18 Kasım 2012 Pazar

POLİTİK EKONOMİ DERS KİTABINDAKİ BAZI REVİZYONİST TAHRİFATLAR ÜZERİNE



POLİTİK EKONOMİ DERS KİTABINDAKİ BAZI REVİZYONİST TAHRİFATLAR ÜZERİNE
1950 yılının başlarında, henüz Stalin hayattayken, sosyalizmin ekonomik sorunları ve bir politik-ekonomi ders kitabının hazırlanması üzerine tartışmalar ve çalışmalar örgütlenir. Stalin de bu tartışmalara katılır. Bu tartışmalar sırasında Stalin tarafından kaleme alınan “Sosyalizmin Ekonomik Sorunları” kitabı, özellikle incelenmesi ve öğrenilmesi gereken değerli bir yapıttır. Ders kitabı, Stalin’inin ölümünden iki yıl sonra, 1955’te yayınlanır. Oysa bu çalışmanın bir yıl içerisinde yayınlanması kararlaştırılmıştır. Bu gecikme bir yana, 1955’te yayınlanan “Politik Ekonomi Ders Kitabı” kuşkusuz ki bir el kitabı olarak değerlidir; ancak bu kitapta bir kısım revizyonist tez de yer almaktadır. Kitap her ne kadar Stalin’in eleştiri ve önerileri temelinde yazılmışsa da, yine de bir kısım revizyonist kirliliği kendi içerisinde taşımaktadır. Kuşkusuz ki Stalin’inin ölümü revizyonistleri rahatlatmıştır. Ama bu dönem, revizyonistlerin henüz açık ve doludizgin bir cüretle ortaya çıkmaya cesaret edemedikleri bir dönemdir hala.  Bu koşullarda, söz konusu kitap yayıma hazır hale getirilirken, bir yandan Marksist-Leninist doğrular ortaya konulmuş ama öte yandan da bazı revizyonist tahrifatlar yapılmıştır. Ki, 1953-56 arası kesit, yeni tip küçük burjuvazinin politik iktidarı ele geçirmek için hazırlık yaptığı, güçlerini düzenlediği, karmaşık manevralar gerçekleştirdiği, bir geçiş sürecidir. Nitekim yeni tip burjuvazi, 1956’da 20. Parti Kongresi’nde politik iktidar tekelini ele geçirir; böylece modern revizyonist karşı devrim, kızıl giysiler içerisinde zaferini ilan eder… İşte Ders Kitabı, tamda bu geçiş sürecinde, 1955’de yayınlanır. Ders Kitabı söz konusu olunca, bu özgün tarihsel gerçeğin unutulmamasında yarar vardır.
Aşağıda eleştireceğimiz söz konusu revizyonist tezler, 1956 öncesi içerisine girilen ihanet yolunu sergilemesi, kavranması bakımından önemlidir. Söz konusu tezler ve Parti MK’sının kararları 56 ile birlikte geliştirilmiş ve sistemli hale getirilerek pratikleştirilmiştir. Söz konusu revizyonist tezler, Stalin’inin ölümünden sonra, 1953’te yapılan SBKP MK Toplantısı’nda ve 1954 yılında yine Parti MK’sı tarafından alınan kararlara dayanmaktadır. Ders Kitabı’nda yer alan “Barış içerisinde bir arada yaşama” tezinin ünlü Kruşçevci yorumuna sadece dikkat çekerek geçmekle yetiniyoruz. Şimdi, kısaca da olsa, “Ders Kitabı”ndaki bir kısım revizyonist tahrifatın ele alınmasına geçebiliriz.
“SBKP MK Eylül Oturumu’nun ( 1953) Kararları ve Komünist Partisi’nin ve Sovyet Devleti’nin bunu izleyen kararları uyarınca, toparlama alanında, Kolhozların ve kolektif köylülerin üretimin arttırılmasına olan maddi ilgilerini azaltan önder Kolhozlar için teslim etme normunu yükseltme şeklindeki yanlış pratiğe bir son verildi. Bunun dışında bir dizi tarımsal ürün için devlete mecburi teslim normları düşürüldü…” (SSCB Ekonomi Enstitüsü Bilimler Akademisi, POLİTİK EKONOMİ Ders Kitabı, C. II, s. 230, İnter Yayınları)
1953 yılında (ki, Kruşçev haini, ilk çıkışını tarıma ilişkin politika ve eleştirileriyle yapmıştır) alınan bu kararlar, Stalin’in yaşamını yitirmesinden sonra alınan kararlardır. Aşağıda gösterileceği gibi, bu kararlar revizyonist kararlardır; değer yasasının alanını genişleten, küçük meta üretimini geliştiren, merkezsel planlamanın alanını daraltan, burjuva bireyciliğini kışkırtan kararlardır.
Söz konusu kararlarla birinci olarak, “tarımsal üretimi teşvik etmek” iddiasının arkasına sığınılarak önder kolhozların teslim etme yükümlülükleri azaltılıyor, böylece kolhozların elinde zorunlu teslim yükümlülükleri dışında kalan ürünlerin çapı arttırılıyor. Bu şu demektir: Zorunlu teslim yükümlülüğü dışında kalan ürün (metalar), kolhozların malıdır. Kolhozlar bu metaları istedikleri gibi, istedikleri yerde satma özgürlüğüne sahiptirler. Kolhozlar esas olarak bu malları, “örgütsüz pazar”da satmayı tercih etmektedirler. Çünkü bu pazarda fiyatlar arz ve talebe göre şekillenmekte ve daha pahalı satılabilmektedir. “Örgütsüz pazarın” alanını genişletmek ise, küçük meta üretiminin alanının genişletmesini doğurmaktadır. Bu adım, tersinden, “örgütlü pazar”ın alanını daraltmak anlamına gelmektedir. Devletin “örgütsüz pazar”a doğrudan müdahale hakkı bulunmamaktadır. “Örgütsüz pazar”da, fiyatlar değer yasasına göre oluşmaktadır.
Kapitalizmden komünizme geçiş sürecinde ana doğrultu, sistematik bir tarzda değer yasasının, meta üretiminin alanını daraltmak ve giderek ortadan kaldırmaktır. Stalin döneminde gelişmenin yönü bu doğrultuda şekillenmiş ve yürüyordu. Bu kararların alındığı dönemde, SSCB tarımında yapılması gereken şey, değer yasasının alanını genişletmek değil giderek adım adım değer yasasının alanını daraltarak ilerlemekti. Oysa tersi yapılmıştır. Ve dikkat edilsin, eski dönem, Stalin dönemi eleştiriliyor ve izlenen politika mahkum ediliyor. Yani bu kararlarla, Marksist-Leninist politika açıkça “yanlış pratiğe son” verme adı altında iptal ediliyor.
İkinci olarak, gerek önder kolhozların teslim yükümlülüklerinin azaltılması, gerekse de “bunun dışında bir dizi tarımsal ürün için devlete mecburi teslim normları”nın düşürülmesi, yukarda işaret ettiğimiz şeyler dışında, bir de bu alanda merkezi planın alanının sınırlandırılmasını, gevşetilmesini, geriletilmesini sağlamaktadır. Nitekim süreç, giderek bu doğrultuda şekillendirilmiştir.
Oysa kapitalizmden komünizme geçiş sürecinde, merkezi planlamanın önemi azalmaz, aksine artar. Yanı sıra, 1953’lerin SSCB’si 1920’lerin NEP dönemi Rusya’sı değildir. Üstüne üstlük, bir de bu kararların alındığı dönem, SSCB’nin sosyalizmden komünizme, sosyalizm aşaması geride kaldığı için komünizm aşamasına girildiğinin ilan edildiği bir dönemdir. Hem “Sovyetler Birliği, sosyalizmi inşa etmiş olan ve şimdi de başarıyla komünizm binasını inşa eden dünyanın ilk ülkesidir.” (Ders Kitabı, C. II, s. 324) denilirken, öte yandan da söz konusu kararın alınmış olması ayrıca bir çelişki ve tutarsızlığı dile getirmektedir. Bu sübjektif yaklaşım bir yana, söz konusu kararların alındığı tarih kesitinde yapılması gereken şey merkezsel planlamayı zayıflatmak değil, aksine güçlendirmekti. Merkezi planlamayı bürokratik merkeziyetçi deformasyondan kurtararak demokratik merkeziyetçiliğe, sosyalist demokrasinin işlevsel geliştirilmesi eksenine dayalı yetkinleştirmekti. Bu gerçeklere karşın ilgili kararlar alınabilmiştir.
Üçüncü olarak, daha ilerde incelediğimizde görülecektir ki, bu kararlar ve kararların mantığı doğrultusunda daha sonra alınan aynı içerikteki kararlarla, bir yandan sosyalist tarım geriletilmiş, diğer yandan da 56 dönemecine taşlar döşenmiş ve 56 sonrası kapitalist yeniden inşa süreciyle birlikte SSCB giderek dünyanın en büyük buğday ithalatçısı pozisyonuna düşürülmüştür.
“…SBKP MK Eylül Oturumu, bir dizi tarımsal ürün için şimdiye kadarki ürün baş fiyatı ve toptan alım fiyatlarının Kolhozları ve kolektif köylüleri üretimlerini yükseltme konusunda teşvik etmediğini saptadı. Bu fiyatları değer yasasının gereklilikleriyle uyum içinde yükseltme şeklinde bir nesnel zorunluluk doğdu.
“Kolektif köylülerin tarımı daha fazla gelişmesine olan bireysel maddi ilgisini yükseltmek amacıyla, SBKP Eylül Oturumu’nun Kararları’yla ürün baş fiyatı ve toptan alım fiyatları önemli ölçüde yükseltildi, mecburi teslim normları düşürüldü ve yüksek toptan alım fiyatlarıyla toptan alımların payı yükseltildi; kolektif köylülerin yan işletmeleri için alınan tarımsal vergi düşürüldü…” (age., s. 231)
Burada dikkat çeken şey, kolektif köylülüğün (kolhozlardaki) bireysel/özel işletmelerinden alınan verginin düşürülmesidir. Maddi teşvik aracılığıyla tarımsal üretimi arttırmak bu uygulamanın gerekçesini oluşturuyordu.
Bu karar, diğer kararlar gibi, sosyalist bilinç ve eylemi de geliştirerek tarımsal üretimi arttırmak yerine, kolhozların ve tek tek kolhozcu köylülerin para ve mal kazanma hırsını teşvik ederek sözde tarımsal üretimi arttırma politikası temelinde yükseliyor. Stalin sonrası alınan kararlarda maddi teşvik artan oranda öne çıkarılmış ve geliştirilmiştir. Söz konusu vergi oranının düşürülmesi de bu politikanın araçlarından birisi olmuştur. Teorik ve pratik olarak, bu karar da, diğer kararlar gibi, değer yasasının da alanını genişletmiş, burjuva ve küçük burjuva ideolojik ve ahlaki değerleri güçlendirmiştir.
Kolhoz mülkiyeti sosyalist mülkiyetin bir biçimidir; ama sosyalist bir mülkiyet biçimi olmakla birlikte, bu mülkiyet bir grup mülkiyetidir ve henüz tüm halkın mülkiyeti kategorisine de girmemektedir. Sosyalizmden komünizme geçiş sürecinde çözülmesi gereken sorunlardan birisi de, grup mülkiyetinin tüm halkın mülkiyeti düzeyine çıkarılmasıdır. Geçiş sürecinde politika, grup mülkiyetini, adım adım, maddi ve kültürel olarak ön koşullarını olgunlaştırarak tüm halkın mülkiyeti düzeyine çıkarmaktır.
Sorunun bu yanını Stalin, ünlü eseri “Sosyalizmin Ekonomik Sorunları” kitabında ortaya koymuştur. Kolhoz mülkiyetinin iki tipi vardır: Artel ve komün. Artel, kolhozcu mülkiyetin alt biçimi, komün ise bir üst biçimidir. İkincisini birincisinden ayıran şey, komünde küçük çaplı özel mülkiyetin de ömrünü tamamlayarak son bulmasıdır. Tarihten, özel mülkiyet dünyasından devralınmış özel mülkiyetçi köklü kirlilik ve gerilik nedeniyle, tarımda sosyalist dönüşüm sürecine girilirken, bu olgu dikkate alınarak, işe, hemen ve doğrudan komün tipi kolhoz örgütlenmesiyle başlanmamakta, bunun yerine, işe, artel tipi kolhozcu iktisadi biçimle başlanmaktadır. Ama sosyalist inşa süreci ilerledikçe, sağlamlaştıkça, artelden komün tipine geçişin koşulları olgunlaştıkça, doğal olarak, artel, yerini, adım adım, komün tipi kolhoza bırakacaktır. Ama bu süreç kendiliğindenci bir süreç değildir, aksine, proletaryanın iradi bir şekilde sürece müdahale ettiği ve yönettiği bir süreçtir. Bu bağlamda, 1950’lerin SSCB’sinde Partinin görevi, artel tipini daha da yerleşik hale getirecek kararlar almak ve süreci geri çekecek politikalar ve eylem planları yürütmek değil, aksine komün tipine gidişi hızlandıran politika ve eylem planı geliştirmek olmalıydı. Ama, revizyonist bürokratik yeni tip küçük burjuva kast, doğası gereği, bu görevi bir yana itmiş, dahası mahkum etmiş, özel mülkiyeti, özel mülkiyetçi eğilim ve uygulamaları geliştirmeye başlamıştır.
“Sovhozların üretimin gelişmesi karşısında maddi ilgiyi sağlamak için, 1954 yılında, şimdiye kadar Sovhozlara verilen devlet sübvansiyonları kaldırıldı…” (age., s. 242)
“Bir bütün olarak Sovhozun ve her Sovhoz çalışanının emeğin sonuçlarına karşı maddi ilgisi, Sovhozlardaki üretimin kesintisiz büyümesinin ve mükemmelleşmesinin en önemli koşuludur.” (age., s. 243)
Aynı revizyonist teorik ve pratik yaklaşımı sovhoz politikasında da görüyoruz. Sovhoz, tarımda sosyalist iktisadi biçimin en yüksek tipidir. Kolhozlardan farklı olarak, sovhozlar, tüm halkın mülkiyeti olan sosyalist/toplumsal mülkiyet kategorisine giren bir mülkiyet biçimidir. Sovhozlar, sosyalist tarımda örnek devlet işletmeleridir. Ama salt örnek ve önder bir işletme değil, aynı zamanda sosyalist tarımsal üretim verimliliğini özellikle geliştiren ve üretimde de önemli bir yer tutan işletme türüdür. Dolayısıyla, Stalin döneminde uygulanan devlet sübvansiyonu politikası doğru bir politikaydı.
Tarımın önder kuruluşları olan sovhozları, bilim ve tekniğin en son verilerine dayanarak, kesintisiz bir şekilde en ileri teknikle donatmak ve sürekli yenilemek ve yetkinleştirmek devletin (proletarya diktatörlüğünün) asli görevlerinden birisidir. Sovhoz bir devlet işletmesidir ve geliştirilmesi de devletin görevidir. Sovhozları ihmal etmek, gerçekte sosyalist tarımı ihmal etmek, proletaryanın tarıma önderlik görevlerini ihmal etmek, onun önderliğini zayıflatmak demektir. Zaten söz konusu kararla da bu yapılmıştır ve bu bilinçli bir tercihin ürünüdür. Aslında MK’nın bu kararı, 56 sonrası yürürlüğe giren işletmelerin kendi kendisini finanse etmesi (oto finansman) politikasının öncül adımlarından bir diğerini oluşturmaktadır.
Sovhozların ve sovhoz çalışanlarının emeklerinin sonuçlarına maddi ilgilerinin, sovhozlardaki üretimin kesiksiz geliştirilmesinin “en önemli koşulu” olduğu tezine gelince: Bu bakış açısı ve harekat tarzı, çok çarpıcı bir tarzda, 53’le başlayan ve 56’da tamamlanan geçiş sürecindeki burjuva revizyonist eğilimin çarpıcı yansımalarından birisidir. Burada eğer bir “ön koşul” aranacaksa, bu ön koşulun birincisi, üretim tekniğinin ve üretim verimliliğinin azami geliştirilmesi, ikincisini ise, komünist bilinç ve eylemin geliştirilmesi, yeni insanın yaratılmasının gereklerine gösterilecek azami özen ve duruştur. Ama biz, söz konusu kararlarda bu olgunun zerresini bile göremiyoruz, aksine özel mülkiyetçi tutkular kışkırtılıp yaygınlaştırılıyor; burjuva revizyonist eğilimin toplumsal temelleri güçlendiriliyor, ideolojik dokusu sağlamlaştırılıyor, bürokratik tabakanın siyasal hazırlık ve manevrasına alan açılıyor. Değer yasasının alanı genişletiliyor.
“Sosyalist iş bölümü sayesinde, bunun dışında, tek tek ülkeler, sanayinin ve tarımın en önemli dallarının gelişmesinde çifte çalışmadan ve kesişmelerden kaçınabilecek duruma getirilmektedirler. Sosyalist kampın tüm sistemi içinde eşit haklara sahip iktisadi birimler olarak birbirlerini tamamlamakta ve muazzam ölçüde gücün ve aracın tasarruf edilmesiyle iktisadi gelişmelerini hızlandırmaktadırlar. Her ülke, güçlerini ve araçlarını kendisi için uygun doğal ve iktisadi koşulların ve aynı zamanda en iyi üretim deneyiminin ve uzmanların bulunduğu dalların gelişmesi üzerinde yoğunlaştırabilir. Bununla birlikte, tek tek ülkeler için, diğer ülkelerden alabileceği ürünlerin üretilmesinden kaçınma olanakları ortaya çıkmaktadır. Böylelikle sanayide geniş çaplı uzmanlaşma ve üretimin koordinasyonu ve besin maddeleri ve hammadde üretiminde amaca uygun iş bölümü sağlanmaktadır.” (age., s. 375-376)
Burada savunulan perspektif düpedüz büyük devlet şovenizmidir, revizyonist bürokrat tabakanın burjuva yayılmacı istek ve beklentilerinin yansımasıdır. Burada, “iş bölümü” adı altında önerilen politikanın altında, yeni sosyalist ülkelerin kendi ağır sanayilerini kurmasını önleme ve bu ülkeleri SB’nin ucuz hammadde kaynağı, ucuz işgücü kaynağı, tarıma ve hafif sanayiye dayanan uzantıları olarak şekillendirme istek ve amacıdır. Nitekim modern revizyonist karakterdeki 20. Kongre ile bu amaç açık seçik dile getirilir.
Bu teori ve perspektif, gerçekte revizyonist burjuvazinin, yeni-sömürgeci “sınırlı egemenlik” doktrininin farklı bir anlatımı ve tamamlayanıdır. Oysa sosyalizmden komünizme geçiş, komünizmin maddi-teknik temelinin hazırlanması ve sürekli geliştirilmesi, her sosyalist ülkenin en yeni tekniğe dayalı bir tarzda üretim araçları üreten sanayi kurmasına ve geliştirmesine bağlıdır. Sosyalist kampın ortaya çıkması bundan vazgeçmeyi getirmez, tersine, ağır sanayisini kurmuş ve başarıyla geliştiren sosyalist ülkenin enternasyonalist desteği ile yeni sosyalist ülkelerin ağır sanayisinin kuruluşuna her bakımdan katkı yaparak, böylece sosyalist kamp çapında güçlü bir maddi-teknik temele bağlı olarak komünizme yürümektir. Bu aynı zamanda, uluslararası sermayeye karşı ulusal bağımsızlığın korunması, emperyalist kuşatma ve saldırıların etkisizleştirilmesi vb. için de son derece ivedi ve kaçınılamaz bir görevdir.
Bir de tarihin sunduğu dersler ışığında şu noktalara dikkat çekmek isteriz. Birinci nokta, kapitalist restorasyondan sonra yaşanan tahrip edici sürecin geniş kitleler, halklar nezdinde yarattığı derin güvensizlikler mevcuttur. Bu güvensizliklerin temel unsurlarından birisi şudur: Diğer sosyalist ülkeler, kapitalizmin restorasyonuyla birlikte, süreç içerisinde Rus sosyal emperyalizminin yeni tipte yeni sömürgeleri haline geldiler. Uzatmaya gerek yok, bu durum, gelecekte, sosyalist devrimini daha erken gerçekleştirmiş (tabii bu ülke SSCB gibi kudretli bir ülkeyse) ülkeye karşı sosyalizme daha sonra ulaşmış olan ülke ya da ülkelerin işçi ve emekçilerin bir ulusal güvensizlik duygusuyla davranmasına ya da hiç olmazsa bu çarpık bilincin ciddi etkileri altında tepki vermesine yol açacaktır ya da açabilecektir. Bu durum, dünya proletarya diktatörlüğü federasyonuna geçilmesini olumsuz yönde etkileyebilecektir. Dolayısıyla teoriye, proletarya enternasyonalizmine güçlü bir şekilde asılmak, şovenizme ve sosyal şovenizme karşı mücadeleyi güçlü bir tarzda geliştirmek ve daha zayıf ve geri uluslardan emekçi kitleler üzerinde olası burjuva milliyetçi etkilere karşı savaşmada ve bu uluslar ve ülkeler işçi, emekçilerinde ulusal güvensizliklere yol açabilecek en küçük tavır ve tutumlardan uzak kalmaya en büyük özen ve dikkati göstermek bugün geçmişten çok daha fazla bir hassasiyeti gerektirmektedir. Kuşkusuz ki, geri ve zayıf ulusların işçi ve emekçileri üzerindeki burjuva milliyetçi etki ve güvensizliklere karşı sadece propaganda ve ajitasyonun gücüyle savaşılamaz. Bunun kitlelerin kendi öz deneyimleri ile birleşmesi gerekecektir. Bu noktayı asla unutmamak gerekmektedir.
İkinci nokta, kapitalist restorasyonun özgün deneyimi, her sosyalist ülke ve ulusun kendi bağımsız ağır sanayisine sahip olmasının önemini daha da yakıcı kılmıştır. Uluslararası sosyalist iş bölümü içerisinde olabildiğince planlı birleşik bir sosyalist pazar geliştirirken, bu noktaya özel bir önem göstermek ve ileride olan sosyalist ülkenin ya da ülkelerin geride olan sosyalist ülkelere ve uluslara karşılıksız  (evet, özellikle vurgulanması gerekir, tamı tamına karşılıksız, yani işin içerisine değer yasasının hiçbir biçimde bulaşmadığı) enternasyonalist destek ve katkısının geliştirilmesine geçmişten daha özenli davranması ve gerekli fedakarlığı yapması gerekecektir. Kapitalizmin restorasyonu deneyiminden sonra bugün bu görev çok daha yakıcı bir sorun ve görev haline gelmiştir. Emperyalist kuşatmanın sürdüğü koşullarda, bu sorun, çok daha önem taşıyan bir sorun olarak gündemde kalmaya devam edecektir.
Ayrıca geçmeden ekleyelim: Stalin döneminde, devrim ve sosyalizmin zafere eriştiği ülkelerde (Sosyalist Kampı oluşturan ülkelerde), bilakis Stalin’in ve SBKP’nin önderliğinde, bu ülkelerde, sosyalist ağır sanayinin kurulmasına önem verilmiş, bizzat önderlik edilmiştir.
“Emek üretkenliğinin kesintisiz büyümesini ve toplumsal zenginliğin önemli ölçüde çoğalmasını sağlamak için, sosyalizmden komünizme geçiş döneminde halk iktisadının planlı yürütülmesinin değer yasasına bağlı para, kredi, ticaret ve iktisadi muhasebe gibi ekonomik aygıtların kullanılması gerekmektedir…” (age., s. 322)
Evet, değer yasası sınırlanmış olsa da sosyalist inşa sürecinde belli bir ölçüde işlemektedir. Dolayısıyla kaçınılmaz olarak, planlamada, muhasebede vs. dikkate alınmak zorundadır. Ama sosyalizmden komünizme geçiş döneminde, yani tüm bu süreçte, emek üretkenliğinin sürekli büyütülmesi, toplumsal zenginliğin önemli oranda çoğaltılması için değer yasasına bu denli önem verilmesi yanlıştır, revizyonist bir yaklaşımdır.
Sosyalist inşa süreci komünizme doğru olgunlaşarak geliştikçe, değer yasasının sosyalist ekonomi üzerindeki etkisi de giderek zayıflayacak, dahası zaten bilinçli politikalarla ömrünü tüketmesi sağlanmaya çalışılacaktır. Sosyalizmin iktisadi temellerinin atılmasından sonra, bu etki zaten ciddi bir şekilde sınırlanmış olacak ve nihai amaca doğru devrimci ilerleyiş, kesintisiz devrim sürecinde söz konusu rol ve etkisi artan oranda zayıflayacaktır.
Dolayısıyla emek üretkenliği ve toplumsal zenginliğin artışında esas olan ve olması gereken değer yasası değildir ve olamaz. Sosyalizmin temel ekonomik yasası, bu temel yasaya bağlı işleyen planlı (orantılı) gelişme yasasının gittikçe daha etkin yaşam bulmasının, emek üretkenliğinin ve toplumsal zenginliğin kesintisiz artışının nedeni zaten değer yasası değildir. Komünizme dek bu yasaya bağlı kalınmadığında söz konusu kesintisizliğin de sağlanamayacağını söylemek, ima etmek, gerçekte sosyalist sanayi ve tarımda üretkenlik ve zenginlik artışının zorunlu ön koşulu veya en önemli koşulunun değer yasası olduğunu savunmak demektir. Ki bu teorik ve politik yaklaşıma “Ders Kitabı”nda sıkça rastlamaktayız. Kitapta sık sık vurgulanan maddi teşvik, eşitliğin sosyalizme derinden düşman (!) olduğu yaklaşımıyla, gelir farklılaşmasını kutsayan kafa yapısıyla eleştire geldiğimiz tez ve politikalar bir bütün oluşturmaktadır. Örneğin bir Almanya, İngiltere, ABD vb. gibi emperyalist ülkelerde sosyalist devrimin gerçekleştiği koşullarda söz konusu değerlendirme ve vurguların çok daha açık sırıttığı ve sırıtacağı ise açıktır. Yukarıdaki revizyonist sapma ve politikanın, 1956 yılında modern revizyonist karşı devriminin zaferiyle birlikte sistemli bir teoriye, politika ve pratiğe dönüştürüldüğünü; değer yasasının sosyalist üretimin düzenleyici yasası olarak kabul edildiğini ise, zaten biliyoruz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder