanlar!? Bu sorunun bir yanıtı olması gerekir değil mi?
İşte size çok derin (!) teorik açılımlar yapan ve tarihin haklı (!) çıkardığı
Troçkist teorinin derin bir açmazı daha.
Troçki’nin eşsiz (!) teorisini özetlerken, konuyla
ilgili olarak şunları yazar bay Mandel:
“16. Proleter kitle örgütlerinin elde edilen
zaferlerin korunması düzeyinde dondurulması, sınıfın kendi çıkarlarına değil,
işçi bürokrasisinin ve muhafazakar liderlik tabakasının çıkarlarına uygundur.
Bu kapitalist ülkelerde olduğu gibi, özellikle Sovyetler Birliği’nde de
proletarya ve burjuvaziden ayrı çıkarlara sahip oldukça bağımsız toplumsal bir
tabakanın yaratılmasına yol açar. Bürokrasi yeni bir sınıf değildir ve ekonomik
temellere dayalı olarak kendini yeniden üretemez, ancak uzun bir tarih dönemi
boyunca iktidarının ve çıkarlarının korunması ve genişletilmesini başarıyla sağlayabilir,
görece tarihi özerklik düzeyine erişebilir…” (Alternatif Olarak Troçki., s.19)
“…1928-1933, 1941-1944 ve 1945-1948 derin
bunalımları Sovyet toplumunu ve bürokrasinin iktidarını sarstığında her
vesileyle bürokrasi hem burjuvaziye hem de işçi sınıfına darbe indirdi. Aynı
şeyi Doğu Avrupa’da da yaptı. Sadece ‘işçi sınıfını aşırı-sömürmekle’ kalmadı,
burjuvaziyi de mülksüzleştirdi. Tarihsel olarak özerk bir rol oynadı.” (SSCB Tartışması, Olguların Sınavından Geçmeyen Bir Kuram, E.
Mandel, s. 55)
Açıkça vurgulamak gerekiyor ki, Troçkist teori,
SSCB’de yozlaşmış ve ayrıcalıklı bir katman olarak değerlendirdiği bürokrasiyi,
sınıflar üstü bir olgu olarak
görüyor. Burada durup, tam da Lenin’in şu sözlerini hatırlatmanın yeridir:
“Hem Avrupa’da, hem de Asya’daki deneyimden sonra,
sınıf dışı siyaset ve sınıf dışı sosyalizmden söz eden bir kimseye yapılması
gereken şey, hemen onu bir kafese koyup Avustralya Kangurusu ya da benzeri bir
şeyle birlikte sergilemektir.” ( Lenin, Marks-Engels Marksizm, s. 95)
Evet, Lenin son derece haklı…
Hepimiz biliyoruz ki, sınıflı toplumlarda
sınıflar üstü ya da dışı bir toplumsal katmandan da, bürokrasiden de
bahsedilemez; her kurum ve her toplumsal katman bir sınıf damgası taşır ve bir
sınıfın parçası, sözcüsü olur. SSCB’de proletarya diktatörlüğü döneminde
bürokrasi, proletaryanın hizmetinde olan, sınıfın damgasını taşıyan bir
sınıfsal kurumdu. 30’larda, 40’larda giderek ayrıcalıklar kazanan yeni tipten bir küçük burjuva toplumsal
katman ortaya çıkmakla birlikte, bu katman, henüz
istikrarlı bir sınıfa dönüşmemiş olduğu gibi proletarya diktatörlüğünün
siyasetini tayin edecek politik bir
güce de ulaşamamıştı. Bu yeni tip küçük burjuva katman, 1956 ile politik
iktidarı ele geçirerek yeni burjuva bir sınıfa dönüşmüştür.
Bilindiği gibi devlet, bir sınıfın diğer sınıf
üzerindeki baskı aracıdır; bir diğer ifadeyle, devlet, egemen sınıfın egemenlik
aracıdır.
Peki, bu durumda, Troçkizm’e göre, “bürokratik
yozlaşmaya uğramış işçi devleti” hangi sınıfın
devletidir?
Troçkizm’in, bu devletin bürokrasinin devleti
olduğu, devletin ne proletaryanın ne burjuvazinin ne de küçük burjuvazinin
devleti olmadığını savunduğunu biliyoruz. Eh, bürokraside bir sınıf değil,
demek ki, bu tabaka sınıflar üstü bir tabaka. O halde, 1923-24 yıllarında devlet
iktidarını ele geçirerek proletaryayı iktidardan tasfiye eden bu bürokrasinin
devleti, o tarihten yıkılıncaya dek, sınıfsal içerikten yoksun, sınıflar üstü
bir kurum olarak kalmıştır!
Peki, sevgili
okuyucu, bu tahlilin Marksizm-Leninizm’le, Marksist-Leninist devlet (ve devrim)
teorisiyle en yakın bir ilişkisi olduğunu söyleyebilir miyiz? Elbette ki,
yanıtımız hayır olacaktır. İşte size Troçkizm’in derin(!)teorileri ve tarih
tarafından doğrulandığı(!) söylenen saçmalıkları!
V
Troçkizm, “bürokrasi”yi (yani sınıflar üstü gördüğü
bu katmanı), işçi sınıfı ve emekçiler üzerinde kanlı bir diktatörlük ve
sömürücü bir güç olarak görüyor. Üstelik toplumsal değil (çünkü toplumsal
devrim Ekim Devrimi ile zaten yapılmıştır diyor Troçkizm) politik bir devrimle
yıkılması gereken bir politik güç olarak görüyor. Ve vurguluyor: Bürokrasi,
kapitalizmin restorasyonuna karşı olan bir katmandır. “Gerekçesi ne bu saptamanınız”
diye sorulduğunda, çünkü diyorlar Troçkistlerimiz, “kapitalizmin
restorasyonundan bürokrasinin bir çıkarı yoktur!”
Troçki’nin, Troçkizm’in, IV. Enternasyonal’in ve
Mandellerin bu değerlendirmelerinde, altyapı ile üstyapı, ekonomik ilişkilerle
politik ilişkiler arasındaki karşılıklı bağıntı, etki ve tepki bakımından diyalektik materyalist teorinin izi bile
olduğu söylenebilir mi! Elbette ki bir kez daha hayır! SSCB’de “Stalinist
bürokratik diktatörlük” değerlendirilmesi ekonomik temellerinden koparılarak ve
bürokratik katmanın sosyalist altyapıda ciddi tahribat yapmasına karşın, esas
olarak bu sosyalist altyapıyı koruma misyonunu yerine getirdiği savunarak tipik
bir idealizme, subjektif idealizme boylu boyunca saplanmaktadır Troçki ve
hempaları.
Onlar,
SSCB’de ve diğer sosyalist ülkelerde gerçekleşen süreci maddi bir süreç,
maddi-politik bir süreç olarak ele alma ve çözümleme yeteneği
göstermeksizin, toplumsal maddi gerçeğin
yerine zihinsel/düşünsel bir süreci geçiriyor ve bu süreçte gerçekleşen sözde değişiklikleri zihinsel bir süreç
olarak, iktidarsız/hayali bir süreç olarak ele alıyor ve sözde bu bilimsel(!)
teori ve tezlerinin tarih tarafından doğrulandığını küstahça ileri
sürebiliyorlar. Bu, düpedüz felsefi idealizmdir, bu düpedüz metafizik bir
yöntemdir. Aynı zamanda apaçık ekonomizmdir. Ama zaten Troçkizm’in felsefi
temelini oluşturan felsefe, diyalektik
materyalizm değil subjektif idealizmdir. Dolayısıyla yukarda incelediğimiz Troçkist
tahliller, Troçkizm’in felsefi temelleri ile tam bir uyum içindedir. Ama
mekanik materyalist, eklektik değerlendirmeler de Troçkizm’de eksik değildir.
Troçkizm’in eklektisizmi onun felsefi düalizminin de yansıma biçimlerinden
birisidir. Dolayısıyla yukarda incelediğimiz Troçkist tahliller, Troçkizm’in
felsefi temelleri ile tam bir uyum içindedir.
Stalin’in önderliği döneminde Ekim Devrimi ile
kurulmuş üstyapı sosyalist bir üstyapıydı ve bu siyasal üstyapının merkezinde
duran diktatörlük de, bürokratik çarpılmaya uğramış olsa da bir proletarya
diktatörlüğüydü. Proletaryanın devrim yoluyla eski üstyapıyı ve devlet iktidarını
yıkarak, yeni sosyalist üstyapıyı örgütlemesiyle birlikte, proletarya, devlet
iktidarına dayanarak, süreç içerisinde, birleşik bir sosyalist ekonomi
yaratmayı başarmıştır. Ve bu dönemde, sosyalist üretici güçlerle sosyalist
üretim ilişkileri arasında bir uyum vardı. Bundan dolayıdır ki, sosyalist
ekonomi tam istim üzerinde ilerliyordu.
Ancak, modern revizyonist karşı devrim yoluyla 56’da
politik iktidarı ele geçiren yeni tip burjuvazi, gasp ettiği devlet iktidarına
ve üstyapıya dayanarak, kapitalizmi yeni biçimlerde yeniden inşa etme
programını yürürlüğe koydu. Yeni tip kapitalist programın yürürlüğe girmesiyle
kapitalizmin nesnel ekonomik yasaları da harekete geçerek işlevselleşmiş ve
giderek kapitalizm, yeni tipte tekelci devlet kapitalizmi olarak yeniden inşa
edilmiştir. Sosyalizmin tasfiyesi, kapitalizmin yeniden kuruluşu sürecinde,
üretici güçlerle üretim ilişkileri arasındaki uyum tamamen bozularak,
kapitalizme has çelişkiler, yeni bir biçimde bir olguya dönüşmüştür…
Troçkizm ve Troçkistler, bürokrasinin proletaryadan
iktidarı geri aldığını, ama temel üretim araçlarının sahibi olmadığını, sadece yönettiğini ileri sürmektedirler. Ekonomiyi siyasetten koparan idealist
saçmalık bir kez daha karşımıza çıkıyor. Bu, tipik bir dogmatizmdir ve
Marksizm-Leninizm’le de bir ilişkisi bulunmamaktadır. Açık ki, “…Konuşmamda,
siyasetin ekonominin yoğunlaştırılmış bir ifadesi olduğunu tekrar belirttim… Siyaset
ekonomiye öncelik taşır. Aksini iddia etmek, Marksizmin alfabesini unutmaktır.”
(Sendikalar, Bugünkü Durum ve Troçki’nin Hataları, s.51) diyen Lenin yadsınıyor
Troçkistler tarafından.
Siyasi iktidar
kimin elinde? “Bürokrasinin”. Peki, temel üretim araçları devlet mülkiyetinde
değil mi? Evet. Peki, o halde, siyasi iktidarı gasp eden bürokrasi neden devlet
mülkiyetinin sahibi değil de sadece yöneticisi olabiliyor? Açık ki, söz konusu
Troçkist değerlendirme nereden bakarsanız bakın, çarpıcı çelişkiler,
tutarsızlıklar taşıyor. Madem devlet, bürokrasinin devletidir o halde devlet
mülkü de bürokrasinin mülkü olmalıdır değil mi! Devletin sahibi kimse, devlet
mülkünün sahibi de odur. Siyasal iktidarın patronu devlet mülkünün de,
ekonominin de patronudur. Devlet mülkiyetinin karakterini belirleyen devletin
sınıfsal karakteridir. 56 öncesi, sosyalizm döneminde devlet proletaryanın
devleti, dolayısıyla devlet mülkiyetinin sahibi ve sosyalist ekonominin “patron”u da proletarya idi. 56 sonrası ise
proletarya diktatörlüğü tasfiye edilerek yerine revizyonist burjuvazinin
diktatörlüğü kuruldu. Böylece devlet mülkü de el değiştirdi, kapitalizmin
inşasına bağlı olarak, devlet mülkiyeti de yeni tipte kapitalist nitelikte bir
mülkiyete, yeni tipte tekelci devlet kapitalizmine dönüştü.
Bilimsel
devrimci gerçekler bunlardır. Ayrıca 56 sonrası yeniden inşa edilen
kapitalist/revizyonist ekonomiyi sosyalist göstermekle Troçkizm, bir de bu
açıdan kapitalizme ve sosyalizm maskeli kapitalizme değerli bir hizmet sunmakta,
yanı sıra proletaryayı yanıltmakta, sosyal emperyalist ekonominin tüm kötülüklerini
gerçekte sosyalizme mal ederek, Marksizm-Leninizm’e, sosyalizme ve sınıfa
düşman karakterini sergilemektedirler.
Açık ki sorun, burada da biçimsel açıdan, hukuki
görünüş açısında ele alınamaz ve sonuçlar çıkarılamaz. Ama Troçki ve “derin
teorisi” ve “derin” Troçkistlerimiz sorunu hukuksal ilişkiler ve görüngüler
üzerinde ele almakta, böylece diyalektik materyalizmle bir ilişkilerinin
olmadığını ele vermektedirler bir kez daha. Biçimden içeriğe inen, içeriği
diyalektik materyalist, sınıfsal açıdan bilince çıkaran bir yöntem, bakış
açısı, soyutlama yeteneği gerekiyor. Marx’ın dediği gibi, biçimle öz bire bir
çakışsaydı bilime gerek kalmazdı. Kaba bir idealizm ve metafizik burada da
karşımıza dikiliyor. Ama bunlar Troçkizm’in özellikleri.
Ayrıca, 56
sonrası yeniden inşa edilen kapitalist/revizyonist ekonomiyi sosyalist
göstermekle Troçkizm, bir de bu açıdan kapitalizme ve sosyalizm maskeli
kapitalizme değerli bir hizmet sunmaktadır. Böylece proletaryayı yanıltmakta,
revizyonist/kapitalist sistemin, sosyal emperyalist ekonominin tüm kötülüklerini
sosyalist olarak lanse etmekle de Marksizm-Leninizm’e, sosyalizme işçi sınıfına
düşman karakterini sergilemektedir
Deveye sormuşlar: “Boynun neden eğri? Deve”,
yanıtlamış: “Nerem doğru ki!” Troçkizm’in de o hesap. Neresine el atıyorsanız,
orasından dökülüyor!
Troçki ve Troçkistler, SSCB’nin ve benzeri ülkelerin
kapitalizm sonrası, kapitalizmden sosyalizme geçiş toplumu olduğunu
saptıyorlar. Bu geçiş toplumlarında öngördükleri devrimin toplumsal(sosyalist)
değil politik bir devrim (yozlaşmış bürokrasinin iktidarını yıkmak) olduğunu
söylüyorlar.
Bu tahlilin anlamı nedir? Bu tahlille Troçkizm, birinci
olarak, sosyalist diktatörlüğü yıkma görevini önüne koyuyor. Proletarya
diktatörlüğünü yıkma görevini önüne koyan bir akımın, devrimci değil karşı
devrimci olacağı herkes için açık olmalı. Bu tahlil ikinci olarak, 56 sonrası
kurulan kapitalizme ve revizyonist burjuva diktatörlüğüne karşı yeni bir Ekim
Devrimi (sosyalist devrim) gündemleşmiş olmasına karşın ve proletaryanın asli
ve temel görevi yeni bir sosyalist devrimi örgütleme göreviyken, bu temel
devrimci görevi yok sayarak, proletaryaya sosyalist devrimi yapma ve proletarya
diktatörlüğünü ve sosyalizmi yeniden kurma görevini hem yasaklamakta, hem hedef
saptırmakta ve hem de proletaryayı revizyonist burjuvazi karşısında
silahsızlandırarak burjuvaziye değerli bir politik hizmet sunmaktadır. Bu
perspektifin tümüyle reformist bir perspektif olduğu, reformist oportünizm
olduğu açıktır. Ki, bu da, Troçkizm’in reformist karakterini sergileyen bir
diğer temel olgudur.
Troçkizm, bir yandan bürokratik ve yozlaşmış ilan
ettiği devletlerde, işçi sınıfının
iktidarı kaybettiğini saptıyor ve bu devletleri politik devrimle yıkma görevini
önüne koyuyor, diğer yandan da bu devletleri işçi devleti ilan ediyor. Burada açık bir çelişki yok mu? Eğer işçi
sınıfı devlet iktidarını kaybetmişse, nasıl oluyor da bu devletler hala
proleter devletler olarak kalabiliyor ve tanımlanabiliyor?
Proleter
devlet demek, proletarya diktatörlüğü demektir ve biz bu tartışmayı emperyalizm
ve proletarya devrimleri çağı olan bir çağda yapıyoruz. Hem yozlaşmış
bürokratik ve halk üzerinde kanlı bir diktatörlük olarak nitelenecek bu
devletler, hem de işçi devleti olarak tanımlanacak! Bu ne perhiz, bu ne lahana
turşusu! Örneğin, Stalin döneminde, önemli bir bürokratik yozlaşma gelişmişti
parti ve devlet aygıtında. Ama buna rağmen bu devlet bir işçi devletiydi.
Neden? Çünkü o dönem ortaya çıkmış olan bürokratik ayrıcalıklı katman henüz
devleti ele geçirerek, devletin siyasetini bu yeni tip küçük burjuva katmanın
çıkarlarına uygun bir şekilde biçimlendirerek devleti yönetecek bir iktidar
odağı haline gelmemişti. Bundan dolayıdır ki, biz komünistler, bu devleti ciddi
bürokratik çürümeye uğramış olmakla birlikte, bir proletarya diktatörlüğü
olarak tanımlamaktayız. Marksizm-Leninizm’de, hem işçi sınıfı ve emekçiler
üzerinde diktatörlük olan, hem de işçi karakterine sahip olan bir proleter
devlet tezi bulunmamaktadır. Söz konusu Troçkist tez, Marksist-Leninist teoriye
ve devlet teorisine her bakımdan aykırıdır ve tipik bir revizyonist tezdir. Tarihte
de bunun bir örneği yok. Ama zaten sözde “Bolşevik-Leninist” olduğunu iddia
eden Troçki’den ve Troçkizm’den farklı bir şeyi beklemek saçmalıktır.
Troçki ve Troçkistlerimiz, yozlaşmış bürokratik
devletlerin ve bürokrasinin Ekim Devrimi’nin yarattığı sosyo-ekonomik temeli büyük ölçüde koruduklarını ve
koruyacaklarını, zaten bürokrasinin kapitalizmin restorasyonundan çıkarı
olmadığını savunuyorlar.
Ekim Devrimi ile yaratılan sosyalist ekonomik temeli koruyan bir bürokrasi olsa olsa sosyalist
olabilir, sosyalist diktatörlüğün aracı olabilir. Oysa Troçkistler, hem
“Stalinist bürokrasi”yi sosyalist
olarak görmüyorlar, hem de bu sosyalist olmayan bürokrasinin sosyalist temeli koruduğunu, kapitalizmin restorasyonuna karşı savaştığını
ilan ediyorlar! Çelişki ve tutarsızlık, ilkesizlik, demagoji, teorik sefalet Troçkizm’in
karakter özelliğidir. Burada da karşımıza çıkan şey, tam da bu bozuk
karakterdir. Bu tez, sosyalist olmayan bir üstyapı ile sosyalizmin korunacağını
ileri sürmekle, politikanın ekonominin yoğunlaşmış ifadesi olduğu Leninist
teorisini de açıkça yadsıyor. Ekonomi ile politika, altyapı ile üstyapı
arasına, bir Çin Setti örüyor, keyfiliği bir erdem katına çıkararak tipik bir
idealist bataklıkta debelenip duruyor. Ama debelendikçe, bataklığa daha da derinden
gömülüyor. İlke ve istikrarı “Stalinizm” düşmanlığı olan Troçkizm’in gerçeği
işte budur.
Troçkizm ve IV. Enternasyonal, “Stalinist yozlaşmış
bürokratik” toplumları, kapitalizm sonrası, kapitalizmden sosyalizme “geçiş toplumu”
olarak ilan etmektedir. Eğer buradaki sosyalizme geçişle komünizme geçişi (ki Troçki’nin,
Mandel’in, Troçkistlerin dilinde böyledir, çünkü onlar, tek ülkede sosyalizmi
gerçekleşmesi mümkün olmayan gerici bir teori ve pratik olarak görüyorlar!)
kastediyorlarsa, bu durumda, söz konusu toplumlar, komünizmin alt evresinde
olan sosyalist toplumlar olarak görülüyor demektir. Yani bu toplumlar, kapitalizmi aşmış ve zalim mi zalim (!)
Stalinist diktatörlükler aracılığıyla iyi-kötü sosyalizmi inşa ederek komünizme doğru ilerleyen toplumlardır. Bu
durumda, gerçekte sözü edilen zalim “Stalinist diktatörlükler” yalnızca
sosyalist temeli korumakla kalmıyorlar, yarattıkları tüm tahribatlara karşın,
iyi-kötü bir de sosyalizmi inşa etmeye çalışıyorlar demektir. Ama ne tarih
böyle bir geçiş toplumuna tanık olmuştur ne de teori böyle bir sosyalizm
anlayışına, geçiş toplumu anlayışına sahiptir. Komünizm öncesi “geçiş toplumu”
komünizmin alt evresi olan, kapitalizmden komünizme geçiş evresine tekabül eden
toplum biçimidir ve bu da sosyalizmdir. Dolayısıyla, SSCB’de söz konusu olan
tek ülkede sosyalizmin inşasıdır ve bu, geçiş toplumu olan sosyalist toplumun
(olgunlaşmamış komünizm) kendisidir. Bu koşullarda, “Stalinist bürokratik
diktatörlük”, gerçekte, sosyalist altyapıyı koruyan bir diktatörlük olmuş
oluyor. İşte size sözde tarih tarafından doğrulandığı söylenen ve çağımızı tam
bir tutarlılıkla açıkladığı ve çok derin bir teori olduğu söylenen Troçkist
teori ve tahlillerin ideolojik/teorik sefaleti!
Geçerken belirtelim, Troçki’ye ve Troçkizm’e göre,
sosyalizm tek bir ülkede kurulamaz. Sosyalizm ancak dünya çapında kurulabilir.
Dünya çapında kurulacak sosyalist toplum komünizmdir. Tek ülkede iktidarı ele
geçirecek proletarya, dünya devrimi yardıma gelinceye dek, dayanmalıdır. İşte
bu dünya devriminin gerçekleştiği aşamaya kadar, iktidarı erken ele geçirmiş
ülkedeki proletarya, bir yandan kapitalizmin öte yandan sosyalizmin
unsurlarının yan yana, iç içe yaşadığı bir geçiş sürecini yaşayacaktır. Bu
durumda proletarya diktatörlüğü bir yandan kapitalizmin gelişimini
dizginlemeye, öte yanda da sosyalizmin unsurlarını geliştirmeye çalışmalıdır. Bu
süreçte, “proletarya dünya proleter devriminin gelecekteki zaferine kadar, tek
ülkede proletarya diktatörlüğünün iktisaden güçlenmesine yönelik” (Troçki)
çalışmalıdır. İşte Troçkizm’e göre, bu toplum biçimine “geçiş toplumu” denir.
Troçki, bir yandan kapitalizmden komünizme geçmek için sosyalizmi zorunlu bir aşama
ilan ederken öte yandan da, bu aşamayı, sosyalizmi, Marks’ın, Engels’in, Lenin’in,
Stalin’in anladığı veya ortaya koyduğu teoriyi Troçkist revizyona ve tasfiyeye
tutarak, onu Troçkist “geçiş toplumu” içeriğiyle yeniden şekillendirerek,
sosyalizmle komünizmle bir tutar; “geçiş toplumu”nu sosyalizm olarak değil,
proletaryanın iktidarda olduğu, kapitalizm ve sosyalizmin yan yana yaşadığı bir
toplum biçimi olarak lanse eder.
Oysa örneğin, Marks’ın “Gotha Programının
Eleştirisi”nde, Lenin’in “Devlet ve Devrim”inde ve onlara ait bir dizi kaynaktan,
Ekim Devrimi’nin ardı sıra patlak veren parti içerisindeki tartışmalarda
Lenin’in Troçki vb.lerinin muhalefetine karşı verdiği ideolojik mücadelenin
belgelerinden de açık, net, çarpıcı bir şekilde görülebileceği gibi,
Marksizm-Leninizm’in söz konusu Troçkist sosyalizm teorisi ile zerre kadar bir
ilişkisi yoktur. Troçki’nin söz konusu sosyalizm ve geçiş toplumu anlayışı,
Troçkizm’in eşitsiz gelişme yasasını reddeden, bir veya birkaç ülkede devrimin
zaferini, sosyalizme geçişi ve sosyalizmin kuruluşunu olanaklı görmeyen ve
reddeden, sosyalizmin ancak dünya devriminin zaferi koşullarında olanaklı olabileceğini
ileri süren (ki o koşullarda da herhalde bir çırpıda sosyalizme
geçilemeyeceğine göre, demek ki Troçkizm’e göre o koşullarda bile sosyalizme
geçebilmek için daha çok beklenecek), tasfiyeci revizyonist teorisiyle
bağlıdır. Yani onun sosyalizm-komünizm-geçiş toplumu teorisi Troçkizmin sözde
dünya devrimi teorisinin çok temel bir bileşenidir.
Bugün de bir ya da birkaç ülkede sosyalizmin
zaferini, bir veya birkaç ülkede sosyalizmin kuruluşunu, tek bir ülkede
sosyalizmin inşasını reddeden teoriler, tezler, propagandalar, tartışmasız
Troçki’nin, Troçkizm’in, IV. Enternasyonalin damgasını taşır ve Troçkist
ideolojinin etki gücünü ve bu etki gücünün propagandasını ifade eder sadece ve
sadece. Lenin’in, bir veya birkaç ülkede veya tek ülkede sosyalizmin zaferi ve
inşası teorisinin “küreselleşme”yle ortaya çıkan değişikliklere dayanarak, daha
doğrusu söz konusu “değişiklikler”in ardına gizlenerek
reddeden veya bu reddi, dün doğruydu
ama bugün geçersizdir, artık “bölgesel
devrimler” olanaklıdır diyerek meşrulaştırmaya çalışan teoriler de kaynağını,
ilhamını, teşvikini Troçkizm’den alan ve Troçkist ve yarı-Troçkist
propagandadan ibarettir. Değer yasasının, Marks ve Lenin’in koyduğu sınırların
ötesinde, sosyalizmde işlediğini, sosyalizmde işgücünün meta olduğu ya da hem
meta hem de olmadığı, sosyalizmin sınıfsız toplum olduğu ya da bu anlama
geldiği, işçi sınıfının egemen sınıf olarak örgütlenmesinden sonra,
sosyalizme-sınıfsız topluma- geçmek için bir “geçiş programı” izlemesi gerektiği
vb. gibi fikirler, Marksist-Leninist Komünist hareketin teorisi ve programının
reddi doğrultusundaki tasfiyeci revizyonist fikirler olduğu gibi, kaynağını da
Troçkizm’den almaktadır. Bu gerçeğin de ayrıca ve özellikle vurgulanması
gerekir.
Devam edecek olursak.
Troçkizm’e göre, “Stalinist bürokrasi" bir
sınıf değil toplumsal bir tabakadır. Peki neden? Troçkizm’e göre bürokrasi
üretim araçlarının sahibi değil sadece yöneticisidir de ondan. Bunun çelişkili
ve tutarsız bir neden olduğunu yukarda işlemiştik. “Bürokrasi” iktidarı elinde
tuttuğuna göre, devlet mülkiyetinin hem gerçek sahibi ve hem de yöneticisidir.
Sosyalizm döneminde söz konusu sahip ve yöneticilik proletaryada, sosyalizmin
tasfiyesi döneminde ise yeni burjuvazideydi. Bu, yeni tarihsel deneyin ortaya
çıkardığı yeni bir olgudur. Yeni
olguların eleştirel analiz ve sentezinden yeni bilimsel sonuçlar çıkarmak,
teoriyi zenginleştirerek eski formülleri aşmak bilimin bir gereğidir. Ama
Troçkizm her yerde olduğu gibi burada da sınıfta kalmış, doktriner, dogmatik
karakterini burada da sergilemiş olmaktadır.
Troçkizm “bürokrasi”nin bir sınıf olmamasını
dayandırdığı bir diğer unsur ise, bu katmanın “toplumda derin kökleri”nin
olmaması ve kendine has toplumsal meşruiyetinin ve toplumsal meşruiyet
bilincinin olmaması, gerekçesidir.
Stalin dönemini (sosyalizm dönemini) geçiyoruz, yeni
burjuvazinin egemenlik dönemi söz konusu olduğunda, revizyonist burjuvazinin toplumdaki
derin kökleri, uzun bir tarihsel geçmişe
sahip uluslararası burjuvazide; emperyalizmin baskısı ve bu baskıdan güç ve
taze enerji alan her türlü olguda; tarihten gelen eşitsizliklerde (kentle kır,
kafa ile kol emeği, yöneten ve yönetilen vb. vb. gibi); sosyalizmin inşa
sürecinde ortaya çıkan ve toplumsal meşruiyeti de kendine özgü bir tarzda
sağlamayı başaran yeni tip küçük burjuvazide; politik iktidarı gasp ederek
sağlamlaştırmasında; modern revizyonist ideoloji ve programda, kapitalizmin
yeniden inşasında, bir yanılsama da olsa, sosyalizm adına emekçi kitlelerin
şöyle ya da böyle desteğinde somutlaşmaktaydı. Onun bu köklerinin derinliği ne
kadar yüzeysel olursa olsun, hiç olmazsa kapitalizmi sosyalizmin bağrında inşa
edecek derinlikte de olduğu gerçeğinin es geçilmesi, sadece, gerçeğe gözleri
kapamak anlamına gelmektedir. Ama gerçeğin kavranmaması, revize edilmesi ve
demagojik yöntem, bakış açısı ve sözde tahlilcilik Troçkizm’in karakterinde
vardır zaten. Burada da karşımıza çıkan şey, tam da Troçkizm’in bu
gerçekleridir.
Aslında Troçkistlerimizin anlatmak istedikleri şey
şudur: Kapitalist dünyada burjuvazi uzun bir tarihsel geçmişe sahiptir ve bu
tarihte burjuvazi istikrarlı ve toplumsal meşruiyetini kitlelere de dayatarak
kazanmış bir sınıf yapısına sahiptir. Oysa “Stalinist bürokratik geçiş
toplumlarında” böyle bir tarihi geçmişi göremiyoruz. O halde sözü edilen katman
da bir sınıf olamaz. Bu bakış açısı ve tahlil, mekanik bir tarihsel paralellik
bağıntısı kurarak sorunu çözmeye kalkmayı ifade etmektedir. Çünkü 500 yıllık
bir tarihsel evrimin ürünü olan bir sınıfın sözü edilen tarihini, benzer bir
biçimde, “bürokrasi”de arayıp bulmaya çalışmak, bulmayınca da “bürokrasi” bir
sınıf değildir demek, ortaya çıkan yeni
ve tarihsel nesnel bir gerçeği
görmemek ve anlamaya çalışmamak demektir.
Tartışılan
sorun, kapitalizmden komünizme geçiş sürecinin alt evresinde olan bir sosyalist
toplum biçiminden vazgeçerek kapitalizmi yeniden kurma ve bu restorasyon
sürecinde hem siyasal iktidarı, hem ekonomik iktidarı ve hem de entelektüel
iktidarı ele geçirerek yeni kapitalist ekonomiyi örgütleyen bir sınıf
gerçeğidir. Burada söz konusu olan, feodalizm, kapitalizm gibi temel bir toplum
biçimi değil, kendi bağımsız temelleri üzerinde yükselmeyen bir geçiş
toplumudur (komünizmin alt evresi/aşaması). 56 öncesi küçük burjuva toplumsal
bir tabaka olan bu katmanın 56 ile iktidarı ele geçirmesinden sonra, yeni
burjuva bir sınıf haline gelişidir. Kaldı ki, Troçkizm’in teorisi ve tahlili
ışığında aynı iddiaları ileri sürerek, rahatlıkla sözü edilen bürokrasinin de
bürokrasi olmadığı ilan edilebilir, ama buna gerek yok. Ayrıca eklemek gerekir
ki, sosyal emperyalist ekonominin çözülerek klasik kapitalist bir ekonomiye
dönüşmesinden sonra, sözü edilen bürokrasi, bu yeni dönemde de en büyük
kapitalist girişimciler, en büyük siyasetçiler vs. olarak yine öne çıkarak
suyun başını tuttular. Bu olgu da bürokratik burjuvazinin bir sınıf özelliği
kazanmış olduğunu ve açık kapitalizmle birlikte açık burjuva kimlikleri ile
ortaya çıkarak yollarına devam ettiklerini kanıtlamıştır.
Kuşkusuz ki, sorun, yeni dönemde eski
ayrıcalıklarını kaybeden “bürokrasi”nin alt tabakalarının varlığı sorunu değildir
veya açık kapitalist biçimlere geçiş döneminde suyun başını tutmuş bazı
kesimlerin tasfiye edilmiş olması da doğal bir gelişme süreci olarak kavranmalı
ve bu tasfiye olan kesimlerin varlığı da “bürokrasi”nin bir sınıf olmadığının
da bir kanıtı olarak ileri sürülemez.
SB’de, temel üretim araçlarını elinde tutan
burjuvazi yeni tip bir burjuvaziydi.
Bürokratik kolektif karaktere sahip bir burjuvaziydi. Parti ve devlet bürokrasisi, bu yeni sınıfı
oluşturuyordu. Tipik kapitalist ülkelere bakıp, oradaki biçimleriyle kapitalist
özel sektörü, kapitalist pazarı, tek tek kapitalistler, kapitalist tekeller
arasındaki rekabeti görmeyince ya da Marks’ın Kapital’ine bakarak Marks’ın orda
incelediği kapitalizmin biçimsel
formlarını göremeyince, Troçkistlerimiz de basıyorlar yaygarayı: “Bürokrasi”
bir sınıf değildir. SB kapitalist bir ülke değildir vb.
56 sonrası, kapitalizmin yeniden inşası programı
yürürlüğe koyulmuştur. Doğal olarak bu program, sosyalizm koşullarında,
sosyalizmden kapitalizme geri dönüşü örgütleme gibi bir olgudan yola çıkarak
şekillendirilmişti. Dolayısıyla hemen ve doğrudan tipik/çıplak kapitalist bir
inşa programıyla sosyalist toplumun emekçilerinin karşısına çıkılamazdı ve
çıkılmadı da. Bunu ummak veya buna göre SSCB ve sosyalist kamp ülkelerinde
kapitalizmin inşasını beklemek en hafif deyimiyle, saflık olacaktır. Kale içten fethedildi ve yeni kapitalist
program sosyalizm ve komünizm adına yürürlüğe konuldu. Yeni
burjuvazi, demagojik söylemine karşın yeni ekonomik programının kar için üretim
amacına bağlı olduğunu, tüm üretim araçların meta olduğunu, değer yasasının üretimin
düzenleyici yasası olarak tüm ekonomi çapında pratikleştirildiğini ve işlediğini,
“Stalinist” planlamanın tasfiye edildiğini, bütçe gelirlerinin esasının
karlardan geldiğini vb. açıkça ilan etti. Ekonomiye damgasını yeni burjuvazi
bastı. Toplumsal artık ürünü gasp ederek dağıtımını kendi sınıfsal çıkarlarına
uygun tarzda yeniden şekillendirdi vb. vb. 70’li yıllara gelindiğinde tablo
buydu. Bu tablodan da görülebileceği gibi, tüm bunları gerçekleştiren
burjuvazi, yeni tip bir burjuvaziydi ve bu “bürokrasi” yeni bir sınıftı.
Sınıflı toplumlarda bürokrasinin bir sınıf değil,
egemen sınıfın egemenlik araçlarından biri olmasından da yola çıkan
Troçkistler, bu örneği de bizlere hatırlatarak, bu nedenden dolayı da
bürokrasinin bir sınıf olmadığını ispatlamaya çalışıyorlar.
Sömürücü sınıflı toplumlarda, örneğin tipik
kapitalist ülkelerde, bürokrasinin devlet örgütlemesinin bir parçası olduğu ve
doğrudan egemen sınıfın kendisi olmadığı doğrudur. Ama tarihte, örneğin Asyatik
feodal toplum biçiminde, egemen sınıfın Batı feodalizminde olduğu gibi özel feodal
oligarklar, senyörler vb. biçiminde karşımıza çıkmadığını biliyoruz. Buna
rağmen, Asyatik feodal toplum biçimi, ne sınıfsız bir toplumdu ne de sınıflar
üstü bir toplum biçimiydi. Orada egemen sınıf, feodal sınıftı, sömürülen ve ezilen
temel güç, köylülüktü. Artı ürüne el koyan sınıf, feodal sınıftı. Ama küçücük(!)
bir farkı vardı Batı feodalizminden ayrı olarak: Bu toplumda egemen sınıf olan
feodaller, bir “devlet sınıfı”ydı. Burada asker ve sivil feodal sınıf, devlet
bürokrasisi biçiminde örgütlenmişti. Hem bürokrasi ve hem de egemen sınıfın
kendisiydi. Siyasi iktidarı feodal sınıf elde tutuyordu ve ekonominin de
patronuydu. Toplumsal artık ürüne el koyuyordu.
“Bürokrasiyi dogmatik ve gerçek dışı bir biçimde
‘kapitalist sınıf’ olarak tanımlayarak SWP’li yoldaşlar tarihteki herhangi bir
bürokrasiden daha çok Sovyet bürokrasisinde özgül olan şeyi kavramaktan aciz
kalıyorlar. Bürokrasi burjuva sınıfından, gerçekte tarihteki tüm diğer yönetici
sınıflardan, bu sınıfların gelirlerinin (toplumsal artık-üründeki payı)
değişken, ama bürokratlarınkinin sabit olmasıyla ayrılır. Burjuvazinin yıllık
karları kar ve üretimdeki yıllık dalgalanmalara bağlıdır. Feodal yıllık rant
hasatlarının yıllık dalgalanmalarına bağlıydı. Bürokratın yıllık geliriyse onun
hiyerarşideki mevkiine bağlıdır. Bu mevki değişmezse gelir de değişmez (marjinal
değişmeler hariç).” (SSCB Tartışmaları, Mandel, s. 57)
“SWP’li”
Troçkistlerin Lenin ve Stalin dönemini, sosyalist SSCB döneminin sosyalist
diktatörlüğünü kapitalist olarak lanse etmesi çirkefliğini geçiyoruz, ama
yukarıdaki izah, bürokrasinin bir kapitalist sınıf olmadığını kanıtlamak
amacıyla yapılıyor. Stalin’in önderliği
dönemini, 56 öncesi sosyalizm dönemini dışta tutarak, sorunu incelemeye devam
edelim. Örneğin bu yorumun (bürokrasinin bir sınıf olmadığı yorumunun), (tarihsel
ve sosyo-ekonomik farklılığı unutmadan) “Asyatik Üretim Tarzı” örneğinde hiç de
doğru olmadığını görebiliyoruz. Ama yalnızca bu değil, bu yorumun doğru
olmadığını kapitalist restorasyonla birlikte SB’de de görüyoruz.
Revizyonist/kapitalist sistemde, bürokrat burjuvazinin gelirleri hiç de sabit
ve salt hiyerarşideki yeriyle sınırlı değildir. Birinci nokta olarak şunu
vurgulamalıyız: Yeni tip burjuvazi ulusal gelirin dağılımını örgütlerken
sürekli bir şekilde kendi lehine ulusal gelirdeki payını yükseltmektedir.
Örneğin, işletme bazında karların %60’ı merkeze giderken %40’ı işletmeye
kalmaktaydı. Yanı sıra, plan hedefinin aşılması durumunda elde edilen karın %60
işletmeye bırakılmakta %40’ı merkeze gitmekteydi. Yani sorun salt resmi olarak belirlenmiş
ücret ve gelirler değildi. Ayrıca resmen hiyerarşiye bağlı belirlenmiş ücret ve
gelirlerden de önem taşıyan şey, eldeki bir dizi fonun hile yoluyla soyulması ve bir de SB ekonomisinin %25’ne tekabül
eden mafya ekonomisinden gelen kazançlardır. Tüm bunlar birleştiğinde bürokratların
yıllık gelirleri görünenin de ötesindedir ve bu gelirler sürekli olarak
artmaktadır. Ayrıca reforme edilmiş sisteme göre çalışan sanayi işletmelerinde
maddi teşvik fonlarında 1966 yılında, işçiler %50.7 alırken, yönetici tabakanın
payı ise %49.3’dür; bu dönemde yönetim personeli diyelim ki, en fazla % 4-5
civarındadır, işçilerin oranı ise %95 civarındadır. Dolayısıyla, tarihte
herhangi bir yönetici sınıftan ayrı olarak, SB’de bürokrasinin gelirlerinin
sabit olduğu saptamasından hareketle, SB’de bürokrasinin yeni kapitalist bir
sınıf olmadığını kanıtlama çabası keyfi ve hem tarihi hem de SB’deki kapitalist
restorasyon sürecinin gerçeklerine aykırı bir dogmadır. Açık ki Mandel burada
da yeni burjuvaziyi pek masum göstermenin şövalyeliğine soyunmuş, ama itiraf
edelim ki, bu O’na pek de yakışıyor.
Bürokrasinin, bürokratların gelirlerinin
hiyerarşideki yerine/mevkine bağlı olması ve bunun, “bürokrasinin bir sınıf”
olmadığına kanıt olarak ileri sürülmesi; sorunun, ortaya çıkan yeni durum ve olgular üzerinde incelenmesi yerine klasik feodal ya da kapitalist
sınıflı toplumlar örnekleri ile, bu toplumların “klasik” kabul edilen
görüngelerini temel alarak çözümlemeye çalışmak bilimsel değildir. Her olgu
kendi objektif temelleri üzerinde yükselir. O halde yapılması gereken kaba
mekanik tarihsel paralelliklerle, kaba biçimsel görüngülerle yetinmek vb.
değil, olguları kendi hareketli varlık koşulları içerisinde incelemek ve
aydınlatmak olmalıdır. Dolayısıyla, 56 sonrası ortaya çıkan süreci ve yeni
olguyu kendine özgü tarihsel temelleriyle; sosyalizmin temel bir toplum/temel
üretim tarzı olmadığı, kapitalizmden komünizme bir geçiş toplumu olduğu
gerçeğiyle; sosyalizmden kapitalizme geri dönüşün gerici iç savaş, emperyalist
müdahale vb. yoluyla değil de yeni tip bürokratik çürüme ve yeni tip
burjuvazinin ortaya çıkışı yoluyla gerçekleştiği gerçeğine göre ele almak
gerekmektedir.
Bu durumda karşımıza çıkan olgunun yeni tip bir
burjuvazi ve yeni tip tekelci devlet kapitalizmi olduğunu görürüz. Bu durumda
karşımıza çıkanın, yeni sınıfın egemen sınıf olarak örgütlenmiş kolektif
bürokratik yeni burjuvazi olduğunu anlarız. Bu durumda, karşımıza çıkan yeni
sınıfın bürokrasideki hiyerarşik konumuna uygun olarak toplumsal artı ürünü,
artı-değer ve karı bölüştüğünü bilince çıkarabiliriz. Şu veya bu bürokratın, şu
ya da bu bürokrat kliğin yükselmesi ya da düşmesi, mevkilerini koruyamaması,
yükselişi veya gerilemesi, onların gelirlerinin de bu duruma uygun eğriler çizmesi,
bu durumda eşyanın tabiatına uygundur. Üretim dalgalanmalarına, gelişme hızının
düşmesine vb. rağmen yeni burjuvazinin/bürokratik kolektif kapitalist sınıfın
genelde bu gelişmeden etkilenmediğini, yasal, yarı-yasal, yasadışı biçimlerde
ortaya çıkan gelirlerinin sürekli, genel bir yönelim olarak arttığını;
kapitalist restorasyon sürecinde bu sınıfın gitgide daha fazla servete, gelire
sahip hale gelerek zenginleştiğini biliyoruz. Toplumsal gelir dağılımının, hem
mutlak hem de göreli olarak egemen sınıf olan yeni burjuvazi lehine, proletarya
ve emekçiler aleyhine bozulduğunu, yeni tip bir sınıfsal yapılanmanın ortaya
çıktığını somut verilerden saptayabiliyoruz. Burada önemli olan
biçimsel/görüngüsel süreçler değil, bunların tahlilinden başlayarak arka plana,
içeriğe, öze inen bir perspektiften sorunların incelenmesi, nesnel ve bilimsel
olarak tanımlanmasıdır. Süreçleri yöneten nesnel hareket yasalarının bulunup
ortaya çıkarılmasıdır.
Tarihten verdiğimiz bu örneği geçerek (ki amacımız
tarihsel parelik kurak sorunu izah etmek değildir, somut tarihsel sınırlar
gerçeği unutulamaz hiçbir zaman), sosyalist toplumda bürokrasi sorununa
geliyoruz. Proletarya devrimi yoluyla zafere erişen ve proletarya diktatörlüğü
olarak örgütlenen proletarya, isteğinden bağımsız olarak, nesnel bir olgu
olarak, kapitalizmden devraldığı eşitsizlikleri, bu eşitsizliklerden biri olan
yöneten yönetilen ayrımını hemen ortadan kaldıramaz. Bu eşitsizliklerin ortadan
kalkması uzun bir süreci gerektirir; iktisadi ve kültürel olarak gelişme düzeyinin bu ayrımı ortadan kaldırmaya
elverecek denli yüksek bir gelişme aşamasına ulaşılması ile bu hedefe
ulaşılacaktır. Bu bağlamda, proletarya egemen sınıf olarak örgütlenmekle
beraber, henüz bu, tüm sınıfın doğrudan/aracısız devleti yönetmesi olarak
karşımıza çıkmamaktadır. Proletarya sınıf olarak önderliğini partisi aracılığıyla
gerçekleştirmekte ve diktatörlüğü yönetmektedir. Kuşkusuz sıradan proleter
yığınlar, başta Sovyetler olmak üzere sayısız örgüt biçimiyle bu diktatörlüğün
uygulanmasına katılmaktadır. Ama böyle de olsa, henüz işçi sınıfı aracısız
devleti yönetememektedir. Bunun politik-pratik sonuçlardan biri, proletaryanın,
partisi ve devleti aracılığıyla ülkeyi yönetmesidir. Dolayısıyla parti, sınıfın
yerine geçirilemez, parti burada sınıfın öncü örgütlenmesi ve proletaryanın en
yüksek örgüt biçimidir. Ve proletarya adına tüm örgüt ve mücadele biçimlerini
yöneten bir genelkurmaydır. Komünizme doğru gidiş sürecinde giderek bu
farklılıklar da zayıflayarak silinecektir. Devlet var oldukça bürokrasi de bir
biçimde olacaktır. Bu, kaçınılmaz bir tarihsel “kötülük”tür. Sınıflar var
oldukça, kafa emeğiyle kol emeği ayrımı sürdükçe, yöneten yönetilen ayrımı
sürdükçe bir devlet olgusu, bir devlet bürokrasisi olacaktır. Ama sosyalist
devlet devlet olmaktan çıkmaya başlayan bir devlettir, bir yarı-devlettir, ama
yine de bir devlettir. Komünizme geçiş süreci ilerleyerek olgunlaştıkça, doğal
olarak, yönetilen yöneten ayrımı artan oranda zayıflayıp sönümlenmeye doğru
gidildikçe, devlet de, sosyalist devlet bürokrasisi de zayıflayıp
sönümlenecektir. Yani soyut bir bürokrasi düşmanlığı ile ya da bir kararnameyle
vs. devlete, bürokratik kurumlara, bürokrasiye son veremeyiz.
Demek ki, proletarya diktatörlüğünün başlıca
sınıfsal dayanağı işçi sınıfıdır ve işçi sınıfı önderliğini partisi
aracılığıyla gerçekleştirir, partisi aracılığıyla devleti yönetir. Devlet
bürokrasisi, sınıfın hizmetinde olan egemenlik aracının sadece temel bir
parçasıdır ve sınıfın hizmetçisidir. Peki, bu durumda, proletaryanın sınıfsal
önderliğini ret mi etmeliyiz? Bu durumda işçi sınıfı tüm kitlesi ile doğrudan doğruya/aracısız
devleti yönetemiyor diye, devleti bir
avuç azınlığın diktatörlüğü mü ilan edeceğiz? Kazara ellerine iktidar geçse bir
azınlığın aşırı bürokratik diktatörlüğünü kuracaklarından hiçbir kuşkumuz
olmayan Troçkistler, anarşist gevezeliklerle bu sorulara, gerçekte olumlu
yanıtlar vermekte ya da demagojik söylemlerle çarpıtmaktadırlar.
V
Aynı çelişkili, tutarsız, keyfi değerlendirmeleri ve
burjuva kuyrukçuluğunu Gorbaçov dönemine ilişkin
yapılan tahlillerde de görmekteyiz.
“Çok temel ihtiyaçların, beslenme, gıda gibi sağlık
eğitim gibi çok temel ihtiyaçların karşılanmasından sonra, 1955’ten itibaren
Sovyetler Birliği’ndeki kadın erkek tüketiciler, Batı Avrupa ülkelerinde var
olan tüm genel tüketim araçlarına sahip olmak istediler… Milyonlarca, on
milyonlarca Sovyet ya da Doğu Avrupalı kadın erkek tüketici, Batı Avrupa’daki
ya da Amerika’daki tüketim araçlarının, bu süslü oyuncakların tümüne sahip
olmak istiyorlardı. Sovyet yöneticileri üzerinde bu talep çok ağır bir baskı
oluşturmaya başladı. Sovyet yöneticileri de bu yeni talebe yanıt vermekte
kesinkes zayıf kaldılar. Çünkü Sovyet ekonomisinin kaynakları son derece
sınırlıydı. Bu yüzden de bu sorunun çözümünün pazar ekonomisinde bulunacağını
düşünmeye başladılar…” (Mandel, İstanbul Konferansı, s. 35-36)
Önce bir hatırlatma: Faşizmin iktidara gelmesinin ve
II. Dünya Savaşı’nın çıkmasının suçlusu kimdi? Tabii ki Stalin’di! Stalin söz
konusu olunca en aşağılık saldırıları yapmaktan geri durmayan Mandel ve
Troçkistler, sıra modern revizyonist burjuva yöneticilere gelince ne kadar da yumuşak ve anlayışlılar!!! Alıntıyı biraz dikkatle okuyan her okur ve yoldaş
hemen farkına varmıştır; Mandel, Sovyet
halkını suçluyor ve yeni burjuvaziyi aklıyor. Diyor ki, halk Batı türü
tüketim istedi, halkın bu talebi gariban Sovyet yöneticileri üzerinde öyle “çok
ağır” bir baskıya yol açtı ki, ne yapsın mazlum mu mazlum “Sovyet yöneticileri”,
onlar da halkı tatmin etmek için (dikkat edin, 1955’ten sonra!) “pazar
ekonomisi”ne yöneldiler vs. Bu açıklama ile revizyonist burjuvazi aklanırken
işçi ve emekçiler küstahça suçlanıyor; tipik bir aydın kibir ve tavrıyla halka
tepeden bakılıyor. Stalin’e azgın bir düşmanlık ile revizyonist yöneticilere
ılımlı ve koruyucu yaklaşım birbirini tamamlıyor ve Troçkizm’i ele veriyor.
Şimdi de Gorbaçov döneminin derin(!)
değerlendirmelerini Troçkist ağızdan birlikte izleyelim.
“Kaba hatlarıyla, komünizmi temsil ettiğini şöyle ya
da böyle iddia eden üç uluslararası eğilimin var olduğunu söyleyebiliriz: Glasnostu,
perestroykayı ve emperyalizmle ‘yerel uzlaşmalar’ı kabul eden Gorbaçov yanlısı
eğilim; glasnostu reddeden ama perestroykayı ve ‘yerel uzlaşmalar’ı kabul eden
muhafazakar eğilim; ve glasnostu kabul eden ama perestroykayı ve ‘yerel
uzlaşmalar’ı reddeden devrimci Marksist eğilim.”
“Glasnost bu kilit sorunlar (kastedilen sosyalizmin
sorunlarıdır-bn.) etrafında samimi ve açık bir tartışmanın başlangıcıdır…” (Doğu
Avrupa’da Neler Oluyor? Glasnost ve Siyasal Devrim, Glasnost ve Komünist
Partilerin Krizi, E. Mandel, s. 13)
Hatırlatmaya gerek var mı: Mandellerin “samimi ve
açık tartışma” olarak yücelttikleri “glasnost”u başlatan Gorbaçov, glasnostu da
“komünizmi” yer yüzünden kaldırmak için izlediği “samimi ve açık” çizgisinin
bir stratejik sac ayağı olarak pratikleştirdiğini ama hedeflerine varmak için
komünizm kılığına bürünmeye devam ettiğini söylemişti…
Devam edelim.
“Devrimci Marksistlerin glasnosta yönelttikleri
eleştiri, glasnostun fazla ileri gitmeyişidir…” (s. 26)
“Ama buna paralel olarak glasnosta yönelik somut
tehditler varken, yani bugün işçilerin pratikte kullandıkları gerçek demokratik
özgürlüklere yönelik tehditler varken, daha baskıcı bir rejimin gelişini
önlemek için, ‘Gorbaçovcular’da dahil, harekete geçmeye hazır bütün güçlerle
eylem birliği yapmaya da hazır olunmalıdır.
“Böyle bir birleşik cephenin reddedilmesi,
Stalinizmin Üçüncü dönemiyle benzeşen sorumsuz bir sekter tavır olur.” (s. 26)
Şimdi bu değerlendirmeleri ele alabiliriz.
Birinci olarak, Troçkist Mandelci klik ve IV.
Enternasyonal, yani bu sözde “devrimci Marksist eğilim”, tüm revizyonist
burjuvazinin üzerinde birleştikleri perestroykaya karşı çıkarken glasnostu
desteklediklerini ilan ediyorlar. Dahası daha baskıcı bir rejimin gelme
olasılığı karşısında yeni burjuvazinin Gorbaçovcu kanadıyla vb.leri ile eylem
birliğini savunuyorlar. Bu büyük işçi sınıfı devrimcileri(!) işçi sınıfını da
böyle bilinçlendirip sözde harekete geçirmeye çalışıyorlar. Üstelik bu burjuva
işbirlikçi politikalarını, günah keçisi haline getirdikleri ve bir öcüye çevirdikleri
Stalinci (!) sekterliğe düşmeme gerekçesiyle de besliyorlar. Bu sözler dolaylı ama açık olarak, Stalin’in
burjuvazinin uzlaşmaz düşmanı olduğunun itirafıdır. Ama biz devam edelim.
Sovyet proletaryasının görevi, bürokratik tekelci
burjuvazinin bir kanadının peşine takılmak değil, bir bütün olarak revizyonist
burjuvaziye, bu burjuvazinin “muhazafakar” ve “liberal” kanatlarına karşı bağımsız devrimci eylemini yeni bir
sosyalist devrim hedefine bağlı kılarak, burjuva diktatörlüğünü yıkmak,
kapitalizmi tasfiye etmek, proletarya diktatörlüğünü kurarak sosyalist inşa
yolunda, uluslararası proleter devrimin öncü gücü ve üssü olarak, dünya
proletaryası ve halklarının enerjik desteğini alarak, dünya devrimini
kışkırtmak ve bu uğurda savaşmaktır. Ama Troçkistlerin böylesine devrimci bir
perspektifinin olması bir yana, işçi sınıfı ve halkları Gorbaçov kliğinin kuyruğuna takılmaya, sınıf işbirliğine çağırıyorlar. Burjuvazinin kuyruğu olmak, Troçkizm’in
elinden kurtulamayacağı kaderidir, çünkü bu onun ruhunda var…
İkinci olarak, ekonomik programla siyasal programı
birbirinden kopararak, ikisi arasına bir Çin setti örerek ele alma alışkanlığı
ve felsefi idealizmi bir kez de bu noktadan karşımıza çıkıyor. Neymiş efendim,
Troçkist beylerimiz, bayanlarımız perestroykaya ve emperyalizmle yerel
uzlaşmalara (aman ne uzlaşmaz bir sınıf tavrı canım!) karşı çıkıyorlarmış ama
glasnostu destekliyorlarmış! Peki, sormazlar mı: Perestroyka ve glasnost,
sosyal emperyalist sistemin krizine, bürokrat burjuvazinin önder kesiminin çözüm
programıdır. Burjuvazinin önder kliğinin bu çözüm programı her şeyiyle kriz
içerisinde debelenen sistemin ömrünü uzatmayı hedefleyen ve tümüyle emek
düşmanı karaktere sahip, krizin tüm yükünü halkın sırtına yıkarak krizi atlatma
programıdır. Buna rağmen, programın bir sacayağını desteklerim ama diğer sacayağına
karşı çıkarım demek açık bir aldatmaca
değil mi? Gorbaçov’un “çözüm programı”, sosyalizm maskeli kapitalizmden klasik
kapitalizme geçişi de, inisiyatifi yitirmeden, kontrollü bir şekilde hazırlayan
bir program değil mi? “Glastnost” da bunun bir temel sacayağı değil mi? Ve
nitekim SSCB’nin dağılışıyla birlikte “Glastnost”un kimlere hizmet ettiği de
apaçık ortaya çıkmadı mı!!!
Nedir perestroyka? Perestroyka, bürokrat burjuvazinin, ekonomiyi yeniden yapılandırma
programıdır. Tekelci devlet kapitalizmini “pazar ekonomisi”ne doğru daha fazla
açarak, krizi bu yolla atlatma programıdır. Peki, nedir glasnost? Glastnost, ekonominin yeniden
yapılandırmasına yanıt verecek tarzda siyasal üstyapıyı yeniden şekillendirme,
aşırı baskıcı ortamı görece yumuşatarak, işçi ve emekçilerin toplumsal
desteğini kazanma yoluyla, kitlelerin birikmiş tepkisinin devrimci bir
patlamaya dönüşmesine fırsat vermeden elimine etme ve krizi aşmanın payandası
yapma program ve manevrasıdır. Tabloyu tam olarak sunmasa da sorunu şöyle
anlatabiliriz: Ben AKP Hükümeti’nin ekonomik programına karşıyım ama siyasal
programını destekliyorum ve örneğin askeri kliğe karşı AKP’yle eylem birliği
yaparım. İşçi ve emekçileri de bu doğrultuda bilinçlendirir ve eyleme
çağırırım…
Perestroyka ve glasnost, kapitalist içeriktedir.
İster ikisini isterse de birini (glasnost) destekleyin fark etmez, ikisi ve her
biri SB’de kapitalizmi daha da
geliştiren politikalardır. Bu politikanın proletarya ve emekçiler lehine, nesnel karakteri itibari ile açtığı
unsurlar varsa, elbette ki komünistler bunu ikircimsiz ve kesiksiz egemen
sınıfa ve kapitalist düzene karşı azami derecede kullanırlar. Ama bu farklı bir
şeydir, glasnostu destekleyip Gorbaçov’la eylem birliği yapmak bambaşka bir
şeydir. İkincisi sınıf işbirlikçisi, reformcu gerici sınıfsal tutumu temsil
eder. Birincisi ise, strateji kavramında
geçen dolaylı yedeklerden (burjuva gerici kampın iç çelişki ve çatışmalarından,
parçalanmışlığından) yararlanma politikasını ifade eder. Kaldı ki, dolaylı
yedeklerden yaralanmak burjuvaziye veya bir kanadına yamanmaktan değil, devrimci program ve taktiğe dayalı olarak, işçi sınıfının ve emekçilerin bağımsız siyasal devrimci harekatını
geliştirmekten, bu güce dayanarak, pratik mücadele yoluyla burjuvaziyi
darbeleyerek geriletmekten geçer, tabii asıl devrimci hedefi unutmadan ve ona
tabi olarak. Mandelci revizyonistlerin bu bakış açısı ile uzaktan yakından
hiçbir ilişkisi yoktur. Onlar ilkesiz
pragmatikler(“reel politikacı”), oportünist reformistler olarak, her
zaman bir biçimde burjuvaziye yamanmış ve yaltaklanmışlardır.
“Marksizm açısından glasnostu reddedişin hiçbir
‘ortodoks’ yanı yoktur. Hele grev ve örgütlenme hakkını, her şeyden çok
işçilerin sendika ve öz savunma organları kurma özgürlüğünü ya da ifade
özgürlüğünü, kültürel çoğulculuğu ve gösteri-yürüyüş özgürlüğünü reddedişin
hiçbir ‘ortodoks’ yanı yoktur. Bu özgürlükleri ‘burjuva demokrasisi ile bir
tutmak, bu açıdan, bizzat Marx ve Engels’in açıkça ifade edilmiş görüşlerinden
başlayıp tüm Marksist gelenekle çelişir” (s. 15)
Mandel’e inanacak olursak, glasnostu savunmamak
Marksizm’e, Ortodoks Marksizm’e ve tüm Marksist geleneğe aykırıdır.
Marksizm-Leninizm’in bu bilinçli düşmanı, proletaryanın grev, sendikalaşma,
örgütlenme, gösteri hakkını savunmakla “glasnost”u savunmayı bir
ve aynı şeymiş gibi gösterme kurnazlığı yoluyla, Gorbaçovcu burjuva
kanadın gönüllü uşaklığını yaptığını gizlemeye çalışıyor. Hile yolu, hile ve
demagoji Troçkist ideolojinin ruhu ve Troçkistlerin burjuva yöntemlerindendir.
Bunu her yerde ve tekrar tekrar görüyoruz. Onlar hem haram yiyor, hem de harama
hile katıyorlar. Geçerken, Troçki ve Troçkistlerin, Stalin ve III.
Enternasyonal’in, 30’lu yıllardaki faşizme karşı, işçi sınıfının demokratik hak
ve özgürlüklerini savunma taktiğini azgın bir çarpıtma ve demagojiyle
“sermayeyle sınıf işbirliği” olarak mahkum ettiklerini de hatırlatarak
vurgulayalım. “Glastnost” karşısındaki tutumları ile 30’lu yıllardaki komünist
taktik politikalara yaklaşımı, Troçkistlerin ikiyüzlülüğünü çarpıcı bir şekilde
sergileyen örneklerden bir diğeridir. Bu bir.
Bu sözde burjuvaziyle uzlaşmaz ruha sahip
baylarımızın ve ataları Troçki’nin ve Troçkizm’in tarihi sefalet ve üç
kağıdını, geçmeden hatırlamak ve hatırlatmak gekmektedir: Troçki, III.
Enternasyonal’i eleştirirken, “Nasyonal Sosyalizm”i (Hitler faşizmini) ve
faşizmi “çılgınlaşan küçük burjuvazinin hareketi ve ideolojisi”,
“karşı-devrimci umutsuzluk partisi”, “toplumun derinliklerinden gelen yoksul
sınıfların hareketleri” olarak tanımlar. “1929”dan itibaren “Nasyonal Sosyalizm”e
karşı, bu parti dışında kalan başta sosyal demokrat burjuvazi olmak üzere tüm
burjuvaziyle ittifak/birleşik cephe kurulması gerektiğini, faşizmin zaferini
önlemenin yalnızca bu ittifaka bağlı olduğunu ileri sürer.
Troçki ve Troçkizm, III. Enternasyonalin, faşizmin
koltuk değneği olan, bilakis hükümet olarak aldıkları faşist tedbirlerle
faşizmin gelişip güçlenmesinin önünü açan, kolaylaştıran; Almanya’da gelişip
güçlenmekte ve milyonlara ulaşmakta olan Almanya Komünist Partisi’ni durdurmak
ve Almanya’da olası bir proleter devrimin zaferini önlemek için Nazizm ile
yakınlaşma politikasını izleyen sosyal demokratlarla birleşik cephe kurulması
politikasını ısrarla önerir. III. Enternasyonalin, Alman sosyal-demokrasinin
AKP’ye, sosyalizme, proleter devrime yönelen işçi sınıfını ve emekçi kitleleri
sosyal reformcu politikalarıyla sisteme bağlayan, faşizmin gelişip
güçlenmesinin önünü bilinçli bir
şekilde açan, kendi etkisi altındaki geniş işçi kitlelerinin yalnız kapitalizme
değil, güncel faşist tehlikeye karşı da mücadeleye atılmasını önleyen
anti-komünist, anti-Sovyet Alman sosyal-demokrasisine karşı geliştirdiği
mücadeleyi de mahkum eden Troçki ve Troçkizm, böylece emek ve sermayenin birleşik cephesi politikasının
mimarlığını da soyunmuştu. Ki vurgulamak gerekir ki, Alman sosyal demokrasisi
AKP ile bir ittifaka yanaşmak bir yana, oldukça bilinçli bir anti-komünist politik duruşla böyle bir ittifaka, birleşik cephe eylemine, her türden
eylem birliği politikasına karşı bir mücadele yürütmekteydi. Onlar hem tepeden
hem de tabandan böyle bir eylem birliğini önlemek için her türlü sabotörlüğü
yapmaktaydılar. III. Enternasyonal ve Almanya Komünist Partisi ise, Alman
sosyal demokrasisinin bu gerici, karşı-devrimci politikasına karşı kaçınılmaz
olarak, tabandan bir eylem birliği politikası ile sosyal demokrasinin gerici ve
sosyal faşist yönelimini açığa çıkararak sosyal demokrasinin etkisi altında
olan geniş kitleleri anti-faşist mücadeleye çekmeye çalışmaktaydı.
Sosyal demokrasi bu politikayı izlerken, Troçki,
onları, Nazizm tehlikesi ile korkutarak, “Hitler’e karşı komünizmle
birleşecekleri yerde ‘ehven şer’ diye Hindenburg-Brüning kliğine” yanaşacakları
yerde, “‘Ehven şer’e yapışmakla, Nazizm denen daha büyük ‘şer’e kapıları
açmaktan başka bir yapmadıklarını Troçki onlara durmadan göstermeye” (I.
Deutscher), sözde ikna etmeye çalışıyordu. Troçki’ye göre, “Soyal demokratlarla
kurulacak bir savaş birliği zaferi kazanabilir ancak.” Başka bir yol ise yoktu!
Yine geçmeden belirtelim, Troçki, eğer Hitler
iktidara gelirse, SSCB’nin derhal Almanya’ya savaş açarak Hitler iktidarını
yıkmasını istiyordu. Tabii ki yine enternasyonalizm, dünya devrimi, Leninizm,
Bolşevizm adına! Eee, ne de olsa bayımız sırtında yumurta küfesi taşımıyordu ve
böylece “Stalinizm”in yıkılacağını, yerine Troçkizm’in iktidarının kestirmeden
geçeceğinin hesabını yapıyordu. Savaş kışkırtıcılığını
da bundan dolayı yapıyordu. Onun,
eğer Hitler iktidara gelirse, SSCB’nin derhal Almanya’ya karşı savaş açması
talebinin tek anlamı buydu işte. Burada, Troçki’nin bu yöntem ve politikasının
daha çarpıcı görülmesine hizmet edeceğinde, burada durup şu gerçekleri de
okuyucuya sunmak istiyoruz.
Sözde burjuvaziye karşı uzlaşmaz savaşçı Troçki, sözde Ekim Devrimi’nin önderi
Troçki, sözde Bolşevik-Leninist Troçki, Stalin ve SBKP (B)önderliğinde
başlatılan ve ikinci bir Ekim Devrimini ifade eden tarımın
kolektifleştirilmesini, kır burjuvazisini tasfiye tarihsel eylemini, yani “
‘kulak’ların tasfiyesini’ bir felaket sayıyordu.” Tarımın kolektifleştirilmesini Stalinci bürokrasinin köylülüğü
hedef alan gerici zor ve şiddet eylemi olarak lanse ediyordu. “Kolektif çiftlik
yapısının ikide birde çökme tehlikesiyle karşılaştığına inanmaktaydı.” “Troçki
sürgün yerinden boyuna Stalinci Politbüro’ya sesleniyor, bu yaban teşebbüsten
vazgeçilmesini, köylerdeki barbarlığa karşı yine barbarca yapılan savaşın
durdurulmasını, Marksist-Leninist geleneğin zorunlu kıldığı daha uygar bir yol
seçilmesini istiyordu: Politbüro, köylü ile geniş bir anlaşmaya (ki, siz kulak
sınıfı ile diye okuyun-bn.) doğru gitmeli, köylüyü kolektifleştirmeye
zorlamakla (yani ikinci bir Ekim Devrimi yapmakla diye okuyun-bn.) bir hata
işlediklerini bütün ulus (siz kulak sınıfı ve dünya burjuvazisi karşısında diye
okuyun-bn.) karşısında itiraf etmeli ve kolektif çiftliklerden ayrılmak, özel
çiftçiliğe dönmek isteyenlerin bunu yapmakta serbest olduklarını ilan
etmeliydi. Troçki böyle bir davranışın birçok kolektif çiftliğin ve belki de
çoğunluğunun dağılmasıyla sonuçlanacağını elbette biliyordu;…Troçki Muhalefetin
iktidara geçmesi halinde bu politikayı uygulayacağını söylüyordu.” İşte size
kapitalizmin ve burjuvazinin sözde amansız düşmanı Troçki’nin gerçek yüzü!!!
Ama sadece bu kadar da değil; peki Troçki,
uluslararası sermayenin ve devrilmiş gericiliğin SSCB’deki öncü birliği, en
önemli sınıfsal dayanağı durumunda olan kır
burjuvazisini bu şekilde destekler ve tarımın
sosyalistleştirilmesine karşı böylesine gerici, karşı-devrimci, sınıf
işbirlikçisi bir politika izler ve çağrı yaparken acaba hedefi neydi? Onu da,
yine I. Deutscher’den birlikte okuyalım: “Stalinci Politbüro’ya göre, köylü ile
(köylü ile değil, kulaklar!-bn.) böyle bir uzlaşmaya gitmenin artık vakti
geçmişti. 1929 sonbaharından beri parti ve devlet bütün gücüyle bu mücadeleye
katılmıştı; derinlemesine bir geri çekilme büyük bir bozgunla sona
erebilirdi…imkansızdı. Hükümet, köylülerin kolektif çiftliklerden ayrılmasını
serbest bırakmış olsaydı bütün bir tarım yapısı birdenbire çöker ve ortada
kolektif çiftlik diye bir şey kalmazdı. Sonra da özel çiftliğin eski biçimine
girebilmesi ve alışılagelen yolda işlemeye başlaması için de zaman lazımdı. Bu
arada üretim ve yiyecek maddeleri arzı yeniden azalır ve sanayi kalkınması da
birdenbire gerilerdi…Kolektifleştirmeden vazgeçme hareketi kolektifleştirme
zamanındaki kadar çılgınca ve şiddetli hareketlere yol açardı.” Yani tam bir
kaos ve yıkım! Devrilmiş gericiliğin ayaklanması! Muhtemelen proletarya
diktatörlüğünün yıkımı ve yenilgisi! İşte Troçki’nin istediği şey de bu!!!
Deutscher, devamla şunları yazar: “Belki
de, ülkeyi karşı-ihtilale kadar gitmeden yatıştırabilmek için, geçmişi temiz
insanlardan ve Muhalefetten kurulu bir hükümetin iş başına gelmesi gerekirdi:
İşte Troçki buna inanıyordu.” (Troçki, Kovulan Sosyalist, s.133-134-135,
iba.)
Demek ki Troçki’nin derdi iktidarı ele geçirebilmek.
Demek ki Troçki için iktidar her şeydir. Proletarya diktatörlüğünün ve
sosyalizmin yıkılması için derin bir kriz çıkartmak, bunun için her türlü
provokasyon, manipülasyon, entrika, vs. vs., işte makyavelist Troçki’nin ve
Troçkizm’in gerçek yüzü! Fazla söze gerek var mı!
Kaldığımız yerden devam edelim.
III. Enternasyonal’in VII. Kongresi ile birlikte,
faşizme ve emperyalist savaşa karşı birleşik cephe politikasının ortaya konulmasından
sonra ise, makyavelist Troçki ve Troçkizm, bu sefer de, “Stalinizm”i, III.
Enternasyonali, tümüyle ilkesiz ve demagojik bir tarzda, sermayeyle,
burjuvaziyle uzlaşmak ve işbirliği yapmakla, proleter devrimi önlemekle vs. ile
suçlayarak karşı saldırıya geçmiştir. Yani duruma göre davranma Troçkizm’in
karakter özelliğidir. “Stalinizm’e karşı mücadele” kılıfıyla devrim ve
sosyalizm mücadelesini sekteye uğratma, faşizm ve savaşa karşı devrimci
mücadeleyi darbeleme ve III. Enternasyonal’in ve SSCB’nin itibarını düşürme
strateji ve taktiği, sözde “Leninist-Bolşevik” Troçki’nin ve hempalarının
karakteristiği olmuştur daima ve olmaya da devam etmektedir. Bu iki.
Dizginsiz bir kin ve intikamla Stalin’i, SBKP’yi,
III. Enternasyonali burjuvaziyle uzlaşmakla, dünya devrimine karşı işbirliği
yapmakla, faşizmi iktidara getirmekle vs. vs. suçlayan Troçki ve Troçkizm, öte
yandan da Hitler iktidarına karşı “Daha 1933’de Batılı Devletlerin Sovyetler
Birliği ile (siz kendisi ile diye okuyunuz-bn.) bir ittifak kurmalarını
istiyordu.” (I. Deutscher) Dahası, yukarıdaki iftiraları doludizgin savuran
Troçki, 1930’ların ilk yıllarından itibaren Troçkistlerin (“antrizm”) burjuva
sosyal-demokrat partilere katılarak çalışmaları direktifini verir. Troçkizm’in
ve Troçkist hareketin, IV. Enternasyonal taraftarlarının burjuvazinin sosyal
demokrat partilerine katılmaları, hem Troçkizm’in bilinçli anti-komünist
karakterini göstermekte, hem de anti-komünist, anti-Sovyet, anti-Stalinist
burjuva partiler olan ve bu çizgi temelinde devrime, sosyalizme, III.
Enternasyonal’e, SSCB’ye, “Stalinizm”e karşı savaşan sosyal demokrat partilerle
bir birleşik cephe kurarak, sosyal demokrasiyle tek ses halinde daha sistematik
ve yaygın bir gerici, karşı-devrimci savaşım çizgisinde, bu çizgiyi güçlendirme
çizgisini ifade etmekteydi. Okuyucu bu konu üzerinde de dikkatle durmalıdır
kanımızca.
Görüldüğü gibi, hem burjuvaziyle bu denli birleşmek
hem de tüm bunlar yokmuş gibi “Stalinizm”i burjuvaziyle birleşerek dünya
devrimini önlemekle vs. itham etmek Troçki ve Troçkistlerin ne yaman iki
yüzlüler ve siyasi sahtekarlar kliği olduğunu göstermektedir; ki,
“Komintern’den Kominform’a” başliklı iki ciltlik iftiranameyi kaleme alan
Fernando Claudin gibi Soğuk Savaş dönemi devşirmeleri de aynı aşağılık kara
propagandayı Troçki’nin, Troçkizm’in ayak izlerine basarak tekrarlamaktan öte
yeni bir şey yapmamışlardır.
Kaldığımız yerden devam edecek olursak, ayrıca,
glasnostun, grev, sendika, söz ve örgütlenme özgürlüğü, kültürel çoğulculuk vb.
gibi hakların burjuva demokrasisi ile bir tutulamayacağını ve bunun Marksizm’e vb.
aykırı olduğu ileri sürülüyor.
Peki, bu
saptamanın anlamı ne? Bu, bu
özgürlükler burjuva demokrasisi değil anlamına geliyor; o halde, demek ki, söz
konusu özgürlükler burjuva demokrasisinden daha ileri özgürlüklerdir.
Peki, sözü
edilen özgürlükler acaba devrimci –demokratik diktatörlüğe tekabül eden
özgürlükler olabilir mi? Belli ki, değil, çünkü bu tez “aşamalı devrim”, asgari ve azami program
ayrımları yapan “Stalinist” bir tezdir ve Troçkistlerimizin lügatında böyle
lekeli(!) sözlere yer yoktur ve olamaz da.
Peki, o halde bu özgürlükler sakın sosyalist özgürlükler olmasın mı? Evet,
açıkça olmasa da, dolaylı olarak böyle
düşünülüyor olmalı. Öyle ya, ya burjuva demokrasisi ya da proletarya demokrasisi,
ortası yok değil mi! Zaten Troçkizm de bunu böyle koyar. O halde, Mandel
glasnostu sosyalist özgürlükler olarak lanse etmekte ve burjuvaziyle sınıf
işbirliği politikasına demagojik örtü çekmeye çalışmaktadır..
Sözü edilen özgürlükler, kısmi burjuva demokratik
özgürlüklerdir, bir diğer ifadeyle, burjuva demokrasisine tekabül eden
özgürlüklerdir. Üstelik revizyonist burjuva diktatörlüğün dipten gelen
toplumsal baskının etkisiyle ve burjuvazinin iki kanadı arasındaki mücadelede
Gorbaçovcu kanada durumunu sağlamlaştırma olanağı sunacağı için, kitlelerin
birikmiş tepkisini nötralize ederek yeni burjuva programın payandası haline
getirme politikasının ifadesi olan söz konusu kısmi demokratik hak ve
özgürlükler, aşırı abartılarak kutsanıyor ve önünde diz çökülerek tapılıyor, ısrarla bu özgürlükler burjuva
demokrasisi ile bir tutulamaz deniyor. Zaten Troçkistlerin sosyalist demokrasi
anlayışı burjuva demokrasisi anlayışıdır. Onlar proletarya diktatörlüğünü çok
partili bir burjuva demokrasisi olarak kavrıyorlar. Belli ki, Troçkistler SB ve
vb. ülkelerde gerçekleşen çöküşleri, kendileri her ne kadar iktidara
gelemediyseler de, “politik devrim” olarak değerlendiriyorlar. Evet, açık ve
net: Revizyonist/kapitalist sistem ve kampın çöküşü, yani çıplak kapitalist
yapıya geçilmesini “politik devrim”ler olarak alkışladılar. Dünya burjuvazisi, IV.
Enternasyonal, Mandeller omuz omuza sözde “Stalinizm”in çözülüp çöküşünü
dizginsiz bir zevk ve sevinç çığlıklarıyla kutladılar. Emperyalist burjuvazi,
dünya gericiliği “demokrasinin” zaferi, Troçkizm “Stalinizmin yenilgisi” ve
Troçki’nin, Troçkizm’in zaferi adına gözü dönük karşı devrimci propaganda ve
ajitasyona gömüldüler. Söz konusu çöküşün altında ise, dünya proletaryası,
halkları, devrim ve sosyalizm davası kaldı. Emperyalizm, Troçkizm, Titoizm,
Kruşçevizm, modern revizyonizmin değişik türevleri, “Batı Marksizmi”, vb.
kuvvetler bu tarihsel süreci el birliğiyle hazırladılar.
Troçkistler, glasnostu destekliyorlar. Bunun anlamı
var: Bürokrat burjuvazinin “reformcu”
kanadını desteklemek. Bu birinci noktadır. “Bürokrasi Kapitalist Restorasyona
Karşı” başlığı altında bu tez işlenmiş. Bunun anlamı, hem “bürokrasi”nin
“Stalinist muhafazakar” kesiminin, hem de “reformcu” kanadının, yani bir bütün
olarak bürokrat tekelci burjuvazinin Gorbaçov döneminde de izledikleri
politikalarla, kapitalist gelişim sürecini hızlandırdıkları olgusunu reddetmektir. Bu da şu demektir: Bir kez daha işçi ve
emekçiler aldatılıyor. Bir kez daha burjuvaziye kuyruk olunuyor. Bir kez daha
somut gerçeğin yerine dogmalar, hayali saptamalar geçirilerek, idealist
gevezelikler yapılıyor. İkinci nokta da budur.
Troçkistlere göre, SB’de bürokrasi zaten kapitalist restorasyona karşıdır. Bunu varsaymak, “onun kristalleşmiş bir
toplumsal kast olarak harakiri yapmaya hazır olduğunu varsaymak demektir.” (s.
24) Yalnızca bu kadar da değil; SB’de kapitalizmi geri getirebilecek
kapitalistler de zaten yok. Demek ki, bu durumda, kısa sürede, SB’de
kapitalizmi inşa etme tehlikesi de yoktur. Böyle bir tehlike uzun vadeli bir
tehlikedir ve bu da emperyalist işgalle gerçekleşebilir. Mandel, bu
düşüncelerini şöyle dile getiriyor:
“SSCB’de kapitalizmi Sovyet ‘kapitalistleri’nin
‘restore’ edeceği beklenmemeli. Gorbaçova…atfedilen sinsi bir plandır bu.” (s.23)
Ne dersiniz, iyi bir Gorbaçov yaltakçılığı ve savunusu
değil mi! Bakın Mandellerin hayranı oldukları Gorbaçov hakkında Willy Brandt
neler demiş, hep birlikte okuyalım:
“ Eski sosyal demokrat Alman Başbakanı Willy
Brandt’ın ifşası daha da çarpıcı olmuştu. ‘L’Humanite’nin Almanya muhabiri Yves
Moreau, ‘1985 Mayısı’nda’, diye anlatıyor, ‘Gorbaçov tarafından SSCB’ye davet
edilen Willy Brandt, döndüğünde yakınlarından birine güvenip, şöyle söylemiş:
Hayatımda çok şey gördüm, ama şimdiye dek Kremlin’in başında bir antikomünist
hiç görmemiştim!’” (age, s. 160)
Biz devam edelim; bay Mandel şöyle diyor.
“Süregiden politik mücadelelerdeki ana sorun,
kapitalizmin restorasyonu değildir. Esas sorun, bu mücadelelerin
anti-bürokratik bir politik devrim doğrultusunda mı, yoksa glasnost
çerçevesinde kitlelerin kazandığı demokratik özgürlüklerin kısmi veya topyekün
bertaraf oluşu yönünde mi olduğudur. Esas mücadele kapitalizm yanlısı güçlerle
anti-kapitalist güçler arasında değildir. Bürokrasi ile çalışan kitleler
arasında, yani Çin ve Vietnam hariç, esas olarak bürokrasi ile işçi sınıfı
arasındadır.” ( s. 22-23)
1985 sonrası, Gorbaçov’la içerisine girilen süreçte
asıl mücadelenin kapitalist güçlerle anti-kapitalist güçler arasında olmadığı
bizce açıktır. Ama bay Troçkistin bu izahla kastettiği şey farklıdır. Ona göre,
“Stalinist bürokrasi”nin tüm kesimleri kapitalizmin inşasına karşı çıkıp Ekim
Devrimi ile yaratılan sosyo-ekonomik temeli korumada zaten anlaşmaktadır ve
zaten bu koruma misyonu onların doğal misyonudur; böyle olunca “bürokrasi”nin
başlıca iki kanadı arasındaki mücadelenin kapitalizmi restore edip etmeme
mücadelesiyle bir ilgisi bulunmamaktadır. Bizlere anlatılmak istenen budur.
Nitekim Gorbaçov’un kapitalizme geri dönüşü örgütlediğini ileri sürenlerin
mahkum edilmesi ve bu yaklaşımı ileri sürenlerin sinsice(!) “reformcu” Gorbaçov’a iftira ettiklerini
söylemesinden de bu görülebilir.
1989-91 olayları döneminde, revizyonist burjuvazinin
iki kanadı arasında temel ayrılık perestroykada ortaya çıkmıyordu. Ayrılık, glanostun benimsenip
benimsenmemesinde ortaya çıkıyordu. Peki, bu ayrılıkların nedeni hakkında ne
söylenebilir? Burada sorun şudur: Revizyonist burjuvazinin birinci kanadı (“Stalinist muhafazakar” kanadı),
glasnostun, iktidarda olan sınıfın dizginleri elinde kaçırmasına yol
açabileceğini düşünüyordu. Nefes aldırmaz bir diktatörlük döneminin ardından
kitlelerin birikmiş öfkesinin patlak vererek devrimci bir patlamaya ya da Batı
kapitalizmine yedeklenmesine yol açarak tepe-taklak yuvarlanmalarına yol
açabileceğini düşünüyordu. Ama glasnostun Gorbaçov kliğinin de güçlenmesine ve
kendilerinin yıpranarak mevzi kaybetmelerine yol açabileceğini de görüyorlardı.
Oysa revizyonist burjuvazinin “tutucu” kanadı, hem burjuvazinin ortak sınıf
çıkarları bakımından, hem de özgün kesimsel çıkarları bakımından en az kayıp
çizgisiyle, perestroyka aracılığıyla, sistemin derin toplumsal krizine çare
bularak aradan sıyrılmaya çalışıyordu.
Revizyonist burjuvazinin ikinci (“reformcu”) kanadı
ise, sistemin derin ve keskin krizine derinliğine etkin bir yanıt verilmezse,
bunun hem bürokrat burjuvazinin, hem de kendi özgün kliksel kanadının sonunu
getirebileceğini düşünüyordu. Bu kanat, hem “muhafazakar” kanadı geriletmek,
iktidar içerisinde yerleşik bir
politik kuvvet haline gelebilmek, hem kitlelerin birikmiş tepkisini elimine edebilmek, yeni ekonomik
programın payandası haline getirebilmek, gerekse de ABD başta olmak üzere Batılı
emperyalist devletlerin mali, politik, manevi desteğini arkalayarak programını uygulayabilmek için glasnostu da
içeren bir programın yürürlüğe girmesinden yanaydı.
Yani, burjuvazinin iki kanadı da kapitalist karaktere sahipti, proletarya
ve halka en az taviz çizgisinde durarak ayrıcalıklarını koruyarak krizden
sıyrılmaya çalışıyorlardı. Her iki kanadın çizgisi kapitalist sistemi bazı
değişikliklerle (“reform”larla) koruyarak, burjuva diktatörlüğünü koruma ve
pekiştirmekti. Aralarındaki farklılık uygulanacak programın kapsamı ve
yöntemlerine ilişkindi. Onların bir kanadı ilerici, bir diğer kanadı gerici
falan değildi. İkisi de proleter devrimin dolaysız hedefiydiler. Her ikisi de
dolaysız güncel mücadelenin hedefi olmalıydılar. Onlar arasındaki çelişki ve
çatışmaları keskinleştirmenin güncel aracı da bağımsız devrimci kitle
mücadelesini geliştirmek ve at başı ilerletmekti, yoksa bir kanadın kuyruğuna
takılarak onların iç çelişkilerinden de yaralanılamazdı…
Ama bu bakış açısı ve politik değerlendirmenin izi
bile yoktur Mandel ve Troçkistlerde. Ayrıca dikkat ediniz, onlar temel mücadele
bürokrasi ile işçi sınıfı arasındadır derken çok açık bir şekilde, bu
mücadelenin kapsamını burjuva reformist karakterlerine uygun olarak,
olabildiğine daraltarak, “esas sorunun”,
“antibürokratik politik devrim doğrultusunda mı, yoksa glasnost
çerçevesinde kitlelerin kazandığı demokratik özgürlüklerin kısmi veya topyekün
bertaraf oluşu yönünüde mi” olacağı mücadelesi olduğunu saptayarak, açıkça, glasnostçu
burjuvazinin kuyruğuna takılmayı haklı çıkaracak bir duruş sergiliyorlar.
“Glasnosta yönelik somut tehditler varken…daha baskıcı bir rejimin gelişini
önlemek için, ‘Gorbaçovcular’ da dahil, harekete geçmeye hazır bütün güçlerle eylem birliği yapmaya
hazır olunmalıdır” derken bu gerçeği dile getirmiş oluyorlar. Kaldı ki,
emperyalizmle yerel uzlaşmalara karşı olduğunu söyleyen bu sahtekarlar, emperyalist
burjuvazinin de “Stalinist muhafazakar” kanada karşı, “reformcu”, “glasnostçu” Gorbaçov
kanadını enerjik bir şekilde desteklediklerine ve tıpkı Toçkistler gibi “daha
baskıcı bir rejimin” gelmesine karşı olduklarına göre, gerçekte demek oluyor
ki, Troçkistlerimizin eylem birliği
cephesi emperyalistleri de kapsıyor demektir; kendi sözlerinden
başka bir anlam da çıkmıyor zaten. Evet, Troçkizm, emperyalizmin elindeki
ideolojik saldırı gücü olagelmiştir öteden beri. Troçkizm bu uğursuz rolü
Gorbaçov ve Yeltsinciliğinde de çarpıcı yansımıştır. İşte size bir kez daha
Troçkizm’in sefil yüzü…
“Bürokrasi
ancak bir başka toplumsal gücün, ya gerçek bir burjuva sınıf ya da gerçek bir
işçi sınıfının bilinçli politik eylemiyle devrildiğinde sahneden silinip
gidecektir.
“Bugün en azından SSCB’de varolan güçler ilişkisine
bakıldığında, bürokrasinin yeni bir burjuvazi tarafından çok işçi sınıfı
tarafından bertaraf edileceği çok daha muhtemeldir.” (s. 24-25)
Paul Sweezy’i eleştiren Mandel, “Bu ülkelerin hiç
birinde, işçi sınıfının baş rolü oynadığı şiddetli toplumsal çatışmalar
olmadan, sistemde bir değişiklik mümkün olmaz. Çıkarlarını savunacaktır. Bu
çatışmalar sonucunda acı bir yenilgi almadıkça, kapitalizmin restorasyonu
mümkün değildir.” (s. 25) saptamasında bulunuyor. Yani Mandel’e göre,
bürokratik burjuvazi ve tüm kanatları kapitalizmin restorasyonuna karşıdır ve
buna da izin vermeyecek, kapitalizmi restore edecek güçlere karşı elindeki
iktidar güçlerini kullanacaktır. Yine Mandel’e göre, kapitalizmi restore edecek
güçlere karşı işçi sınıfı şiddetli toplumsal çatışmalara girmeden ve acı bir
yenilgi almadan asla kapitalizmin kurulmasına izin vermeyecektir.
Peki,
tarihsel deneyim bu tezleri kanıtladı mı? Hayır!
İlkin,
SB’de tekelci devlet kapitalizminden klasik kapitalist yapıya geçişe önderlik
edenler, bilakis bu geçişi perestroykayla ve glasnostla hazırlayıp süreci
hızlandıran her iki kanadıyla revizyonist burjuvazi oldu. İkincisi, Mandel’in
beklediği gibi, kapitalist restorasyona karşı baş rolünü işçi sınıfının
oynadığı “şiddetli toplumsal çatışmalar” yaşanmadı. Dahası, işçi sınıfı,
yanılsamaların etkisi ve yönlendirmesi altında, “bürokratik rejimlerin” çöküşü
ve tipik/çıplak kapitalist düzene geçişin başta gelen payandası oldu. SB’de ve
Doğu Avrupa’daki revizyonist/kapitalist ülkelerdeki işçi yığınları burjuva
demokratik sloganlarla karşı-devrim içinde karşı-devrime enerjik bir güç kattı,
emperyalizmin ve burjuvazinin yedeği olarak kötü bir rol oynadı. Troçkist
hainler bu gerçeği gizledikleri gibi, revizyonist/kapitalist rejimlerin çöküşünü
“politik devrim” olarak tanımlamaktan
da geri durmadılar. Karşı-devrim içinde karşı-devrimi “politik devrim”,
“anti-bürokratik devrim” olarak tanımlayıp kutsayan Troçkistlerin devrim
anlayışı budur işte! Bu onların maskesini de yırtan açık bir olgudur.
Troçkizm
burjuvazinin kuyruğu değildir sadece, bir de kendiliğinden işçi hareketini yücelterek hem kitle kuyrukçuluğu
yapmakta ve hem de bu yolla, yani kendiliğinden harekete övgü ve yaltaklanma
yoluyla, sınıfa ekonomizmi de
önererek bir de bu açıdan burjuvaziye hizmet sunmaktadırlar. İşte bunun birkaç
örneği:
“2. Devrimci Marksistler, işçi sınıfının çıkarlarına
ters olan ve onun reddettiği veya kuşkuyla yaklaştığı bütün perestroyka
önlemlerine karşı mücadele ederler.” (s. 27)
Oysa komünistler esasen işçilerin kuşku duyduğu ve
karşı çıktığı perestroyka önlemlerine karşı çıkmakla yetinmezler, dahası
komünistler, perestroykanın kapitalist saldırgan karakterini ortaya koyarak,
işçi sınıfını anti-kapitalist bir perspektiften, bir tüm olarak perestroykaya
karşı mücadeleye seferber ederler.
“4. Öte yandan bizzat işçiler, hizmetler alanında
piyasa mekanizmalarına başvurulması halinde günlük yaşamın sorunlarının
çözümünün kolaylaşacağını ifade ettikleri sürece devrimci Marksistler bu görüşü
kabul ederler.” (s. 27)
Oysa komünistler arı-duru işçi sınıfının geriliğinin
ürünü olan açık kapitalist yoldan (piyasacı) hizmetler sorunun çözümü talebini
desteklemezler. Sınıfın bu geriliğine karşı, cesur bir politik çalışmayla
sınıfı ve kitleleri aydınlatırlar. Güncel mücadele bakımından, Ekim Devrimi’yle
gelen sosyalist kuruculuk ve inşa aşamasında kitlelerin kazanımı olan ve
kapitalizmin yeni tipten inşasına karşın ortadan kaldırılamamış tüm sosyal
hizmetlerin, işçi sınıfından bir kesinti yapılmaksızın, kaliteli, adil ve eşit
bir dağılımından ve örgütlenmesinden yana olur ve mücadele ederler.
Burada, Troçkizmin kitle kuyrukçusu karakterini, kendiliğindencilik
önünde secdeye kapaklanmasını, yeni burjuvaziyi destekleyen tavrını, devrimci
öncülük fikrini yadsıyan Menşevik ruhunu açık seçik görmekteyiz
bir kez daha. Daima hatırlanmalıdır: Troçkizm, ters yüz edilmiş Menşevizmdir,
II. Enternasyonal oportünizmidir.
Mandel ve
IV. Enternasyonal, 89-91 arası dönemde, “bürokratik” rejimlerde kapitalizmin
restorasyon tehlikesinin yakın bir tehlike olmadığını, uzun vadeli bir tehlike
olabileceğini tekrarlayıp durdular. Ama ne var ki, “Atı alan Üsküdarı” çoktan
geçmişti. Bu saptamaların üzerinden fazla bir zaman geçmeden, Batı
emperyalizminin aktif ve her yönlü destek ve kışkırtmasıyla birlikte çeşitli
biçimlerde el ele hareket eden revizyonist burjuvazi, 91’e gelindiğinde
tepe-taklak oluverdi. SB’de “muhafazakar kanat”ın önderliğinde örgütlenen
askeri darbe başarısız olunca, SBKP MK ve SB eski üyesi faşizan Yeltsin iti, bir
tankın üstüne çıkartılarak, tüm dünyaya demokrasi(!) kahramanı olarak lanse
edilerek sözde demokrasinin de zaferi ilan edildi…
Mandel, bürokrasinin kapitalizmin restorasyonuna
karşı olduğundan o kadar emindir ki, bu saptamasını güçlü kavramlarla ifade
eder, 1989 yılındaki saptamalarında. Ama 1990-91’e gelindiğinde, C. Harman’la SSCB üzerine yaptığı
tartışmada, özeleştiriden yoksun bir
şekilde, bu kez farklı şeyler
söylemeye başlar. Birlikte okuyalım:
“Chris Harman ve SWP’nin mantığının tersine, bizim
için, böyle bir sonuç dünya emperyalizmin büyük zaferi anlamına gelir.
Kapitalizm ancak işçi sınıfına büyük yenilgiler tattırarak yeniden kurulabilir.
Şekilsiz ve yozlaşmış işçi devletlerindeki bürokrasiler kapitalist yeniden
kuruluşa karşı direnme yeteneğinden yoksundur; gerçekten, bürokrasinin hemen tüm
kesimleri kah kapitalist, kah yeniden inşa edilen bir kapitalist sistemin
devlet aygıtının üyeleri olarak eski işlerine devam etme peşindedirler.” (age.,
s. 97)
İşte size, yine Mandel’in kaleminden, kapitalist
restorasyona karşı direneceği söylenen “bürokrasi”nin tablosu…
Troçkistler, proletarya diktatörlüğü kavramı yerine
ısrarla “sosyalist demokrasi”, “işçi demokrasisi” kavramını kullanırlar. Diktatörlük kavramı
söz konusu olunca, bu kavramı Stalin’in ve “bürokrasi”nin teşhirinde
kullanırlar (“Stalinist diktatörlük”, “bürokratik diktatörlük” vb.).
Troçkizm’in bu
tavrı, rastlantı eseri ortaya çıkmıyor. Aksine bilinçli bir tercihin
ürünüdür. Troçkistler, tüm küçük burjuva oportünistleri gibi diktatörlük
kavramına korku ve öfkeyle bakarlar. Troçkizm’in anarşizan yaklaşımı da bunun
ifadesi. Onlar, her demokrasinin bir diktatörlük, her diktatörlüğün bir
demokrasi olduğu gerçeğini bir biçimde reddediyorlar. Burjuvazinin saflarında
yer alan Troçkist hareket, Ekim Devrimi sonrası, proletaryanın diktatörlüğünün
ne anlama geldiğini yaşayarak gördü.
Burjuvazi ile birleşerek proletarya diktatörlüğünü yıkma kavgasını veren
Troçkizm, proletaryanın diktatörlüğü karşısında yenilgiye uğrayarak, ezildi.
Böylece Troçkist hareket, proletaryanın diktatörlüğünün amansız kindar düşmanı
olarak, diktatörlük kavramından nefretini her fırsatta dile getirmeye,
kendilerinin kuracağı iktidarın bir diktatörlük değil bir “işçi demokrasisi”
olacağını dile vurgulamaya başladılar.
Kısa bir hatırlatma:
Burjuvazi ve sosyal demokrasi de devrimci-demokratik ve sosyalist iktidarları,
dahası revizyonist burjuva iktidarları ve hedef aldıkları gerici rejimleri bile
diktatörlükle suçlarken kendilerinin daima demokrasiyi savunduklarını,
demokratik iktidarları temsil ettiklerini, en kötü demokrasinin bile dikta
rejimlerinden iyi olduğunu, kendilerinin “hür dünyayı” savunduklarını ısrarla
açıklayarak, devrim ve sosyalizm düşmanı bir ideolojik ve siyasi mücadele
yürüte gelmişlerdir…
Ne dersiniz, sizce burjuvazi ve Troçkizm’in bu
paralelliği ve çakışması bir tesadüf
mü!..Bakın konuyla ilgili Lenin, ne söylüyor:
“Sınıf savaşımı teorisini anlamayan, siyasal alanda
burjuvazinin çeşitli çevre ve zümrelerinin çekişmesinden başka bir şey
görmemeye alışmış bulunan burjuva, diktatörlük denince, tüm demokratik özgürlük
ve inancaların kaldırılmasını, keyfe bağlı yönetimi, diktatörün kişisel
çıkarına göre iktidarın her türlü kullanılmasını düşünür…” (Aktaran G.
Altınoğlu, Alia Revizyonizmi Üzerine, s. 63, Sun Yayıncılık)
Artık fazla söze gerek var mı! “Troçkizm hangi
saflarda” sorusu artık gereksiz değil mi!
Pek derin Troçki’nin pek derin öğrencisi, IV.
Enternasyonal’in “ideolojik önderi” Mandel, bir diğer Troçkist akımın (Uluslararası
Sosyalist Akım) ideolojik liderliğini yapanlardan biri olan Chris Harman’la
yürüttüğü tartışmada, açık bir şekilde, “…bu koşullarda (proletaryanın iktidarı
kaybettiği ve işçilerin tüketimlerinin çok büyük miktarda sınırlandığı-bn.)
sadece bürokratların acil maddi çıkarları bürokratik planın gerçekleştirilmesinin
dolaysız motoru olabilir” (s. 113), diyor. “Bu öncelikler kar arayışlarıyla
değil, bürokrasinin iktidarını ve imtiyazlarını korumak ve genişletmek
arzusuyla belirlenir…bürokrasinin devlet ve işletmelerdeki tekeline sıkı sıkıya
bağlı olan tüketim malları alanındaki imtiyazları onun iktisadi davranışını
esinler.” (s. 108) düşüncesini savunur.
Mandel’e göre,
“yozlaşmış işçi devleti”nde ekonominin temel itici gücü, bürokrasinin acil
maddi çıkarlarıdır. Stalin dönemi söz konusu olunca, bu sav, boş bir palavra ve
adi bir demagojiden ibarettir; sosyalizm döneminde, ekonominin temel itici
gücü, toplumun maddi ve kültürel gereksinmelerinin azami derecede doyurulması,
bunun için ekonominin en ileri tekniğe dayalı geliştirilmesidir. Stalin
önderliğindeki devsel ekonomik başarıların ve hızlı gelişme temposunun ve
halkın maddi ve kültürel durumunun hızla düzelmesinin temelinde işte, bu temel
itici güç duruyordu. Kapitalizmin inşa döneminde ise, ekonominin temel itici
gücü kar, daha fazla kardı. Kruşçev ve Brejnev dönemlerinde parti ve devlet
politikası olarak belirlenen ve pratikleştirilen ekonomi politika ve güncel
ekonomik politikaya damgasını basan şey, tam da kar için üretimdi. İşçi başına ortalama kar, 1965 yılında, 1485;
1969 yılına geldiğin de ise 2549’a çıkmıştır. Sosyalizm döneminde, devletin
asıl gelir kaynağı, işlem vergisidir(satış üzerinden vergi). Fakat bu uygulama
kapitalizmin inşasına bağlı olarak değişti. Devletin asıl gelirini kar oluşturmaya başladı. 1950’de 3.3
milyar ruble olan “kar”, 1970 yılına gelindiğinde, 87 milyar rubleye
yükselmişti. 1940’dan 1950’ye “kar”ın büyüme oranı %57. 5 iken, 1950’den 1960’a
kadar %384. 6 oranına varmıştır. Aynı dönemde, işlem vergisi tutarı 1940’ta
10.6 milyar rubleden 1950’de 23.6, 1960’da 31.3 ve1970’te de 49.4 milyar
rubleye çıkmıştır. 1950-1960 arasında işlem vergisinin artış oranı ise sadece
32.6’dır. 1969 yılı sonunda 36 bin endüstri işletmesi yeni kapitalist
politikaya bağlı işler hale getirilir. Bu işletmeler, toplam üretimin %
83.6’sına ve karın % 91’ne sahip olur. Kosigin, XXIV. Parti Kongresi’de
açıkça,”Kar ve karlılığa, üretim verimliliğinin önemli karakteristikleri olarak
bakmaktayız. Aynı zamanda kar yalnızca işletmelerin ve birliklerin işletme
muhasebesine dayanan fonların ana kaynağı değil, ayrıca, devlet bütçesinin en
önemli gelir kaynağıdır.” diyerek Mandellerin aksine gerçeği açıklar.
Mandel ve IV.
Enternasyonal, dogmalarını haklı çıkarmak için bu gerçekleri inatla gizlemekten
geri durmazlar. Revizyonist/kapitalist sistemin ekonomisinin itici gücünü yeni
burjuvazinin tüketim gereksinimi ile izah etmek tarihe, teoriye, somut gerçeğe
aykırıdır ve ama Troçkizm’in yüzündeki sahte Marksist maskeyi indirmede de
bizce elverişli bir açıklamadır.
VI
Troçkizm’le hesaplaşmamızı üç sorunla noktalayalım.
Birinci sorun, Kirov cinayeti ile ilgilidir. Mandel,
konuyla ilgili şunları yazar:
“Bugün Sovyetler Birliği’nde neredeyse istisnasız
olarak, Kirov cinayetinin herhangi bir gençlik grubu tarafından değil, Stalin
tarafından kişisel olarak, hem kitlesel temizlik harekatını haklı göstermek,
hem de SBKP’nin 17. Kongresi’ndeki Merkez Komite seçiminde yapılan gizli
oylamada Kirov’a kendisinden fazla oy çıkmasının intikamını almak için organize
edildiğine inanılmaktadır.” (AOT, s.65)
Sorunla ilgili bir değerlendirmeyi de Mandellerin
sınıf işbirliği yaptığı ve hayran olduğu Gorbaçov’un sağ kollarından biri olan
ve “Stalincilik Kurbanlarının İtibarını İade Komisyonu” Başkanı Aleksandır
Yakovlev’den dinleyelim hep
birlikte:
“Kirov olayına gelince, işler daha karmaşık. Bu
olayı oluşturmakta olduğumuz hukuk devleti anlayışına uygun olarak
aydınlatmalıyız. Bu olayın üstüne eğilen komisyon henüz çalışmalarını tamamlamadı…Ancak mevcut belgelere göre,
elimde Stalin’in cinayete ortak olduğunu gösteren hiç kanıt yok….” (Sovyetler
Birliğinde Ne Yapmak İstiyoruz?, s.34-35)
“Kruşçev, suikastın Stalin’in emriyle Yagoda
tarafından düzenlendiğini iddia etti. O zaman elinde yeni veriler olduğunu
sanmıştık. Ne var ki, Kruşçev’in atadığı komisyonun hazırladığı raporda,
NKVD’nin suikasta katıldığı kabul edilmiyor. Nikolayev’in (Kirov’u katleden Troçkist-bn.)
arkasında kimin olduğunu ortaya çıkarmak için hiçbir şey yapılmadı.” (age, s. 36)
Burada özel bir tahlile gerek yok. Tablo açık! Tabii
ki Mandellerin demagoji ve manipülasyonunun nedenleri de açık!
İkinci sorun ise, Tuhaçevsk meselesidir. Tuhaçevsk,
Stalin ve Parti tarafından 1936 yılında mareşalliğe terfi ettirilen Kızıl
Ordu’nun güçlü generallerinden birisidir. Parti ve devletin, 36-38
yargılamaları döneminde ortaya çıkardığı veriler göstermiştir ki, Tuhaçevsky,
Hitler Almanya’sı ile işbirliği içinde bir askeri darbe hazırlığı içindedir.
Stalin yoldaşın önderliğinde bu hain klik açığa çıkarılır ve hak ettikleri
şekilde cezalandırılırlar. Mandel, IV. Enternasyonal, Troçkistler, tıpkı
Kruşçevler gibi Tuhaçevsky’i aklar ve
bunu bir Stalin cinayeti sayarlar (ki, Troçkistler emperyalist propaganda
aygıtıyla birlikte Stalin’in Kızıl Ordu subaylarının % 90’nını zalimce yok
ettiği yalanını ısrarla tekrarlarlar).
Konuyla ilgili ünlü Troçkist tarihçi Isaac Deutscher’in tanıklığına başvuralım (her
okuyucuyu Stalin döneminde yazılmış olan SBKP Tarihi eserini Deutscher’in, 2
ciltlik “ STALİN-Bir Devrimcinin Hayatı” isimli eseriyle birlikte okumaya davet
ediyoruz. Böyle bir okuma ve inceleme çalışmasının okuyucuya çok şey
öğreteceğini özellikle vurgulamak isteriz.):
“Ama gerçek komplo, ordu liderleriyle, Tukaçevski ve
arkadaşları ile başladı…Tukaçevski komplosunun ve başarısızlığa uğrayışının
hangi hal ve şartlar içinde gerçekleştiği de iyice bilinmemektedir. Ama,
Stalinist resmi açıklamaların dışında, bu konuya ilişkin olarak anlatılanların
tümü şu hususlar üzerinde birleşmektedir: Generallerin, bir hükümet darbesi
planladıkları doğrudur. Ama herhangi bir yabancı devletle anlaşarak değil,
kendi başlarına ve kendi kararlarıyla yapmak istemişlerdi bunu. Hükümet
darbesinin en önemli kısmı, Kremlin’de yapılacak olan bir saray ihtilaliydi. Bu
ihtilalin sonu, Stalin’in öldürülmesiydi. Kremlin dışında yapılacak askeri
harekat ve G.U.P. binalarına yöneltilecek saldırı da hazırlanmıştı. Komplonun
yöneticisi Tukaçevski’ydi…” ( C. II, s. 125)
Yoruma gerek var mı?!!! Böyle bir darbenin
emperyalizm ve faşizmle birlikte organize edildiği noktası dışında, elbette ki
yoktur.
Üçüncü sorun, Troçkizm’in “antrizm taktiği”yle ilgilidir. Konuyla ilgili alıntıları aşağıya
aktarıyoruz.
“…Bölünme eğilimlerini etkileyen bir başka şey de
1952’de Enternasyonal tarafından benimsenen taktik oldu: Antrizm. Buna göre
bağımsız parti perspektifi daha uzak bir geleceğe bırakılıyordu. Böylece eski
perspektifin yerine, öbür işçi örgütlerinin içine fraksiyon olarak girip, bu
örgütlerin damgası altında işçileri devrimci cepheye çalışıp bu şekilde bir
sosyal cephe kazanmak perspektifi geldi. 1968’e kadar uygulanan bu taktik bazı
durumlarda enternasyonal için yeni bir örgütlenmeye, bazı yerlerde de geniş
katılımlara yol açtı (örneğin Fransa), fakat öbür taraflarda da örgütlerin
zayıflamasını getirip ulusal seksiyonların yıpranmasını içerdi (İsviçre).
Gruplar arasındaki ilişkiler kayboldu, dışarıya doğru bağımsız çalışma son
buldu ve troçkizm, son derece talihsiz bir şey, politik plandaki yokluğu ile
tanımlanacak hale geldi.” (Enternasyonalizm Ve 4. Enternasyonal, Sosyalizmin
geleceği, 4. Enternasyonal’in Kısa tarihi, Kent Ake Andersson, s. 74)
“Bu yeni durumun bir sonucu olarak 9. Dünya
Kongresi’nde ‘antrist’ taktikten vazgeçildi ve onun yerine radikalize
tabakaları çekebilecek öz devrimci çekirdekler oluşturmaya başlandı. 15 yıllık
antrizm politikasının bilançosunu yaparsak iki yönlü olduğunu görürüz: olumlu
ve olumsuz. Olumsuz tarafından birçok seksiyonunun antrizmi taktik olarak
kullanmayı başaramadıkları tam tersine devrimci çalışma yapma niyetiyle
girdikleri bu aygıtlar tarafından yutulmaları; ve antrizmi hatalı bir
perspektife ve yanlış varsayımlara dayanması sayılabilir. Aynı olumlu yönüne
baktığımızda da çeşitli hallerde antrizm ve bağımsız hareket arasındaki doğru
köprünün kurulduğunu ve ana parti ile çelişkiye düşen Stalinist gençlik
örgütlerinin içinde oluşan radikalleşmenin toplanabildiği görülüyor. Antrist
taktik sayesinde elde edilen en önemli ve en açık örnek bütün Enternasyonal
açısından merkezi önemde olan Fransa’daki gelişmelerdir. 9. Dünya Kongresi’nde
sonuç aşikar oldu, Ligeu Communist Fransız seksiyonu olarak onandı…” (age,
s.83-84)
Öncelikle belirtmek gerekir: Hizipçilik,
tasfiyecilik Troçkizm’in ve Troçkist hareketin karakteristik
özelliklerindendir. Troçkizm’in bu özelliklerinden birincisi, dar bir akademik
çevre, burjuva bir tartışma kulübü, aydınların bir kısmının toplandıkları bir
çevre olması ile ilgilidir. Troçkizm’in özelliklerinden ikincisi,
Marksizm-Leninizm’e, sosyalist inşaya, proletarya diktatörlüğüne ve büyük
Stalin’e karşı yürüttüğü gerici mücadeleyle ve her seferinde yenilmesiyle ilgilidir.
Yukarıda alıntıladığımız makaleyi inceleyecek her okur bu olguları çarpıcı bir
biçimde görecektir. Troçkizm’in bu özelliklerinden üçüncüsü, “Stalinizme karşı
mücadele” maskesiyle Marksizm-Leninizm’e, sosyalist SSCB’ye, sosyalizm ve
komünizme karşı yürüttüğü kirli savaşla, sayısız insanın, aydınının, militanının
emperyalizmin, burjuvazinin, sistemin saflarına geçişte bir köprüsü olmasıdır.
Konuyla ilgili İ. Deutscher’nin “Troçki” adlı kitabı da bu konuda bir hayli
aydınlatıcıdır.
İkincisi, alıntıda “antrizm taktiği”nin 1952 yılında benimsendiği
söylenir. Bu doğru değildir. Troçki, bu “taktiği”, “Stalinizm”e karşı
mücadelede baştan beri kullanmıştır. Troçki’nin ve Troçkistlerin antrizm
taktiğini (sızma, iç kargaşalığı
kışkırtma, iç krizler yaratma, örtülü operasyonlarla örgüt içerisinde Troçkist
düşünceleri yayma, uygun fırsatı yakalayarak kaleyi içerden ele geçirme
taktiği) en etkili kullandıkları başlıca alan, SBKP(B), III. Enternasyonal,
komünist partilerin çalıştığı ele geçirdikleri kitle örgütleri ve sosyalist
ülkelerin her türlü kurum ve kuruluşu alanları olmuştur.
Uluslararası komünist harekete, yerel
seksiyonlarına, sosyalist devlete vb. sızma, sızarak sosyalizmi, proletarya
diktatörlüğünü tasfiye etme, Marksizm-Leninizm’i çarpıtma, örgütleri içerden
ele geçirme taktiği uluslararası
burjuvazinin siyasi polisinin öteden beri uygulaya geldiği bir yöntemdir. Troçkizm, burjuvazinin proletaryaya karşı
kirli savaş aygıtlarından biri olarak, burjuvazinin gerici savaş yöntemlerini
kullanarak devrime karşı savaşmaktadır. Söylendiği gibi, antrizm
taktiğinden de vazgeçilmiş değildir. 1968’de “eleştirel” değerlendirmeye tabi
tutularak açıklanan şey, mızrak çuvala sığmadığı için yapılan ve aynı zamanda
kendi politik varlıklarını bitme noktasına getirdiği için yapılan bir
değerlendirmedir. 68’de vazgeçildiği söylenen antrizm taktiği ise, antrizmi
örtmek amacıyla yapılan bir manevra, teşhir olmadan bu taktiği gizleyerek
uygulama manevrasıdır. Bunun en yakın kanıtlarından birisi, 1984-85 yılı olsa
gerek, Ernest Agust önderliğindeki kardeş parti olan KPD’nin (Almanya Komünist
Partisi) Troçkist antrizm taktiği ile ele geçirilişidir. KPD’nin Troçkistlerce
ele geçirilmesinden sonra bu partiden kopan ve KPD adına hareket eden küçük
çevreler ise bir araya bile gelme başarısını gösteremediler…
Tanınmayan bir
düşmana karşı mücadele yürütülemez. Troçkizm’e karşı da her bakımdan
donanımlı olmak olmazsa olmaz bir görevidir. Kuşkusuz ki, Troçkist propaganda
ve ajitasyondan etkilenerek Troçkizm’in saflarına katılan devrimci insanlar da
her zaman olmuştur ve olacaktır. Sözümüz bu samimi devrimcilere değildir
elbette ki. Ama onlara da gerçekleri göstermek komünistlerin vazgeçilmez bir
görevidir.
*Yayınlanacak Kesintisiz Devrim ve İktidar Sorunu
başlıklı kitabımızda Troçkizm’in dünya devrim anlayışı ve Marks-Engelsi, Lenin’i,
Leninizm’i tahrif ve tasfiye eden teorisi ve politik tarihi üzerinde ayrıntılı
olarak durulmaktadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder