POLİTİK EKONOMİ DERS KİTABINDAKİ
BAZI REVİZYONİST TAHRİFATLAR ÜZERİNE
1950 yılının başlarında, henüz Stalin hayattayken, sosyalizmin ekonomik
sorunları ve bir politik-ekonomi ders kitabının hazırlanması üzerine
tartışmalar ve çalışmalar örgütlenir. Stalin de bu tartışmalara katılır. Bu
tartışmalar sırasında Stalin tarafından kaleme alınan “Sosyalizmin Ekonomik
Sorunları” kitabı, özellikle incelenmesi ve öğrenilmesi gereken değerli bir
yapıttır. Ders kitabı, Stalin’inin ölümünden iki yıl sonra, 1955’te yayınlanır.
Oysa bu çalışmanın bir yıl içerisinde yayınlanması kararlaştırılmıştır. Bu
gecikme bir yana, 1955’te yayınlanan “Politik Ekonomi Ders Kitabı” kuşkusuz ki
bir el kitabı olarak değerlidir; ancak bu kitapta bir kısım revizyonist tez de
yer almaktadır. Kitap her ne kadar Stalin’in eleştiri ve önerileri temelinde
yazılmışsa da, yine de bir kısım
revizyonist kirliliği kendi içerisinde taşımaktadır. Kuşkusuz ki
Stalin’inin ölümü revizyonistleri rahatlatmıştır. Ama bu dönem, revizyonistlerin
henüz açık ve doludizgin bir cüretle ortaya çıkmaya cesaret edemedikleri bir
dönemdir hala. Bu koşullarda, söz konusu
kitap yayıma hazır hale getirilirken, bir yandan Marksist-Leninist doğrular
ortaya konulmuş ama öte yandan da bazı revizyonist tahrifatlar yapılmıştır. Ki,
1953-56 arası kesit, yeni tip küçük burjuvazinin politik iktidarı ele geçirmek
için hazırlık yaptığı, güçlerini düzenlediği, karmaşık manevralar
gerçekleştirdiği, bir geçiş sürecidir. Nitekim yeni tip burjuvazi, 1956’da 20.
Parti Kongresi’nde politik iktidar tekelini ele geçirir; böylece modern
revizyonist karşı devrim, kızıl giysiler içerisinde zaferini ilan eder… İşte
Ders Kitabı, tamda bu geçiş sürecinde, 1955’de yayınlanır. Ders Kitabı söz
konusu olunca, bu özgün tarihsel gerçeğin unutulmamasında yarar vardır.
Aşağıda eleştireceğimiz söz konusu revizyonist tezler, 1956 öncesi
içerisine girilen ihanet yolunu sergilemesi, kavranması bakımından önemlidir.
Söz konusu tezler ve Parti MK’sının kararları 56 ile birlikte geliştirilmiş ve
sistemli hale getirilerek pratikleştirilmiştir. Söz konusu revizyonist tezler,
Stalin’inin ölümünden sonra, 1953’te yapılan SBKP MK Toplantısı’nda ve 1954
yılında yine Parti MK’sı tarafından alınan kararlara dayanmaktadır. Ders Kitabı’nda yer
alan “Barış içerisinde bir arada yaşama” tezinin ünlü Kruşçevci yorumuna sadece
dikkat çekerek geçmekle yetiniyoruz. Şimdi, kısaca da olsa, “Ders Kitabı”ndaki
bir kısım revizyonist tahrifatın ele alınmasına geçebiliriz.
“SBKP MK Eylül Oturumu’nun ( 1953) Kararları ve Komünist Partisi’nin ve
Sovyet Devleti’nin bunu izleyen kararları uyarınca, toparlama alanında,
Kolhozların ve kolektif köylülerin üretimin arttırılmasına olan maddi
ilgilerini azaltan önder Kolhozlar için teslim etme normunu yükseltme
şeklindeki yanlış pratiğe bir son verildi. Bunun dışında bir dizi tarımsal ürün
için devlete mecburi teslim normları düşürüldü…” (SSCB Ekonomi Enstitüsü
Bilimler Akademisi, POLİTİK EKONOMİ Ders Kitabı, C. II, s. 230, İnter Yayınları)
1953 yılında (ki, Kruşçev haini, ilk çıkışını tarıma ilişkin politika ve
eleştirileriyle yapmıştır) alınan bu kararlar, Stalin’in yaşamını yitirmesinden
sonra alınan kararlardır. Aşağıda gösterileceği gibi, bu kararlar
revizyonist kararlardır; değer yasasının
alanını genişleten, küçük meta üretimini geliştiren, merkezsel planlamanın
alanını daraltan, burjuva bireyciliğini kışkırtan kararlardır.
Söz konusu kararlarla birinci olarak, “tarımsal üretimi teşvik etmek”
iddiasının arkasına sığınılarak önder kolhozların teslim etme yükümlülükleri
azaltılıyor, böylece kolhozların elinde zorunlu teslim yükümlülükleri dışında
kalan ürünlerin çapı arttırılıyor. Bu şu demektir: Zorunlu teslim yükümlülüğü
dışında kalan ürün (metalar), kolhozların malıdır. Kolhozlar bu metaları
istedikleri gibi, istedikleri yerde satma özgürlüğüne sahiptirler. Kolhozlar
esas olarak bu malları, “örgütsüz pazar”da satmayı tercih etmektedirler. Çünkü
bu pazarda fiyatlar arz ve talebe göre şekillenmekte ve daha pahalı
satılabilmektedir. “Örgütsüz pazarın” alanını genişletmek ise, küçük meta
üretiminin alanının genişletmesini doğurmaktadır. Bu adım, tersinden, “örgütlü
pazar”ın alanını daraltmak anlamına gelmektedir. Devletin “örgütsüz pazar”a
doğrudan müdahale hakkı bulunmamaktadır. “Örgütsüz pazar”da, fiyatlar değer yasasına göre oluşmaktadır.
Kapitalizmden komünizme geçiş sürecinde ana doğrultu, sistematik bir tarzda değer yasasının, meta üretiminin alanını
daraltmak ve giderek ortadan
kaldırmaktır. Stalin döneminde gelişmenin yönü bu doğrultuda şekillenmiş ve
yürüyordu. Bu kararların alındığı dönemde, SSCB tarımında yapılması gereken
şey, değer yasasının alanını genişletmek değil giderek adım adım değer
yasasının alanını daraltarak ilerlemekti. Oysa tersi yapılmıştır. Ve dikkat
edilsin, eski dönem, Stalin dönemi eleştiriliyor ve izlenen politika mahkum ediliyor. Yani bu kararlarla,
Marksist-Leninist politika açıkça “yanlış pratiğe son” verme adı altında iptal
ediliyor.
İkinci olarak, gerek önder kolhozların teslim yükümlülüklerinin
azaltılması, gerekse de “bunun dışında bir dizi tarımsal ürün için devlete mecburi
teslim normları”nın düşürülmesi, yukarda işaret ettiğimiz şeyler dışında, bir de bu alanda merkezi planın alanının
sınırlandırılmasını, gevşetilmesini, geriletilmesini sağlamaktadır. Nitekim
süreç, giderek bu doğrultuda şekillendirilmiştir.
Oysa kapitalizmden komünizme geçiş sürecinde, merkezi planlamanın önemi
azalmaz, aksine artar. Yanı sıra, 1953’lerin SSCB’si 1920’lerin NEP dönemi
Rusya’sı değildir. Üstüne üstlük, bir de bu kararların alındığı dönem, SSCB’nin
sosyalizmden komünizme, sosyalizm aşaması geride kaldığı için komünizm
aşamasına girildiğinin ilan edildiği bir dönemdir. Hem “Sovyetler Birliği,
sosyalizmi inşa etmiş olan ve şimdi de başarıyla komünizm binasını inşa eden
dünyanın ilk ülkesidir.” (Ders Kitabı, C. II, s. 324) denilirken, öte yandan da
söz konusu kararın alınmış olması ayrıca bir çelişki ve tutarsızlığı dile
getirmektedir. Bu sübjektif yaklaşım bir yana, söz konusu kararların alındığı
tarih kesitinde yapılması gereken şey merkezsel planlamayı zayıflatmak değil,
aksine güçlendirmekti. Merkezi planlamayı bürokratik merkeziyetçi
deformasyondan kurtararak demokratik merkeziyetçiliğe, sosyalist demokrasinin
işlevsel geliştirilmesi eksenine dayalı yetkinleştirmekti. Bu gerçeklere karşın
ilgili kararlar alınabilmiştir.
Üçüncü olarak, daha ilerde incelediğimizde görülecektir ki, bu kararlar
ve kararların mantığı doğrultusunda daha sonra alınan aynı içerikteki
kararlarla, bir yandan sosyalist tarım
geriletilmiş, diğer yandan da 56
dönemecine taşlar döşenmiş ve 56 sonrası kapitalist yeniden inşa süreciyle
birlikte SSCB giderek dünyanın en büyük
buğday ithalatçısı pozisyonuna düşürülmüştür.
“…SBKP MK Eylül Oturumu, bir dizi tarımsal ürün için şimdiye kadarki
ürün baş fiyatı ve toptan alım fiyatlarının Kolhozları ve kolektif köylüleri
üretimlerini yükseltme konusunda teşvik etmediğini saptadı. Bu fiyatları değer
yasasının gereklilikleriyle uyum içinde yükseltme şeklinde bir nesnel
zorunluluk doğdu.
“Kolektif köylülerin tarımı daha fazla gelişmesine olan bireysel maddi
ilgisini yükseltmek amacıyla, SBKP Eylül Oturumu’nun Kararları’yla ürün baş
fiyatı ve toptan alım fiyatları önemli ölçüde yükseltildi, mecburi teslim
normları düşürüldü ve yüksek toptan alım fiyatlarıyla toptan alımların payı
yükseltildi; kolektif köylülerin yan işletmeleri için alınan tarımsal vergi
düşürüldü…” (age., s. 231)
Burada dikkat çeken şey, kolektif köylülüğün (kolhozlardaki)
bireysel/özel işletmelerinden alınan verginin düşürülmesidir. Maddi teşvik
aracılığıyla tarımsal üretimi arttırmak bu uygulamanın gerekçesini oluşturuyordu.
Bu karar, diğer kararlar gibi, sosyalist bilinç ve eylemi de geliştirerek
tarımsal üretimi arttırmak yerine, kolhozların ve tek tek kolhozcu köylülerin
para ve mal kazanma hırsını teşvik ederek sözde tarımsal üretimi arttırma
politikası temelinde yükseliyor. Stalin sonrası alınan kararlarda maddi teşvik
artan oranda öne çıkarılmış ve geliştirilmiştir. Söz konusu vergi oranının
düşürülmesi de bu politikanın araçlarından birisi olmuştur. Teorik ve pratik
olarak, bu karar da, diğer kararlar gibi, değer
yasasının da alanını genişletmiş, burjuva
ve küçük burjuva ideolojik ve ahlaki değerleri güçlendirmiştir.
Kolhoz mülkiyeti sosyalist mülkiyetin bir biçimidir; ama sosyalist bir
mülkiyet biçimi olmakla birlikte, bu mülkiyet bir grup mülkiyetidir ve
henüz tüm halkın mülkiyeti kategorisine
de girmemektedir. Sosyalizmden komünizme geçiş sürecinde çözülmesi gereken
sorunlardan birisi de, grup mülkiyetinin tüm halkın mülkiyeti düzeyine
çıkarılmasıdır. Geçiş sürecinde politika, grup mülkiyetini, adım adım, maddi ve
kültürel olarak ön koşullarını olgunlaştırarak tüm halkın mülkiyeti
düzeyine çıkarmaktır.
Sorunun bu yanını Stalin,
ünlü eseri “Sosyalizmin Ekonomik Sorunları” kitabında ortaya koymuştur. Kolhoz
mülkiyetinin iki tipi vardır: Artel ve komün. Artel, kolhozcu mülkiyetin alt biçimi, komün ise bir üst biçimidir.
İkincisini birincisinden ayıran şey, komünde küçük çaplı özel mülkiyetin de
ömrünü tamamlayarak son bulmasıdır. Tarihten, özel mülkiyet dünyasından
devralınmış özel mülkiyetçi köklü kirlilik ve gerilik nedeniyle, tarımda
sosyalist dönüşüm sürecine girilirken, bu olgu dikkate alınarak, işe, hemen ve
doğrudan komün tipi kolhoz örgütlenmesiyle başlanmamakta, bunun yerine, işe, artel tipi kolhozcu iktisadi biçimle başlanmaktadır.
Ama sosyalist inşa süreci ilerledikçe, sağlamlaştıkça, artelden komün tipine
geçişin koşulları olgunlaştıkça, doğal olarak, artel, yerini, adım adım, komün
tipi kolhoza bırakacaktır. Ama bu süreç kendiliğindenci
bir süreç değildir, aksine, proletaryanın iradi
bir şekilde sürece müdahale ettiği ve yönettiği bir süreçtir. Bu bağlamda,
1950’lerin SSCB’sinde Partinin görevi, artel
tipini daha da yerleşik hale
getirecek kararlar almak ve süreci geri çekecek politikalar ve eylem planları yürütmek değil, aksine komün
tipine gidişi hızlandıran politika ve eylem
planı geliştirmek olmalıydı. Ama, revizyonist bürokratik yeni tip küçük
burjuva kast, doğası gereği, bu görevi bir yana itmiş, dahası mahkum etmiş,
özel mülkiyeti, özel mülkiyetçi eğilim ve uygulamaları geliştirmeye
başlamıştır.
“Sovhozların üretimin gelişmesi karşısında maddi ilgiyi sağlamak için,
1954 yılında, şimdiye kadar Sovhozlara verilen devlet sübvansiyonları
kaldırıldı…” (age., s. 242)
“Bir bütün olarak Sovhozun ve her Sovhoz çalışanının emeğin sonuçlarına
karşı maddi ilgisi, Sovhozlardaki üretimin kesintisiz büyümesinin ve
mükemmelleşmesinin en önemli koşuludur.” (age., s. 243)
Aynı revizyonist teorik ve pratik yaklaşımı sovhoz politikasında da
görüyoruz. Sovhoz, tarımda sosyalist
iktisadi biçimin en yüksek tipidir. Kolhozlardan farklı olarak, sovhozlar, tüm halkın mülkiyeti olan
sosyalist/toplumsal mülkiyet kategorisine giren bir mülkiyet biçimidir.
Sovhozlar, sosyalist tarımda örnek devlet işletmeleridir. Ama salt örnek ve
önder bir işletme değil, aynı zamanda sosyalist tarımsal üretim verimliliğini özellikle
geliştiren ve üretimde de önemli bir yer tutan işletme türüdür. Dolayısıyla,
Stalin döneminde uygulanan devlet sübvansiyonu politikası doğru bir
politikaydı.
Tarımın önder kuruluşları olan sovhozları, bilim ve tekniğin en son
verilerine dayanarak, kesintisiz bir şekilde en ileri teknikle donatmak ve
sürekli yenilemek ve yetkinleştirmek devletin (proletarya diktatörlüğünün) asli
görevlerinden birisidir. Sovhoz bir devlet işletmesidir ve geliştirilmesi de
devletin görevidir. Sovhozları ihmal etmek, gerçekte sosyalist tarımı ihmal etmek, proletaryanın tarıma önderlik görevlerini ihmal etmek, onun
önderliğini zayıflatmak demektir.
Zaten söz konusu kararla da bu yapılmıştır ve bu bilinçli bir tercihin
ürünüdür. Aslında MK’nın bu kararı, 56 sonrası yürürlüğe giren işletmelerin
kendi kendisini finanse etmesi (oto finansman) politikasının öncül adımlarından
bir diğerini oluşturmaktadır.
Sovhozların ve sovhoz çalışanlarının emeklerinin sonuçlarına maddi
ilgilerinin, sovhozlardaki üretimin kesiksiz geliştirilmesinin “en önemli
koşulu” olduğu tezine gelince: Bu bakış açısı ve harekat tarzı, çok çarpıcı bir
tarzda, 53’le başlayan ve 56’da tamamlanan geçiş sürecindeki burjuva
revizyonist eğilimin çarpıcı
yansımalarından birisidir. Burada eğer bir “ön koşul” aranacaksa, bu ön koşulun
birincisi, üretim tekniğinin ve üretim verimliliğinin azami geliştirilmesi,
ikincisini ise, komünist bilinç ve eylemin geliştirilmesi, yeni insanın
yaratılmasının gereklerine gösterilecek azami özen ve duruştur. Ama biz, söz
konusu kararlarda bu olgunun zerresini bile göremiyoruz, aksine özel mülkiyetçi
tutkular kışkırtılıp yaygınlaştırılıyor; burjuva revizyonist eğilimin toplumsal
temelleri güçlendiriliyor, ideolojik dokusu sağlamlaştırılıyor, bürokratik tabakanın
siyasal hazırlık ve manevrasına alan açılıyor. Değer yasasının alanı
genişletiliyor.
“Sosyalist iş bölümü sayesinde, bunun dışında, tek tek ülkeler,
sanayinin ve tarımın en önemli dallarının gelişmesinde çifte çalışmadan ve
kesişmelerden kaçınabilecek duruma getirilmektedirler. Sosyalist kampın tüm
sistemi içinde eşit haklara sahip iktisadi birimler olarak birbirlerini
tamamlamakta ve muazzam ölçüde gücün ve aracın tasarruf edilmesiyle iktisadi
gelişmelerini hızlandırmaktadırlar. Her ülke, güçlerini ve araçlarını kendisi
için uygun doğal ve iktisadi koşulların ve aynı zamanda en iyi üretim
deneyiminin ve uzmanların bulunduğu dalların gelişmesi üzerinde
yoğunlaştırabilir. Bununla birlikte, tek tek ülkeler için, diğer ülkelerden
alabileceği ürünlerin üretilmesinden kaçınma olanakları ortaya çıkmaktadır.
Böylelikle sanayide geniş çaplı uzmanlaşma ve üretimin koordinasyonu ve besin
maddeleri ve hammadde üretiminde amaca uygun iş bölümü sağlanmaktadır.” (age.,
s. 375-376)
Burada savunulan perspektif düpedüz büyük
devlet şovenizmidir, revizyonist bürokrat tabakanın burjuva yayılmacı
istek ve beklentilerinin yansımasıdır. Burada, “iş bölümü” adı altında önerilen
politikanın altında, yeni sosyalist ülkelerin kendi ağır sanayilerini kurmasını
önleme ve bu ülkeleri SB’nin ucuz hammadde kaynağı, ucuz işgücü kaynağı, tarıma
ve hafif sanayiye dayanan uzantıları olarak şekillendirme istek ve amacıdır.
Nitekim modern revizyonist karakterdeki 20. Kongre ile bu amaç açık seçik dile getirilir.
Bu teori ve perspektif, gerçekte revizyonist burjuvazinin,
yeni-sömürgeci “sınırlı egemenlik”
doktrininin farklı bir anlatımı ve
tamamlayanıdır. Oysa sosyalizmden komünizme geçiş, komünizmin maddi-teknik
temelinin hazırlanması ve sürekli geliştirilmesi, her sosyalist ülkenin en yeni
tekniğe dayalı bir tarzda üretim araçları üreten sanayi kurmasına ve
geliştirmesine bağlıdır. Sosyalist kampın ortaya çıkması bundan vazgeçmeyi
getirmez, tersine, ağır sanayisini kurmuş ve başarıyla geliştiren sosyalist
ülkenin enternasyonalist desteği ile yeni sosyalist ülkelerin ağır sanayisinin
kuruluşuna her bakımdan katkı yaparak, böylece sosyalist kamp çapında güçlü bir
maddi-teknik temele bağlı olarak komünizme yürümektir. Bu aynı zamanda,
uluslararası sermayeye karşı ulusal bağımsızlığın korunması, emperyalist
kuşatma ve saldırıların etkisizleştirilmesi vb. için de son derece ivedi ve
kaçınılamaz bir görevdir.
Bir de tarihin sunduğu dersler
ışığında şu noktalara dikkat çekmek isteriz. Birinci nokta, kapitalist
restorasyondan sonra yaşanan tahrip edici sürecin geniş kitleler, halklar nezdinde
yarattığı derin güvensizlikler mevcuttur. Bu güvensizliklerin temel
unsurlarından birisi şudur: Diğer sosyalist ülkeler, kapitalizmin restorasyonuyla
birlikte, süreç içerisinde Rus sosyal emperyalizminin yeni tipte yeni
sömürgeleri haline geldiler. Uzatmaya gerek yok, bu durum, gelecekte, sosyalist
devrimini daha erken gerçekleştirmiş (tabii bu ülke SSCB gibi kudretli bir
ülkeyse) ülkeye karşı sosyalizme daha sonra ulaşmış olan ülke ya da ülkelerin
işçi ve emekçilerin bir ulusal güvensizlik duygusuyla davranmasına ya da hiç
olmazsa bu çarpık bilincin ciddi etkileri altında tepki vermesine yol açacaktır
ya da açabilecektir. Bu durum, dünya proletarya diktatörlüğü federasyonuna
geçilmesini olumsuz yönde etkileyebilecektir. Dolayısıyla teoriye, proletarya
enternasyonalizmine güçlü bir şekilde asılmak, şovenizme ve sosyal şovenizme
karşı mücadeleyi güçlü bir tarzda geliştirmek ve daha zayıf ve geri uluslardan
emekçi kitleler üzerinde olası burjuva milliyetçi etkilere karşı savaşmada ve
bu uluslar ve ülkeler işçi, emekçilerinde ulusal güvensizliklere yol açabilecek
en küçük tavır ve tutumlardan uzak kalmaya en büyük özen ve dikkati göstermek
bugün geçmişten çok daha fazla bir hassasiyeti gerektirmektedir. Kuşkusuz ki, geri
ve zayıf ulusların işçi ve emekçileri üzerindeki burjuva milliyetçi etki ve
güvensizliklere karşı sadece propaganda ve ajitasyonun gücüyle savaşılamaz.
Bunun kitlelerin kendi öz deneyimleri ile birleşmesi gerekecektir. Bu noktayı
asla unutmamak gerekmektedir.
İkinci nokta, kapitalist restorasyonun özgün deneyimi, her sosyalist
ülke ve ulusun kendi bağımsız ağır sanayisine sahip olmasının önemini daha da
yakıcı kılmıştır. Uluslararası sosyalist iş bölümü içerisinde olabildiğince planlı
birleşik bir sosyalist pazar geliştirirken, bu noktaya özel bir önem göstermek
ve ileride olan sosyalist ülkenin ya da ülkelerin geride olan sosyalist ülkelere
ve uluslara karşılıksız (evet, özellikle
vurgulanması gerekir, tamı tamına karşılıksız, yani işin içerisine değer yasasının
hiçbir biçimde bulaşmadığı) enternasyonalist destek ve katkısının
geliştirilmesine geçmişten daha özenli davranması ve gerekli fedakarlığı
yapması gerekecektir. Kapitalizmin restorasyonu deneyiminden sonra bugün bu
görev çok daha yakıcı bir sorun ve görev haline gelmiştir. Emperyalist
kuşatmanın sürdüğü koşullarda, bu sorun, çok daha önem taşıyan bir sorun olarak
gündemde kalmaya devam edecektir.
Ayrıca geçmeden ekleyelim: Stalin döneminde, devrim ve sosyalizmin
zafere eriştiği ülkelerde (Sosyalist Kampı oluşturan ülkelerde), bilakis
Stalin’in ve SBKP’nin önderliğinde, bu ülkelerde, sosyalist ağır sanayinin kurulmasına
önem verilmiş, bizzat önderlik edilmiştir.
“Emek üretkenliğinin kesintisiz büyümesini ve toplumsal zenginliğin
önemli ölçüde çoğalmasını sağlamak için, sosyalizmden komünizme geçiş döneminde
halk iktisadının planlı yürütülmesinin değer yasasına bağlı para, kredi,
ticaret ve iktisadi muhasebe gibi ekonomik aygıtların kullanılması
gerekmektedir…” (age., s. 322)
Evet, değer yasası sınırlanmış olsa da sosyalist inşa sürecinde belli
bir ölçüde işlemektedir. Dolayısıyla kaçınılmaz olarak, planlamada, muhasebede
vs. dikkate alınmak zorundadır. Ama sosyalizmden komünizme geçiş döneminde,
yani tüm bu süreçte, emek üretkenliğinin sürekli büyütülmesi, toplumsal
zenginliğin önemli oranda çoğaltılması için değer yasasına bu denli önem
verilmesi yanlıştır, revizyonist bir yaklaşımdır.
Sosyalist inşa süreci komünizme doğru olgunlaşarak geliştikçe, değer yasasının sosyalist ekonomi
üzerindeki etkisi de giderek zayıflayacak, dahası zaten bilinçli politikalarla ömrünü tüketmesi sağlanmaya
çalışılacaktır. Sosyalizmin iktisadi temellerinin atılmasından sonra, bu etki
zaten ciddi bir şekilde sınırlanmış olacak ve nihai amaca doğru devrimci
ilerleyiş, kesintisiz devrim sürecinde söz konusu rol ve etkisi artan oranda
zayıflayacaktır.
Dolayısıyla emek üretkenliği ve toplumsal zenginliğin artışında esas
olan ve olması gereken değer yasası değildir ve olamaz. Sosyalizmin temel
ekonomik yasası, bu temel yasaya bağlı işleyen planlı (orantılı) gelişme
yasasının gittikçe daha etkin yaşam bulmasının, emek üretkenliğinin ve
toplumsal zenginliğin kesintisiz artışının nedeni zaten değer yasası değildir.
Komünizme dek bu yasaya bağlı kalınmadığında söz konusu kesintisizliğin de
sağlanamayacağını söylemek, ima etmek, gerçekte sosyalist sanayi ve tarımda
üretkenlik ve zenginlik artışının zorunlu ön koşulu veya en önemli koşulunun
değer yasası olduğunu savunmak demektir. Ki bu teorik ve politik yaklaşıma
“Ders Kitabı”nda sıkça rastlamaktayız. Kitapta sık sık vurgulanan maddi teşvik,
eşitliğin sosyalizme derinden düşman (!) olduğu yaklaşımıyla, gelir
farklılaşmasını kutsayan kafa yapısıyla eleştire geldiğimiz tez ve politikalar bir bütün oluşturmaktadır. Örneğin bir
Almanya, İngiltere, ABD vb. gibi emperyalist ülkelerde sosyalist devrimin
gerçekleştiği koşullarda söz konusu değerlendirme ve vurguların çok daha açık
sırıttığı ve sırıtacağı ise açıktır. Yukarıdaki revizyonist sapma ve
politikanın, 1956 yılında modern revizyonist karşı devriminin zaferiyle
birlikte sistemli bir teoriye, politika ve pratiğe dönüştürüldüğünü; değer
yasasının sosyalist üretimin düzenleyici yasası olarak kabul edildiğini ise,
zaten biliyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder